Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə30/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   97

(*) HOCAHANIM


Bu kadar günlük telaş arasında yazdığın “Dolaşık Yumak” elime geçti. Çok sevindim. Bu, sizde olduğu gibi çocuksu çoşkuların dünü, bugünü, yarınını kapsıyordu. Onun için bir türlü uç vermiyordu.. Çağdaş kuşak “baktın iş çok, hiçbirini yapma” der.

Doğrusu bu ya, bu sözü beğendim. Size de öneririm. Hani dedikodusu çıktı, liradan beş sıfır atılacakmış, ona da sevindim. Çünki, neden dersen, ben para saymayı beceremez oldum da ondan.

Gelelim konumuza... “Resim nedir, ne değildir” diye kendinize bir soru sordunuz mu?

Tuval ve nesne üzerine düşen her akılcı emek göz nuru saygıdeğerdir. Çağlar boyu bu hep böyle olmuş ve böyle olacaktır. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri sanat yapıldığına göre, siz kendinizi bütün devirlerden sorumlu tutmakla yanılgıya düşersiniz. Bu bir bayrak yarışıdır. Kendi etabınızı koşacaksınız. Bir stil üzerine yoğunlaşacaksınız. O da isminiz, parmak iziniz kadar siz olacak.! Atike don dike, söke, gene dike özdeyişinde olduğu gibi, hareket ederseniz, yerinde sayyy..., geriye dön..., sola dön..., dur! oluverir.

Oturuşkun bir sanatınız var. At gözlüğü takacak, yola devam edeceksiniz. Bu kadar basit.!

Sonra, bir insan öğretmen olunca, ister istemez belli bir zaman kesitinde yaşamak, doğru bildiklerini genç kuşağa kopyalamak sorumluluğundadır. Bizlerde olduğu gibi...

Sanatçı olmak, öğretmen için, öğretmenliği seçmiş olanlar için zor zenaattır gerçekten.

E. Aydın, 2Temmuz1998



ÖZEL TÜRKMEN LİSESİ, YIL SONU RESİMİŞ

SERGİSİ ÜZERİNE ÖZELEŞTİRİ

Halen uygulanan ortaöğretim ders programlarında, resimiş derslerine çok önemli görev düşer. Diğer derslerin yapıştırıcısı ve yardımcısı olması amaçlanır. Okul idarelerinin başarı ve başarısızlığı bu iletişimin kurulup kurulamamasıyla ölçülür.

Kooperasyon bilincine ulaşmayan uygulamalar, öğrenciyi bireyselliğe ve sonunda yalnızlığa iter. Bugünün okullarında yeni yetmeler bu nedenle yalnız, bezgin, tedirgin, yarınlarından endişelidirler.

Bilgilenmek, uygulamayla buluşmadığı sürece, bilimsel ve pedagojik olamaz. Resimiş derslerinde öğrenci, iyi ve doğru görmeyi, çizmeyi, çizgi üzerinde düşünmeyi, değişkenlikteki bütünlüğü, parçaların bütündeki estetik kaygılarını öğrenir. Güzel bir alfabeyi, düşünülmüş bir dizayn içinde Edebiyat, Tarih, Coğrafya, Fizik, Kimya ödevlerinde uygular. Resimiş derslerinde öğrenci, maddeyi tanır, ona biçim vermeyi, ölçmeyi, ölçülere uygun kesmeyi, düzen ve düzensizi uygulayarak, basit bir radyoyu, rumkof bobiniyle çalıştırır, kutular, albümler, kağıt oymalar, simetri araştırmaları, klişe fikri gibi daha binbir türlü uygulamalarla, pedagojik bağlamda zevkle çalışır, çağdaşlığın ve başarının bilincine ulaşır.

İlgi alanımda olduğu için, çevrede açılan bütün sergileri izlerim. Okul sergilerini özellikle, yarınlara dönük olduğu için ilgilenirim.

Yapılan şovlar, eğretilemeler, gösteriş için amaçlarından saptırılmış, banal ve sahte çalışmalardan tedirgin olurum.

Bir kaç gün önce, Mersin belediyesi altında, eski akkahve salonlarında, Özel Türkmen Lisesinin açtığı resimiş serisini coşkuyla izledim. Bu denli kusursuz, ortaöğretim programları amacına uygun inanmışlığın, özverinin, sınırlarını zorlayan, bu sergi Türkiye genelinde bir yüceltinin simgesidir. Parçalar kendi çoklukları içinde güzel, çocuklar bütün içinde, uyumlu, sergiye öğrenci bireylerinin katılımı, dizayn, paspartolar, sloganlar, imzalar, yaş katagorileri, hemen herşey çağdaş ideo'yu vurguluyordu. Gözlerim yaşardı, gönlüm yarınların umuduyla doldu, sergiden bin bir umutla ayrıldım. Çocukları ve yöneticileri kutlarım.

E. Aydın


ZEKE FAİK İZER RESİM SERGİSİ ÜZERİNE

15Aralık1994 günü, Adana Kemal Satır Sanat Galerisinde görkemli bir açılışla sayın hocamızı izledim. Kendilerini 1940'lı yıllarda tanımıştım. O zaman çok güzel kuşe kağıt üzerine çıkan “ar” ve “yapı” içeriği güçlü “Ülkü” dergilerinde yazardı. Daha çok Fransızcadan çeviriler yapardı.

“Büyük sanatçılar ve küçük sanat tarihi”, küçük çoban ressam Cieto, sırayı kazıyan çocuğun dramı, iki nehir arasında gibi çevirilerini zevkle okurduk. Zeki Faik İzer 1906'da İstanbul'da doğmuş, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde çallı atölyesinden mezun olmuş. Resmin klasik ve akademik kurallarını çok iyi bilen, anatomiye hakim, daha çok peyzaj ve portreler üzerine öykünmüş. 1928 yılında, bir gurup sanatçı devlet tarafından Paris’e gönderildi. Bedri Rahmi, Avni Lifiji gibi bazıları, burada bizim alacağımız birşey yok diye geri döndüler, Zeki Fikrizer dört sene Andre Lhote ve Griesz atölyelerinde çalıştı. Yurda dönüşünde önce Gazi Terbiye Enstitüsü sonra da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde hocalığa atandı. Daha sonra aynı kuruluşta müdür ve profesör olacaktır. 1933 yılında, Empresyonizm'e tepki olarak kurulan (D) gurubu içinde yer aldı. Müstakil ressamlar ve heykeltraşlar birliği olarak sergilere katıldı. Zeki Faik bu sırada tekrar Avrupa’ya dönerek eski hocalarıyla iki sene daha beraber oldu. Dönüşünde artık bir lirik soyutlama sanatçısı kimliği taşıyordu.

1943 yılında Ankara'da açılan inkilap sergisinde şu isimler göz dolduruyordu: Ferruh Başağa, (birincilik ödülünü aldı), Refik Ekipman, Hamit Göreli, Malik Aksel, Sabri Berkel, Zühtü Mürüdoğlu, Hadi Bara, Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi orta kuşak sanatçıları idiler. Genç kuşak tarafından yadsınıyorlardı. Hele soyut sanı gibi düşüncede değişim isteyen tamamen yeni bir ekolde eser vermeye kalkışmak, ancak bir moda merakı gibi yorumlanıyordu. Yine hocam olan Malik Aksel, “resim sergisinde otuz gün” isimli bir eser yazmıştı. Sade vatandaşın, öğrencinin, bürokratın, diğer sanatçıların eserlere bakış açılarını, yorumlarını sade ve etkileyici bir dille ne güzel yazmıştı!..

Zeki Faik İzer, 1948 uluslararası modern sanat sergisinde (unesko) Paris bölümünü işledi, beğeni aldı. Gaughein Bürüksel’de Türkiye birincisi olarak bulundu. Ayrıca Sanat Tarihi Enstitüsü’nü kurdu. 1988 de İstanbul'da öldü. Yurtiçi ve yurtdışı müzelerde ve koleksiyonlarda eserleri var. Eserlerinden bazıları; Dolmabahçe Sarayı, Büyük Balık, Akdeniz Mit, Delacroıx'dan uyarladığı, (Cumhuriyet Inkılabı) ki, bu eser çok eleştiri almıştı, Eskişehir Yazılıkaya, genç kız portresi, harman, tuğla fabrikası, lirik soyutlamalar.

İster istemez insanı düşündürüyor, kocaman upuzun bir yaşam sanatın, abc siyle geçmiş, ama “sanat nedir, ne değildir?” sorusuna bir yanıt getirememiş!. Sonunda resme başladığı ilk günlere dönmüş.

Acaba sayın hocamız bizlere bir mesaj mı vermek istiyor? Bu bir giz olarak kalacak.

Sergide gördüğümüz, kıymetli pasparto ve çerçevelerle korunmuş eserler, otuz yıl öğretmenliğimiz süresince, öğrencinin dosyasından ittiğimiz katagoridendi. Şimdi biz o, eski öğrencilerimize ne diyeceğiz?

Bunca zaman, bunca emek, devlet desteği, kazanç hanesine mi, zarar bahanesine mi yazılacak? Saygılarımla

E. Aydın


19Nis1986 Cumartesi günü

Aydın Sanatevinde açılan

onbir öğrencinin karma resim sergisi

üzerine bir özeleştiri.

Çocuk, duygu ve düşüncelerini, herhangi bir klişeye vurmadan ortaya dökmek ister, döker de. Bu yönüyle Çocuk Resimleri salt sanat özelliği taşır. Türkiye’mizin değişik resim galerilerinde açılıp kapanan sergileri izleyenlerce açık seçik görüldüğü gibi, günümüzde sanat bir kagaşa içindedir.

Bu kargaşa, farklı arayışların samimiyeti içinde gün geçtikçe genişlemekte. Öze ilişkin hasletini yitirmektedir. Niçinsiz nedensiz uğraşlar sürüp gitmektedir.

Örnekler pek çok olmakla beraber, çevrede açılan bir sergiyi konu edeceğim: 10 Nisan'da, Adana Sabancı Kültür Sitesi'nde, Ankara Devlet Eski Eserler Müzesi'nde çalışan iki sanatçı tarafından, yine devletin desteğiyle, bir resim sergisi açıldı. 25 Nisan'da da Mersin Güzel Sanatlar Galerisi'nde izlenecek. Resimler çok küçük, fuluğ, çerçeveler çarpık, harap, üzerleri yer yer varaklanmıştı. Göze batıyordu. Bilgi için sanatçıya sorduğumda, resmi de, çerçeveyi de eskiye benzetmeye çalıştım, dedi. Bunu amaçladığını söyledi. Bu cevap belki samimiydi ama beni çok düşündürdü

Sanatta, eskiye benzetmek, hele hele benzemek olayı, bir amaç olamaz. Amaç olunca, sanat özgürlüğünü yitirir, çağdaşlığını yitirir.

Türk ve Osmanlı sanatlarının çeşitli evrelerine bakılırsa, çadırda, kilimde, minyatürde, mimaride, samimiyet, ciddiyet, özveri, sadelik, açık seçiklik, düşünce, ölçü, biçi, dahası yaratma gücüne saygı vardır. Binlerce soyutlamadan sonra, bir motifi kabullenmiş ve hep uygulamış bir parşümen boyu düzlemde, tek kıllı fırça ile, ince detaylı minyatürler üzerinde aylarca uğraşmış, yazı ve istif için uzun zaman harcamış, milimetrenin as katlarını arayarak, minareler yapmıştır. Bizler onların devamıyız.

Sanatın her dalında, yerimizi alabilmek, koruyabilmek, aşama yapabilmek için, konuya daha değişik bir açıdan bakmamamız gerekmektedir.

Böyle orta sahada top gezdirmekle, atalarımıza layık olamadığımız gibi, çağdaş olamayız. Çocuk, biz sanatçılara, birçok yönden ışık tutmaktadır

Onlarla çalışırken, onların eserlerini incelerken, durumu daha iyi anlıyoruz. Beş yaşındaki İhsan Önal, sekiz yaşındaki Zafer Özdemir, Emre Özgünel, İlhan Ogan, Ayşe Günaçkın, coşkuyla, renk cümbüşü ile, düşsel anlatımlarını Hazreti Nuh 'a kadar ilerletebiliyorlar. Onbir yaşta, Burak Alıcı, Halil Candevir, Bakihan Çamurdan, bir sanatsal yargıdan uzak, Nuh'tan bize otantik mesajlar getiriyorlar. Pazar yerlerinin iç uğultusunu, panayırların hareketliliğini, tuvallerine döküyorlar. Anlaşılırlığa indirgeyerek. Onüç yaşındaki İsmail Soğancı, Simin Aksu, Mustafa Cılacı, gördüklerinden hareketle, duygu ve düşüncelerini, iyi bir anlatım içinde bize sunuyorlar.

Ben, yıllarca resim hocalığı yapmış birisi olarak, onlardan öğrendiklerimi, sanat kitaplarında bulamadığımı söylersem, yanlış olmaz.

Çocuklar soyut kavramlara, bizlerden daha cesaretle ve samimiyetle yaklaşıyorlar. Bir yirmi üç nisan olayı onların fırçasında daha renkli ve daha coşkulu oluyor. Atatürk konulu bir resim yarışmasında biz büyüklerin ne denli bocaladığımız ortadadır.

E. Aydın


RASYONEL BİLGİYİ DENEYİMLERİYLE EDİME

DÖNÜŞTÜREN ZAMANIMIZIN BİR

KAHRAMANI: Adnan ATEŞOK

O renkler dünyasının bir insanıdır. Çizimlerinde ve tablolarında mistik bir hava vardır. Tabiatta varolanları yani gördüklerimizi bambaşka yönleriyle alır, figürleri değiştirir, kendi dünyasında şekillendirir, düzenler ve çizer. Belirli kurallara uymama özelliğiyle tanırsınız onu. Müzik vardır, şiir vardır resimlerinde. Roman, şiir, hikayeler ve makaleleri vardır sürü sürü. Sorarım ona ne bunlar; onlar öbürlerinin kardeşleri der gülerek. Adnan Ateşok'un biraz da bilinmeyen yönlerini anlatayım sizlere.

1928’de Adana'da doğan ateşten ok, on parmağında onbir beceriyle ulusal onurun bayrağını, ele aldığı her dalda zirveye taşımış, Adana'nın ve ulusun yüz akı olmuştur. Okullarda atletizmin her dalında, boks, koşu vs. birinci olduğu kadar derslerinde de önde gitmiştir. Okulun, öğretmen ve öğrencilerin sevgilisidir; lisenin bayraktarıdır. Yüksek öğrenimini de yaparken hep başarıdan başarıya koşmayı sürdürmüştür. İş hayatında bir donkişottur. Zorları, olmazları sever ve seçer. Örnekleri o kadar çok ki, anımsayabildiğimi yazacağım. Türkiye genelinde büyük işler almış ve başarmıştır. Sulama developman projeleri ve inşaatları, Mersin limanı, göletler, Tufanbeyli, Doğanbeyli, orman yolları, yarmalar, imlalar, inşaatlar, şehiriçi düzenlemeleri vs. Geleceğin Adana'sı için enteresan düşünceleri arasında tepebağ altında üç yöne açılacak ve içine binlerce iş yeri sığacak tünel projesi, yürüyen yollar, parklarda heykeller, bir hayvanat bahçesi vs.

Sanata üstün eğilimi vardır. Bu arada sanat galerileriyle ideal çizgiyi aramaktadır.

Ülkeyi, insanı sever, iyi bir sanatçı, iyi bir organizatördür.

Örnek bir insandır.

E. Aydın, 7Mayıs1995

16 Şubat Cumartesi Günü Mersin Güzel

Sanatlar Galerisi’nde Açılacak Resim Sergisi

Dolayısıyla Bir Söyleşi

Ben Ethem Aydın, konforun, giyimin, hızın az olduğu günlerde yaşadım.

Eşyayı loş ışıkta, karanlıkta inceledim, tanıdım. Uzun gece boyları seyahat ettim, bir aşiret kadar geceyi tanıdım ve sevdim.

Alacakaranlık ve gece biçimlere değişik ve doyumsuz bir güzellik getirir, hayal gücünü artırır, derin bakmayı, duygusal görmeyi öğretir. Özetle geceleyin, dünya bir başka güzel, gizlerle doludur.

Beni sanatçı yapan belki de budur. Yıllarca resim hocalığı yaptım liselerde. Resim bilgisinin içinde bütün bilimleri açık seçik buluyorum. Böylece kendi bıranşımı, öğretmenliğim boyunca, diğer derslerin fanatik, bencil baskısından korumak için çaba verdim. Bir insan yaşadığı sürece sanatla, istese de, istemese de iç içedir. Doğru görmek, iyi görmek, gördüğünü sağlıklı çizebilmek, bir şeye güzel veya çirkin diyebilmek özgürlüğünü veren dersin öğretmeniyim. Kıvançlıyım.

Sanat doğayı, doğa olaylarını konu alır. Doğada ise her şey ölçü biçi içinde gelişmektedir, rasgelelikten eser yoktur.

Rönesans ustaları, perspektiv, rakursi, klor obüskür, modöle, enteriyör, altın oran gibi sanat, kurallarını ortaya koydular. Kılasik dediğimiz ölmez, devasa eserler verdiler. İnsanı, bitkiyi, hayvanı, onların sonsuz davranışlarını titizlikle incelediler, ibadet eder gibi çalıştılar.

İmpresyonistler de önceleri var olan kurallara kendi ışık, gölge kavramlarını eklediler, ölmez eserlerini verdiler. Çağın sanatçıları ise sanımca, hala orta sahada top koşturuyorlar, sanatın özünde olan mesajı, estetik görüntüyü bir kenara iterek, sanat denemeleri yapıyorlar.

Bu tür denemelerin de sanata katkısı olacağına, ancak yolu uzatacağına inanıyorum.

E. Aydın


HİKMET KARABUCAK'ın KİŞİSEL,”NAİF”

RESİM SERGİSİ ADANA’DA, GALEERİ 6’da

AÇILDI.

1944 Kütahya doğumlu olan sanatçı Adana’da oturuyor. İlköğrenimden sonra evlendi, çocukları var. Sabancı Kültür Sitesi’nde ressam Mustafa Dulda ’nın yönettiği resim kurslarına katıldı. Adana Altın koza efstivali programı içinde açtığı sergilerde farklı yorumlarıyla ilgi çekti.

1933 yılında Fahir Aksoy’un öncülüğünü yaptığı “Türk Naifleri” gurubuna girdi. Yurtiçi ve yurt dışında sergiler açtı. Beğeni aldı.

Galeri6 ‘da dün açılan sergide 20 yapıtı vardı. Konuları ilginç, kültürel, ulusaldı. Masal zamanı, Çeyiz götürme, Kütahya düğünü, Kına gecesi, Hamam kavgası, Güvey salma, Loğusa, Kapıönü sofrası, Kör kahvesi, Sünnet düğünü, Asker uğurlama, Kuzu sesleri, Evcilik oyunu, Yuvanın temeli, Evde doğum, Obada banyo, Güvey tıraşı.... gibi.

Kalabalık bir çağrılı gurubunca ilgiyle izlendi. Yapıtlar içinde doğup birlikte ağlayıp güldüğümüz, paylaştığımız mekanların içyüzüydü. Sıcacıktı. Tazeydi. Arındırılmıştı. Saftı. Naifti. Sanat toplum içindi. Akademizmin kural, kuram ve kavramlarıyla yozlaşmamıştı.

Naif sanat ondokuzuncu yüzyıl sonlarına kadar dünyada ve bizde “zenaat” olarak düşünülürdü. İlgi çeken bir uğraş olarak algılanır ve değerlendirilirdi. Ütopyacılar, gizemciler, primitifler denildi. Gümrükçü Rousseau ve ardılları varlıklarını kanıtladılar.

1967’de Fransa’da Naif Sanat Müzesi kuruldu. Daha sonra, Nice’de 1982 Uluslararası Naifler müzesi oluştu.

Bugün ise Naif sanat; özgür, özgün, otantik, folklorik, saf ve konuşkan, anlaşılır diliyle izleyicileri dünde, günde, yarında gezdirerek büyülemekte.

Türkiye’mizde ilk naif onbeşlerin içinde Hikmet Karabucak da var. O’nunla övünüyoruz.

Türk kültürünün, etiğinin, gelenek göreneklerinin duyarlıkla anlatımı, bir iyne oyası gibi işlenişi insanımızın özbeğenisine yatkın gelmektedir.

Atalarımızın belleğinden süzülerek Hikmet Karabucak eliyle bizlere sunulan duygu ve duyumlar, hasretini çektiğimiz öz kültürümüzün onurlu yansımasıdır. Yaşanmışlıklarımızın imleridir.

E. Aydın, 4Haz1998

23Mart1989, Toplum gazetesi


Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin