Âdem ile havva'nin vücudumuzdaki yeri Âdem ile havva'nin yaradilişI Âdem ilk insan ve ilk peygamberdiR


-Rabbil has  2-Rabbü’l-Âlemîn’dir



Yüklə 2,44 Mb.
səhifə9/40
tarix30.05.2018
ölçüsü2,44 Mb.
#52080
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   40

1-Rabbil has  2-Rabbü’l-Âlemîn’dir.

Rabbil has hakkında Kur’ân-ı Kerîm’in Kaf Sûresi 16. âyette“ Kuluma şah damarından daha yakınım” buyrulmaktadır. Kendini her yerde ve mekânda kendinden kendisini sevk ve idare edenin Rabbil hasından tecellî edenin şeyhi olduğunu bilir. Buradaki şeyhden murad, beşer olan unsuriyet sahibi kişi değil, onun sîretidir. Şeyhinde fenâ olduğu için, tırnağından saç teline kadar, bütün a’za ve sıfatlarından yetki sahibinin efendisi olduğunu zevk eder. O’na olan sevgi ve aşkından, bütün fiil ve işlerinde, O’nun muhtarlığını görür.Sanki O’nun bütün yetkileri efendisine verilmiş uzaktan kumanda ile yönlendirilen bir uydu gibidir.Bu demde kişide tam bir kurbiyet hâli galebe çalar.



FENÂ FİRRESUL= Resûlullah'ta yok olmak demektir. Bir kişi, şeyhinde yok olduktan sonra, bilir ki "El ulemayı veresetül enbiya" (H.Ş.) gereğince, o kişi, “Benim şeyhim, Peygamber Efendimizin vârisidir.” der. Peygamber efendimiz de; "Vema erselnake illa Rahmeten lil âlemin" âyetinde belirtildiği gibi, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Ayrıca, her türlü irfâniyet ve kemâlâtın Muhammedsiz tecellî etmediğini anlar.

Her fiil sıfattan tecellî ettiği gibi, Muhammedsiz bir idrâkin gönül penceresinden ilham olarak zuhûr etmeyeceğini de bilir. Kendi gönül ülkesindeki tahta oturan şeyhini, Resûlullah’a tebdil ederek O’nu Resûlullah görmeye başlar. Artık şeyhi Resûlü olmuştur. Kendini daha evvel nasıl şeyhinde yok etti ise,şimdi de ne kendini ne de şeyhini görebilir,yalnız Resûlü görmektedir. Çünkü şeyhi fiilleri ise, sıfat olan aynası Resûlü olmuştur.Aynasız fiil ve görüntülerin olmadığını anlamıştır.

Bu kişinin bütün yaşamı Resûl’e uymakta ve ilmi Resûlullah, ahlâkı Resûlullah, zikri Resûlullah, fikri Resûlullah, zevki Resûlullah, bir çok yönü Resûlullah’a uymuştur. Artık mutmain olmuş nefs tecellîlerine mazhardır. Rabbini Rabbi ile bilen, Rabbini Rabbi ile gören olmuştur. Kendi varlığı olmayan ve Âdem diye bilinen varlıkta, Cenâb-ı Hakk’a ayna olduğunun bilinci de zuhûr etmiş, âlemlere rahmet olarak gönderilmenin sırrını daha güzel anlamıştır. Resûlullah'da fenâ olmak, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarındaki tecellîlerin kemâlâtına mazhar olmak demektir. O da Âdem’de görülür.

FENÂFİLLÂH=Kulun Allah’ta yok olması demektir. Kişi fiillerin sıfatlardan, sıfatların da Zâttan tecellî ettiğini gördüğü gibi, şeyhinin ilim ve irfâniyetinin Resûl’ün ilim ve irfâniyeti, Resûl’ün irfâniyet ve kemâlâtının da Cenâb-ı Hakk’ın olduğunu zevk ettiğinde, ölmezden evvel ölmüş, her varlık diye bildiği mazharlardan tecellî edenin Cenâb-ı Hakk olduğunun idrâkine ermiştir. "Külli men aleyhe fânîn ve rabbike zülcelâli vel ikram" “Her şey yoktur, yalnız Rabbimin celâl yüzü bakidir” zevki ile zevkiyâbdır. Artık ne kendisi vardır,ne şeyhi vardır ne de Resulü vardır. Cenâb-ı Allah, Allahlığı ile gizlilikteki halinden, bilinmekliğini istediği için, bütün tafsilât-ı Muhammedi sıfatlarındaki aynaları yaratmış, bu Muhammed aynalarından kendini seyretmektedir. Muhammed aynalarının en kemâlâtlısı olan, şeyh diye ifade edilen Rablerden de bizleri, Hz. Muhammed'in hakîkat-i Muhammedi nurlarıyla  irşâd ve terbiye etmiştir.

Cenâb-ı Allah, Allahlığı ile gizlilikteki halinden bilinmekliğini istediği için, kendisini Muhammed aynaları olan sıfatlardan tecellîsi ile göstermiştir.Bu kemâlât sıfatları olan, şeyh ve evliya diye bildiğimiz kemâlât mazharlarından da Rabliği ile bizleri,nûr-i Muhammediyyesiyle  terbiye ve irşâd etmektedir. Bizler de,Cenâb-ı Allah’ın bu kemâlât mazharlarından açığa çıkmasının fiil ve eserlerinin şuhûd ve müşâhedesini  zevk  etmiş oluruz. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın mülkünde, O’ndan başka hiçbir varlık yoktur. Yalnız tecellî ettiği mertebe yerlerinde esmâ almak sûretiyle, açığa çıkmasından ibarettir.

Ulûhiyette Allah iken, Rubûbîyyeti olan kulluğuna tecellî ederek, Muhammed aynasından Resûllüğünü ilânetmiştir. Resûlullah efendimize Allah’ın kulu ve Resûlüdür diyoruz. O, beşeriyet yönü ile kuldur,fânidir. Bu gün var, yarın yoktur. Ama sîret yönü ile bâkidir, Resûlullah'tır.

İşte bu irşâd ve terbiye tahsilinde Âdemiyetini bulanlar, evvelâ şeyhte, sonra Resûlullah'ta fenâ olmayı ihtiyârî olarak hak kazanırlar. Resûlullah’ta fenâ olup Hakk’ta bâki olanlar da ihtiyârî olarak bu zevke sahip olurlar. Allah’ta bâki olmak, hâşâ Allah olmak değildir. Allah Allahlığını hiçbir kimseye vermez. Zaten mülkünde O’ndan başkası da yoktur.Onun için, Cenâb-ı Hakk’ın  kemâlât mazharları olan, peygamberlerinden, evliyalarından, Mürşîd-i Kâmil diye bildiğimiz Rabbü’l-Âlemîn mazharlarından irşâd ve terbiyeyi bizzat yapan Cenâb-ı Hakk’ın kendisidir. Cenâb-ı Allah, vücûd birliğindeki tecellîlerinin, bütün varlıklardaki isti’dâd ve kabiliyetlerine göre tecellî ettiğini, hiçbir zaman bu tecellî mazharlarına nisbet etmemek bizlerdeki huzur ve mutluluğu meydana getirecektir.

Allah cümle kardeşlerime bu idrâk ve müşâhedeyi nasîb etsin. Cehâlet ve nisbîyet hicâblarını yırtarak, dünya ve ukbâda bütün tafsilât-ı Muhammediyye’den tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Cemalini seyrettirsin. Âmin.

          FİL SÛRESİ VE  AÇIKLAMASI 

Peygamber efendimizin doğumundan tam 52 gün evvel, Yemen kralı Ebrehe'nin fil ordularıyla Kâbe'yi yıkmak için, Mekke şehrine gelmesini ve Cenâb-ı Hakk’ın da, ebabil kuşlarıyla onun ordusunu helâk edip, Kâbe’yi yıkılmaktan kurtardığının bir kıssasıdır. Yemen kralı Ebrehe, hacıların hac mevsiminde Kâbe’ye hacca gittiklerini görünce, Habeş kralı Neceşi’ye bir mektup yazarak“Burada senin için altın ve gümüşlerle süslü bir kilise yaptırdım. Ziyâretinizi buraya yapınız.” diye bildirdi. Habeş kralı buna itibar etmeyince, Mekke'deki Kâbe’yi yıkmağa yemin etti. Fillerden oluşan ordularıyla birlikte Mekke'ye girdiler. Otlaklardaki bütün develeri askerleri rehine aldı. Bu develerin içinde peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib’in de develeri vardı. Rehine alınan develerin sahipleri, sözcü olarak Abdülmuttalib'i Ebrehe’ye gönderdiler.Ebrehe onu karşıdan geldiğini görünce anlaşma yapmak için geldiğini zannederek, onu karşıladı ve saygı gösterdi. Fakat peygamberimizin dedesi Abdülmuttalib Ebrehe’ye anlaşmak için gelmediğini, Kâbe’nin koruyucusunun Allah olduğunu, kendisinin, develerin sahibi olarak develerini istemeye geldiğini söyledi. Ebrehe buna çok sinirlenerek develerini verdi. Fakat Kâbe'yi de yıkmağa karar verdiğini belirtti. Bir zaman sonra kırlangıç benzeri kuşlar ayaklarına ve bir de gagalarında birer nohut büyüklüğünde olmak üzere, üç taşla Ebrehe ordusuna musallat oldu. Ebrehe'nin bütün ordusu helâk oldu. Kuşların attığı taş her kime değdiyse, başından girip ayaklarından çıkmak sûretiyle onları yakarak öldürüyordu. Bu vak’adan sonra, Ebrehe ordusu Allah’ın gazâbına uğradı diye, Arapların, Harem-i Şerif olan Kâbe'ye daha fazla sevgi ve saygıları artmış oldu. Ebrehe'nin de Yemen'de yaptırmış olduğu kilise harâb oldu.Ona kimse itibar etmedi. İşte, zâhirde Peygamber Efendimizin doğumundan 52 gün evvel olan bu olaydan ibret alıp, ona göre Hakk ve hakîkat yolunda, yardımcımızın Cenâb-ı Hakk olduğu bildiriliyor.

Bu sûreden yeterli istifade etmemiz için gönül âlemine girmemiz lâzımdır. Yoksa yeterince istifade edemeyiz. Ebrehe ordusu, nefs-i emmârenin ta kendisidir. İşte nefis Ebrehesi, kalp Kâbe'sini tahrip ve istilâ etmek için,kendisine nisbet ettiği vücûd kilisesine rûhânî kuvvelerimiz olan hacıları çevirmek istiyor. Fakat akıl gibi rûhânî etkenler, yani kâmilin verdiği irfâniyetle vücûd kilisesini, yani varlığını yaktı. Bunun üzerine Ebrehe nefis, gazâb ve şehvet gibi zulmânî askerlerle,vehim şeytanı fillerle Kâbe’ye doğru yürüdü. Fakat İnsan-ı Kâmilin verdiği Tevhîd taşları olan üç taşla hepsi helâk oldu.

Kuş gök ehlidir. Onun için ef’âl,sıfat,taşlarını kuşun ayaklarında, Zât taşını da gagasında taşıyan bu kuşlar,fil kadar varlık içinde olanların varlıklarını yok etti.Cenâb-ı Allah, Resûlullah efendimizin bu vak’ayı zâhiren görmediği halde, Kur’ân-ı Kerîm’de bahsetmesi, “bilmek görmektir.” diyerek her an olup durmakta olduğunu bildiriyor. Günümüzde nefis sahipleri Ebrehe gibidirler. Her türlü yaşam ve icraatlarında gönül Kâbelerini yıkmağa çalıştıkları gibi,arkadaşlarının ve tanıdıklarının da gönül Kâbelerini yıkmak için çalışma içerisindedirler. Bunların şerlerinden kurtulmak,ancak İnsan-ı Kâmile gelip,ebabil kuşları gibi bu üç taşı alıp kullanmakla mümkün olacaktır.Nisbîyet kilisesini yıkmadan,rûhânî kuvvelerimizin icraat yapması mümkün değildir. Dikkat edilirse bu sûre beş âyetten ibarettir.Çünkü Tevhîd mertebelerinde şeriat-ı  sâni diye bildiğimiz fark mertebesi, kişinin dar'ül harbden çıkması ile mümkündür. Bütün sıfatlarımızdan rûhânî kuvvelerimizin tahakkukuyla ancak o zaman selamete çıkıldığı ile bilinmektedir. Beş âyetten gâye de, Tevhîddeki beş manevî  vücûda sahip olmakla hakikî kurtuluşun olacağı anlaşılmaktadır. Cenâb-ı Allah, hafî, rûh, nefs, kalp, sır olan manevî  vücûdu bütün kardeşlerime ihsân etsin. Âmin.

 

                  HABİL İLE KABİL



İnsanlığın babası Âdem(A.S.)’in iki oğlu vardı. Bunlar Habil ile Kabil idi. Kabil Habil’den büyüktü. Havva anamız her seferinde bir kız bir oğlan dünyaya getiriyordu. Babaları bu iki oğlan kardeşin Kabil ile ikiz doğanını Habil’e, Habil ile ikiz doğan kızı Kabil’e vermek istiyordu. Fakat Kabil buna razı olmayarak kendisiyle doğan kızı almak istiyordu. Babaları Âdem (A.S.) buna binaen ikisinin de Allah’a birer kurban kesmelerini, Allah tarafından hangisi kabul olunursa bu kızla o evlenmesini istedi.  Habil’in kurbanını Allah kabul etti ve gökyüzünden bir ateş gelip  kurbanı yedi.Kabil kendi kurbanının kabul olunmayışından etkilenerek kıskançlığından “Seni  öldüreceğim” dedi. Habil ise “Allah takva sahiplerinin kurbanını kabul eder. Sen bana elini uzatsan, ben sana elimi uzatmayacağım, çünkü ben Allah’tan korkarım” diyerek iyi niyetini sergiledi.

Kabil,Habil’i öldürdü. Kardeşini çuvala koyarak çıplak arazide kırk gün sırtında taşıdı. Sonunda bu arz üzerinde saklayacak bir yer bulamadığı için Allah Teala ona ibret olsun diye iki karga gönderdi.Kabil’in gözü önünde biri diğerini öldürdü. Toprağı eşeleyerek gömdü. Kabil “Yazıklar olsun bana şu karga kadar bile olamadım. Kardeşimin cesedini gömmekten  acizim” diyerek pişmanlık duyanlardan oldu. Onun için Maide Sûresi 32.âyette “.Her kim bir kişiyi,bir kişi karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuğu olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir adamın hayatını kurtarırsa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur." buyrulmuştur. Bu ifadelerimiz Maide Sûresinde 27’den 32’ye kadar ifade edilen âyet-i kerîmelerin özetidir.

Bizler manevî yönde bu âyetlerden neler anlamamız ve yaşantımızda Habil ile Kabil olayını nasıl icraata koymamız lâzımdır? Her şeyden evvel enfüste yani bizim vücûd ülkemizde ve âfâkta bizim dışımızdaki varlıklarda Âdem kimdir? Habil ile Kabil kimdir?Âyet-i kerîmede geçen kurban, kız kardeşler,karga gibi tabirlerin de te’vilâtı ve zevki nelerdir?Enfüste Âdem, kalb sahibi olan sensin,Kabil nefsin Habil ise rûhundur. Âfâkta Âdem kalb sahibi olan Mürşid-i Kâmildir,Habil emirlerine tâbi olan sâliktir, Kabil ise nefsine tâbi olan sâliklerdir.

Tevhîd içinde ifade etmek gerekirse Âdem yine İnsan-ı  Kâmil, Habil  zikir, râbıta ve şühûdları kullanıp zevke geçen sâlik, Kabil ise ilimle Tevhîdi bilse bile bir türlü nefsin buyruğundan kendini    kurtaramayanlardır. Bunların yanında ikiz doğan kız kardeşleri ise Habil’le doğan kız kardeşi akıl nimetiyle rûhun doğrultusunda yapılan ameller,Kabil’in ikiz kız kardeşi de "vehim"in nefsânî olan amelleridir. Âdem (A.S.) Habil’le doğan kızı Kabil’e, Kabil’le doğan kızı Habil’e vermek istiyordu. Çünkü rûh doğrultusundaki amellerle Kabil evlenirse, Kabil nefsin süflî isteklerinden mutmain olan nefs hâline dönüşecek. Habil de Kabil’le doğan kızı yani vehim amellerini eş olarak yanına alırsa, o da kendi rûh yüceliğini onda tecellî ettirecek. Her iki taraf da hidâyet bulmuş olacak.Fakat bunu Kabil anladığı için itiraz ediyor. Maide Sûresi 27.âyetinde “İkisinin de birer kurban kesmelerini, hangisinin kurbanı kabul olursa onun isteğinin olacağını” söyleniyor. Kurban kurbiyet demektir. Yani Allah’a yaklaşmaktır. Rûh insanoğlunda Rabbimin bir emri olduğu için Habil’in kurbiyeti, edep ve teslimiyetinin karşılığı olarak kabul edildi.Fakat Kabil’inki nefsin vehim mahsulü olduğu için kabul olunmadı. Olunamaz da. Çünkü Allah her fiilin fâili benim diyor.Kabil’ler de benim diyor. Bu hal Rabbinin rızasını kazandırır mı?

Kabil ziraatla uğraşır, Rabbi için verdiği her şeyde en kötü olanlardan verirmiş.

Fenâ sâliklerinin  hepsi  de ziraatçıdır. Kesbî ilimle vuslat almak için bütün mevsim mahsul kaldırmak için uğraşırlar. Bunların içinden vehbî ilme nasibi olanlar Habil gibi kurbanı kabul olanlardır. Bunun üzerine Kabil kardeşi Habil’i öldüreceğini söyledi. Kıskançlığından kardeşi Habil’i öldürdü.Yani rûh yönüyle gelen Rabbi’min emri olan, bütün fiilerin fâili Allah demekten kesti. Nefsine nisbet etti. Kırk gün çıplak arazide bitkin bir halde gezindi durdu. Çünkü rûh,akıl nimetiyle amellerini, fiilerini yapamazsa nefsi de güçsüz ve kuvvetsiz kalarak zayıflar, kendini boşlukta hisseder. O duygusu ile  Tevhîdde dördüncü mertebe zevki olan Vahdâniyyet yerine kadar fiilerin fâilini, sıfatların mevsûfunu, vücûdunun mevcûdunu kendine nisbet etmekle,onun kırk gün hamallığını yapar. İşte vehime uyan kişinin hali böyle olur.Allah ona karga göndererek, gözünün önünde öldürdüğü kargayı, toprağı eşeleyip gömdüğünü gördü. Ve yazıklar olsun bir karga kadar olmadım diye pişmanlık duydu.

İşte Allah nefs arzını eşeleyen hırs kargasını göndermiştir. Zira rûhun akıl nuruyle kemâlâta vuslatını engelleyen nefsin vehim kuvvetleri,hırs kargasını örnek alarak nefsi zulmanîye olan nefs toprağına gömdü. Fakat  çok değerli akıl nimetimi neden kullanamadım diye de pişman oldu.Onun için Maide Sûresi 32. âyette Bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir. Bir kişiyi diriltmek bütün insanları diriltmek gibidir.”  buyrulmuştur.

İnsan âlem-i kübradır. Kendi nefsini öldürürse tırnağından saç teline kadar bütün vücûd ülkesindeki kişileri de öldürmüş olur. Çünkü nefsi onun aslı idi. Nefs öldürülmemeli, terbiye edilmelidir. Bir kişi de nefsini Hakk’ın varlığıyla diriltirse bütün âlemi diriltmiş olacaktır.

Günümüzde bütün Kabiller mutsuz ve iki yakaları bir araya gelmeyen zevksiz kişilerdir. Allah’ın yasak ettiği bütün musibetler onlardan zuhûr eder. Habiller de kurbiyet sahibi oldukları için dâima Allah’ın rızasını kazanmış, vücûd ülkelerinde rûhu padişah yapmış saadet içinde bulunanlardır. Zâten İnsan-ı  Kâmillerin de bizlere önerdiği yol olan Allah yolunda yok olmayı başarabilirsek, Habil’in karşılığı olarak Âdem (A.S.)’e  veled-i kalb zevki olan  Şit (A.S.) ihsân edilecektir.

 

               HAC VE UMRE RİSÂLESİ



‘Hac’kelimesinin anlamı ‘ziyaret’tir. Kur’ân-ı Kerîm Âl-i İmrân Sûresi 97.âyette “Orada açık alâmetlerle İbrahim’in makâmı vardır. Kim oraya girerse taarruzdan emîn olur. Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten herkese Kâbe’yi haccetmesi Allah’ın kulları üzerinde hakkıdır. Kim inkâr ederse bilsin ki Allah âlemlerden müstağnidir.” ve yine Kur’ân-ı Kerîm Hac Sûresi  27.âyette “Bütün insanlara haccı ilân et. Gerek yaya olarak gerekse bineklerle senin huzuruna gelsinler.” buyrulmaktadır. Peygamber  Efendimiz de “Ey insanlar üzerinize hac farz kılınmıştır. O halde haccediniz” buyurmuşlardır. Haccın üç farzı vardır. Bunlar:

1-İhrâma girmek, 2-Arafat’ta vakfeye durmak, 3-Kâbe’yi tavâf etmektir.

1 - İhrâma girmek:

Zâhirde her ne kadar Kâbe’ye giden bir mü’min mîkât denilen yerde dikişsiz iki parçadan ibaret olan elbise giymesi gerekli ise de, Allah’ın Zâtını remzeden o Kâbe’ye varmadan kendisine nisbet ettiği ef’âlini, sıfatını ve Zâtını ifnâ ederek“ Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni’mete vel-mülke lâ şerîke leke” “Buyur Allah’ım, buyur çağrına koşup geldim. Buyur. Ortağın yoktur Sen’in. Buyur. Hamd Sana’dır. Nimet Sen’indir. Ortağın yoktur Sen’in. ”telbiyesi ile tecellî-i ef’âli, tecellî-i sıfatı,t ecellî-i Zâtını görmesini  istemesinden ibârettir. Kesif olan kulun kesâfetinden fenâ olmadan Hakk’a şühûd ve müşâhedesi mümkün olmaz. Ayrıca, bir kişi zâhir olan icraatının bâtınını bilmeden veya bâtınını bilip de zâhirini yapmadan, sîretin sûretten tecellîsini Tevhîd yaparak yaşamadığı için, Allah’ın murâdı olan hac farzını yapmış olamaz. İşte,fenâ-i ef’al, fenâ-i sıfat, fenâ-i Zât nisbiyetlerinden soyunmayı zevk ederek tecellî-i ef’al, tecellî-i sıfat ve tecellî-i Zâtı idrâk edenler, Zâtı Ahadiyyet olan o Kâbe’yi şühûd ve müşahede edebilirler. Onun için bu şühûd ve müşahede bir Mürşîdsiz olamayacağı için Mürşîde gitmek vâcibdir denmiştir. Şu halde ihrâma girmek kişinin kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok etmesi demektir.Kendi varlığı yok olan bir kişi ihtiyârî bir ölüm hâlinde olduğu için;



Meyyit gibidir önünde cismim

Karşında göründü böyle resmim

İhrâm tenimde bir kefendir

Altındaki bir ölü bedendir

Ama bu bedende can senindir

Can mı yalnız cihan senindir.

 diyerek gönül tecellîlerini dillendirir.

 

2-Arafat’ta vakfeye durmak:

Arafat demek,Hakk’a ârifiyet demektir.Kendi varlığını Hakk’ın varlığında yok edenler, kesâfet olan zanlarındaki o vücûdlarını ifnâ ettikleri için, Hakk’ı zâhir halkı bâtın olarak görmeye başlarlar. Orası Hakk’a ârifiyet yeridir. Bakara Sûresi 115.âyette “Doğu ve batı Cenâb-ı Allah’ındır. Hangi tarafa yönelirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” buyrulmuştur. Kesret kalabalık her ne kadar halk ise de onların hepsinden tecellî eden Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyetidir.Cenâb-ı Hakk’ın Vahdâniyyet örtüsünü zevk edenler halkı göremezler. Zira halk dediğimiz kesret butûna geçmiştir.Yani kişinin Hakk’a ârif olmasıdır. Arafat’ta vakfe nasıl ayakta Kâbe’ye doğru dönerek dua etmekse bu vücûd ülkesinde Rûhullah olan bir kişinin tırnağından saç teline kadar bütün sıfatlarından rûhun ilânıdır. Onun için ‘Arafat’ta yapılan dualar anında kabul edilir.’ buyrulmuştur. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın kendisinin yaptığı dua elbette reddolunmaz. Bütün tafsilât-ı Muhammediyyeden tecellî eden Allah’ın  Vahdâniyyetidir.Ayrıca Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Hazretleri ‘Enallah’ diyen ikidir. Biri ‘Enallah’ ifâdesinde Allah ismidir. Biri dahi İnsan-ı Kâmildir. İnsan-ı Kâmili bulup onun gönlüne girenler, Harem-i Şerîf’e girmişlerdir. Girmeyenler dışarıda kalmışlardır.Onun için “Fedhûli fî ibâdi fedhuli cenneti” âyeti bunun şahididir. Bunu idrâk ettinse Arafat’ta vakfenin ne demek olduğunu anlamışsın demektir.



3 - Kâbe’yi tavâf etmek:

Zâhirde nasıl taştan yapılmış Allah’ın Zâtını remzeden Kâbe’yi üçü çalımlı dördü de sâkin olarak etrafında dönerek tavâf ediyorsak aynen onun gibi bir sâlik de Mürşid-i Kâmilinde üç fenâ, dört bekâ merâtibini tahsil ederek yeryüzünde Allah’ın Zâtını remzeden canlı Kâbe durumundaki İnsan-ı  Kâmilleri tavâf etmeleridir. Çünkü bu ilim ve irfâniyeti başka hiçbir yerde elde etmek mümkün değildir. İbrahim Hakkı Hazretlerinin hocası Fakrullah Efendi bir gün hüccâcın önüne geçip nereye gittiklerini sormuş. Onlar da hacca gittiklerini söylemişler. Onlara cevaben“Gelin beni yedi defa tavâf edin sizleri hacc-ı ekber yâni büyük hacı edeyim.” demiştir. Yâni beni tavâf edin demekten gâye onun etrafını dönmek değil, onda yedi merâtib-i İlâhînin tahsil edilmesidir.Çünkü “Kâbe, Kâbe olalı Allah hiçbir zaman oraya girmedi. Fakat bu fakîrin gönlünden de hiçbir zaman çıkmadı” buyurmuşlardır. Onun için tavâf Hacer-ül Esved köşesinden başlar.Zira Kâbe’nin dört köşesi vardır:



1 - Hacer-ül Esved köşesi

2 - Irakî köşesi

3 - Şâmî köşesi

4 - Yemânî köşe

Cenâb-ı Hakk’ın Zâtı Ahadiyyet tecellîsi, Rahman olan sıfatından zâhir olduğu için ister Kâbe’deki tavâfa, Hacer-ül Esved köşesinden veya kâinattaki Allah’ın halîfesi Rahman olan,İnsan-ı Kâmil sıfatından tavâfa başlarız. İnsan-ı Kâmiller kâinatta Allah’ın hüviyyet ve eniyyetini cem ederek kemâlâtıyla zuhûra getirdikleri için tavâf oradan başlar. Onların elini öpmek de Hacer-ül Esvedi öpmek demektir.El ele,el Hakk’adır. Yoksa taş şahîdlik yapamaz onun remzettiği ancak şahîdlik yapabilir. Kur’ân-ı Kerîm Araf Sûresi 172.âyet “Ben sizin Rabbiniz değil miyim? diye buyrulduğu vakit onlar da‘ Evet sen bizim Rabbimizsin şahîd olduk demişlerdi”sözüne binâen evvelâ Hacer-ül Esved’i  istîlâm ederek ilm-i ezelîyyetimiz olan ervâh âleminde sizi ziyâret edeceğime söz vermiştim. İşte sözümde durarak ziyâretinize gelip sizi tavâf ediyorum şahîd ol diyerek “Bismillâhî Allahü Ekber”le tavâfa başlarız. İnsan-ı Kâmille de sâliklerin elestü bezmi olan diz dize telkîn aldığı andaki verdiği sözle Mürşidindeki merâtîb-i İlâhiyye tahsiline başlaması aynıdır. Bir kişinin  nefs-i emmâre yırtıcı hayvan sıfat olan şeytânî hâlinden,sakinleşmiş hayvan sıfatına, oradan da melekleşmiş mutmain hâli olan Yemânî köşesine kadar “Subhanallahu velhamdülüllahi velâ ilahe illalahu Allahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâbillahil aziym” tesbih zikriyle şeytânî, nefsânî ve melekî tecellîleri geçer.

Yemânî köşesi ile Hacer-ül Esved köşesi arasında mutmain olmuş nefsin kemâlât hâline dönesiye kadar iki köşe arasında da“Rabbena atina fiddünya haseneten vefil âhireti haseneten vegina azabennar.” “Ey Rabbimiz,bize dünyada iyi hâl ver, âhirette de merhamet ihsân et ve bizi Cehennem azâbından koru” “Rabbena firliğ veli valideyye velil mü’mînine yevme yekümul hisâb” “Ey Rabbim, annemi babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde mağfiret et.”tesbihâtıyle tavâflarını yaparak Cenâb-Hakk’ın Rahman olan kemâlât sıfatını elde etmiş olur. Üçünü koşarak ve çalımlı dördü de sâkin olarak tavâf yapılır. Her tavâfın şahîdliği için Hacer-ül Esved taşına istîlâm edilir. ister vücûd ülkesindeki üç bâtın olan hayat,ilim,irâde sıfatlarını zâhire çıkarmak için acele et,isterse ikilik olan nisbîyyet hâlinden bir an evvel kurtulmak için ef’alini, sıfatı, Zâtını ifnâ et. Çünkü bunları fiillerinle zâhir olarak yaşayamazsan tavâf etmiş olamazsın. Dördü de sâkin olarak yapılır. Duymak, görmek, kelâm ve kudreti zâhir olarak kendinde fiillerinle yaşamak demektir. Nasıl Kâbe’de bu şekilde dönülüyorsa gönül Kâbe’sinde de mutmain olmuş sıfatlar olarak, Cenâb-Hakk’ın Rahmaniyyetine mazhar olmak demektir. Sîretin sûretten zuhûru ile hem Fenâfillahı, hem de Bekâbillahı zevk ederek yaşayanlar hac farzını yapmışlardır. Niyazi-i Mısrî Hazretleri “Savm u salât hac ile sanma  zâhid biter işin İnsan-ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş.” sözü ile bu sırrı ifşâ etmişlerdir. Kâbe’de nasıl dört köşe varsa insanın gönül Kâbe’sinde de dört köşenin tecellîleri vardır:

1 - Şeytânî tecellîler

2 - Nefsânî tecellîler

3 - Melekî tecellîler

4 - Rahmanî tecellîlerdir.

Gönül Kâbe’sinin, Hannan (Hak)(çok merhametli), Mennan (Muhammed)(ihsânı bol),Deyyan (Herkesin hakkını ve hesâbını en iyi bilen, veren), Subhan (Yarattıklarına benzemekten münezzeh olan Allah) köşelerinin idrâkini geçmeden Fenâfillah olup Bekâbillah zevkleriyle zevkiyâb olamaz. Hacer-ül Esved taşı Mürşîd-i Kâmilin sağ elidir. Onu kim öperse Cenâb-ı Hakk’ın elini öpmüş gibi olur. İşte İnsan-ı Kâmiller de yeryüzünde Allah’ın halîfeleridir. Onların ellerini öpmek Cenâb-Hakk’ın elini öpmek demektir. Onun için tahsil ve Kâbe’deki tavâfa oradan başlanır. Onun için hac ibâdeti de bir kişinin kendi insan-ı asliyyesini bulmasıdır. Tavâftan sonra İbrahim makamında iki rek’at şükranî namaz kılmak,dua etmek ve zemzem suyunu da ayakta üç yudum hâlinde “Allah’ım Senden faydalı ilim, geniş rızık, kabul edilmiş amel ve her hastalıktan şifâ diliyorum.”diye dua etmek güzel olur. Zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerin iki dudaklarının arasından gönül Tûr-i Sina'sından tecellîsi olan ilm-i ledünü remzetmektedir. Cenâb-Hakk’ın Vahdet tecellîlerini, kesret olan Hakk’ın kemâlât  sıfatlarında Tevhîd yaparak Allah’ın Muhammed’le nasıl seviştiğini görenler mutluluk içinde kulluklarını, acziyet ve muhtaç oluşlarını dillendireceklerdir. Bize bu idrâk ve zevkleri ihsân ettiğin için teşekkürlerini dua halinde arz edeceklerdir. Zira İbrahim makamı emîn beldedir. Ayrıca haccın Safa ile Merve arasında sa’y yapmak, Mina’da şeytan taşlamak, Müzdelife’de vakfeye durmak,saçları traş etmek, vedâ tavâfı yapmak gibi  vacîbleri de vardır.

Safa ile Merve  arasında yedi defa üçü koşarak dördü sakin olmak üzere sa’y yapmak kişinin ikilik hâli olan Fenâ mertebelerinde celâl tecellîler kişiyi huzursuz ve mutsuz yapar. Bunlardan bir an evvel kurtulmak için,Kâbe’de koşmak,İnsan-ı Kâmil tahsilinde de cehaletten,nisbîyyetten ve şirklerden bir an evvel kurtulmak lâzımdır.Yâni ikilikten kurtulmak için çok çalışmak gereklidir.Dördü ise sâkindir.Zira kula nisbîyyet kalmadığı için Bekâ mertebelerinde de sâkin sâkin Hakk’ın her an ayrı tecellîlerinin zevki vardır.Merve demek kulluk demektir.Safa demek ise selâmete çıkmak demektir. Bizler de kulluktan yâni ikilikten yedi sa’y sonunda selâmete çıkanlardan olmuş oluyoruz. Sa’y Safa tepesinde bitince hiçbir gayrîyyet kalmadığı idrâki olan traş olunarak ihrâmdan çıkılır.  

Ayakta zemzem suyunu içme sırrı:Zemzem suyu İnsan-ı Kâmillerden tahsil edilen ilm-i ledün diye vasıflandırdığımız sır ilimleri, esrâr ilimlerini remzeder. Çünkü İnsan-ı Kâmiller Tûbâ ağacıdırlar. Onların kökleri arş-ı âlâda, dal ve meyveleri yerdedir. Onlar ilhamlarıyla ledün ilmini bizlere bardak bardak sunmaktadırlar. Bu zemzem suyunu da onlardan başka hiçbir yerde ve kitaplarda taze taze bulmak mümkün değildir. Onların bu ilm-i ledünü kelâm fiili ile zuhûra geldiği için ayakta içilmektedir.Zira kıyâmda durmak da Hakk’ın fiilleri ile açığa çıkışını remzetmektedir.



Yüklə 2,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin