BiRİNCİ BÖLÜM İKTİsat eleşTİRMİZİn sinirlarinin belirlenmesi : konu, YÖntem ve aralarindaki DİyalektiK İLİŞKİler


C.3 İktisadî gerçeklik ve sınıf mücadelesi…



Yüklə 0,64 Mb.
səhifə3/6
tarix29.10.2017
ölçüsü0,64 Mb.
#19581
1   2   3   4   5   6

C.3 İktisadî gerçeklik ve sınıf mücadelesi…

Ekonomi politik ile kaba iktisat arasındaki karşıtlığı oluşturan, – kaba iktisada yönelik bu karşıtlığı ekonomi politiğin bizzat temeli olduğundan – tanımı gereği bu karşıtlıkla bir kopuşu oluşturamaz ne de Marx’ın eserinde özel bir şeyi temsil eder. Ama bir ideoloji sıfatıyla marksizmin ve diğer iktisatçıların marifeti olan gerçekliğin çarpıtılması, iktisadî gerçekliği dolayısıyla sınıf mücadelelerini konu alan herhangi bir tahlil gibidir ; Marx tarafından yapıldığı kabul edilir, ama aslında şu “ardılları”nın onun eserinden uydurmuş olduklarından başka bir şey değildir.


İktisadî gerçekliğin dolayısıyla sınıf mücadelelerinin incelenmesi (ekonomi politiğin kaba iktisada karşıt olmasına yol açan bir inceleme), söylenenin aksine burjuvazinin bir ihtiyacıdır ve tüm klâsik iktisatçılarda bu türden çözümlemeleri bulmamız da bu yüzdendir. Bu çerçeve dâhilinde “etkin yönetim teknikleri” biçiminde tanımlanması gerekecek olan kaba iktisada karşıtlığı içindeki ekonomi politiği kendini tahlil eden sermayenin bilimi olarak tanımlayabiliriz. Bile bile ya da istemeden bu gerçeği bilmezden gelen iktisatçıların (marksist olanlarının) hemen tamamı, sınıf mücadelesini keşfeden kişi olarak Marx’ı gösterirler. Ekonomi politiğin eleştirisi bakış açısından yani bizzat anlayışımız açısından önemli olan, – hiçbir sınırın, hiçbir kopuşun olmadığı – kendinde bir sınıf mücadelesi analizi değildir, ama sınıfların varlığının insanlık tarihinde geçici bir aşama olduğunu, sınıfların her zaman var olmadıklarını ve tarihsel bakımdan kaçınılmaz ortadan kaldırılışlarının mevcut toplumda kaçamaksız ya da daha iyi bir söylemle kesin olarak belirlenmiş olduğunu anlamaktır önemli olan. Tüm ekonomistlerle iktisadın eleştirisi arasında – şimdi artık gerçek olan – bu temel kopuş noktası, sınıf mücadelesinin zorunlu ve kaçınılmaz olarak götürdüğü proletarya diktatörlüğü ile tüm sınıfların ortadan kaldırılması anlayışına kopmazcasına bağlıdır. Marx’ın Weydemeyer’e yazdığı mektubu anımsayalım… şu marksist yorumları daha o zaman kesin bir biçimde yanıtlıyordu :
«Bana gelince… çağdaş toplumdaki sınıfların varlığını bulgulamanın ve onların arasındaki mücadeleleri keşfetmenin onuru bana ait değil. Burjuva tarihçileri söz konusu sınıf savaşımlarının tarihî gelişimini, burjuva iktisatçılar da bu sınıfların iktisadî yapısını benden çok önce açıklamışlardı. Benim yeni olarak yaptığım : 1) sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesinin belli tarihsel dönemlerine bağlı olduğunu, 2) sınıf mücadelelerinin kaçınılmaz olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğünü, 3) bu diktatörlüğün kendisinin de sadece tüm sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız topluma bir geçiş olduğunu göstermek olmuştur.»40
Marx’ın eserini tahrif etmenin başlıca görünümlerinden biri, gizlemek amacıyla kopuşu olmadığı yerde göstermektir. Ekonominin eleştirisinin programsal temellerini yeniden kurma [yeniden canlandırma] gerekliliğinin, her belirleyici tarihsel uğrakta [anda] – marksizmin şu büyük ideologlarına karşı – bir avuç insanın ellerinde olumlu olarak somutlaşması bu yüzdendir ; söz konusu ideologlar bu temel görünümleri aydınlığa kavuşturmak zorunda olduklarını gördüler… “Devlet ve Devrim”de Lenin’in, 1930’lu yılların Bilan ve Prometeo dergilerinin, daha yakın yıllarda Camatte’ın ve benzerlerinin durumu budur. Örneğin Lenin şöyle yazıyordu :
«Marksizmi sınıf mücadelesi öğretisiyle sınırlamak, onu kuşa çevirmek, bozmak, burjuvazi için kabul edilebilir bir şey derecisine indirmektir. Sınıf mücadelesinin kabulünü proletarya diktatörlüğünün kabulüne kadar genişleten kişi marksisttir yalnızca.»41
O hâlde bu, ne sınıf mücadelesinin ne de bu mücadelenin – asıl olan ve Marx’ın eserindeki kopuşu gösteren – tarihsel zorunluluğunun kabulüdür (bu kabullenme de görüngü bilim açısından en temel unsuru saptamanın bir sonucudur), ama aksine, sınıfların ve aralarındaki mücadelelerin yok edilmesinin tarihsel zorunluluğunun kabulüdür tam da. 42 Mevcut durumda bu zorunluluğun43 doğrulanmasını kavrayamayan ve sınıf mücadelelerini incelemek ve çözümlemek için Marx’ın eserinin tarihî çizgisinde yer aldıklarını zanneden marksistler, onun eserinde neyin özsel, önemli olduğunu anlamamakla kalmazlar yalnızca, ama bunun da ötesinde, objektif olarak klâsik iktisadın (ve de kaba iktisadın) tarihsel çizgisine yerleşirler.

C.4 İktisadî yasaların nesnel, toplumsal ve tarihsel nitelikleri…

Ekonomi politik anlayışını bölüp ayırdığımız bu noktalar, gerçekte son derece birleşiktirler… bu yapay ayırmayı yalnızca açıklamayı [sergilemeyi] kolaylaştırmak için yaptık.


Tarihsel hareketi içinde ve tanımı gereği toplumsal bir gerçek olan sınıf mücadelesinin, iktisadî etkinliğin ve gerçekliğin analizi, bir bilim olarak iktisadın yasalarına nesnel, toplumsal ve tarihsel bir nitelik verir. Klâsik iktisatçıların, fizyokratların veya [daha sonra] marksistlerin ve neo-rikardocuların yapmış oldukları gibi bu analizin materyalist bir anlayışı ile ilgilenen toplumun tüm temsilcileri, Marx ve ekonomi politik arasındaki kopuşa asla tekrar varmaksızın [düşmeksizin], böylesi yasaları göstermeye, açıklamaya çalışacaktırlar, ama söz konusu kopuşu anlayabileceğimiz niteliklerin kendiliğinden bir tanınmasıyla (son tahlilde açıkça yapılmış olan bir tanınmayla) da olmaz bu kuşkusuz.
Marx’ın eserinin bütünlüğünü dikkate aldığımız zaman işler tamamen değişir : nesnel, toplumsal ve tarihsel nitelikler başka anlamlar kazanır. Bu anlam karşıtlıklarını aydınlatacak olan birkaç önemli durumu görelim şimdi…
Nesnel” [olmak], bilimin insanların iradesinden bağımsız olarak tanıdığı ve bu hâliyle materyalizmin de onu “gerçek”le özdeşleştirdiği44 şeyin sadece maddî, gerçek bir varlığa sahip olması anlamına gelmez ; toplumsal bakımdan geçerli bir yalan, toplumsal güce dönüşmüş bir aldatmaca da (materyalizm ve olguculuğun yalın betimlemeler olarak kabul ettikleri dolayısıyla nesnel olmayan her şey) pekâlâ nesnel olabilir. Böylece ekonomi politik, örneğin her şeyin gerçek değeriymiş gibi görünen para karşısında onun da tüm diğerleri gibi bir meta (özgün işlevleriyle birlikte : ödeme ve değişim aracı, biriktirme [iddihar] aracı, evrensel akçe) olduğunu bulgulamakla yetinir, ama onu yapıntılı [fiktif] bir topluluk olarak kavramaktan çok uzaktır, para [onun için] toplumsal ve nesnel bir gerçekliktir [yalnızca].
«Parasal sisteme karşı çıkan ekonomi politik, tüm ustalığına rağmen kesin bir zafer kazanamaz. Şu bayağı iktisatlarının boş inançları içinde hapsolmuş halk ve yönetimler, zenginliğin biricik gerçeği olan sahip oldukları kıymetli madenlerin mutlak değerine inanarak somut, elle tutulur, gözle görülür olan mangıra sarılırlar. Neyse ki aydın ve bilgili iktisatçı gelir ve paranın da diğer metalar gibi bir meta olduğunu anlatır onlara. {…} Bu durumda çok haklı olarak onu şöyle yanıtlarlar : şeylerin gerçek değeri değişim değeridir ve bu değer de, son tahlilde, değerli madenler tarafından cisimleştirilmiş olan akçede yer alır ; kısaca şeylerin gerçek değeri paradır ve bundan dolayı en fazla arzu edilen şeydir.» (K. Marx, “Okuma Notları”, 1844)
Ekonomi politik analizlerini hemen tamamen yalnızca sınıflı toplumlarda, yabancılaşmış toplumlarda yapar tam da (ekonomi politiğin tarihsel niteliğinin nasıl karşıtına [kaba iktisada] dönüştüğünü daha şimdiden görüyoruz), toplumsallaşmalar da bunlar gibi nesnel yasalardan itibaren gerçekleşirler ancak… yani ister din ister bir dine dönüşmüş para olayında olsun güce dönüşmüş bir aldatmaca olarak, yapıntılı bir topluluk olarak [gerçekleşirler]. Ama ekonomi politik bu nesnel gerçekliği bilmezlikten geldiği için, zira bunu saçma bir betimleme olarak kabul eder (tüm kaba materyalizmin dinle veya herhangi bir başka betimlemeyle yaptığı gibi), açıkça yabancılaşmanın genelleştirilmesinden başka bir şey olmayan mevcut tek toplumsallaşma gerçeğini de bilmezlikten gelir. Bu toplumsallaşmanın nesnel ve toplumsal karakteri, ekonomi politiğin bir yasası sıfatıyla gözünden kaçar, zira yabancılaşmayı kabullenmesi, onu bir yasa olarak kabul etmek anlamına gelecektir. Aynı şekilde merkantilizm karşısında (ve ekonomi politik merkantilizmi asla gerçekten terk etmez, tıpkı ulusalcılıktan vazgeçemediği gibi) yabancılaşmayı bir yasa olarak reddeder ; merkantil [kapitalist] toplumsallaşmayı insanî bir topluluk olarak kabul etmektir bu, ya da bir başka deyişle, değişimi, türün [insan türünün] yaşamının ek bir yardım sandığı gibi düşünmektir bu. Ekonomi politiğin yaptığı tam da budur, dolayısıyla sonunda ekonominin yasalarının tarihsel niteliği ile temelden kopar.
Ekonominin yasalarının tarihsel olduğunu kabul ettiğini gösteren çok sayıdaki açıklamalarına rağmen, ekonomi politik bizzat kendine ihanet eder ve daima tarih-dışı kalır. Ekonomi politik için bu, evrensel tarih çevriminin (ilkel komünizmden eksiksiz komünizme uzanan tarih çevriminin) her zaman özel bölümleri, yazarına göre değişen tarih-üstü, genel ya da doğal olduğu kabul edilen yahut tarihin son durağı olarak düşünülen farklı bölümleri var demektir. Bu şekilde yasaları da tarih-dışı olma eğilimindedir ve hemen her durumda bu iktisatçılar kendilerini toplumun yöneticileri veya danışmanları olarak görürler… onları ekonomi politiğin nesnel ve toplumsal niteliğini bu yolla yadsımaya ve – seçmeci [keyfî] bir mantıkla, prakseolojik anlayışları çerçevesinde, törel değerleri içinde – tüm ekonomi politiğin kendini vülgarize etmeye [kaba iktisada dönüşmek üzere] götüren de budur.
Klâsik iktisatçıların durumunda, bu zevat, bireyden ve homo-economicustan – onu tarihsel bir ürün olarak kavramaktan çok uzak – söz ettiklerinde, ekonomi politiğin tarihsel niteliğinden vazgeçmiş olurlar. Kapitalist iktisadî sistemi insanlık tarihinin sonu olarak düşündüklerinde de, daha bir hoyratça kopmuş olurlar tarihten. Ekonomi politik [artık] tamamıyla bayağılaşır ve klâsik iktisatçılara özgü robensonvâri masalımsı varsayımlardan hareketle iktisadî yasaların sosyal ve nesnel niteliğinden de vazgeçmiş olurlar.
Şimdilerde ekonomi politik (marksist veya değil), tarihsel açıdan olumsal unsurları insan doğasına bağlı [şeyler] olarak düşündüğü zaman, şu ya da bu biçimde insanlık tarihinin son aşamasının görünümlerini mevcut dünyada aradığı zaman, örneğin bir ülkeyi sosyalist (ve hatta komünist !) diye adlandırdığında, Dünya’nın bir bölgesindeki üretim tarzını tarihin amacı olarak kabul ettiği zaman vs. tüm ekonomi politiğin etraflarında kurulduğu böylesi fikirler yüzünden iktisadî yasaların tarihsel niteliğinden de vazgeçmiş olur. İyice yaygın bir diğer örnek de parayı, toplumsal sınıfları, devleti, aileyi vs. tarihsel olarak düşünmek, lâkin emeği [işi] insan doğasının özünde yer alan [yani tarih-dışı] bir şey saymak, onun “tüm üretim biçimlerinde genel olduğu”nu sanmaktır. Komünizmi emekle birlikte tasarlayan iktisatçılar da yok değil hani ! Her hâlükârda bugünkü toplumun gelecek toplum üzerinde görülen bu doğalcı45 yansıları, insanlığın gerçek tarihini yadsıyarak aynı zamanda geçmişe [tarih bilimine] ve tüm diğer toplumsal, doğal ve sağın bilimlere de yansır. Sanki her zaman var olmuş gibi, hatta var olmak için insan varlığının çerçevesini bile aşan “emek” [iş] kavramının durumu budur (örneğin fizikte) ; iktisatçının insanın özünde olduğunu düşündüğü ve farkına bile varmadığı kendi değerlerine benzeyen tüm şu tarihsel ürünler için de işler işte böyledir. Bugün tanıdığımız hâliyle bireyin kendisinin,46 ne tarihsel bir ürün olarak ortaya çıkışı içinde ne de gelecekteki yok oluşu içinde anlaşılmamış olması işte bu yüzdendir. İstemeksizin, bilmeksizin bu robensonculukları analizlerine sokuşturan marksist iktisatçılar da eksik değil. Bu, sermayenin genel diktatörlüğüne, kimi yazarlarda doğal ve tarih-dışı bir nitelik kazanan ve de tarihin amacıymış gibi gösterilen demokrasiye kadar gider… sanki bu diktatörlük komünizmle birlikte var olabilirmiş, onunla uzlaşabilirmiş, onunla birleşebilirmiş gibi !
Sermayenin özünün anlaşılması ve ekonominin [aynı zamanda iktisadın] fiilî eleştirisinin temelleri, marksizm tarafından gerçekleştirilmiş olan şu “somutlaştırmalar”ın eleştirisinden ayrılmaz olmaları bu yüzdendir.

C.5 Değer teorisine dair…

Değer teorisi konusunda yapılmış olan tahrifatlar, ayrı bir çalışmayı gerektirecek kadar önemli ve karmaşıktırlar. Bu yüzden önemli unsurların kısa bir betimlemesiyle sınırlayacağız kendimizi burada.


Marksist iktisada göre Marx, klâsik iktisatçılar tarafından bulunmuş ve D. Ricardo’nun da azamî açıklamasını vermiş olduğu değer teorisini kabul etmiş olmalı asıl olarak (bazı yazarlara göre de belirli değişikliklerle). Onlara göre Marx’ın [klâsik iktisattan] gerçek kopuşu, artı-değeri bulgulamış olmasından yani işçinin yaratmış olduğu değerin bir bölümünün kapitalist tarafından sahiplenildiğini keşfetmiş olmasından ibaret olmalıdır.
Emek-değer kuramı (marksist iktisatçıların onu kabul ettikleri ve adlandırdıkları gibi) her şeyden önce, işçinin emeğinin ürününün tümünü almadığını, ürünün bir bölümünün, kapitalizm koşullarında Marx’ın artı-değer (ya da fazla-değer) diye isimlendirdiği bölümünün onun egemenlerine, onu sömürenlere geçtiği anlayışına bağlanır… Ne var ki tüm bunlar klâsik iktisatçıların bir buluşu değildir, hele hele Marx’ın hiç değil. Bu savlar [emekçinin emeğinin tümünü almadığı iddiaları], tüm kapitalist dönem buyunca birbirini izler ve de değerin nesnel ve materyalist köklerini bulmak için tarihte 20 yüzyıldan daha fazla geçmişe dönmek gerekir. Örneğin M.Ö. aşağı yukarı 380-290 yılları arasında yaşamış olan Men Ze, “emeği değerin biricik kaynağı” olarak tanımlıyor ve de ekonomi politikçilerin iyi bir atası [önceli] sıfatıyla sömürüyü açıkça kabul ediyor ve mümkün dünyaların en iyisinin verileri olarak çağının dünyasının olgularını şöyle açıklıyordu :
«Başkaları tarafından bir düzen içinde tutulanlar, bu başkalarını besler ; başkalarını bir düzen içinde tutanlar, bu başkaları tarafından beslenir. Yeryüzü’ndeki herkesin görevidir bu.»47
Burada bu konudaki tarihsel örnekleri çoğaltmak doğrusu pek ilginç olmayacak. Önemli olan Men Ze, Plâton ve benzerlerinin emek-değer teorisi ile daha sonra A. Smith ve D. Ricardo gibi klâsik iktisatçıların emek-değer teorisi arasında temelden bir kopuş olmadığını anlamaktır : her hâl ve kârda şeylerin değeri onlarda maddî olarak cisimleşmiş olan emek tarafından oluşturulur, belirlenir… her ne kadar bu kavramlar farklı biçimlerde yorumlanmış da olsalar.48
Bir kez daha kopuşun bulunduğu yer gizlenmiş ve başka bir yerde gösterilmiştir.
Pek çok marksist ekonomist için Marx’ın değer teorisi, emeğin tüm zenginliği kaynağı olduğunu öne süren kuramın düzeltilmiş bir olumlaması, son tahlilde Marx’ın A. Smith, D. Ricardo ve Men Ze ile paylaşabileceği bir olumlama olmalıdır.49 Gerçekte tersine, Marx için emek tüm zenginliğin kaynağı değildir, ne de genel olarak ürünlerin. Marx’ın kendisi bunu açıkça ifade etmişti :
«Üretimi içindeki insan, hiç de doğanınkinden farklı bir biçimde davranmaz, yani durmadan maddenin yalnızca biçimini değiştirir. Dahası, bu basit dönüştürme çalışması içinde sürekli olarak daha fazla doğal güçlere dayanır. O hâlde emek, ürettiği kullanım değerinin, maddî zenginliğin tek kaynağı değildir.» (K. Marx, “Kapital”, 1. Kitap)
Kendi açısından Marx, soyut emeğin değerin özünü oluşturduğunu söyleyecektir, ve bu, yalnızca farklı değil üstelik tamamen karşıt bir savdır. Ayrıca birinci sav tüm toplumları kapsar, ikinci ise tersine, özellikle soyut emeğin mevcut olduğu tek toplumu, genelleşmiş merkantil toplumu yani kapitalizmi kapsar.
En azından kullanım değeri ile değişim değerini ayırt etmeyi “öneren”50 daha akıllı başka marksistler, Marx’ın değer teorisini tanımlamaları gerektiğinde, değeri metada cisimleşmiş emekle bir tutarak gerçekte onu – Men Ze’ninkinden bihaber – Ricardo’nunkiyle özdeşleştirirler. “Gerekli emek” kavramını ekledikleri hâlde (aynen Ricardo gibi) veya lâfta soyut emeğe başvurmalarına karşın, anlayışları asıl olarak rikardocu yani fizyolojik ve de Marx’ınki gibi tarihsel ve toplumsal değil ama toplum ve tarih dışı kalır. Ve bu, anlayışlarının söz konusu kabalaştırmayla tamamen uyumlu olması yüzünden “kullanım ve değişim değerleri üreten Robinson” çerçevesinde düşünüyor olmak onları pek de rahatsız etmez. Genellikle değerin bu teorisi bizzat sömürü kavramını sınıflar arasındaki bir ilişki olarak değil, ama ülkeler arasındaki bir ilişkiymiş gibi değiştirerek sistemin övgüsü sonucuna varan eşit olmayan değişim kuramını ve “bireysel değer”i51 kavramlaştırma sonucuna vardığı zaman, tamamen olduğu gibi [yani açıkça] görünür.
Fizyolojik bir yaklaşıma sahip olmaları nedeniyle baştan aşağı tarih-dışı olan emek-değerin tüm bu kuramları ile Marx’ın anlayışı arasındaki kopuş toptan bir kopuştur ve aşağıda sıralandığı gibi çok sayıda görünümler içerir…


  • Yöntem bilimsel temel kopuş : marksist türü de dâhil ekonomi politiğin bugün yeniden ele aldığı klâsik iktisatçıların değer teorisi, fizyolojist materyalizme dayanır, Marx’ın anlayışı da diyalektik ve tarihsel materyalizme.




  • “Değerin bu iki teorisi”nin amaçları da öz bakımından birbirinden farklıdır. Ekonomi politik, sömürünün betimlenmesinden ve fiyatların izahından daha başka hiçbir şey görmez değer teorisinde ; Marx için tersine, tarihin konusuna dönüşen (gelişmesi içindeki değer), insanlık tarihini birleştirecek ve gezegenimizdeki tüm [toplumsal] çelişkileri basitleştirecek olan ve de burjuva toplumu bekleyen felâketi belirleyen oluşu ve maddî özü açıklamanın esas anahtarıdır bu teori.




  • Değerin özüne gelince… Bu iki anlayış [bu konuda da] uyuşmaz olarak kalırlar, zira ekonomi politik, emeğin çifte karakterini bir çelişki olarak derinlemesine ayırt etmeyi başaramaz ve – gerçekliğin soyutlanmasını bir gerçek olarak görmeksizin – zorunlu emek kavramını fiilen gerekmiş emekle karıştırır. Bu [kaba] materyalist anlayış bir kez daha betimlemeleri (“yalnızca betimlemeler olmaları” nedeniyle) zihinsel olarak bir yana atar, reddeder… onu değersizleşme temel sorununu52 kısmen ve değerin sonu [ortadan kalkışı] problemini53 de tamamen çıkartıp atmaya götüren de budur.




  • Üstelik Marx’ın özle en küçük birim [kuantum] veya nicel büyüklükle biçimler arasında yaptığı ayrımda ekonomi politik hemen sadece büyüklük ve en küçük birimle uğraşacaktır durmadan, ama bu büyüklük biçimlerden birinde, nispî biçimde kavranılmasından başka türlü kavranılamayacağı için de ekonomi politik özellikle değerin nispî biçimini ve onun bu biçim içindeki nitel görünümünü incelemekle sınırlar kendini ve değişim ilişkilerini de özel bir biçimde inceler (nispî fiyatlar teorisi).




  • Fakat her şeye rağmen ekonomi politik (marksist veya değil) ve Marx’ın eseri arasında ortak noktalar bulmak isteyenler ve bunun için bu biçimin [değerin nispî biçimi] nitel görünümü üzerinde yoğunlaşanlar için “ayrıntılı” bir tanıtlama bu iki anlayış arasındaki karşıtlığı yeniden kanıtlayacaktır. Bilindiği gibi içinde belirli bir miktar emeğin cisimleştiği meta, içinde farklı miktarda emeğin cimleştiği bir başka meta ile değiştirilir.54 Ekonomi politik için bu, eşit olmayan değerlerin değişimidir ; Marx’ın anlayışı içinse, bu, eşit değerlerin değişimidir.55




  • Son olarak artı-değere gelince… Marx’ın takipçileri olduklarını iddia eden marksist iktisatçılar için şu tek görünümü olan terimler sorununu hesaba katmayarak, bütün toplumsal kesimlerin kuramcılarının (her türden sosyalizm, ekonomistler vs.) emek-fazlasının varlığını ve bunu egemen sınıfların sahiplendiğini daha Marx’tan önce bildiklerini saptıyoruz. Bizzat klâsik iktisatçılar da pek çok vesileyle artı-değerin varlığını tekrar tanıdılar ! Marx’ın temel katkısını oluşturan, – kendini “artı-değer teorilerinin eleştirisi”ne adamış olduğu için – kendinde bir artı-değer değildir, ama bu artı-değeri özel biçimlerinden (kâr, faiz, toprak rantı vs. gibi biçimlerinden) bağımsız olarak tahlil etmiş ve açıklamış olmasıdır. Bizzat değer kavramındaki özgünlük ile – fazla-değerin56 yalnızca bir parçasını oluşturduğu – bu kavramın içerdiği kopuşun önemi türünden boyutlar çıkartılıp atılırsa eğer, söz konusu katkı tüm boyutları içinde anlaşılmış olmayacaktır.



C.6 Yöntem

Asıl olarak materyalist ve mekanikçi olan klâsik iktisat ile bugünkü marksistler arasındaki devamlılığın temel görünümlerini daha önce dile getirmiş ve [aynı şekilde] materyalizmin artık basit bir materyalizm olmaktan çıktığı, karşıtına yani diyalektik materyalizme dönüştüğü Marx’ın eserindeki yöntemi de açıkça belirtmiştik. Bu toptan ve uzlaştırılamaz karşıtlık, diyalektik materyalizmin sadece materyalizmin bir “tür”ü olduğunu düşünen marksistlerce hiç mi hiç anlaşılmamıştır. Oysa Marx’ın eserinin ekonomi politikle olan tüm karşıtlığı tam da buradadır. Diyalektiğin yasaları marksistlerce küçümsenmiş ve bilmezlikten gelinmiştir.


Toplumsal inceleme alanının gelişmesinin yani tarihsel diyalektiğin yasalarını kendiliğinden [özel olarak] açıklamanın yeri burası değildir57 ; dolayısıyla daha önce yapılmış olan gözlemlere birkaç temel noktayı (ekonomi politiğin kullandığı materyalizmin kabalığını gözler önüne seren noktaları) eklemekle yetiniyoruz…


  • Ekonomi politiğin yöntemi asıl olarak çözümseldir [analitik], bu yöntem gerçekliğin [onu oluşturan] unsurlarına bölünmesi ve [böylece] çözümlenmesi temelinde hareket eder. Ekonomi politiğin eleştirisinde ise bu yöntem [çözümleme] incelemenin bir safhasını oluşturabilir, ama ne temelini ne de ilkesini oluşturur, asla. Diyalektik materyalizmin zorunlu hareket noktası BÜTÜN’ün araştırılmasıdır ve bu daha şimdiden ekonomi politiğe tamamen yabancı olan bir anlayış yani sadece gerçeklik olarak bütünlük anlamına gelir.58




  • Bütünlüğü anlayabilmenin bu yokluğu, bu bütünlüğün olumsuzlanmasına kadar varacak olan doğuşu [oluşu] ve gelişmesi [hareketi] içinde kavranışının yokluğuna bağlıdır ayrılmaz bir biçimde…59 iktisatçıları (marksist veya değil) tarih-dışı bir biçimde davranmaya götüren de budur. Buna karşılık iktisadın eleştirisi, amacını ve yöntemini gerçekliğin oluşsal-diyalektik bir incelenmesinde, çelişkide, ölümde ve olumsuzlamanın olumsuzlanmasında bulur.




  • Soyutlama konusunda da ekonomi politiğin yaptığı ve anladığı Marx’ın eserinin gerçekleştirdiği soyutlamayla tamamen uzlaşmaz bir zıtlık içindedir. Ekonomi politik gerçek ve somut insanı hesaba katmaz ve ulusal iktisat sıfatıyla (yani ulusal çıkarlar adına) davranır, üstelik aynı zamanda yaşamın kendisinin gerçekleştirdiği tüm soyutlamayı kuramsal olarak üstlenecek güçten de uzaktır60 ve gerçek ekonominin [iktisadî yaşamın] en genel soyutlamalara ulaştığı yerde ekonomi politik onu izleme yeteneğinde değildir ve de metanın değerinin onu üretmek için fiilen gerekli emek zamanıyla belirlendiğini ilân eder. [Ardından da] sanki sermaye toplumuna fazladan tek kuruş getirirmiş gibi bir de gidip böylesi saçmalıkları denetlemek ! Ekonomi politiğin eleştirisi ise açıkça buna karşı çıkar ve toplumun gerçek kökünü dolayısıyla onun eleştirisini oluşturan gerçek insanı asla terk etmez, ama Marx’ın “ideal soyut icadı”nın içerdiği “gerçek” görünümü, “soyutlamaların gerçekliğini” (marksist iktisatçıların yaptığı gibi, soyut emeğin gerçekleştirilmesi olarak gerçekleşmiş emeği) aradığını iddia etmekten uzak, ekonomi politiğin eleştirisi gerçekliğin soyutlamalarını gösterir ve insan ile onun somut emeğini dikkate almayanın bizzat bu toplum olduğunu, – üreticinin somut olarak çalışmış olduğu süreye hiç mi hiç aldırmayan pazarı sayesinde – tam da bu gerçek toplum olduğunu ortaya koyar.




  • Bu bölümü bitirmek üzere son bir nokta daha… Bilgiye ulaşma yollarının, reçetelerinin bir bütünlüğü sıfatıyla genellikle “ekonomi politiğin marksist yöntemi”61 olarak tanıtılan (somut betimleme ve soyutlamalar, tümdengelimsel çıkarımlar, somut düşünce, çözümleme, tümevarımlar, tümdengelimler, doğrulamalar, deneysel sınamalar vs.) bu “yöntem” kısmî bir geçerlilik taşıyorsa eğer, bunun hiç de Marx’ın bir buluşu olmadığını, ama bizzat Marx’ın işaret ettiği gibi,62 tümüyle klâsik ekonomi politiği de ıralayan bir yöntem olduğunu belirtmek uygun olacaktır. Bilimsel araştırma araçlarına (soyutlama, çözümleme, sentez vs.) ve müdahale olanaklarına göre de olsa, bu araçlar diğer gelişmiş yukarı hayvanlarınkinden temel olarak farklı değildir.63 Eşzamanlı ve tamamen birbirini bütünler biçimdeki kavrayış ile tahrifatların bu yokluğunda ekonomi politiğe göre Marx’ın gerçek kopuşu, bilinmez kalır, gizlenir. Her ne kadar bu olgunun açık cehaleti çok büyük bir cehaletse ve yalnızca marksizmin en saçmasından geliyorsa da (örneğin stalincilik ve althüsercilik tarafından diyalektiğin yasalarından biri olan olumsuzlamanın olumsuzlanması yasasının tasfiye edilmesi)64… marksist iktisatçılar da bilgi felsefesine ilişkin olarak Marx’ın eserinin yöntemini oluştan çelişkiden, mevcut toplumun ölümünden bağımsız kendi yöntem bilimsel yasaları ile kendine has bir dünya olarak ve söz konusu olan verili bir konuyu zihinsel olarak bölen, analiz eden, yeniden birleştiren bireysel bir özne (Marx) olarak açıkladıkları zaman, hepsi de uygulamada Marx’ın materyalizminin diyalektik karakterini bilmediklerini [yani cehaletlerini] zımnen [dolaylı bir biçimde] göstermiş olurlar. Böylece komünizmin yani [var olan] praksisin diyalektik alt üst edilişinin partisi ve Marx’ın eserinin özü gizlenmiş, diyalektiği bozulmuş, diyalektik materyalizm yerine kaba materyalizm geçirilmiş, teorinin tarihi nesnel ve “maddî” dünyayı az buçuk kavrayan bireyin saçma görüşlerine indirgenmiş ve nihayet madde de tarih-dışı bir ulama, son tahlilde idealist bir ulama dönüştürülmüştür.65



Yüklə 0,64 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin