D.5 İktisadın eleştirisinin yöntemine dair…
İktisadın eleştirisinin yönteminin tanımlanması ve hegelciliğin düşündüğü gibi “saf özselliği” içinde sergilenmesi son derece güçtür.115 Hatta daha da fazla, kurgusal felsefe örneğinde bu olanak hâlâ mevcut olsa da (bu durumda bile yöntemin “kendi özselliği” içinde değil, ama metafiziğin fiilî olumsuzlanması – ona karşı mücadele – içinde belirlendiğini unutmaksızın), diyalektik materyalizm için herhangi bir özselliği kılgısal varlığından ayrı olarak sergileme iddiası tamamen saçma olacaktır. Her ne kadar “marksistler” yöntemin kendinde bir sergilenmesini göstermeyi kendileri için görev saysalar da, iktisat eleştirisi çalışmasının – içinde bu eleştirinin yöntem bilimsel temellerinin sermaye toplumunun eleştirisinin temellerinden ayrılmaz oldukları böyle bir çalışmanın – bir bütünlük olarak ortaya çıkması bu yüzdendir, sergilemede yansıyan daima budur…116 [Örneğin] Marx’ta diyalektik materyalizme ilişkin tüm açıklamalar, ayrılmaz bir biçimde kapitalizmin ve ideolojilerinin eleştirisine bağlıdır ve bütün ayırma girişimleri de yıkıcı, felâketli sonuçlar verir.
Söz konusu olan, iktisat eleştirisindeki yöntemin ekonomi politiğin yöntemine karşı eleştirel bir karşıtlık olması değildir yalnızca (az çok bağımsız eleştirel bir açıklamayı hâlâ bir yere kadar kabul etmeye götürmesine rağmen, bu karşıtlık daha şimdiden çok önemlidir), üstelik iktisadın eleştirisi ve dolayısıyla yöntemi, bilimin o dar çerçevesine kapatılamaz.117 Aslında bilimden, toplumsal açıdan bir uzman işi, apayrı bir etkinlik, “olgucu”, “nesnel”, “tüm sınıflar için geçerli” [yani yansız] bir faaliyet anlaşılır. Bu eleştirinin kimi unsurlarının yöntem bilimsel bakımdan bu kampa sokulabilmesine rağmen, ekonomi politiğin eleştirisini yalnızca bu görünüme indirgemek, onu kısmîleştirmek ve iğdiş etmek olacaktır.
İktisadın [ekonominin] bu eleştirisi bilimin dışında, – sömürüye karşı bir tepki olarak – bizzat sömürüde başlar ve bu amacını gerçekleştirebilmesi için bütün bir bilimsel veriyi kavraması, teorik silâhlarla donanması gerekir. Bu eleştiri, kesin bir ifadeyle söylemek gerekirse, bugünkü iktisadî sisteme karşı yürütülen günlük mücadelelerde, sokakta gelişir ve toplumsal işlevini de bu dar ve sınırlı çerçevenin dışına çıkarak tamamlayacaktır.
Örneğin sistemin eleştirisiyle birleşmemiş ve karşıtlıkları içinde ele alınmamış kendinde kavramları tanımlayarak kendi anlayışımızın dışına çıkacağımız ya da sermayenin işini bitirecek olan proleter mücadele metodolojisinin genel sergilemesini de içine sokarak (bu zaten olanaksız) bu incelemenin çerçevesini fazlasıyla aşmış olacağımız için, sonuçta niçin bu incelemenin hiçbir bölümünde iktisadın eleştirisinin tam ve geniş bir sergilemesini gerçekleştirmeyi iddia etmediğimiz de anlaşılmış olacaktır. Yine de iktisadın bu eleştirisinin genel bir sınırlandırılmasını ölçülü bir biçimde ortaya koymaya çalışacağız.
Ama bu, yöntem bilimsel bu soruna yan çizeceğiz anlamına gelmez. O, bu çalışmanın bütünlüğü içinde mevcuttur ve bu sergilemenin de içinde yer aldığı iktisadın eleştirisine ayırdığımız bu yeni bölüm [rubrique] devam ettiği sürece, bu temellere sürekli olarak başvurmamız gerekecektir. Bu, şu temel ölçütlerle yapılmış olacaktır : onu saf özsellik sıfatıyla tanımlayarak değil, ama ilkin – önceki bölümlerde (özellikle yönteme ilişkin üçüncü bölümde) zaten yapmaya başladığımız gibi – ekonomiye ve öğretilerine karşı tavır alarak ve ikinci olarak da iktisadın eleştirisinin bu bölümünün, – sermaye ekonomisini ortadan kaldıracak olan hareketten başka bir şey olmayan – devinimi içindeki toplumsal bütünlüğü oluşturan sistemin kesinlikle bir parçası olduğu dikkate alınarak yapılmış olacaktır… ve bu yüzden de tüm soyutlama ölçütleri bu sistem üzerine temellenmiş olmalıdır ve de olacaktır.
Ekonomi politiğinkilere karşıt olarak kullanılmış olan soyutlama ölçütleri yoluyla iktisadın eleştirisinin inceleme yöntemi ve konunun oluşturduğu diyalektik birliği açıkça ortaya koyarak açıklamaya çalışacağız bunu. Ve insanı dikkate almayan ekonomi politiğin bölme ölçütlerinin (ekonomi politiğin uyguladığı ülke ülke sınıflama örneğini alacağız bunun için), eleştirilerinin ölçütlerine nasıl karşı olduklarını da göreceğiz. Böylece bunun gerçek hareket noktasının, insanlığını yeniden sahiplenmek için yürüttüğü mücadelesi içindeki şu etten kemikten [somut] insan olduğunu da gösterebilmiş olacağız. Bizi burada ilgilendiren, teorik safhasındaki118 ekonominin eleştirisinin düğüm noktalarının, bütünlüğü içindeki eleştiri tarafından yani kapitalist sistemi ortadan kaldırmaya yönelen hareket tarafından belirlenmiş olduklarını (başka türlü olamayacakları için) tekrar ortaya çıkartmamıza izin verecek olandır. Böylece kuramsal olarak gerçek sentezi de bireşimleştirmiş olacağız.
D.6 Teorik safhada konu-yöntem uygunluğu…
İktisadın eleştirisinin kuramsal evresi, sermaye ekonomisi hükümranlığı altında insanlığın tarihsel birleşme sürecinin incelenmesidir, toptan yıkımına kadar sermaye ekonomisine karşı çıkmaya zorlanan insanlık tarihinin gerçek başlangıcıdır.119 Bu süreci teorik olarak sahiplenmenin yöntemi,120 mevcut gerçekliğin şu somut sunuluşunu terk etmekten, ondan kopmaktan,121 böylece her seferinde, hemen tamamen iktisadî gelişmenin kendisi tarafından gerçekleştirilmiş soyutlamalardan daha başka bir şey olmayan, dolayısıyla iyice düşünülmüş ve iletilebilir bir somutluk ve de gerçek sürecin bir yansısı olarak düşünce yoluyla sağlamlaşıncaya kadar tedricî somutlaşma ve kılgısal karşıtlık sürecinin zıddına, tersine direnecek olan daha yalın ulamlar (eğer doğru iseler) elde edinceye dek, her seferinde daha da gelişmiş soyutlamalara (iktisadın bu eleştirisiyle daha önce gerçekleştirilmiş olan sistemleştirmelerin kendileri için belirleyici olduğu soyutlamalara) yükselmeye – Parti’nin [dünya çapında ve tarihsel oluşumu içindeki komünist hareketin] birikmiş tecrübelerinden itibaren122 – başlamaktan ibarettir.
Soyutlama gibi somutlanma da, iktisadın eleştirisindeki temel ölçütleri içinde olduğu kadar bütünlüklü sıraları [sekans] içinde ikisi de ekonomi politiğin ölçütlerine tamamıyla karşıdırlar. Aynı şekilde, örneğin ekonomi politiğin yöntemiyle çelişki içindeki soyutlama, basit bir biçimde gerçek yaşamın zihinsel bir karşı tezi değildir, dolayısıyla ne teorik bir model ne de tarihin basitleştirilmiş yalın yansısı gibi bir amaca sahiptir. Fakat tarihsel soyutlamanın kuramsal bir yansısıdır, sonuçta da var olan gerçek yaşamı değil yalnızca, ama özellikle onun değişimini, gelişimini özetler. Bu çelişki, görmüş olduğumuz iki anlayışın daha genel karşıtlıklarıyla belirlenir.
Şimdi özel bir örneği ele alalım… Karikatürleştirilmiş Robinson ve Cuma, kurt ve kunduz avcıları vs. biçiminde olduğu gibi modern biçimlerinin (bütün ekonomistlerin ulamlarını kendilerinden çıkartacakları modern biçimlerin) herhangi birinde de metaların basit dolaşımı, mevcut toplumun idealleştirilmesinden ortaya çıkmış kuramsal bir modeldir ve de toplumun kimi görünümlerinin idaresinde bu yapıların [modellerin] gösterebildikleri ya da gösteremedikleri yararlığı şimdilik bir yana bırakırsak, söz konusu yapılar, mevcut toplumu kaçınılmaz yıkılışına kadar uzlaşmaz çelişkilerini yalınlaştırmaya ve şiddetlendirmeye mahkûm ederek bu çelişkileri hesaba almadıklarını gösterirler tam da. Marx tarafından izah edilmiş olan metaların basit dolaşımını bu iktisatçılar, kendi tarzlarında, bu ölçütlerle yeniden yorumlayacaktırlar ; marksistler de metaların bu basit dolaşımının bir kez olsun bir yerlerde var olup olmadığını ya da söz konusu olanın yaklaşık kuramsal bir model olup olmadığını anlamak gayesiyle tartışarak bir yüzyıl geçirdiler ; bu marksistlerin pek çoğu tam rekabetin o sihirli ve aptalca dünyasını benimsemekten, sahiplenmekten de geri kalmayacaktır. Aralarından hiçbiri metaların basit dolaşımının ne bir model ne de tarihsel bir uğrak [moment : an] olmadığını, ama tarihin yüzyıllarını sentezleyen gelecek tarihin özdeksel temeli [substrat, substratum], ya da daha iyisi, zorunlu bir belirleme olarak sermayeyi gerektiren [dayatan] tarihin bir soyutlaması olduğunu anlayamadı. Söz konusu olan ne bir modeldir ne de somut bir tarih parçası [uğrak]. Aynı şekilde bugün insanlığın geleceği bir modelde ya da de falan ya da filân bölgesel bir tarihte belirlenmez, ama sermayenin içerdiği genel çelişkiler içinde belirlenir ve bu gelecek söz konusu çelişkilerin özdeksel temelinde bulunur (her ne kadar şimdilik olumsuz bir biçimde de olsa). Sermaye gibi insanlığın geleceği de, değişim değerinin özerkleşmesinde ve üretimin değişim değeri tarafından kaçınılmaz fethedilişinde özetlenmiş bir biçimde kendi tarih öncesinde bulunur. Bu tarihsel-soyutsal gerçeklik, böylesine adı geçen (şu ünlü) basit dolaşımın içinde var olabileceği bir yer ve dönem bulma savında olanlar gibi basit dolaşımı kendiliğinden kurulmuş mantıkî bir modele indirgeyenlerin de gözünden kaçar. Kaba materyalizm ve biçimsel mantık için işleri içinden çıkılmaz duruma getiren temel soyutlama ölçütünün ne mantıkta ne de geçmişte bulunmaması, ama gelecekte bulunuyor olmasıdır. İktisatçıların onu tanımladıkları biçime karşıt olarak Marx’ın onu kavradığı hâliyle metaların bu basit dolaşımının teorik olarak anlaşılması aslında sermaye tarafından belirlenir (tamamen böyle belirlenir, çünkü sermaye yabancı ve uzlaşmaz bir cisim[varlık] olarak komünizmi salgılamak [doğurmak] zorundadır) ve sermayeden hareket edildiği zaman da bütünlüğü içinde anlaşılmaz olarak kalır (aynı şekilde sermaye tarafından belirlenen her şey ancak komünizm açısından anlaşılabilir son tahlilde).
Böylelikle kuramsal safhadaki konu ve yöntem uygunluğunu görebiliyoruz. Bütün soyutlama ölçütleri oluşun dinamiği ile belirlenirler : varlığın köklü değişimi [devrimi], aşma, nekroloji, tarihsel bir evrenin sonu, olumsuzlama ve – onu belirleyerek incelemenin konusunu, merkezini değil yalnızca, ama tüm yöntem bilimsel tercihli seçenekleri, bütün soyutlama ölçütlerini belirleyen unsuru da oluşturan – çelişkiler.
Öte yandan bu, iradeci, keyfî bir karar değildir. Tarihsel Parti amacına yönelmiş olan bütün iradî eylemlerden ayrılmaz olmasına rağmen, bu karar şeylerin bizzat varlığında bulunur… toplumsal dönüşüm, olumsuzlamayı olumlanması içinde ve çelişkiyi de gelişimi içinde inceleyerek anlaşılabilir ancak.
Her tarihsel dönemde pek çok “çelişkiler”, pek çok “gerçeklikler” ve sayısız “mümkün açıklamalar” vardır her zaman. Fakat içlerinden ancak biri gerçek (olumsal ve sınırlı bilimsel anlamda değil, ama tarihsel anlamda gerçek) çelişkidir, gelişmesinin oluşu da içerdiği bir çelişki. Ve eğer analiz tarihsel gerçeklik123 tarafından kesinlikle soyutlanmış olacak bu çelişkiyi hesaba katmazsa, gerçekliğin anlama yolunda bir arpa boyu olsun ilerlemiş olmayız. Mevcut gerçekliğin ortadan kaldırılmasını olumsuz olarak içeren tek bir “gerçeklik” ve söz konusu ortadan kaldırmanın özünü yansıtan tek bir açıklama (değişik biçimlerde ortaya çıkabilecek olan bir açıklama) vardır.
İktisadın eleştirisinin, nekrolojiyi hesaba katmayan ve anatomiyle yetinen iktisadın (istisnasız hepsi) alanına tamamen yabancı bir alana yerleşmiş olması işte bu yüzdendir. Cesetlerin incelenmesi, iktisadın üzerinde çalıştığı şu ceset parçaları, tıpkı anatomi gibi, – bu bilimin diğer doğal bilimlere katkıları derecesinde – yaşamın incelenmesinde sayısız anlama unsuru ve veri sağlayabilirler, ama yine de yaşamın, çelişkinin, olumsuzlamanın, ölümün özü, varlığın bütünlüğü olarak, iktisadın gözünden kaçar… ne var ki bu katkılar da söz konusu eleştirinin zenginliğini oluşturan özgün unsurlardır. Ve bu, ilân edilmiş bir amaç olarak, söz konusu iki anlayışın alanlarının tanımlanmalarında görmüş olduğumuz gibi, daha önce ele aldığımız yöntem bilimsel unsurların bütünlüğü yüzünden değil sadece, üstelik bu unsurların kombinezonunun tamamen farklı alanlara götürdüğü içindir de.
Gerçekte iktisadın konusu ve yöntemi, onu ulusal bir alana yerleşmeye, ulusal bir ekonomi olarak oluşmaya ya da en azından bir bölünme ölçütü olarak (ve tüm bölünme ölçütleri bir soyutlama ölçütü içerir) öncelikle ve kesin bir biçimde bir ülkeyi124 veya bir ülkeler öbeğini benimsemeye götürürler kaçınılmaz olarak. Bu yüzden iktisat her zaman ulusal bir iktisattır, iktisatçılar da ulusal iktisatçılar.
Bu alanda hiçbir şey onu rahatsız etmez… ne etten kemikten gerçek insan ne de mevcut toplumun nekrolojisi. Ve – çoğu zaman olduğu gibi – daha az rezil olmayan çağdaş değişkesi içinde, gelişmenin ve yetersiz gelişmenin [az-gelişmişliğin] ekonomisi diye adlandırılan “ulusların zenginliği”nin iktisadının sınırları dışına çıkamaz.
D.7 Ulusal iktisadın ve iktisadî gelişmenin eleştirisi…
Yaşayan gerçekliğiyle, proletaryanın hareketinin bizzat canlılığıyla, dolayımsız ve tarihsel belirlenimlerinin ve savaşımının özüyle iktisadın eleştirisi, kaçınılmaz olarak ulusal iktisadın ve iktisadî gelişmenin eleştirisidir. [Ulusal ekonominin] proletaryanın çıkarlarıyla olan toptan uyuşmazlığı, Marx ve Engels’in bütün çalışmalarında, aynı şekilde komünistlerin birbirini izleyen katkılarında sistemli olarak açıkça sergilenmiştir, biz de tüm çalışmalarımızda bu olgunun üzerinde ısrar etmekten vazgeçmeyeceğiz.
Bu alt bölümde bizi özellikle ilgilendiren, bu olgunun iktisatçının kuramında olduğu gibi onun kuramına karşıt olan iktisadın eleştirisinin bu teorik safhasında da belirginleşmiş [billurlaşmış] olduğunu kısaca açıklamaktır.
Ulusal iktisat, klâsik iktisatçıları ilk kez okumasından sonra bizzat Marx’ın açıkça ortaya koymuş olduğu gibi,125 ulusal zenginliğin artışının bilimidir. Bugün açıklanmış olan amacın zenginlik değil de gelişme diye adlandırılması, sorunu hiçbir biçimde değiştirmez ; ulusal iktisat her halükârda, insanoğlunun somut çıkarının mevcut devasa meta stokunu daha da çoğaltmak olduğunu ileri süren ve [bu yüzden] gerçekliğe tam cepheden toslayan idealist bir varsayımdan yola çıkar asıl olarak.126 Her durumda bugünkü toplumla olan temel uyum önceden [zaten] varsayılmış olduğu için “ilerlemenin meyvelerinin daha iyi bir dağıtımı”, üretim araçlarının ulusallaştırılması ve devletleştirilmesi (bugün olduğu gibi) ihtiyacının ülkelerin iktisadî gelişmesi genel anlayışına eklenmesi olgusu da hiçbir şeyi temelinden değiştirmez. Bu düşünceyle uyum içinde iktisatçımız da, bugünkü toplumu ülkeler temelinde ele alır ya da şu veya bu ülkeyi, onun gelişmişliğini, “az-gelişmişliği”ni veya “gelişmenin olmayışını”, dahası ülkeler arasındaki ilişkileri (“uluslararası” ilişkileri) inceler. Burada iktisat teorisinin konu ve yönteminin birbirine tamamen uygun oldukları görülür… bu uygunluğun kendisi de sermayenin çıkarlarının kuramsal ifadesini oluşturan daha önemli bir uygunluk tarafından belirlenir.
Değerin ortadan kaldırılması ve ücretli emeğin yok edilmesi vs. gibi sorunlar bu ülkesel alanda fiilen mevcut değildir. Bir teori olarak var olmadığı için değil, ama merkantil [kapitalist] üretim ilişkilerinin tek ülkede imhasının olanaksız olması yüzündendir bu. Dolayısıyla bu sorunlar [mevcut] uygulamayla mükemmel bir uyum içindedirler.127
Tersine, ekonominin eleştirisi ne tek bir ülkede ne de bir ülkeler bütününde gelişebilir… her ne kadar bu eleştirinin “bütün ülkelerde” birden eşzamanlı olarak gerçekleşmesi olgusu, kavranması zormuş gibi görünse de. Zira bu eleştiriye yol açan nedenler kadar, onu ileriye taşıyan güç ve aynı şekilde onun amaçları da, – ülke veya bir ülkeler bütünlüğü – gerçekliğinden farklı bir dinamiği oluştururlar. Kuramsal evresinde, iktisadın bu eleştirisinin konu ve yöntemi ile soyutlamanın erekliliği ve ölçütleri arasındaki tam tutarlılığı bulmaya döneriz yeniden : güncel toplumun değişmeyen özü, yüzeysel ülke ülke ayırma [yaklaşımı] dikkate alınmayarak ama dünya çapında çelişkili bir gerçeklik olması sıfatıyla sermaye128 üzerinde yoğunlaşarak kavranabilir ancak. Söz konusu tutarlılığın kendisi de bir başka çifte uyuma bağlıdır çözülmezcesine…
-
Teorik bir soyutlama pratik soyutlamayla tutarlıdır… bugünkü toplumun yani sermayenin – “ulusal kurtuluş” üzerine olan metinlerimizde belirtmiş olduğumuz gibi – özsel belirlenimleri, sektörsel veya ulusal türden belirlenimleri kendi varlığında altalar, ya da bir başka şekilde söylenirse, değerlenme [olgusu], “ülkesi”ni (aynı şekilde “sektörü”nü veya ulus tabirinin kavramlaştırılmasında kullanılmış olan dil, kültür, ırk vs. gibi ikinci dereceden başka tür belirlenimleri) bir sorun olarak ortaya atmasına, kendisine göre özerkleşmesine, özsel belirlenimlerine [gerektirimlerine] daha uygun olan başka bayraklar altında ve farklı sektörlerde yeniden oluşmaya iter sermayeyi sürekli olarak. Sermayenin gelişmesi somut insanı (ulusal iktisadın kavramaktan çok uzak olduğu bir şey)129 değil yalnızca, ama – azamî değerlenmesine (anlaşılması kuramsal iktisadın dışında olan bir şey) elveren böylesi alanlara bağlanmak için – her türden “vatan”ı da her geçen gün giderek daha az dikkate alması ve kendi dinamiğinin de yalnızca bu soyutlamanın anlaşılması temelinde değil sadece, üstelik – kaçınılmaz “ülkesel devletler” alt bölümleri ve onların ulusal kılıflarıyla birlikte – dünya devleti olarak zorunlu olumlanmasında anlaşılabilir olması demektir bu. Sermaye ulusal devlet sıfatıyla kaçınılmaz tarihsel bir zorunluluk olsa da, bu zorunluluğun dünyada olup biten olayların çıkış noktası olmadığına, ama bunun tam tersi olduğuna daha önce başka metinlerimizde işaret etmiştik (savaşın nedenleri üzerine olan Hennaut ve Johan arasındaki tartışmalar konusundaki tavrımız gibi örneğin). Tarihî-mantıksal dizisi [sekansı] bireysel sermaye ile başlayıp ardından iç pazar, ulusal sermaye, ulusal devlet ve [nihayet] uluslararası devlet sırasını izlemez, ama tersine, [önce] toplam dünya sermayesi, dünya pazarı ve savaşları ve nihayet ulusal devlet sırasını izler.
-
Ayrıca bu soyutlama kendi varlığı içindeki proletaryanın da gerçekliğidir, çünkü onun yaşamında ulus ortadan kalkmıştır130, çünkü ulusal ekonomiye karşı olduğu ölçüde bir sınıf olarak ortaya çıkabilir ancak. Aslında sömürünün yoğunlaşmasına karşı bir mücadele olan (sömürü oranlarının artışına karşı olan bir mücadele zorunlu olarak ulusa karşı bir mücadeledir) çıkış noktasından varış noktasına [yani] tüm ulusun ve bizzat sömürünün yok edilmesine kadar proletaryanın mevcudiyeti, varlığıyla tutarlı olarak ancak kendi çıkarlarının öne sürülmesiyle mümkündür.
Açıktır ki güncel toplumun bu aynı pratik soyutlaması, [onu oluşturan] iki sınıfın her birinde (ve her ikisinin teorik ifadelerinde de) iki ayrı dışavurum ve iki farklı sonuç bulur. Sermayenin içinde ulusun olumsuzlanması, ulusal devlet olarak yeni bir olumlamayı içeren özel ve basit bir olumsuzlanmadır131 ; özellikle “kendi ulusu”nun olumsuzlaması (gerçekte kendisinin doğrudan sömürücülerinin bir olumsuzlaması) değil yalnızca, ama tüm ulusun ve genel olarak ulus devletin olumsuzlanmasıdır. O hâlde, marksist olanı da dâhil istisnasız herhangi bir görünümü içindeki ekonomi politiğin, ulusal ekonominin bir kuramı olmasından ve tüm tarihsel söylemi içindeki iktisadın eleştirisinin de kendisini açıkça [bu aynı] ulusal ekonominin eleştirisi olarak görmesinden daha normal hiçbir şey yoktur.
D.8 Ulusal iktisadın sınırlı ufku…
Ulusal iktisadın ve gelişme ekonomisinin sınırları, amaç olarak burjuva toplumun amaçlarını önceden varsaymalarında, yaşamın amacını emtia üretimine indirgemelerinde ve açık yanılgılarından arınmış falan ya da filân ülkedeki mevcut modeli kendileri için bir ufuk olarak kabul etmelerinde belirmezler yalnızca, üstelik ülke ülke bölmelerinin, karşılaştırmalı ölçütlerinin, ulusal çıkarlarının vs. tüm insanî gelişmeye ve bu toplumun aşılmasına karşı durmalarında da belirlerler. Marx daha o zaman bunu şöyle saptıyordu :
«Şu gayriinsanî mülkiyetin soyut hareketini anlama çabasında, insanlar hesaba alınmadıkları ölçüde gerçek yaşamdan da o ölçüde vazgeçilmiş olunur. Ortalamalar [istatistikî ortalamalar] her zaman tek tek bireylere karşı edilmiş küfürlerdir, hakaretlerdir.»132
Ne gelişme iktisadının niceliksel mucizelerini ne de – üniversitedekiler kadar kalabalık bir yığın oluşturan “gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerin sosyolog ve ekonomistleri”nin tüm şu iğrenç takımı tarafından üretilen – “gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler” arasındaki aptalca ve hakaretamiz karşılaştırmalarla henüz karşılaşmış olmaksızın saptıyordu bunu Marx.
Hepsi bu olsa gene neyse, zira iktisatçı, her ne kadar yoksulluğu şu “acınası sefaletle ilgilendiğinden başka bir biçimde ele almış da olsa, devrimin yeniden ortaya çıkışını hissetmiş de olsa, dünyanın nereye gittiğini kendine sormuş ve [cevabını] biliyor da olsa, hatta kapitalizmin ölümsüzlüğünün bir masal [ütopya] olduğunu anlamayı da becermiş olsa… yine de güncel dünyayı anlamaktan tamamen uzak olacaktır. Tüm kitapları, bütün başvuru kaynakları, tüm hesapları ve kâğıt kuyut yığınları o derece ulusal ufka saplanmış, öylesine ulus-içi karşılaştırmalı analizlerinin o dar çerçevesine batmış vaziyetteler ki… artık iktisatçı, devrimin gelişmesinde bile onun yadsınmasından yani “ulusal devrim”den daha fazlasını göremeyecektir.133
Ve bu istisnaî bir durum bile değildir… Orta Çağda feodalizmin ideolojisi de toplumun kaçınılmaz yıkılışının nedenlerini ne kendi dinsel ideolojisinde ne tımarda [yurtluk, malikâne] ne de genel olarak bir tımarın bir başkasıyla kıyaslanmasında (veya herhangi bir başka doğrudan üretim biçiminde) bulamadı hiçbir zaman.
Bugünkü toplumun dönüşümünü bir ülke çerçevesinde (veya ülkeler arası bir karşılaştırma çerçevesinde) anlamaya çalışmak, feodalizmin sonunu [yıkılışını] bir tımara indirgemeyi savlamak kadar saçmadır ! Aynı şekilde, bizzat bu tımarda hiçbir devrim olmamış olduğu [için], dönemin tüm ideologları, ufuklarının sınırlılığı yüzünden, devrimin [söz konusu tımara düşen] parçasını görecek güçten uzaktırlar. Bugün de iktisat (kendinde dinin rolünü hiçbir görünümünde aşamayan ve gelecekte daha da süreğen [yani daha direngen] görünen dinden çok daha kolay aşılacak olan şu iktisat),134 devrimi görmekten çok uzaktır, çünkü onun ulusal çerçevesinde135 devrim yer almaz. Ne ki, devrim onun da cesedinin üstünden geçecektir.
O dönemdeki [feodalizm dönemindeki] üretim biçimleri de, onları aşan, söz konusu üretim biçimlerinin iyice uyarlanmış olduğu ideolojik ve coğrafî çerçevenin dışında yer alan ve bu dar çerçeve içinde anlaşılması tamamen imkânsız olan bir gerçeklik tarafından yadsınmaktaydılar. Kapitalizmin feodalizm altında var olabilmesi, sosyalizmin tek ülkede (hatta bir ülkeler öbeğinde) var olabilmesi kadar imkânsızdı ! Ama bunun da ötesinde, o dönemdeki asgarî bir toplum anlayışı, daha o zaman burjuva, merkantil, mutlakıyetçi,136 milliyetçi bir ideolojiyi ve analizinin coğrafî birimi olarak da – feodaliteyi değil, ama onun olumsuzlanması olan – kenti, ülkeyi, ülkeler arası ilişkileri ve alabildiğine devrimi içindeki dünya pazarını da içeriyordu.
Buna karşıt olarak diyebiliriz ki, toplum tasarısı anlayışımız, bir anlayış olarak iktisadın eleştirisinin anlayışını, tarihsel koordinatlar olarak insanlığın ilkel komünizmden eksiksiz komünizme giden tarihsel yayını gerektirir bugün ve analizinin coğrafî birimi olarak da yalnızca tüm dünyayı alır.
D.9 Vazgeçilmez ufkumuz ya da gerekli yöntem bilimsel açıklamalar…
Yani tarihsel, coğrafî, “üretken”137 ve benzerlerinin bu başvuru çerçevesi, bu ufku sıkı sıkıya bir anlayışa bağlıdır, bir başka ifadeyle bir sınıfa veya bir [sınıf] bölüngüsüne ve bu sınıfın temsil ettiği üretim biçimine uygun olan bir dünya görüşüne bağlıdır. Bununla birlikte, daha önce açıkladığımız nedenler yüzünden, iktisadın eleştirisinin bu çerçevesinin kendinde (yani karşıtlığının ötesinde) bir tanımını yapmak saçma olacaktır. Her halükârda bu çerçeve, gelecek yazılarda da göreceğimiz gibi, iktisadınkilere göre [belirlenmiş] bir sınırlamanın sonucu olacaktır. Söylediğimizin yanlış yorumlarından kaçınmak için, daha şimdiden burada birkaç unsuru açıklayabiliriz.
Bugünkü ekonominin ideolojik söylemlerinin genel olarak bilinmez olmamaları, ya da isterseniz, şu ünlü arz ve talep yasası tarafından belirlenmiş olan metaların fiyatlarının veya genel olarak toplumun yüzeyindeki [görünürde olan] herhangi bir başka verinin de bilinmez olmamaları gibi… tüm ulamları ve uygun çıkarlarıyla birlikte ulus, uluslar arasındaki ilişkiler ve de analizi ekonomi politiğin özünü oluşturan ülke veya ülke grupları arasındaki karşılaştırmalar da bu eleştiri için bilinmez değiller.
Ama iktisadın eleştirisi için bu veriler [henüz] kuram öncesidirler, eleştirisi yoluyla iktisadın vermiş olduğu bir çeşit ham maddedirler ; bu hâliyle eleştiri henüz başlamamıştır, zira, gördüğümüz gibi, eleştirinin zirvesi gerçekliğin bu görüngüsel anlayışından kopuştur.
Öte yandan bu, dünya çapındaki kapitalist toplumun yalnızca bir bölümü incelenebilir demek değildir. Daha önce de söylediğimiz gibi, tahlil eleştirinin bir parçasını oluşturur. Öyleyse tek bir ulamı ele alabilir, onu yalıtabilir (soyutlama), tüm gelişimini ve tarihsel belirlenimlerini anlayabiliriz (oluşsal yöntem) ve ayrıca onu çeşitli alt bölümlerine de ayırabiliriz (çözümsel yöntem).
Hatta ulus ulamını, dahası eğer istenirse filân özel ulusu bile ele alabiliriz (niçin olmasın ?). Bu noktaya varmış olan ekonomist, [iktisat] bilimi ile iktisadın eleştirisi arasındaki farkın, karşıtlığın hâlâ sürüp sürmediğini kendi kendine soracaktır.
Cevabımız kesin : parçada en belirleyici olan bütündür ; özel bir çözümlemede belirleyici olan genel [toplu] anlayıştır… zira her parçada bir bütünlük gizlenir. İktisatçı onun anatomisini yapacaktır, kendisine göründüğü hâliyle ulusu ele alacak ve onu tahlilinin başlangıç ve bitiş noktası olarak kabul edecektir. İktisadın eleştirisi ise,138 böylesi bir analizin kuramının yalnızca bir unsuru, bir ham maddesi olduğunu kabul ederek başlayacaktır işine ; şeylerin köküne indiği zaman, örneğin grev, sınıflar ve onların çeşitli bölüngüleri arasındaki mücadeleler ve nihayet sermaye gibi başka açıklayıcı ulamlara başvurmak zorunda olduğunu gördüğü zaman… insanla ulus arasındaki karşıtlığı kavrayacak, ulusun tarihî ve mantıkî oluşunu inceleyecektir. Eleştiri konusuna bu biçimde yaklaşarak yöntemini uygular ve başlangıç noktasıyla karşıtlık içinde olan çerçevesini de yeniden tanımlar. Daha soyut ulamların incelenmesi de, “Ulusal Kurtuluş Efsanesi ve Komünizm” başlıklı yazımızda görmüş olduğumuz gibi, örneğin ulusun yalnızca bir yapıntı [fiction, kurgu] olduğunu, ama var olan bir yapıntı olduğunu anlamaya götürecektir bizleri. Böylece açıkça karşıt bir konuma yerleştikten sonra ekonomistin kampına geri döneceğiz… Biliminin amacı ulusun gelişmesi olduğundan iktisatçımız bu yapıntının içinde sudaki balık gibi dolanır ve onu izah etmeye çalışırken, iktisadın eleştirisi de ulus örtüsünü parçalayarak sömürücü sınıfın yoğunlaşmış gücü olan devleti çırçıplak gözler önüne serer ve pratik amacını yani ulusun toptan yıkımı ve tüm ulusların kesin olarak ortadan kaldırılması için [yürüteceği] bir mücadeleyi üstlenir.
Bir diğer zorunlu açıklama da tarihsel çerçeveye karşılık gelen açıklamadır. Burada da tarihsel çerçeve, tahlil edilen dönemden bağımsız olarak, bütün tarih yayıdır [eğrisidir]. Özel bir dönem ele alındığı hâlde, aynı nedenler yüzündün aslında bu yay, örneğin – oluşumu, gelişmesi ve ölümüne kadar [ele alınan] – değer gibi diğerlerini de kapsayan ve açıklayan ulamlara kadar yükselecektir zorunlu olarak.
Nihayet diyebiliriz ki, her özel açıklamaya olanak sağlayan genel bir çerçeve oluşturan bu tarihî ve coğrafî çerçevenin kendisi de, iktisadın ve eleştirisinin bu derece karşı karşıya geldikleri yerde, diğer kavramsal (ve de yöntem bilimsel) koordinatları [konumları] belirler. Böylelikle, örneğin iktisat için üretim genel olarak şeylerin (beteri “mallar”ın) üretimidir, üretim tarzı da (özellikle ekonomi politik için) şeylerin üretim biçimidir, doğrudan üretim biçimidir zorunlu olarak. Ve bu, ekonomi politikteki hâkim yöntemle (kaba materyalizmle, maddenin fizikî maddeyle özdeşleştirilmesiyle) olduğu kadar, bilimin amacı (metaların üretimi) gibi iktisat ve ideolojinin gerçek işlevleriyle de (proletaryanın sömürülmesi) tam uygunluk içindedir. Tüm bunlar da karşılığında bu üretime uygun olan ve ekonomiye verilen coğrafî çerçeveye (rekabet mücadelesindeki birimlerden biri olarak ulusal devlete) ayrılmazcasına bağlıdırlar. Ve bu tarih anlayışı da, üretim biçimlerini doğrudan üretim biçimleri olarak, şeylerin üretim tarzı olarak düşünmektir.139
İktisadın eleştirisi içinse aksine, üretim her şeyden önce insan türünün üretimidir, ya da daha tam bir ifadeyle, bir tür olarak insanlığın yeniden üretimidir.140 Bu [anlayış], yöntemle (diyalektik materyalizmle) olduğu kadar, teorinin amacıyla (sonunda metanın yitip ortadan kalkmasına varacak olan çelişkilerinin incelenmesiyle) ve eleştirinin gerçek işleviyle (proletaryanın kurtuluşunun ve kendisini ortadan kaldırmasının teorisiyle) de tam uygunluk içindedir. Bütün bunlar da karşılık olarak bu kurtuluşun coğrafî çerçevesine (bütün dünya) ayrılmazcasına bağlıdırlar, aynı şekilde teorik anlayışına da… yani insanın üretimine, insanla şu kendi başına buyruk [özerkleşmiş] değişim değeri arasındaki çelişkiye, şeylerin tüm üretim biçimlerinin onda altalanmış olmasına, ya da aynı şey olan, sermaye üretiminde içindelemesinden [ihtiva edilmesinden] ve egemenliğinden hareketle onun [sermayenin] yok edilişine dek insanlığın yeniden üretimine bağlıdır.
Yani merkezinde kendinde bir ekonominin yer almadığı, ama onu altalayan bu ekonomiyle karşıtlık içinde olan insanın yer aldığı bir tarih anlayışı. İktisadî belirlenimin kendisinin tarihsel olarak açıklandığı ve dolayısıyla – ekonomi politikte (özellikle marksist ekonomi politikte) yapıldığı gibi – doğal, genel, tarih-üstü bir belirleyen olarak yadsınmış bir tarih anlayışı. İktisadın tüm “doğal” önvarsayımlarının eleştirinin harlı ateşine tutuldukları ve oluşları içinde gösterildikleri bir tarih anlayışı. Yalnızca özel mülkiyeti, bireyi [yalıtılmış] vs. ele almıyoruz, ama – şeylerin üretiminden hareketle insan-üstü bir olgu olarak düşünülmüş olan tarihin kendisinin açıklamasından söz bile etmeksizin – bir amaç niteliğiyle şeylerin üretiminin ve insanın da bu üretimin basit bir aracına indirgenmesinin oluşunu [türeyişini, ortaya çıkıp gelişmesini] ele alıyoruz tam da.
Kısaca “üretim tarzı”nı (gerçekte doğrudan üretim tarzını), insansızlaşmış insanı çıkış ve varış noktası olarak almayan, ama insanı insan olarak, bir topluluk olarak [ele alan] bir tarih anlayışıdır bu. Bundan dolayı iktisadın eleştirisi için tarihsel başvuru çerçevesi olarak her zaman bütün tarih yayını (ilkel topluluk, aldatıcı bir topluluk olarak para ve komünizm) alma gerekliliğidir bu.
D.10 İktisadın eleştirisinin genelleyici ve özdeksel tanımı, komünizmin betimlenmesidir.
İktisadın eleştirisinin teorik safhasına ilişkin tanımımızı artık [daha] anlaşır kılabiliriz… bu, komünizmin betimlenmesidir. Bütünlüğü içinde iktisadın eleştirisinin hemen tamamen komünizmle özdeşleşmesi ve tarihsel sonucu içinde komünizmin de iktisadı kesin olarak yadsıması olgusu (bu çalışmayı aşan ama eleştiriyi içeren bir olgu) , kanaatimize göre daha uzun bir açıklamayı gerektirmez.
İktisadın eleştirisi tanımımızda, bu noktada ileriye doğru bir adım atmak önemlidir. Gördüğümüz gibi mevcut üretim tarzıyla kendine has ilişkisi ve kuramsal ifadesi içindeki iktisadın bu eleştirisi, sermayenin nekrolojisi olarak (ya da isterseniz proletaryanın kurtuluşunun ve kendisini ortadan kaldırmasının koşulları olarak) tanımlanabilir. İktisat kendini bu üretim tarzıyla olan özel ilişkisi içinde tanımlıyor olduğu için değil, ama sermayeyi analizinin konusu olarak (tarihsel tasfiyesinin koşulları olarak değil) kabul ettiği için, bu tanımımızın ne ölçüde onunla karşıtlık içinde olduğunu daha önce görmüştük.
Bir adım daha atmak, bu eleştiriyi hem çerçevesini oluşturan tüm tarihsel yayla ilişkisi dâhilinde hem de konusu ve yöntemiyle uygunluğu içinde tanımlamak demektir. İktisadın eleştirisinin bu çerçeveyle olan ilişkisi içinde tanımlamanın, onu komünizmin bir betimlemesi olarak tanımlamaktan başka şekli yoktur. Bu betimleme de :
-
ilkel biçimi içindeki komünizmin, ilkel komünizmin bir betimlemesidir ;
-
komünizmin, değerin giderek daha da büyüyen egemenliğine karşı insan türünün direnişi olarak betimlenmesidir ;
-
kapitalizmin derinliklerinden çıkıp gelen komünizmin proletaryanın eylemi olarak betimlenmesidir ;
-
komünizmin kurulu düzenin yıkılışı olarak betimlenmesidir ;
-
daha bir üst aşamayı [temsil eden] komünizmin dünya çapında insansal topluluk olarak betimlenmesidir.
Ne var ki gerçekte fiilen bir tanımlama sorunu karşısında değiliz sadece, kapitalizm kendi derinliklerinde yalnızca komünizmi üretmez, ama komünizm de bir bütün olarak değerin tarihsel çevrimini içerir ; değerin bu çevrimi de paranın sahte bir komünizmde, yapıntılı bir toplulukta gerçekten oluşabilmesi için ta olumsuzlanmasına kadar [sürecek olan] yani dünya çapındaki insansal Gemeinwesen’e kadar insanlığı altalamayı başarır kesinlikle.
● ● ● ● ●
Notlar :
1 Üç ayrı makaleden oluşan bu ikinci kısım “Communisme”in [eski adıyla “Le Communiste”] 27. (Temmuz 1988), 30. (Ocak 1989) ve 31. (Temmuz 1990) sayılarından alınmıştır. Köşeli parantezlerin tümü çeviriye aittir. Yalnızca başka yazarlardan aktarılmış olan pasajlarda kullanılmış olan şu iki özel ayraç da { } “Communisme” dergisine aittir. (ç.n.)
2 Farklı evreleri ve köklü dönüşümleri içindeki incelemenin bizzat tarihini açıklayan bir sergilemeyi şimdilik bir kenara bırakıyoruz.
3 Bu tahlilciliğin eleştirisini ve onun genel yöntemle karşıtlığını daha sonra ele alacağız.
4 Görüleceği gibi inceleme-sergileme çelişkisi, açıklanmış olduğu iddia edildiği zaman da dahil, gün gibi ortadadır : aslında, bu sergilemede önceden kurulmuş temelsiz bir iddia olarak görünen ve incelemenin genel sonuçlarının vargısı olan bir tezi açıklıyoruz burada.
5 Bu konuda burada türkçesi de yayımlanmış olan “Tarihsel Materyalizm Üzerine Eleştirel Notlar” makalesine başvurulabilir.
6 Burada daha şimdiden, yalnızca sergilememizin bütünlüğü içinde anlaşılabilir olan unsurların açık bir örneğini görüyoruz (bu bütünlük bir kez kavrandı mı, unsurlarının ne kadar kolay anlaşılabilir oldukları görülecektir). Bu tezin apaçık bir gerçekliğe dönüşmesi, ekonomi politiğin eleştirisinin sermayenin nekrolojisi [ölümünün incelenmesi] olduğunun anlaşılmasıyla mümkündür ancak.
7 R. Villareal, “Commercio Exterior”un 10. sayısında (cilt 32) yer alan bir yazısında şu tezi işler :
«Fridmancı monetarizmin ve arz ekonomisi olarak isimlendirilenin, aynı şekilde karşı-devrimci para politikalarına yol açmış olan siyasî hareketin {…} fikirleri, Güney Amerika’daki tecrübelere uygun olarak ideolojik ve politik bir program {…} oluştururlar gerçekte ; bilinen sonuçlarına ulaşmış olan pazar yasası, bir sıkıyönetimi gerektirir. Bu, pazarın görünmez elini yetkeciliğin [otoritarizmin] asker eline çözülmez bir biçimde bağlamak demektir.»
8 “Anlayış” olarak adlandırdığımız, bu özsel unsurların (konu, yöntem ve toplumsal işlev) tutarlı bütünlüğüdür. Yaratıcılarının [yazarlarının, kurucularının] bu unsurları bir bütün olarak üstlenip üstlenmemeleri veya bunun hiç farkında bile olmamaları burada, bu metinde bizi ilgilendirmiyor.
9 K. Marx, “Kapital”, 1. kitap, dipnot olarak.
10 Marx, klâsik iktisatçıların sık sık kaba iktisadın – onun üçleme formülü de olmak üzere – yanılgılarına düştüklerine işaret ediyordu daha o zamanlar.
11 Örneğin bu konuda daha “Ricardo’dan Kaba İktisada” başlıklı bölümü okumak yararlı olacaktır, bkz. K. Marx, “Artı-Değer Teorileri”, 2. cilt.
12 David Ricardo, “Ekonomi Politiğin ve Verginin İlkeleri”.
13 F. Engels, “Anti-Dühring”.
14 Bu materyalizm, tüm kaba materyalizmler gibi, gerçeklikle olan ilişkisini ortaya koymaya çalışmayan, ama analiz için gerekli ön hazırlık niteliğindeki bir konut [postülâ] olarak kabul edilen fikirler bütünlüğü üzerine temellenmişti. Ekonomiyi bir tanıtlama, yanılgı ve düzeltme mekanizması temelinde gerçekleşen bireysel kararlar bütünlüğünün sonucu ortaya çıkan düzenli bir mekanizma olarak tasarlamaktan ibaret olan ve de her bireyin kendi çıkarına bağlı olarak şu ya da bu kararı alıyor olmasına rağmen (tüm klâsik iktisadın seçme yazılarının ilkesini oluşturan da budur), ona göre bu kararların bir bütünlük anlamında sanki görünmez bir el tarafından yönlendirildikleri bir pazar üzerinde uyuşmaları gereken olan “klâsik görüş”ün (sistemli bir biçimde ilk defa Adam Smith tarafından sergilenmiş olan klâsik görüşün) durumu budur. Açıkçası bu görüş iktisadî gerçekliğin analizine bağlı değildir, gerçeklikle kuramın titiz bir karşılaştırmasından çıkmaz, ne de bizzat gerçekliğin özel bir biçimde yürütülen gözleminden … o yalnızca analiz öncesi bilgisel bir edimdir.
15 “Seçme Özgürlüğü”, Friedman tarafından yazılmış son övgücü yerginin başlığıdır.
16 K. Marx, “Artı-Değer Teorileri”, 3. cilt.
17 L. Robbins, “İktisat Biliminin Anlamı ve Doğası”.
18 Prakseoloji : azamî başarıyı elde etmek için ustaca ve kurnazca, ama ilkesiz bir biçimde davranmayı hedefleyen anlayış. Ya da kılgın toplum bilimin (sociologie pratique) bir dalı olarak farklı davranışların ve eylemlerin değerlerini etkinlik ve sonuçlarına göre araştıran bir disiplin. Bir bakıma var olan koşullar içinde ve bu koşulları koruyup sürdürmek için sınırlı bir alana uygulanmış praksis de diyebiliriz, daha doğrusu praksisin bir karikatürü. (ç.n.)
19 Kaba iktisada diyalektiksiz bir hegelcilik de denilebilir.
20 “Rantçının Ekonomi Politiği”nde zikreden Buharin.
21 Genel olarak İnsan’a kadar tüm insanları temsil ettiğini iddia eden bir Friedman’ın seçme özgürlüğüne, iktisadî kararlar almaya yetenekli olan şu aynı “iktisadî insan”ın her zaman ve sürekli olarak bir Robinson olduğunu ama Cuma olmadığını, bir efendi olduğunu ama asla köle olmadığını saptamak çok ilginçtir doğrusu ! Kaba iktisadın gerçeklikle olan asıl bağı buradadır : bu, “seçmekte özgür olanlar”ın ekonomisidir, “kapitalistlerin ekonomisi”dir ve onu yönetmek için en iyi biçimi bulmaktır söz konusu olan.
22 Genelleştirmenin ve kendine mal etmenin ne ölçüde hiçbir doğal ve evrensel hareket noktasına sahip olmadıklarını, ama sıradan burjuvanın dar ve sınırlı ufkuna sahip olduklarını saptıyoruz burada, yani çok özel toplumsal ve tarihsel bir biçimdir bu yalnızca : emtia üretimi başlangıçta sonsuz, genel ve hatta insan türünden bile daha evrensel olarak düşünülmüştü.
23 Kaba iktisatçı için evrensel ve doğal dünyasının her zaman bireyi, aileyi, ulusu ve – niçin olmasın – ulusal devleti bile içerdiğini de geçerken belirtmiş olalım.
24 Bu anlayışın temel konutları (herhangi bir dönemde, herhangi bir sınıftan ve maksimum faydayı arayan insanın insanbilimsel [antropolojik] anlayışı gibi örneğin), genellikle gizli kalırlar ve bunları açıklamanın da gerekli olduğu pek düşünülmez. Ama yine de yalnızca ikinci dereceden [kategoriden] bazı konutlar – gerçeğe daha yakın olmayan, örneğin “tam rekabet” gibi kavramlar – açıklığa kavuşturulmuştur.
25 “Sermayenin kendinden menkul idealizasyonu”, “toplumu düşüncede onun olumlu kutbuna bağlar” türünden tüm bu ifadeler, bütün anlamlarını sergilemenin gelişimi içinde daha sonraki bölümlerde bulacaktırlar.
26 Bu durumda, bu bölüngüyü özellikle rant gelirleriyle yaşamak üzere işverenlik faaliyetlerinden çekilen sermaye bölüngüsüne bağlayan Buharin’in tezi, doğru ve akla uygun görünmüyor bize.
27 Bununla birlikte bu yasalar bir bütünlük içinde değildir... Ekonomi politik, göründüğü kadarıyla iktisadî yasaların tarihsel niteliğini inkâr eder. Klâsik iktisatçılar için bir tarihin olmuş olduğunu, ama daha o dönemde yine onlar için bu tarihin artık bitmiş, son bulmuş olduğunu söylüyordu Marx. Kapitalizm (ya da daha iyisi, kapitalizmin olumlu kutbu), ekonomi politik için tarihin son halkasıdır [durağıdır]. Ve bu tutumu savunmak için de ekonomi politik, kapitalizmin analizinin tarihsel niteliğini yadsımaz yalnızca, üstelik geçmişin tahlil edilmesini de yadsır, yani bugün var olan ulamlarının tümü kalubelâdan beri onun içinde mevcutmuş gibi görünürler. Dolayısıyla burada tarihsel oldukları söylenen yasalardan söz ediyorsak eğer, bu, ekonomi politik toplumun evrimiyle de meşgul olmuş olduğu içindir, ama hâlihazırda bu amacın pratikte her zaman ihanete uğradığını ve – hatta ara sıra tarihin kimi dönemlerinde (örneğin feodal toplumun eleştirisi, kapitalizmin olumsuz kutbunun yani sefaletin, “az gelişmişlik”in, “demokrasi karşıtlığ”nın vs. eleştirilmesi gibi) korumuş da olsa – tarihsel analiz çerçevesinde tarihin bir bütünlük olarak hep tasfiye edilmiş olduğunu da akıldan çıkartmamak gerekir.
28 Bu yasalar genlikle “ekonomi politiğin yasaları” diye adlandırılırlar. Kaba iktisat için bu ayırma, gerçekliği düşünce biçimi altında yansıtmak söz konusu olmadığından, anlamasızdır yani tüm yasalar ekonominin yasalarıdır.
29 Öznelciliği özetleyerek Sombar şöyle der : “Bireysel iktisadî davranış güdüsü, daima bu sistemin bizzat merkezinde yer alır.” (aktaran Buharin).
30 D. Ricardo da dâhil olmak üzere klâsik iktisatçıların bu yaklaşımı hemen yadsımaları ve de “üretim maliyeti” ve arz-talep teorileri yoluyla öznelci kavramlara yaklaşmaları olgusu, bu bölümün başında söylemiş olduklarımızı doğrular yalnızca… klâsikler bile kendi anlayışlarını (ekonomi politiği) terk eder ve kaba iktisadın karakteristik görüşlerini benimserler.
31 Sergilememizin bu düzeyinde, görüşlerini belirtmek ve her dalın temsilcisi sıfatıyla birkaç yazarının adını da zikretmek amacıyla burada üç büyük dalı saymakla yetinebiliriz…
-
Stalincilik ve neo-stalinizm : Varga, Stalin’in kendisi, Nikitin, Lange ;
-
troçkizm ve pabloculuk : Troçki, Mandel, Pablo, Lambert, Rames, Vitale ;
-
yarı stalinci aydın seçmeciliği : Althusser, Harnecker, Dos Santos, Bettelheim.
32 Bkz. dipnot № 27
33 Bu da, neyseler o olarak yani iktisatçılar olarak davrandıklarında onları eleştirmemizi engellemeyecektir şüphesiz.
34 Delleplace, “Kapitalizm Teorileri”.
35 Ernest Mandel, “Marksist İktisat Üzerine Bir Çalışma”
36 Bu sorunda “ekonomi politik” ile “iktisadın eleştirisi” arasında boş bir karşıtlık yaratmanın, hiç kimse için hiçbir gerçek yararı olmayacaktır… bizi ilgilendiren, gerçekten var olan karşıtlığı açıklamaktır.
37 Feuerbach’ın durumunda (basit bir “örnek”ten çok daha fazlasını oluşturan bu durumda) :
-
ilk ve asıl neden olarak düşüncenin ve tinin eleştirisi ;
-
maddî gerçekliğin, düşüncenin belirleyicisi olarak açıkça ortaya koyulması ;
-
yersel ailenin göksel [uhrevî] ailenin sırrı olduğu ve böylece dinin gizeminin keşfedilmesi vb. ortak görüşler.
38 Bu “örnek”te Feuerbach’ın Marx tarafından yapılan eleştirisini göz önünde bulundurursak, önceki notta (37) zikredilen noktaların her biri farklı bir içerik kazanır. Sözgelimi düşüncenin sırrının maddede olduğunu bulmak değildir sadece önemli olan, düşünce sıfatıyla düşüncenin de bir varlık olduğunu ve bu varlığın da – yalnızca fizyolojik olarak değil – toplumsal olarak belirlendiğini anlamaktır, zira, Feuerbach’ın ne ölçüde hâlâ felsefenin alanında kaldığını ve bir bütün olarak felsefenin eleştirisine başlanabileceği ancak böylece kavranmış olacaktır.
39 Felsefe konusunda verdiğimiz bu “örnek”le işimizi bitirmek amacıyla diyebiliriz ki Marx – henüz tamamen foyerbahçı olmayan bir tarzda yaptığı “ Hegel’in Devlet Felsefesinin Eleştirisi” ve daha o zaman tüm anlayışı ile tamamen tutarlı “ Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” başlıklı çalışmalarıyla – Hegel’i ve tamamen karşıt bir biçimde herhangi bir idealisti eleştirirmiş gibi Feuerbach’ı da (“ Feuerbach Üzerine Tezler”de) eleştirdikten sonra, Marx’ın özel bir sergilemeye, içinde Hegel’in tüm “materyalist” anti-tezlerinin[yani Feuerbach’ın materyalist anti-tezlerinin] yalnızca bu dünyanın lâfügüzafına, insanların bilinçlerindeki tasarımlara karşı savaştıklarını ve bu yüzden de bu anti- tezlerin [aslında] derinlemesine hegelci kaldıklarını gösterdiği (başka şeylerin yanında) bir sergilemeye (“ Alman İdeolojisi”) ihtiyaç duyar bu durumda. Kendi anlayışındaki gerçek komünizmin tüm felsefeyle uzlaşmaz bir karşıtlık içinde olduğunu da gösterir bu aynı sergilemede. Buna karşılık “iktisat” konusuna gelince… Marx’ın eseri çok değerli açıklamalar içeriyor da olsa, bu eser bitmemiş olarak durmaktadır, bir başka ifadeyle, tam çevrim bitirilmemiştir. Bu, Marx’ın bütün iktisadî çalışması için geçerlidir. Bu konuda plânladıklarını ve gerçekten kâğıda döktüklerini (yayımlanmış ya da yayımlanmamış çalışmalarını) görmek yeterli olacaktır.
40 Marx’ın Weydemer’e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektup.
41 V. I. U. Lenin, “Devlet ve Devrim”.
42 Marksizmin bu görüşünün ideolojik bir ifadelerinden (sonuçlarından) biri de, sözgelimi “yaşasın sınıf mücadelesi” sloganıdır… sanki bu sloganda radikal hatta devrimci bir şey varmış gibi ! Aslında şu “yaşasın sınıf mücadelesi” sloganı, bu mücadeleyi doruğuna ulaştırmış olan ve orada tutan bugünkü toplumun açık bir övgüsüdür ve de “yaşasın bugünkü toplum” sloganıyla özdeştir. O hâlde radikal bir kopuşu (yani ta kökünden bir kopuşu) oluşturan, “yaşasın sınıf mücadelesi” değildir, ama tam tersine, “gebersin sınıf mücadelesi”dir. Ve onun gebermesi de ancak ve ancak proletarya diktatörlüğü ile, tüm toplumsal sınıfların şiddetle ortadan kaldırılmasıyla gerçekleşebilir.
43 Bu tarihsel zorunluluk, sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla insanî, toplumsal ve dünya ölçeğinde bir zorunluluktur, fakat ne doğal ne de evrenseldir.
44 Marx’ın eseri, materyalizm ve ampirizm tarafından yapılan özneyle nesneyi birbirinden ayırmayı toptan reddeder.
45 Doğalcılık (naturalisme) : temeli olguculuk olan ve bütün olayları doğa yasalarına indirgeyen bir görüş. Sözgelimi toplumsal gelişmeyi doğa yasalarıyla, bu cümleden olmak üzere coğrafî koşullarla, ahlâksal iyi-kötü kavramların fizyolojik hazla vs. açıklamaya çalışan bir görüş. Doğa hayranlığını, tapıncını, özlemini ifade eden doğacılıkla karıştırılmamalıdır. (ç.n.)
46 Burada sözcüğün köken bilimsel kaynağını dikkate almıyoruz.
47 “Marksist İktisat Üzerine Bir Çalışma”da aktaran E. Mandel.
48 Nesnel emek-değer teorisinin 2000 yılı aşkın tarihinde sayısız farklı yorumları olduğu ve pek çok durumda bu teorinin bir ücretle ödenmiş olan emeğin değeri ile karıştırıldığı da anlaşılacaktır, ama önemli olan, bu kavramın [emek-değer] asıl olarak aynı kaldığını anlamaktır.
49 Men Ze’yi misal olarak gösterdiği zaman onun sözünü ettiği “değer”in Marx’ın kullandığı değerle (kısaca değer, düpedüz değer) hiçbir alâkası olmadığını bile açıklamayan Mandel’in durumudur bu örneğin.
50 Gerçek ayrım ekonomi politiğin dışında olduğu için “öneren” dedik tırnak içinde, zira ekonomi politik kullanım değerini ele alıp inceleme gücünden yoksundur.
51 Marx’ın bu ifadeyi – sömürü oranlarının ulusal düzeydeki sömürü oranına eşit olduğunu söyleyen ekonomi politiğin varsayımları üzerinde çalışırken – kullanmış olması, bir mazeret olarak gösterilir. Tüm benzer mazeretler gibi bu da acınası bir mazerettir.
52 Makinelerde fiilen cisimleşmiş olan emek değerin özünü temsil ediyorsa eğer, işleyen sermaye de üründe cisimleşmiş olan emekle aynı ölçüde değer kaybedecektir [değersizleşecektir] (ve dolayısıyla sermayenin aşınma payı [amortismanı], kullanımına ve nihaî üründeki “cisimleşmesi”ne bağlı olacaktır), ama aslında çok fazla hızlı ve birdenbire olduğu için yalnızca birimsel değerleri değil üstelik dünyada mevcut tüm üretim araçlarının değerini de şiddetle düşüren ve gelecek yeniden üretim için toplumsal bakımdan gerekli zamanın azalması demek olan yeni buluşlarla değil.
53 İktisatçılar nezdinde mevcut olmayan bu sorunsal, Marx için eleştirinin özüdür. Bu, bir önceki notta belirttiğimiz husus olmaksızın anlaşılamaz, zira değerin bunu değerlenme-değersizleşme çelişkisinin kaçınılmaz sonucudur.
54 Burada arz ve talep arasındaki dalgalanmalar ile fiyat ve değer arasındaki değişmeleri kast etmiyoruz. Sorunu daha da anlaşılmaz kılmaktan kaçınmak amacıyla sergilemenin bu aşamasında bunu şimdilik göz ardı ediyoruz. Metaların, farklı “bireysel değerler”in (marksist iktisatçıların onları adlandırdıkları gibi) eşdeğerleri olarak (ve gerçekte de böyledirler) içinde değişildikleri en genel bir duruma başvuruyoruz. Şu “bireysel değerler”in değerle, soyut emekle (yani bu, değer asla bireysel olmaz demektir !) hiçbir alâkalarının olmamasını oluşturan da budur… sanki bireysel sıfatı eklenmiş değer sözcüğünün kullanımıyla bu sonuç çıkartılabilirmiş gibi ! Aslında üretimde bir “input” [girdi] sıfatıyla işe karışan emek sözcüğüne yapılan bir naziredir bu özellikle.
55 Bireyci anlayıştan türemiş olan bu problem (toplumsal olmayan, ama fizyolojik olan değer anlayışı), [onlara göre] aslında eşdeğerler arasında olmayan, ama baştan sona eşit olmayacak bir değişim olan değerler değişimi hakkında en saçmasından düşüncelere ve çelişkilere götürmüştür marksist iktisatçıları. Besbelli ki bu ideoloji ve iktisatçıların bu bölüngüsü, emperyalist savaşlarda ulusal kurtuluşların en tutarlı savunucularından olan belirli enternasyonalist bölüngülere uygundurlar. Bu panorama içinde uluslarararası komünist solu üstlendiğini iddia eden örneğin “Komünizm veya Uygarlık”la [Communisme ou Civilisation] çavresinde oluşmuş şu özengenler grubu gibi kimi entelektüel gruplar da tüm bu fikir karışıklıklarını koruyarak ve geliştirerek en acıklı rolü oynarlar.
56 Bu terim lâtin dillerine “plus-value” [artı-değer] olarak çevrildiğinde, almancada açıkça görülen değerle olan doğrudan ilişki (Wert ve Mehrwert)… kaybolur. Bu da sözünü ettiğimiz tahrifatın, isteyerek veya değil, bir bölümünü oluşturur, zira Marx’ın ekonomi politikle olan kopuşunun değerin bütününde değil ama yalnızca bir parçasında (artı-değerde) olabileceği ancak bu şekilde iddia edilebilecektir. Yakın zamanlarda Marx’ın eserlerinin bazı çevirilerinde [almancadan fransızcaya] tekrar kullanılmış olan “plus-valeur” (veya “survaleur”) [fazla-değer] terimi, temel anlama ilişkin hiçbir kuşkuya yer bırakmama gibi bir üstünlüğe sahiptir, zira bu terim, almancada olduğu gibi ulamların biçim bilimsel [morfolojik] bağlılıklarını korur.
57 Diyalektik ve tarihsel materyalizm, insan türü ve onun tarihi alanında bir ve aynı gerçekliği oluştururlar :
«Diyalektik materyalizmi insanlığın tarihine, ancak onun sayesinde anlaşılabilecek olan bu tarihe uygulayarak burada diyalektik materyalizm ve tarihsel materyalizm terimlerini ayırt etmeksizin kullanıyoruz.» (bkz. Burada türkçe olarak da yayımlanmış olan “Diyalektik Materyalizm Üzerine Eleştirel Notlar” başlıklı makalenin 3 numaralı dipnotu.
Ama yine de diyalektik materyalizmin yasalarının – zamanda olduğu kadar mekânda da – insanlık tarihinin yasalarından çok daha büyük bir ölçekte yani evrenin bütününde [sınırsız bir “bütün”de !] doğrulandıklarını unutmamak gerekir.
58 Hegel, bütün gerçektir diyordu ; parçanın da yalnızca bütünün bir yansıması sıfatıyla gerçek olduğunu belirtiriz. Örneğin bugünkü toplum için kapitalizmin herhangi bir ulamı (ücretli emeği, değeri vs. alalım) tüm kapitalizmi içerir ve kapitalizm bu ulamdan itibaren açıklanabilir demektir bu, ama aslında bu, kapitalizm söz konusu ulamı kapsadığı için böyledir, hem zaten daha önce kapitalizmi bir bütün olarak kavramış, ele almıştık.
59
«Değişik biçimlerin hepsinin aynı kaynaktan doğduklarını göstererek, kimi zaman ara halkalar olmaksızın doğrudan doğruya kavramların bu kısaltılmış hâline erişebilmeye çalıştığı için, klâsik iktisadın bu tahlili yaparak çelişkiye düştüğü doğrudur. Bu, kullandığı çözümsel yöntemden, eleştirinin ve zekânın bir kenara bırakılmamasını gerektiren bu yöntemden ileri gelir, {ama} klâsik iktisat, bize bu biçimin oluşunu göstermekle ilgilenmez.» (K. Marx, “Artı-Değer Teorilerinin Eleştirisi”, 2. Cilt)
60 Burada ekonomi politiğe ve genel olarak kısaca materyalizme yabancı olan kavramlara da bir giriş yapıyoruz. İktisadî gerçeklik, soyut emek gibi soyutlamalar üretir. Yani soyutlama, vülger [kaba] materyalistin, iktisatçının düşündükleri gibi düşüncenin bir terkibi değildir.
61 Bkz. Örneğin Jacques Nagels : “Marksist Ekonomi Politiğin Temelleri”.
62 Bkz. Marx : “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”daki “Ekonomi Politiğin Yöntemi” başlıklı bölüm. Ekonomi politiğin yönteminin Marx tarafından yapılan bu sergilenmesinin, ekonomi politikle olan kopuşunun önemli unsurlarını vermesinin ötesinde, soyut-somut basit ikili bölüsünü [dikotomiyi] parçalayan, somut gerçeklikteki yalınlaştırmaların ve soyutlamaların varlığını açıkça ortaya koyan, aynı zamanda (karşılıklı olarak) somut düşünceyi soyut belirlemelerin zengin bir bütünlüğü olarak kavrayan kendi anlayışının belirleyici, kesin unsurlarını da içerdiğini yine de belirtmemiz gerekir. Yaşamda ve düşüncedeki bu soyut-somut birliği, genel olarak vülger materyalizmle dolayısıyla “marksizm”le de karşıtlık içindedir.
63
«Hayvanlarla biz insanlar arasında anlama yeteneğinin tüm etkinlik biçimleri ortaktır : tümevarım, tümdengelim, bu durumda soyutlama da (Dido tür kavramı : dört ayaklılar ve iki ayaklılar), bilinmeyen bir nesnenin analizi (bir cevizi kırmak daha şimdiden analizin başlangıcıdır), sentez (hayvanların muziplikleri durumunda) ve bir şeyi başka bir şeyle düzenleyerek [kombinezonlar oluşturarak], tasarlayarak denemeler yapma (yeni engeller ve zor durumlar karşısında). Doğaları gereği tüm bu davranış biçimleri (yani sıradan mantığın kabul ettiği bütün bilimsel araştırma yolları) insanlarda ve gelişmiş yukarı hayvanlarda tamamıyla benzerdir. Yalnızca derece bakımından (göz önüne alınan her durumda kullanılan yöntemin gelişmişliğinin derecesi bakımından) farklılaşırlar. Kullanılan yöntemin ana çizgileri insanda ve hayvanda benzerdir ve – her ikisi de işlerini yapmayı veya bu işten vazgeçip geri çekilmeyi sadece bu temel yöntemlerle sürdürdükleri sürece – insanı ve hayvanı aynı sonuçlara götürür. {Bu anlamda hayvanlar, içinde yaşadıkları gerçekliğin bilgisine, bu gerçekliğin gizlenmesi, bozulması vs. sıfatıyla onun tersine çevrilmiş ifadeleri olan idealizmden, metafizikten, dinden, kaba iktisattan daha yakındırlar. “Communisme”in notu.} Buna karşın diyalektik düşünce tam da bizzat kavramların niteliğini incelemenin ön koşulu olduğu için, yalnızca insanlarda mümkün olabilir, hatta insanlar için de nispeten yüksek bir gelişme düzeyinde mümkündür ancak (budistler ve eski yunanlılar) ve çağdaş felsefeyle birlikte söz götürmez gelişmesine de çok daha sonra ulaşacaktır.» (F. Engels, “Doğanın Diyalektiği”)
64
«Stalin en azından bu noktada, diyalektiğin yasalarından “olumsuzlamanın olumsuzlanması” yasasını çıkarıp atma noktasında basiretli marksist bir filozof olarak görülebilir.» (L. Althusser, “Lenin ve Felsefe”)
65 Tüm bu saçma idealist görüşlerde her şeyin o vazgeçilmez kaynağının adı, idealizmdeki gibi kelimenin tam anlamıyla “tanrı”dır, “tin”dir veya kaba materyalizmdeki gibi doğrudan doğruya “madde”dir… ve bu da şeyleri temelden, özden değiştirmez. Bu konuda A. Pannekoek’un “Filozof Lenin” başlıklı çalışmasına başvurulabilir.
66 Daha önce de açıkladığımız gibi, bu alan terk edildiği zaman ve kendilerini yönetmeye hasreden (birkaç yıl önce Bettelheim yazılarında “marksizm”i “sosyalist plânlama”ya da uygulamaya çalışmıştı !) stalincilerin veya yeni-stalincilerin durumundaki gibi, artık iktisadın değil, ama onun tamamlanmış kabalaştırılmasının yani kaba iktisadın karşısında buluruz kendimizi.
67 Jean Barrot, “Komünist Hareket”.
68 a.g.e.
69 Bkz. Marx’ın “Kapital”in almanca ikinci baskısı için yazdığı 24 Ocak 1873 tarihli “Sonsöz”.
70 Hemen tamamen proletarya tarafından gerçekleştirilmiş ekonominin genel eleştirisinin bir bölümünü oluşturan bir görünümdür bu. Bir “aşama”ya indirgenmesini bütünüyle tasfiye etmek için bu görünümü bir safha olarak adlandırmak daha uygun olacaktır. Bu konuyu, bu bölümde yeniden ele alacağız.
71 Bu sav, gerçek anlamını ancak bu bölümün sonunda bulacaktır. Bunun için bu bölümün 10. ve son kesimine bakınız : “İktisadın eleştirisinin genelleyici ve özdeksel tanımı, komünizmin betimlemesidir.”
72 Bu konudaki temel bilgileri bir önceki bölümde zaten vermiştik. Marx’ın eserini tüm ekonomistlerden ayırt eden, sınıf mücadelesinin tahlili değildir, ama tüm sınıfların ortadan kalkışının tarihsel zorunluluğunu ve bunun için dünya çapında bir geçiş evresinin kaçınılmazlığını açıkça ortaya koymasıdır.
73 En kötü anlarda bile proletaryanın çıkarlarını (dolaysız ve tarihsel çıkarları) terk etmemiş olan dolayısıyla III. Enternasyonal’in tasfiyesine ve yozlaşmasına karşı devrimci programı uzlaşmaz bir biçimde savunmayı sürdürmüş olan, bu programı hiçbir anti-faşist veya halk cephesine bırakmamış olan ve II. Dünya Savaşı karşısında da devrimci yenilgicilik klâsik konumunu korumuş olan kesimleri kast ediyoruz burada.
74 Bkz. “Floransa Toplantısı”, 3. bölüm, “Devrimci program olarak marksist iktisat bilimi”, Invariance, № 7, 1. seri, s. 119.
75 a.g.y. s. 119
76 a.g.y. s. 120
77 “Doğan her şey ölümü hak eder.” Goethe’nin “Faust”unda “Mefistofeles”in sözleri. “Doğanın Diyalektiği”nde aktaran F. Engels.
78 Bu bakımdan son örnek, kapitalist savaşın barbarlığına ve anti-faşist toplama kamplarındaki milyonlarca insana takılmış altın bir süs olan ve Stalin’in ölümünden kısa bir süre önce yazmış olduğu küçük bir risaledir : “SSCB’de Sosyalizmin İktisadî İlkeleri”.
79 K. Marx, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Giriş”. Bkz. “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”, Sol yayınları, 4. baskı, s. 273 (ç.n.)
80
«Böylece burjuva ekonomisi, bize, antikçağ ekonomisinin vb. anahtarını vermektedir. Ama bütün tarihsel farkları silen ve bütün toplum biçimlerinde burjuva toplumu gören iktisatçıların yaptığı gibi değil.» (a.g.e. s. 273)
« Aynı biçimde burjuva ekonomi politiği, ancak burjuva toplumunun özeleştirisinin başladığı gün feodal, antik, doğu toplumlarını anlayabilmiştir.» (a.g.e. s. 274)
81 Besbelli ki burjuva sınıf bakış açısından belirlenmiş ve de kapitalist sistemi koruma ideolojisiyle çakışan bir “anlayışsızlık”tır bu.
82 Komünizmden dünyayı kendilerine benzetmek isteyeceğimiz hiçbir ideali anlamadığımızı, ama şeylerin bugünkü durumunu ve uygulanışını ortadan kaldırmanın gerçek hareketini anladığımızı saptamak gerekir. Ama yine de, sadece gerçekleşmiş komünizmin [yani] komünizmin üst aşamasının yok etmek amacıyla ekonominin [ve iktisadın] eleştirisini gerçekleştirerek bu eleştiriyi tamamlayabileceği açıktır.
83 A. Bordiga, “Traiettoria e catatrofe della forma capitalistica nella classica monolitica costruzione del marxismo in Economica Marxista ed economia contre-rivoluzionaria”, Milan, Iskra, 1976.
84 Proletaryanın ancak karşıtlık içinde, burjuvaziye karşı mücadele içinde oluşabileceğini ve kendi öz örgütünün de bir güç olarak kendi örgensel oluşumuna ayrılmazcasına bağlı olduğunu dikkate almaksızın, proletaryayı örneğin salt sosyo-ekonomik bir sınıf olarak tanımlayanların işledikleri hatadır bu. Kautski’nin hatta Lenin’in, aynı şekilde günümüz marksistlerinin tümünün durumu budur. Aslında onlar, diyalektik materyalizmi toptan ve tamamen reddediyorlar.
85 Ve kapitalizmden yapılabilecek olan bu tek bölümleme (bir soyutlama ölçütü), bütünlükten hareket etmelidir aynı zamanda.
86 Açıkça söylenmemiş de olsa, hareket [yalnızca] bir yer değiştirme demek değildir, ama değişme, karşıtlık, nicelikten niteliğe (ve tersi) dönüşüm demektir.
87
«Örneğin bir vücudun azaları ve organları, bu örgenliğin parçaları değildirler yalnızca. Oldukları gibi yalnızca bu birliklerinin içinde vardırlar ve kendilerinin onu değiştirmeleri gibi bu birlik tarafından değiştiriliyor oldukları kuşku götürmez. Bu azalar ve organlar, anımsayalım, canlı bir vücutla işi olmayan ama cesetlerle çalışan anatominin ellerinde, ancak onun ellerinde parçalar durumuna gelirler.» (Hegel, “Sınırlı Mantık”, “Doğanın Diyalektiği”nde aktaran F. Engels)
88 Kuram her zaman bir sınıfın kılgısı olduğundan, bizim için gerçekliği iki ayrı görünüme, biri kuramsal diğeri kılgısal iki görünüme bölmenin söz konusu olmadığı artık anlaşılacaktır. Ama maalesef, onu toplumsal hareketin bir evresi gibi göstererek ve sistemleştirilmiş ifadesinden (nekroloji) hareketle bu eleştirinin bütünlüğünü dile getirmenin bir başka biçimini de bulamıyoruz (biçimsel mantıkla, ikicilikle, analizle damgalanmış sahip olduğumuz dile kadar bugünkü düşüncenin tüm biçimlerinin sınırları yüzünden bir başka biçimin olduğunu da sanmıyoruz).
89
«Bir sınıfı temsil eden böylesi bir eleştiri, tarihî görevi kapitalist üretim biçimini kökünden değiştirmek ve sonuçta sınıfları ortadan kaldırmak olan bir sınıfı, proletaryayı temsil edebilir ancak.» (K. Marx, “Kapital”in almanca ikinci baskısına “Sonsöz”)
90 Ekonominin eleştirisini niçin ekonomi politiğin eleştirisine tercih etmiş olduğumuz artık daha iyi anlaşılacaktır, zira ekonomi politik ekonominin bir parçasıdır.
91 Karşı-devrim, diyalektik materyalizmin kabalaştırılması ve onun basit, mekanikçi, fizyolojik bir materyalizme dönüştürülmesi, üretim kavramının “marksist iktisatta” şeylerin ya da daha kötüsü “mallar”ın üretimine katılması türünden aptalca yanılgılara götürürler. Bu anlamda komünizmin yeni bir üretim sistemi olacağını düşünmek, bütünüyle ve aşikâre bir yanılgı olacaktır. Biz bu sözcüğü, üretim teriminin genel anlamında yani insan türünün üretimi ve yeniden üretimi olarak kullanıyoruz her zaman.
92 Jean Barrot, “Komünist Hareket”.
93
«Sözcüğe en kurgusal felsefeyi de kapsayacak ölçüde en geniş burjuva bir anlam da yüklense, marksizm bir bilim olarak düşünülemez. Bugüne kadar bir Saint-Simon’un, bir Fourier’in, bir Owen’ın vb. eleştirel-ütopyacı sistemlerine karşı marksist sosyalizm ve komünizm, “bilimsel” sosyalizm olarak adlandırılmıştır ve yıllar boyunca çok sayıda sosyal-demokrat almanın o temiz vicdanlarına anlatılamayacak ölçüde bir rahatlama sağlanmıştır böylece, ama marksizmin sözcüğün tam da burjuva ve uygun anlamında asla bir “bilim” olmamış olduğu ve kendine sadık kaldığı sürece de olamayacağı azıcık da olsa görüldüğünde… bu güzel rüya yıkılır. O ne bir “iktisat” ne bir “felsefe” ne bir “tarih” [bilimi] ne de herhangi bir başka “insanî bilim” (Geitsteswissenschaft) ya da bu tür bilimlerin bir kombinezonudur… bu, burjuva “bilimsel ruh” görüş açısına yerleşerek söylenebilir ancak. Dahası Marx’ın temel iktisadî çalışması [Kapital], alt başlığının ifade ettiği ve tüm içeriğinin de gösterdiği gibi, başından sonuna kadar ekonomi politiğin “eleştirisi”dir ve bu eleştiriden de geleneksel, sözüm ona “yansız”, gerçekte halisinden burjuva yani burjuva önyargılarla belirlenmiş ve tıkanmış olan ekonomi politiğin eleştirisi olarak anlamak gerekir. Burjuva iktisadının bu eleştirisi, burjuva önyargıları korumakta hiçbir çıkarı olmayan, aksine, varlık koşulları bu önyargıları giderek kesin, kılgısal ve kuramsal yıkımlarına iten bir sınıfın, mevcut sınıflar arasındaki bu biricik sınıfın yeni bakış açısına olan tam bir uygunluğu da içerir.» (K. Korsch, “Marksizm ve Felsefe”, “Tarihin Materyalist Anlayışı” başlıklı bölüm.)
94
«Tüm şu bilimcil aptallığa ve onun sefil nesnelliğine karşı burada göstermek istediğimizin daha baştan bilinmesi amacıyla, kendimizi açıkça nesnel olmayan olarak, sistemli bir biçimde bir sınıf partisinden yana olarak ilân ediyoruz. Bir kez daha tekrarlarsak, marksizm bir bilim değil, ama yegâne varlık nedenini gelecekte bulan bir
Dostları ilə paylaş: |