Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə24/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   97

Sayın Prof. Dr. Dekan Emin Alıcı


21Ocak tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ozan Yayman tarafından yayımlanan “D.E.Ü. Tıp fakültesi aktif eğitimde çağ atladı” başlıklı yazıyı ilgiyle okudum.

Uygulamanın nasıl olacağına değin bir ipucu verilmemiş. Bana göre yüksek öğrenimle ilgili uygulamalar bireysel çıkışlarla olumlu sonuçlara ulaşamaz, kargaşa yaratır.

Atatürk Cumhuriyetin ilanından hemen sonra 1924’te yeni cumhuriyetin “ulusal eğitimi nasıl olmalıdır” düşüncesinden yola çıkarak Amerika’dan ünlü eğitimci Prof. John Dewey, İtalya’dan Dr. Maria Motessori çağrılmış, iki sene konuk edilmişlerdir. Araştırma ve inceleme raporları esas alınarak , “aktif eğitim” yani iş içinde eğitim, pedagojik anlamda eğitim orta öğretim programlarına girmişti. Yıllar sonra köy enstitüleri bu amaçla kurulmuş, başarılı da olmuştu.

Aktif eğitim ütopik değil gerçekçiliktir., çağdaşlıktır.

Gerçek ise görülendir.

Görmek sevgiyle yoğunlaştığında daha somut olur

Uygulama öylesine basitki, başarı ortak mal olunca , coşku da nükleer olur, çoğalır, çoğalır.

Çağdaş dünya hemen her gün yeni buluşların peşinde koşarken, biz üniversitelerimizde bayatlamış konservelerle genç beyinleri ve kıymetli zamanları bilinçsizce sarfediyoruz.

Ülkemizde üniversiteler araştırmadan yoksun, etik, kültür ve folklorümüzden kopuktur.

Ulus, aslında sonsuz bir hinterlandtır.

Ulusal bilgi bağımsızlığına ulaşmadan evrensel bilgiyi edinmek ütopya olur.

Bütün üniversitelerimiz, fakülteler bazında halkla ilişkilere zaman ayırmalıdırlar. Önce bağlı oldukları ili, evev sonra kasabakasaba, ve köylerine kadar ulaşıp kendi branşlarıyla ilgili bilgi ve sorunları saptamalı, bulgularını dönem tezi olarak hazırlayıp ödev olarak sunmalı, arşivlenmelidir.

Ders programları yine vardır. İncelemeler de genel, değerlendirmeler de etkili olmalıdır.

Tıp fakülteleri öncü olmalıdır. Ancak sayın dekan yalnız başına ünlenmeyi düşünmemeli, Türkiye genelinde üniversitelerle yazışarak anketler düzenleterek kamuoyu yaratarak yapmalı.

Bu güzel akılcı olay, dekanlık süresiyle sınırlı olmamalıdır.

Ülkenin reforma şiddetle gereksinimi vardır.

Düşüncenizden neden sizi içtenlikle kutlarım.

Saygılar


E. Aydın, 22Ocak1999

SAYIN MÜDÜR.

KURUCULAR, YÖNETiCi, ÖĞRETiM ÜYELERi

8Eylül günü torunum nedeniyle okulunuzun ders yılına başlayış seranomisinde bulundum. İyikide gelmişim.

Yirmi, belkide daha fazla yıllardan beri okullarımızda eğitim ve öğretimin nasıl yozlaştığını yaşaya yaşaya, göre göre nasırlaşan özbenlik duygularımın yaratılıştaki büyük patlama benzeri şoklarla anlatılamaz çalkanışını peşpeşe birbiri üzerine bindirilmiş pırıltıların pirizmatif yansımalarının şemsiyesi altında hayallerimle gerçeklerim örtüştü. Bu bir rüya mıydı! Gün boyu süren, soyuttan somuta gidip gelen tavuz kanadı gökkuşağı görkeminde tansığ.

Günde, gün vardı. Dünler vardı. Geçmişten geleceğe uzanan sağlam köprüler vardı. Övülesi.. övülesi.. övülesi...

Gemsiz hayallerimi gerçeklerin şablonuna sığdırmaya çalışırken Darwin ekrana düştü. Dünya bir haftada yaratılmamıştı. İ.Ö. 4004 yılında yaratılmadığı da kesindi. Aklın alamayacağı kadar yaşlıydı. Yaratıldıktan sonra tanınmayacak ölçüde değişmişti, ve değişim süregelmekteydi. Yaşayan bütün canlılar da değişime uğramıştı. Evrim sürmekte olduğuna göre ülkemizin içinden geçmekte olduğu bunalımlar, sancılar makro ölçüde doğallığa ulaşıyor

Ulusumuz büyüktür. İnsanımız zor günlerin koşullarını sayısız çoklukta deneyimleriyle zorlamış ve başarmıştır. Uzak ve yakın tarihimiz kanıtlarla bezelidir.

Gördüğüm duyumsadığım odur ki; bir avuç öz veri sahibi isimsiz kahraman, kısıtlı olanaklarını birleştirerek Türkiye’nin geleceğini onarmaya soyunmuşlardır.

Yalnız değilsiniz, öncüsünüz.

Artık tohum bitek toprağını bulmuş, güneş ılıman doğmuştur. Daha şimdiden ürünün yalbırtısı, kuruluşum görkemi, işleyişteki ideonun güvenli tınıları, aramsarlığın imleyen peyzajıma turkuvaz mavisi , tavuz kuyruğu, ebem kuşağının sonsuz tonlarını üstün insan ve yaşam kıvancının müziğini de sunmuştur.

Sonlu yaşamda sonsuzu sergileyen insana doğru koşmayı seçen sanat edinen yönetim ve öğretim kadrosunu kutlar, saygılar sunarım.

Türk insanının sizlere şükran borcu sonsuzdur.

Edimlerinizle övünüyoruz...

E. aydın, I7Eylül1997

AÇIK ÖĞRETİM LİSESİ YÖNETMEN VE

DENETMENLERİNE.

Akşam Devrim Tarihi dersinizi izledim.

Kurtuluş savaşının en duyarlı bölümü konunuzdu. Bir öğrenci, öğretmene sorular yöneltiyordu. Elektrikli, yanlış anlamaya yatkın, paradoksal, ön bilgilerden yoksun (belkide kasıtlı gibi anlaşılacak) sorular beni çok üzdü.

Atatürk’çü düşünce, bütün Türkiye’den izlenen bir ulus radyosundan böyle yayımlanabilir miydi?

O isteseydi Büyük Millet Meclisi’ne de el koyabilirdi, başkomutanlığa da el koyabilirdi, ama O’nun yüksek ideolojisi Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmaktı. Başlangıçtan beri demokratik meclisi ve onun iradesini korudu, kolladı.

Bütün dünya tarihleri Çanakkale zaferini Mustafa Kemal’in üstün savaş gücüyle kazandığını yazar. Kurtuluş savaşı da böyle oldu.

Değerli komutanları da vardı. Yalnız Fevzi Çakmak’ı söylerseniz, Kazım Karabekir’i, Fuat Paşa’yı, İsmet İnönü’yü ve diğer kıymetli komutanları atlamış olur, dahası bilgiyi, acabaların labirentlerine sunarsınız.

Ders konusu “Devrim Tarihi” idi. İnkilap tarihi deyil. Aydınlatıcı bir yazınızı beklerim. Saygılarımla

E. Aydın, 1Mayıs1998

BAŞLIKSIZ


Öğretmenin yüreği verimli bir topraktır. Yarının büyüklerine adanmış türkülü gökyüzüdür. Öğretmeninin yüreği bir tohum umuduyla dekinerek, mayalıyarak A'dan Z'ye ekerek kokulu ama daima yaprak yaprak yıldız çoğalmış, solmamış hep canlı kalmış Cumhuriyet gülüdür. Öğretmenin yüreği, alınteri güneş örneği. Toplumun bilincinde ışıyınca bir güvercin olur, şiir şiir kanatlanır öğretmenin yüreği.

E. Aydın


SEVGİLİ GAZANFER DOST..

19992001hazırlık süreci.

Mersin liselileri dayanşma derneği 1985 yılında Gazanfer Uğural ve , ileri görüşlü, çoğunluğu Mersin’li gönül adamlarının özverili çabalarıyla kurulmuş.

Düşünenlere,üretenlere,yüzakıyla yürütenlere bin şükran...

Yönetmeliği, bir kaçkez, satır aralarına kadar okudum. Güzel, özlü, etkleyici buldum.

“Türk insanının aydınlanması amacıyla hukukun, sosyal adaletin, uluslararası,çağdaş değerlerini topluma sunmak, üretilmiş plan ve modelleri desteklemek ve geliştirmek maksadıyla, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, ulusal dayanışmayı sağlamaktır” deniyor. Ama bu iş nasıl olacak?. Belirtilmemiş, konferanslara katılmakla sınırlı tutulmuş.

Katılımın, otokontrola bağlı, ilgili maddenin içeriğine dönükgerçekci, güncel, edimlerle beslenmesinin, ülkenin geleceği için, daha akılcı olacağını düşündüm.

İlkokulda, her sabah, sınıfları okul girişinde sıraya dizip “Türküm, doğruyum, çalışkanım......” deyerek, bir ağızdan bağırarak mı? Yoksa öğrencilere, edime dönük, gözetili, basit ve güncel, çağdaş, görevler vererek mi işe başlamalıyız ?

Çağdaş eğitim bilim; okuma yazmağı öğrenen bireye yaşamak istediği çevrenin, nasıl olması gerektiğini sorgulayarak, düşünmesini,düşüncesini, güncesine yazmasını, sırası geldikce, okulunda, evinde ve çevresinde konuşarak, uygulayarak, genel düzene katkıda bulunma,sorumluluğunu da yükler.

Buyurganlık, eğitimde ve öğretimde, düşünceyi körletir.

Görev bilinci, ise uygulanabilir edimlerle zenginleştirilebir.

İlkokullarda öğretilen kültürel aktarımalar,ileriki yıllarda, biraz azalarak da olsa, üniversiteye ulaşır.

İşte çağdaşlık; etik, kültür, ahlak, görenek, gelenekler eşliğinde tekrar imbiklenmesi, güncel, yaşadığımız gerçek yaşamla kesin kez buluşması, bilinçde yoğunlaşmasıyla; geleceğin güvencesi olur .

Yüksek öğretim kurumlarımızın, ummanlar kadar eksiği genç kuşağa sosyal görev verilmemesinden kaynaklanıyor.

Mersin liselileri yardımlaşma derneği, sanırım bu öncülüğü başlatabilir . Her üniversite öğrencisi, bulunduğu çevrede, kendi dalılıyla ilgili konularda, halkla ilşikiler içinde bulunmasından sorumlu tutulmalıdır.

Burs verilen öğrtencilere sosyal, kültürel, etik edimleri kapsayan görevler verilerek, klasik üniversite anlayışı katılımcı ve, eğitime ulusal bağlamda öncülük edemez mi.?

Çağdaş pisikoloji, karşılıksız vermeğe “sadaka” olarak bakar. İnsan onurunu, bu üzünç verici yükten kurtarmağı önerir.

Bursiyer öğrenci, kendi dalında, özlü incelemeler yapar. Sizce belirlenecek jüriye sunulur. Bu tezler, yıllık olduğu gibi, eğitim boyu da olabilir. Yayımlanabildiği gibi,arşiv olarak da saklanabilir.

Bilimsel incelemeler, konferans haline getirilerek yurt çapında, çağrılara açılabilir.

Halkla ilişkiler bölümü oluşturulabilir.

Önce Mersin’liler olmak üzere, hasta, kör, yaşlı, sakat kişilerden, isteyenlere, günde birkaç saat gazete kitap, yazı okumaları düşünülebir. Dahası kurumlaştırılabilir.

İnsanlık tarihine bakılırsa düşünce hep suçlanmıştır, örnekleri saymakla bitmez. Çarmıha gerilenlerin, zehir içirilenlerin, yakılanların, kiyotine baş koyanların, kazığa oturtulanların acıklı öyküleri saymakla bitmez.!

Bu düşünce, sizinle benim aramızda başladığına göre gerekirse öylece bitebilir.

Atatürk, uzamda kaldı. Atatürk düşüncesi çoğalarak zamanları kapsar. Düşüncenin kanatlarında ışık hızıyla yol alır..

Uzam aynı hızla, geriye doğru akar. Doğanın, canlılığın varoluşundan, Toroslardan, atalarımızın, sizin bizim, anımsadığımız duyumsadığımız, belleklerimizde iz bırakan, yaşanmışlıktır.

Tarihe benzer,ama tarih değildir.

Biz bilinen uzamın vereleriyle, bilinmezin zamanın akışını, düşünce, yordamıyla yönlendirebiliriz.

Çağdaşlık, sözcüğünü sosyalbilimlerinin, yeni yönsemeleri doğrultusunda, yoruma açma zamanının geldiği kanısıyla, ulaşabildiğim yeni bilgileri size yazmağı düşündüm.

Toplumbilimler, çağdaşlığa öykünürken kuram ve kurallarını kendi yapısındaki, dini, kültürel, ahlakietikgörenek gelenek gibi törebilimin, öz değerlerini yıpratmadan, yozlaşmağa karşı, yaşamsal direncini, yaşayarak, yaşatarak sürdürebilir.

Çinlilerinsana yardım etmek istersen, balık tutmağı öğret der. Yahudiler, sadaka vermezler, iş verirler. Bizler, nereye gideceğini düşünmeden, isteyene acır sadaka veririz. Boynunu bükmüş, yılışmış, kişiye varsıllığımızı, sanki kanıtlar gibi..

İşte Ethem böyle düşünüyor, böyle de yazıyor. Öperim.

Sizleri seven sayan

E. Aydın

MİLLİYETÇİLİK VE ATATÜRKÇÜLÜK ÜZERİNE


Bindokuzyüzyirmiyedilerden buyana; yaşanmışlığın, türk insanındaki evrelerinin görkemini, ulaşılmaz hızını, halkla bütünleşmenin asırlardır yoksunluğu çekilen bu duygu ve duyumlar girdabının anaforlarından geliyorum.

Atatürk denizinin tansığ dalgalarıyla, deniz kıyılarında uyumlu, oylumlu çakıl taşları gibi; sürtüne sürtüne Cumhuriyet'i yaşadım. Ona candan inandım.

Yine bundan neden, görüntüde Atatürkçü'lerle, savaşım sürüyor.

Bu duyguların ışığında size yazıyorum.

Onuncu yıl marşı, ona ve devrimlere inananların dilinde sonsuza dek çınlayacak mutluluk şarkısıdır. Sevinç gözyaşları döktüren, coşturan/insanı insanlığa taşıyan..!!

E. Aydın, 10Kasım1997



ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCENİN

EVRENSEL YORUMU

Atatürk, her insan gibi sıradan varlık olarak dünyaya geldi.

Her varlıkta farklılığa açık bir (öz,bir çekirdek)'i vardır. Türün özelliklerine uygun olarak, dal budak salar salkım salkım, çiçekler açar renklere bürünür, burcu burcu kokular saçar. Özgün birey olur.

Beyin gücünün, düşüncenin kanatlarında yükselir.

Namık Kemal olur, Aziz Nesin olur, Nazım Hikmet olur, Uğur Mumcu olur, Yaşar Kemal olur, çağına kanat geren Atatürk olur....

Zamanlar içinde, anonim olur.

Çanakkale kurtarıcısı, Sarıpaşa, Ulusal kurtuluşun simgesi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, eğitim ordusunun öncüsü, halkının sevgilisi, yurtta barış, özgürlük diyen evrensel insan olur.

Savaşın kartalı, barışın güvercini olur.

Lozan barış antlaşmasında, Yunan delegasyonlarıyla barışık olur. Cumhuriyet kurulduktan sonra; Çanakkale’de şehit veren ülkelere...

“Ey dünya anaları!, Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizimde evlatlarımız olmuşlardır” deyen olur.

Ruhları Şadolsun Deyen olur.!

Ulusunun özgürce, bir ağızdan söylediği, her zaman söyleyeceği "Onuncu Yıl Marşı" olur.

Çıktık açık alınla, on yılda her savaştan

On yılda onbeşmilyon genç yarattık her yaştan

Başta bütün dünyanın saydığı baş kumandan

Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan

Türküz, Cumhuriyetin, göğsümüz tunç siperi

Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri

Bir hızla kötülüğü, geriliği boğarız

Karanlığın üstüne güneş gibi doğarız

Türküz, bütün başlardan üstün olan başlarız

Tarihten önce vardık, tarihten sonra varız

Çizerek kanımızla özyurdun haritasını

Dindirdik memleketin yıllar süren yasını

Bütünledik her yönden İstiklal kavgasını

Bütün dünya öğrendi Türklüğü saymasını

Örnektir milletlere, açtığımız yeni iz

İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir ülkeyiz

Uyduk görüşte bilgiye, gidişte ülküye biz

Tersine dönse dünya, yolumuzdan dönmeyiz

Söyleyen de bizlerdik.!(1933)

Çağdaş ve yalın bir bakışla:

Artık Atatürk bir portre değildi, fotoğraf değildi.

Barındığımız evler,

Yürüdüğümüz yollar,

Bindiğimiz araçlar,

Latin A,B,C’ si,

Okuduğumuz okullar,

Tüten bacalar, fabrikalar,

İş yerleri, hasteneler,

Tarlada ürün bereketi,

Tüneller, köprüler,

Barajlar, göletler,

Demir yolları,

Enerji kaynakları,

Minarelerde türkçe ezan,

Uçaklar, savaş araçları,

Spor alanları, dinlenme yerleri,

Gazeteler, radyolar, televizyonlar,

dahası, saymayı unuttuğum binlerce gerçek Atatürk'ü simgeleyen öğelerdir. Dağlar, taşlar kadar heybetli, yıldızlar kadar yüksek, güneş kadar parlak, ılıman kaus kadar tansığ.

Eğer yazdıklarım gerçekse oyunu oynuyor, oynayacaksak eğer;

Bizler Atatürk'üz.. Atatürk ölmedi.

Atatürkler ölmez.

Çoğaldı, hem de nükleer olarak....şaşırmamız, duraksamamız bundandır.

Düşünme,yaratma,umar üretme sırası bizlerde

Başaracağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.!

Dağ başını duman almış

Gümüş dere durmaz akar

Güneş ufuktan şimdi doğar

Yürüyelim arkadaşlar

E. Aydın

BÜYÜK OLMAK

Yüce dağların doruğunda, amansız rüzgarlar eser, zirvede olmak zordur. Türk insanı fırtınaların çocuğudur. Asya bozkırlarından savrula savrula Anadolu’ya, bu cennet vatana gelmişiz.

Türkülerimiz, söylencelerimiz, imparatorluklar kurmuşuz.

E. Aydın


MUSTAFA KEMAL'İN VALİLERİ, MEBUSLARI

Yaman adamlardı onlar, pılılarını pırtılarını alıp, prensipleri kültürleriyle birlikte ülkeyi terketmiş olamazlar.

Bir zamanlar vali, her evin işinde, aşında, zorunda, kolayında var olurdu. Geceleri koruyucu, ılık ve rahat bir yorgan gibi insanlarımızı sarar, doğacak her yeni günle, ısıtır, ışıtır, dertliye ilk elden derman olurlardı. Canımız nerede ise orada idiler.

İnanır, güvenir, sever, özlerdik, onların gölgelerini bile.!

Bu insanlar doğayı, çevreyi, bölgesinde var olan herşeyi bilir, severlerdi. Sırasında ve zamanında, her türlü olaylara kanun, çekinmeden kullanırlardı. Sorumluluktan kaçmazlardı. Böylece var olmayı severlerdi.

Bu yazımda iki örnekle yetineceğim. Mersin valisi Tevfik Sırrı Gür, İçel Mebusu Pepe Ali Efendi.

Mersin peyzajını, kültürünü, iklimini duyumsayan bu anlayışla Akkahve, Halkevi, daha bunun gibi zamanların ötesinde öz varlığını koruyacak yapıtların ortaya koyucusu idi. Buna eminim ki, ondan isteyen de olmamıştı. Her sabah saat dokuzda gelir, dolaşır, oturanları soru yağmuruna tutardı. İçtenlikle anlatılan zorları anında çözüme kavuştururdu. Köy ve kasabaları ağaç dikmeye özendirir, köy çevrelerinin yeşertilmsine ayrıcalıklı ilgilenirdi.

Enteresan bir olayı da ben yaşadım. Vali, doğduğu yer olan Ermeneğe gitmek için, Mut'a gelmişti. Onkilometre uzaktaki Göksuya kadar gitti, o zamana kadar kullanılmakta olan sal ile karşıya geçmedi. Kaymakamı çağırdı, “bu iki akraba kasaba arasında niye bir köprü yok? siz niçin ve kimden maaş alıyorsunuz?” dedi. –“Ben buradan geri dönüyorum, hemşerilerimin yüzüne nasıl bakarım” dedi. Döndü de.

Sene 1929, Mebus Ali Efendi, Mut Silifke arasındaki yolun yapımıyla yakından ilgileniyor, bütün gece amelenin başında bulunuyordu, makamından soranlara Ankara’da önemli bir toplantıda olduğunu, mescliste bulunmasının gerekli olduğunu söylettiriyordu. Yanıt: “Ben, bu yol bitmeden Meclise gelemem, mazeretimi Paşa'ya iletiniz” olur.

Nerde o eski Valiler, Nerde o eski Mebuslar.

E. Aydın, 29Mart1989

BAŞLIKSIZ

Türküler, maniler, ağıtlar, uzun havalar, kaya başları, bozlaklar.

Türk ırkı çok üstün yaratılmış bir ırktır. Dış tepkimesi yoktur. İç tepkimesi sonsuz örneklerle doludur.

Onda gerçekler hemen hayallerin melodik, mistik, duyumsal girdabına dönüşür. Yazar çalar söyler. Dinginliğe ulaşır. Şiir ve müzik, doğrudan tepkisi olmayan, tepki almayan bir dil olşturmuştur. Yün eğirirken, çıkrığıyla dokuma tezgahında mekiğiyle, süt sağarken hayvanıyla, yemek pişirirken, ekmek atarken senidiyle, tenceresiyle, gergefinde renkleriyle, iğnesiyle, ipliğiyle konuşur söyleşir. Oduncu eşeğiyle, binici atıyla, çoban sürüsüyle barışık ve dost, gardeştir. Konuşur dertleşir. Dağlar, pınarlar, bitmeyen yollar, dereler, tepeler, ağaçlar, taşlar onu anlar onu dinler sanki.

Böylece yaşamında yaşanmamış boşluk kalmaz. Onun böylece çağdaş insanın yanlızlığını çekmez. İncecik düşlerinden binbirçeşit incelikte düş üretir böylece. Devlet onun için bir gerekliliktir. Severek, sayarak. Ondan beklentisi hiç yoktur. Vatan için savaş buyruğu gelincede koşa koşa ölüme gider. Canı, malı, mülkü onun gözünde sınırlı değildir.

Boşluk, onun bitmeyen not defteridir. Yazar, çizer, söyler, karalar. Sazında söz, gergefinde renk renk dokur, akideleşmiş kült boyutta.

E. Aydın


Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin