El-esmâul-hüSNÂ


Esma-i Hüsna'yı Saymanın Mertebeleri



Yüklə 2,56 Mb.
səhifə11/81
tarix03.01.2019
ölçüsü2,56 Mb.
#89394
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   81

Esma-i Hüsna'yı Saymanın Mertebeleri

Bu bölüm, Allah Teâlâ'nın güzel isimlerini saymanın mertebelerini açaklamaktadır. Kim bu isimleri sayarsa cennete girer. Bu, mutluluğun istinadgâhı (dayanağı), kurtuluş ve felahın eksenidir.



Birinci mertebe: Bu isimlerin lafızlarını bir bir saymaktır.

İkinci mertebe: Delâlet ettiği mânâları kavramaktır.

Üçüncü mertebe: Bu isimlerle Allah'a dua etmektir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Allah'ın güzel isimleri vardır. Onlarla O'na dua edin."148

Bu üçüncüsü de iki mertebedir:



Birincisi: Övgü ve ibadettir.

İkincisi: İstekte bulunmaktır. Allah Teâlâ'ya ancak güzel isimleri ve yüce sıfatlarıyla övgüde bulunulabilinir. Yine ancak bu isim ve sıfatlarla O'ndan birşeyler istenebilir.

"Ya Mevcûd! Ya Şeyh veya Ya Zât bana merhamet et!" denilmez. Bilakis her istek, o isteğe uygun ve münasip olan bir isimle istenilir. İsteyici O'na bu isimle tevessül eder. Peygamberlerin, özellikle son peygamberin duaları üzerinde düşünen bir kimse onların hepsinin bu kaideye uygun olduğunu görür. Bu ifade "Allah'ın isimleriyle ahlâklanılır" ibaresinden evladır. Çünkü böyle demek doğru değildir ve Allah'ı güçlerince mahlukata benzetmek isteyen filozofların görüşüdür. Ebu'l-Hakem İbn Burhan'ın ifadesi ondan daha güzeldir. Onun ibaresi teabbud ifade eder. Ondan daha güzeli ise Kur'an'a uygun olanıdır ki hem ibadeti hem talebi ihtiva eden dua Kur'an'ın öğrettiği şekilde yapılan duadır. Duanın mertebeleri dörttür. Bunların en kötüsü teşbih ifade eden filozofların ibaresidir. Allah'ın isimleriyle ahlâklanma, bundan daha güzeldir. Ondan güzeli ise ibadettir. Hepsinden güzeli ise duadır. O da Kur'an lafzıdır. 149


Esma-i Hüsnâ Sayı İle Sınırlanamaz

Esmâ-i Hüsnâ sayı ile sınırlanamaz. Allah Teâlâ'nın gayb bilgisinde kendisi için seçtiği ve hiçbir melek ve peygamberin dahi bilmediği isimleri ve sıfatları vardır. Nitekim hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştu:



"Ya Rabbi, sana senin isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki sen Zât-ı Bâri'ni onlardan herbiriyle anmışsındır. Yahut kitaplarında inzal buyurmuşsundur. Yahut bir Peygamberine öğretmişsindir. Yahut ezelî olan gayb ilminde kendin için seçmişsindir." 150

Allah Teâlâ isimlerini üç kısma ayırmıştır: Bir bölümü, kendisini isimlendirdiği, meleklerinden veya başkalarından dilediğine açıkladığı ve kitabında bildirmediği isimleridir. Bir bölümü kendi ezeli gayb bilgisi içerisinde saklı tutulmayı tercih ettiği ve hiç kimseye açıklamadığı isimleridir. Bir bölümü de kitabında indirdiği

kullarına bildirdiği isimleridir.

Hadiste O'nun kendisine sakladığı isimler için "İste'serte" tabiri geçer. Bunun anlamı "sen o isimleri bilmede teksin" demektir. Yoksa "O isimlerle isimlendirümede teksin" anlamında değildir. Çünkü bu husus zaten O'nun kitapta bildirdiği isimler hakkında sabittir. Şefaat hadisindeki şu ifade de bu anlamı ihtiva eder:



"O gün bana Allah'ı övgü kapılarından öyleleri açılacak ki ben şimdiye kadar orada yapacağım övgüleri (burada) o güzellikte yapamadım." 151 Şefaat hadisinde sözü edilen bu övgüler, O'nun isim ve sıfatlarını ihtiva eder. Şu hadis de bu mânâyı ifade eder:

"Ben senin övgünü hakkıyla yapamam. Sen kendini övdüğün gibisin." 152

"Allah'ın, kim hakkıyla sayarsa cennete gireceği doksan dokuz ismi vardır" 153 hadisine gelince bu söz tek bir cümledir. "Kim onları hakkıyla sayara cennete girer" sözü kendisinden önceki bölümün sıfatıdır, yoksa müstakil bir haber cümlesi değildir. Anlamı "Allah'ın müteaddit isimleri vardır ki bu isimlerin özelliği onları sayanların cennete girmesine sebep olmasıdır." Bu hadis, Allah'ın bunlardan başka isimlerinin de olmasına aykırı değildir. Bu şuna benzer: "Filan adamın cihad için hazırladığı yüz tane kölesi vardır" dediğin zaman bu söz onun cihaddan başka maksatlar için hazırladığı diğer kölelerinin olmadığı anlamına gelmez. Bu, ulemanın ihtilaf etmedikleri bir konudur. 154

İlmî Araştırmalar, Fetva, Davet ve İrşad Daimî Komisyonunun Esma-i Hüsna Hakkındaki Fetvası

Fetva no: 11865

Tarih: 30/3/1409

Hamd Allah'adır. Salât ve selâm O'nun Rasûlüne âline ve ashabınadır.

İlmi Araştırmalar ve Fetva Dâimi Komisyonu, Dr. Mervan İbrahim el-'Iyş'den sayın genel başkana yönelik 169 no'lu ve 8/1/1409 hicri tarihli, aşağıdaki sorulara muhatap olmuştur. Komisyon bunlara aşağıdaki şekilde cevap vermiştir.

Soru: 1. Kitap ve Sünnette vârid olan zâti sıfatların her birinin, geçtiği bütün naslarda tek bir anlamı mı vardır, yoksa her bir bağlamda ayrı ayrı özel anlamları mı vardır. Aşağıdaki zâti sıfatların geçtikleri nasslarda hangi anlama geldikleri konusunda bize doyurucu bilgi verileceğini ümid ediyoruz.

A- Yed/el kelimesinden aşağıdaki nasslarda hangi anlamlar kastedilmektedir:

"De ki: Eğer biliyorsanız söyleyin, her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan kimdir?"155

"De ki: lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir." 156

"Allah'ın eli cemaatle beraberdir." hadisi,

"Allah'ın eli cemaatin üzerindedir."hadisi,

"Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir." 157

Ve el kelimesinin çoğul olarak kullanıldığı -bi eydin şeklinde geçtiği- âyetteki anlamı nedir. 158



B- Ayın/göz kelimesiyle aşağıdaki âyetlerde hangi anlamlar kastedilmektedir:

"Gözlerimizin önünde gemiyi yap." 159

"Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin" 160

"(Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde (gözümün önünde) yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim."161

Allah Teâlâ'nın iki gözü olduğunun delili nedir?



C- Vech/yüz kelimesiyle aşağıdaki nasslarda ne kastedilmektedir:

"Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır." 162



"Yapacağınız hayırları ancak Allah rızası (Alla'ın vechi) için yaparsınız." 163

"Biz sizi Allah rızası için (Allah'ın vechi için) doyuruyoruz." 164

"Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı (vechi) baki kalacak." 165

Daha fazla yararlı bilgiye ulaşmak için, bu sorulara verilecek cevabın, müracaat edeceğimiz kaynakları da ihtiva etmiş olması faydalı olacaktır.



Cevap:

A1- 1. Sorunun A şıkkında zikredilen nasslardaki "yed" kelimesiyle hepsinde tek bir anlam kastedilmektedir. O da Allah Teâlâ'nın gerçekten elinin olduğudur. Ancak O'nun elinin bulunması sıfatı O'nun şanına lâyık, yaratıkların eline benzemeyen ve ta'tile ve tahrife imkan vermeyecek kadar açık bir anlam ifade eder. Nitekim Allah Teâlâ'nın zâtının olması da hakiki bir anlam ifade eder. Ancak O'nun zâtı kulların zâtına benzemez, sıfatları da onların sıfatlarına benzemez. Allah'ın elinin, iki elinin veya ellerinin olduğuna dair bu nassları teyid eden daha pek çok nass varid olmuştur. Bunların keyfiyetini Allah'a havale ederek hepsine olduğu gibi inanmak icab eder. Kitap ve Sünnetin nasslarıyla amel etmenin ve müctehid imamların yoluna uymanın gereği budur.

"Ve's-Semâe beneynâ hâ bi eydin..." âyetindeki "eyd" kelimesine gelince bu "âde-yeidü-eyd" fiilinin masdarıdır ve "kuvvet" anlamına gelir. Ayetin meali:



"Göğü gücümüzle Biz kurduk. Şüphesiz biz geniş kudret sahibiyiz"166 şeklindedir. Bu fiil şeddeli olduğu zaman "eyyedehu-te'yiden" şekline gelir ve anlamı "kuvvetlendirmek" olur. Yoksa el anlamındaki "yed" kelimesinin çoğulu değildir. Ve bu kelime, yani "eyd" kelimesi Allah'ın tartışma konusu yapılan sıfatlarından değildir. Çünkü Allah Teâlâ'nın kuvvet sıfatına sahip oluşu hiçbir zaman tartışma konusu olmamıştır.

Bu nasslardaki cümlelerin anlamlarına gelince, bunlar kendi bağlamlarında ve taşıdıkları ipuçlarına göre çeşitli anlamlara sahiptirler. Mesela:

"De ki, herşeyin melekûtu kendisinin elinde olan kimdir?" âyeti, her şeyin mülkiyet ve yönetimini kendi üzerine alması cihetiyle ve bu âyetin öncesi ve sonrasının ifade ettiği anlam cihetiyle Allah Teâlâ'nın kudretinin mükemmelliğine delâlet eder. "De ki, lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir" âyeti iyilik yapmak ve nimet vermenin sadece Allah'a mahsus olduğuna delâlet eder. "Allah'ın eli, cemaatin üzerindedir" hadisiyle birlik ve dayanışmayı teşvik ve birlik ve dayanışma içinde bulunmaları,. Allah'ın koruyup gözeteceğine, hak ölçüsünde bir araya geldikleri zaman Allah'ın onları destekleyip yardım edeceğine dair va'di olduğu kasdedilmektedir. "Allah'ın eli onların elinin üzerindedir" âyetiyle de onların Rasûlullah'a yaptıkları biati, Allah'a yapılmış biat gibi sayarak bu biati sağlamlaştırmaktır. Bu, Allah'a, O'nun şânına lâyık şekilde hakiki manada el izafesine mani değildir. Nitekim bu, Rasûlullah'la (s.a.v.) biat edenlere de onlara uygun bir şekilde hakiki mânâda eller izafe edilmesine de mani değildir. 167

B1- Sorunun B şıkkında zikri geçen nasslardaki ayın/göz kelimesiyle Allah'ın hakiki manada gözünün olduğu kastedilmektedir. Ancak O'nun gözünün olması sıfatı, O'nun şanına lâyık, yaratıkların gözünün olmasına benzemeyen ve arapçada bilinen anlamın dışına çıkarılamıyacak bir anlamı ifade eder. Sözün akışı, bu kelimeleri kendi müsemmalarından/ifade ettikleri nesnelerden uzaklaştırıp başka bir anlamı ifade etmelerini gerektirecek bir etkiye sahip değildir. Sözün akışı içinde bu kelimelerle cümle içinde ne kastedildiğine gelince; birinci örnekte Cenab-ı Hak, Nuh'a (a.s.) kendi gözetiminde ve himayesinde bir gemi yapmasını emretmektedir, ikinci âyette Hz. Muhammed'e (s.a.v.) kavminin eza ve cefasına karşı, Allah aralarında adaletle hükmedinceye kadar sabretmesini emretmektedir. Bununla beraber o, yine de Allah'ın gözetimi ve himayesi altındadır. Üçüncü âyette Cenab-ı Hak, Hz. Musa'ya daha önce bir defa daha iyilik yaptığını haber vermektedir. Çünkü Allah Tealâ Hz. Musa'nın annesine oğlunu Allah'ın himayesi ve gözetiminde güzel bir şekilde terbiye etmesini emretmişti. Bu, Ona Allah'ın bir lütfü idi. Söz konusu nasslardaki "bia'yûnina" kelimesi çoğul kalıbında olmakla beraber Allah Teâlâ'nın iki gözünün olduğuna delâlet eder. Çünkü ayneyn/iki göz kelimesi çoğul zamiriyle tamlama yapıldığı zaman çoğul hale getirilir ve a'yünina/bizim gözlerimiz, şeklini alır. Nitekim "kalb" kelimesinin tesniyesi de böyledir ve çoğul zamiriyle bu kelime arasında tamlama yapıldığı zaman kalb kelimesi çoğul hale getirilir ve "kalbeynina" denilmeyip "kulûbuna" denilir. 168 Allah Teâlâ'nın iki gözü olduğuna Rasûlullah'dan (s.a.v.) rivayet edilen Deccal'le ilgili şu hadiste delalet eder:

"Şüphesiz ki, Deccal şaşı gözlüdür. Allah ise şaşı değildir." 169

Ehli sünnet bununla Allah Teâlâ'nın gözlerinin olduğuna delil getirmiştir. 170

C1- Sorunun C şıkkında birinci cümlede yer alan Vechallah/Allah'ın yüzü ibaresiyle, Mücahid ve İmam Şafii'nin bildirdiğine göre "Allah'ın kıblesi" kastolunmaktadır. Çünkü bir sözün her yerde cümlenin akışına ve karinelere göre delâlet ettiği anlamı vardır. Cümlenin akışı ve karineler, bu cümledeki "vech" kelimesiyle "kıble"nin kastedildiğini göstermektedir. Bu cümlenin ayetteki akışı şöyledir:

"Doğu da Allah'ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın vechi/kıblesi orasıdır." 171

Bu ayet tıpkı şu âyet gibidir:

"Herkesin yöneldiği bir veche/yön vardır." 172

O halde bu âyet, üzerinde tartışma yapılan sıfatlara ait âyetlerden değildir. Sorudaki diğer cümlelerde geçen "vech" kelimesine gelince, bunlarla hakiki anlamıyla Allah'a ait ve O'nun şanına layık bir vech/yüz sıfatının olduğu anlaşılır. Çünkü başka bir anlamı gerektirecek herhangi bir sebep bulunmadıkça kelimelerde esas olan hakikat anlamıdır, O'nun yüzünü yaratıkların yüzüne benzetmeye de gerek yoktur. Çünkü her yüzün kendisine mahsus ve kendisine uygun özellikleri vardır. 173

Soru: 2A- İnsanların Allah'ın isimleriyle isimlendirilmelerinin haram oluşunun delili nedir? Eğer mubah ise bunun belirli kayıtları var mıdır? Ben sıfatları değil isimleri kastediyorum. Çünkü yaratıkların yaratıcının sıfatlarıyla nitelendirilmelerinin caiz olduğu malumdur.

2B- Allah'ın Kitabında bunun pek çok örneği vardır. Benim sorduğum, isimlendirmenin hükmüdür, sıfatlandırmanın değil. Bu konuyu aydınlatıcı kaideleri açıklayabilir misiniz?

Cevap:

2A- İsim ile sıfat arasındaki fark: İsim, zâta ve o zâttan ayrılmayan sıfatlara delâlet eder. Sıfatlar ise onların varlığı tamamen zâta bağlıdır ve o zâtı diğerlerinden ayırdedici manaları vardır. Bu manalar yâ ilim ve kudret gibi zâtın bizzat kendisiyle ilgilidir veya yaratmak, rızık vermek, diriltmek ve öldürmek gibi o zâtın fiilleriyle ilgilidir.

2B- Allah'ın kendisini vasıflandırdığı şeylerle mahlûk da vasıflandırılabildiği gibi, Allah'ın kendisini isimlendirdiği şeylerle mahluk da isimlendirilebilir. Fakat bu isimlendirmede herkesin kendisine uygun ve Onu diğerlerinden ayırdedici özellikleri taşıdığının kabulü gerekir. Böylece, her ne kadar lafzın kûllî anlamında ve ifade edilişinde bir müştereklik olsa da, mahlûkatın yaratıcılarına, yaratıcının da mahlûkâta benzetilmesi durumu ortaya çıkmamış olur. Çünkü kûllî mânâ sadece zihinde olan bir manadır, onun hariçte bir varlığı yoktur.

Meselâ Allah Teâlâ kendisini el-Hayy/diri diye isimlendirmiştir:

"Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; o, hayydir, kayyûmdur." 174

Bu ismi kullarına da vermiştir:

"O, ölüden diriyi çıkarır."175

Fakat birinci ayetteki "hayy", ikinci ayetteki "hayy" gibi değildir. Bilâkis her birinin hâriçte kendisine mahsus ifade ettiği bir anlamı vardır. Allah Teâlâ kendisini "Alîm" ve "Halım" diye isimlendirdiği gibi Hz. İbrahim'in iki oğlundan birisini "halîm" diğerini de "âlîm" diye isimlendirdi. Bundan Allah ile onlar arasında bir benzerlik olduğu anlamının çıkartılması gerekmez. Çünkü, mutlak isimlendirmede ve telaffuzda bir müştereklik olsa bile, bu isimle isimlendirilen herkesin kendisine mahsus ve zihnin dışında birini diğerinden ayırdedici özellikleri vardır. Yine Allah Teâlâ hem kendisini 176hem de bazı yaratıklarını 177 semi/işitici ve basîr/görücü, gören diye isimlendirmiştir. Bu da O'nunla yaratıkları arasında bir benzerliği gerektirmez. Çünkü diğer misallerde de görüldüğü gibi her birinin kendisine mahsus ve birini diğerinden ayırdedici özellikleri vardır. Yine bu örneklerden birisi de Allah Teâlâ'nın hem kendisini hem de bazı kullarını ilimle vasıflandırmasıdır:

"Onun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler."178

"Size ancak az bir ilim verilmiştir."179

Bir başka örnek, Allah Teâlâ'nın hem kendisini hem de bazı kullarını kuvvet sahibi olmakla vasıflandırmasıdır:

"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır."180

"Sizi güçsüz yaratan sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, Allah'tır." 181

Her ne kadar telaffuzlarında ve kûllî anlamlarında müştereklik olsa da birinci ayetteki kuvvet, ikinci ayetteki kuvvet gibi değildir. Fakat her birinin kendisine mahsus ve kendisine uygun başka özellikleri vardır. 182



Soru: 3- İnsanların yaratıcının isimleriyle isimlendirilmelerinin haramlığına delil olarak getirilen şeyler sahih midir?

A- "Allah" özel ismini mahrukata vermek yasak olduğuna göre, yaratıcının diğer isimlerini de mahlûkata vermek aynı şekilde haram olmaz mı? Çünkü Allah Teâlâ'nın isimlerini birbirinden farklı görmenin bir sebebi yoktur.

B- Dilde bilinen bir kaidedir ki harfi cerle mecrûru marifeden önce gelirse kasr ifade eder. Bu kaideye göre "ve lillâhi'1-esmâü'l-hüsna/en güzel isimler Allah'ındır" âyeti güzel isimlerin sadece Allah'a ait olduğunu ve mahlûkatın bunlarla isimlendirilmesinin caiz olmadığını ifade eder. Bu söz, delil olarak geçerli midir?

Cevap: 3- Allah Teâlâ'nın isimlerinden "Allah" lafzı gibi şahıs özel ismi olanlarını başkalarına isim olarak vermek mümkün değildir. Çünkü onun muayyen/belirli bir müsemması/isimlendirileni vardır ve bu müsemma başka birisiyle ortaklığı kabul etmez. Bunun gibi müşterekliği kabul etmeyen başka isimler de vardır. Meselâ el-Hâlık ve el-Bâri' gibi isimler bunlardandır. el-Hâlık, geçmişte bir örneği olmaksızın bir şeyi icâd eden yaratan demektir. el-Bâri' ise bir şeyi ayıpsız ve kusursuz olarak yaratan demektir. Bu özellikler sadece Allah Teâlâ'da vardır. O halde Allah'dan başkasına bu isimler verilemez. Ancak bazı isim ve sıfatlar vardır ki bunların kûllî anlamlarını bu isim alan fertler farklı ölçülerde taşırlar. Melik, Aziz, Cebbar ve Mütekebbir gibi isimler böyledir. Allah'tan başkalarına bu isimlerin verilmesi caizdir. Allah Teâlâ bu tür isimlerle hem kendini, hem de bazı kullarını isimlendirmiştir. Yûsuf sûresi 30 ve 51. Ayetlerinde "Azizin karısı" ifadeleri geçer. Gâfir Sûresi 35. âyette: "Allah her mütekebbir (büyüklük taslayan) ve cebbarın (zorbanın) kalbini işte böyle mühürler" buyurur. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aynı ismi taşımaları aralarında bir benzerlik veya denklik bulunmasını gerektirmez. Çünkü herbirini diğerlerinden ayıran kendilerine mahsus özellikleri ve alametleri vardır.

Böylece Cenab-ı Hakkı "Allah" ismiyle isimlendirmekle, O'nu, kûllî anlamları olup başka fertlerin de bu anlamlardan pay alabildikleri diğer isimlerle isimlendirmek arasındaki fark anlaşılmış oldu. Bunlar lafzatullah'a/Allah ismine kıyas edilemezler.



"Ve lillahi'1-Esmâi'l-Hüsna/En güzel isimler Allah'a mahsustur" ayetine gelince bu ayetle, güzelliğin en mükemmelinin sadece Allah'ın isimlerine ait olduğu murad edilir. Çünkü "el-hüsna" kelimesi ismi tafdildir ve "el-esma" kelimesinin sıfatıdır. Ayet, bu isimlerin yalın haliyle sadece Allah'a ait olduğunu ifade eder. Nitekim "Pek zengin ve çok övülmeye lâyık olan sadece Allah'tır"183 ayetinde de zenginlik ve övgüye liyâkatin kemalinin/en mükemmel şeklinin, sadece Allah'a ait olduğu kastedilmektedir. Yoksa isim olarak bunların sadece Allah'a ait olduğu kastedilmemiştir. Çünkü Allah'tan başkalarına da ğaniy/zengin ve hamid/övülen denilebilir.

Soru: 4- Allah Teâlâ'nın isimleriyle mahlukatı isimlendirmek caiz olmadığına göre, mahlûkata isim olarak verilmesi caiz olmayan Allah'ın başka isimleri var mıdır? Rahman ve Kayyum isimleri de bu yasak kapsamının içine girer mi?

Cevap: 4- Allah'ın hangi isimlerinin mahlukâta verilebileceği ve hangilerinin verilemeyeceğine dair kural, 2. ve 3. sorulara cevap verilirken misalleriyle birlikte açıklanmıştı. Buna göre, Kayyum isminin yaratıklara verilmesi caiz değildir. Çünkü Kayyum kendi kendine var olabilen, varlığı bir başkasına bağlı olmayan ve kendisinin dışındaki her şeyin kendisine muhtaç olduğu kimsedir. Böyle olmak ancak Allah'a ait bir özelliktir. Ve başka hiç kimse bu konuda O'na ortak olamaz. İbnu'l-Kayyım, en-Nûniyye isimli eserinde şöyle der:

"Kayyum isminde iki unsur vardır. Birincisi, kendi kendine kâim olan demektir. İkincisi, varlıkların kendisiyle kâim olduğu demektir. Birincisi Allah'ın kendisinden başkasına muhtaç olmamasıdır, ikincisi her şeyin O'na muhtaç olmasıdır.

Rahman ismi de böyledir ve mahlûka isim olarak verilemez. Çünkü hep Allah'a ait bir isim olarak kullanıldığı için o da Allah'ın özel bir ismi olmuştur. Tıpkı "Allah" lafzı gibi Rahman da başkalarına isim olarak verilemez.184

İlmi Araştırmalar ve Fetva Daimî Komisyonu Başkanı Abdulaziz İbn Abdillah İbn Bâz Fetva no: 3862 Tarih. 12/8/1401

Hamd Allah'adır, salât ve selâm O'nun Rasulüne âline ve ashabınadır.

İlmî Araştırmalar ve Fetva Komisyonu, Maarif Bakanlığı makamından sayın komisyon başkanına yönelik 818 sayılı ve 3/5/1401 tarihli yazıyla aşağıdaki soruya muhatap olmuştur. Söz konusu yazının metni şöyledir:

Bakanlığın Sınavlar Dâiresinin 2121 sayılı ve 7/4/1401 tarihli Esma-i Hüsna ile ilgili bilgi talebi yazısı tarafımıza havale edilmiştir.

"el-Fadîl" ismi, Allah'ın güzel isimlerinden midir? Abdulfadîl ismini taşıyan bir kimse ne yapmalıdır? İsmini değiştirmeli midir, yoksa olduğu gibi mi bırakmalıdır? Abdûnnebî, Abdûlimam ve Abdûzzehra 185 gibi şeriatın onaylamadığı isimlere sahip olup aralarında akit yapan pek çok kişinin bulunması sonucu, esma-i hüsna konusunda pek çok yönden sorular tekrar tekrar sorulmaya başlandığı için, bize, "abd" kelimesi ile tamlama yapılması caiz olan isimleri ve özellikle de kullanılması caiz olan isimleri belirleyici ve tatmin edici bir açıklama yapılmasını arzu ve temenni ediyoruz. Pek çok kaynak Allah'ın isimlerinin sadece doksan dokuzdan ibaret olmadığına ve rivayetlerin bu doksan dokuz ismin tek tek sayımında ve belirlenmesinde bile farklılıklar arzettiğine işaret ediyor. Bazı âlimler, "Allah'ım ben senden, senin kendini isimlendirdiğin bütün isimlerle istekte bulunurum" hadisini delil getirerek Allah'ın isimlerinin doksan dokuzdan fazla olduğu görüşündedirler.

Komisyon bu suale aşağıdaki şekilde cevap vermiştir:

1- Allah Teâlâ buyuruyor ki:

"En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin. O'nun isimleri konusunda eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır."

Allah Teâlâ bu ayette kendisinden haber veriyor ve sıfatlarının mükemmelliğini, kendisinin büyüklüğünü ve yüceliğini ifade eden en güzel isimlerin sadece kendisine ait olduğunu bildiriyor. O, kendisini nasıl isimlendirmişse kullarının o isimlerle dua etmelerini, sevinç ve üzüntü anlarında o isimlerle tazarru' ve niyazda bulunmalarını emrediyor; bu isimleri ve manalarını inkar ederek veya O'nun kendisini isimlendirmediği başka isimlerle O'nu isimlendirerek veya O'na ait isimleri başkalarına vererek haktan sapmalarını yasaklıyor ve bu konuda muhalefet edenleri acıklı bir azapla tehdit ediyor.

Allah Teâlâ Kur'an’da ve peygamberine vahyettiği sünnette kendisini birtakım isimlerle isimlendirmiştir. Bunlar arasında el-Fadîl 186 ismi yoktur. Hiç kimse O'nu bu isimle isimlendiremez. Çünkü O'nun isimleri tevkifidir, sadece O'nun tarafından bildirilir. Çünkü kendi yüceliğine lâyık olan şeyleri en iyi bilen yine kendisidir. Başkaları bu konuda yeterli değildir.

Kim O'nu kendisinin isimlendirmediği bir isimle veya peygamberinin isimlendirmediği bir isimle anarsa O'nun isimleri konusunda haktan sapmış ve doğru yoldan uzaklaşmış olur. O'nun yaratıklarından hiç kimse, bir kimseyi Allah'tan başkasına, O'nun kullarından birine kul yapamaz. O halde Abdulfadîl, Abdunnebî, Abdürrasûl, Abdualî, Abdulhüseyn veya Gulamuahmet 187 ve Gulamumustafa gibi isimleri kullanmak caiz değildir. Bu isimler mahlûkun mahlûka kulluğunu ifade eder. Bu, salih kişileri ve liderleri sevmede haddi aşıp onları putlaştırmak ve Allah'ın hakkına bir tecavüz demektir. Çünkü bu şirke ve azgınlığa götüren bir vesiledir. İbnu Hazm, Allah'tan başkasına kulluk izafe edilmesinin haramlığı konusunda âlimlerin icmâını nakletmiştir. Buna göre soruda sözü edilen isimlerin ve benzerlerinin değiştirilmesi icabeder.

2- Ebû Hureyre'den (r.a.) Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Allah Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır; bunları kim sayarsa cennete girer." Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir.

Bu hadisi ayrıca Tirmizî, İbnu Mâce, İbnu Hibban, Hakim Beyhaki ve daha başkaları da rivayet etmişler ve buna, aralarında farklılıklar olmakla beraber doksan dokuz ismin her birini tek tek ilave etmişlerdir. Alimler bu konu ile bir kaç nokta üzerinde durmuşlardır:

A- Esmâ-i hüsnayı saymaktan murat, onları bilmek, manalarını anlamak, onlara imân etmek, gereklerine güvenmek ve delâlet ettiği şeylere teslim olmaktır. Yoksa sadece lafızlarını ezberleyip, isimlerini sıralamak değildir.

B- Doksan dokuz ismin belirlenmesinde en güvenilir yol hadiste gösterilmiştir. Bazı âlimler bunu sadece Kur'an’dan seçmişler veya hem Kur'an’da, hem de sahih hadislerden seçmişler ve bu bilgileri esma-i hüsna hadisinin tefsiri ve hadisteki mücmel sayının açıklaması olarak kullanmışlardır. Böylece, cennete girerek kurtulma ümidiyle Hz. Peygamberin (s.a.v.) bu isimleri sayma konusundaki teşvikine uymuşlardır.

C- Hadisten maksat Allah'ın isimlerinin sadece doksan dokuz'dan ibaret olduğunu ifade etmek değildir. Çünkü hadisin konuyu ifade ediş tarzı bu isimleri doksan dokuzla sınırlandırmayı gerektirecek tarzda değildir. Ancak maksat, Allah'ın isimlerinden doksan dokuz tanesinin özelliklerinden bir özelliği haber verip, bunları hakkıyle sayanların kavuşacakları büyük mükafaatı açıklamaktır.

İmam Ahmed'in Müsned'inde Abdullah İbn Mesud'dan (r.a.) rivayet ettiği Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şu hadisi de bunu teyit etmektedir:

Kendisine herhangi bir üzüntü ve keder isabet eden bir kul şu duayı okursa Allah onun gam ve kederini giderir ve ona bir ferahlık verir: Ey Allah'ım! Ben senin kulunum, kulunun ve cariyenin oğluyum. Mukadderatım senin elindedir. Benimle ilgili hükmün tahakkuk etmiştir. Senin, benim hakkımdaki takdirin adaletlidir. Sana senin isimlerinin hepsiyle niyaz ederim. O isimler ki, sen Zât-ı Bâri'ni onlardan her biriyle anmışsındır. Yahut kitaplarında inzal buyurmuşsundur. Yahut bir peygamberine öğretmişsindir. Yahut ezeli olan gayb ilminde kendin için seçmişsindir. Kur'an'ı kalbinin baharı, gönlümün nuru, hüznümün uzaklaştırıcısı, gam ve kederimin gidericisi kıl.”

“Ya Rasûlallah bu duayı öğrenmeyelim mi?” dediler.

Evet, bunları işiten kimsenin öğrenmesi gerekir,” buyurdu.

Rasûlullah (s.a.v.), Allah'ın bazı isimlerini kendisine sakladığını ve yaratıklardan hiç kimseye bunları bildirmediğini açıkladı. Bu konuda hiç kimsenin tahmine dalması caiz değildir. Çünkü aşağıda da izah edilceği gibi Allah'ın isimleri tevkifidir.



D- Allah Teâlâ'nın isimleri tevkifidir. O, ancak kendisinin ve Peygamberinin (s.a.v.) bildirdiği isimlerle isimlendirilebilir. Kıyas veya fiilinden isim türetmek gibi yollarla O'na isim icad etmek caiz değildir. Bu konuda Mutezile ve Kerramiye'ye muhalefet edilir. Allah Teâlâ'yı, aşağıda geçen âyetlerdeki O'na ait fiillerden hareketle Benna'/bina eden, Mâkir/tuzak kuran ve Müstehzi/istihza eden gibi isimlerle isimlendirmek caiz değildir.

"Göğü gücümüzle biz bina ettik."

"Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu."

"Allah onlarla alay ediyor."

Yine aşağıdaki ayetlerde geçen fiillerinden dolayı O'nu Zâri/ziraatçi, bitiren, Mâhid/döşemeci, Dâkik/çatlatan, yaran, Münşi'/inşa eden, yaratan, Kâbil/kabul eden ve Şedid/şiddetli gibi isimlerle isimlendirmek de caiz değildir:



"Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?"

"Yeri de döşedik. (Bak) ne güzel döşeyiciyiz!"



"Onun ağacını siz mi inşa edip yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?"

"Şüphesiz Allah tohumu ve çekirdeği çatlatandır."

"...Tevbeyi kabul eden, azabı çetin..."

Çünkü bunlar bu nasslarda, ya tamlama olarak veya bir takım haberlerde fiil olarak kullanılmıştır; yalın bir isim halinde geçmemiştir. O halde bunlar, ancak şer’i nasslarda vârid olduğu şekliyle kullanmak caizdir.

Abd/kul kelimesini de, ancak Allah'ın Kur'an'da kendisine açık bir şekilde isim olarak verdiği veya Peygamberinin (s.a.v.) sahih hadislerinde bildirdiği O'na ait isimlerin başlarında kullanmak gerekir. Allah'ın Kur'an’da bildirdiği isimlerine örnek olarak Haşr Sûresinin sonundakiler, Hadid Sûresinin başında zikredilenler ve Kur'an'ın diğer sûrelerine serpiştirilmiş olanlar gösterilebilir. Allah'ın rahmeti ve bereketi peygamberimiz Hz. Muhammed'e, O'nun âline ve ashabına olsun.

İlmi Araştırmalar ve Fetva Daimî Komisyonu

Başkan Abdulaziz İbn Abdillah İbn Baz

Başkan Yardımcısı Abdurrezzak Afîfî

Üye Abdullah Ğadyan

Üye Abdullah İbn Kudud188



Esmâ-i Hüsnâ İle İlgili Ayet-i Kerimeler:



"En güzel isimler (Esmâ-i Hüsnâ) Allah'ındır. O halde ona en güzel isimlerle dua edin."189

De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır."190



"Allah kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur." 191

"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir. Hikmet sahibidir." 192

Tesbihat

(Subhanellahi velhamdulilahi vel mülkü lillahi, vel azametu vel kibriyau lillah, vela ilahe illallah, vela havle vela kuvvete illa billah, vellahu ekber, adedi halkihi, ve zinete arşihi, ve midade kelimatihi, ve rızae nefsihi, ve kema yenbeği leh, ve kema huve lehu ehl, la yenkatiu vela yenfed, min ezeli'l-ezeli ila ebedil ebed.)



"Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Bütün övgü Allah'adır. Mülk Allah'ındır. Zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu ve yücedir.

Allah kendisinden başka ilah olmayandır. Onun güç ve kudretinin üstünde hiçbir güç ve kuvvet yok­tur.

Allah, mahlukâtın sayısıyla, arşın ölçüsüyle ke­limelerin ifade edemeyeceği kadar zat ve sıfatlarıyla ulu, ezeli ve ebedidir." 193

Haşr Sûresinin Son İki Ayeti Ve Esma-i Hüsna



"Eğer biz bu Kur'ân’ı bir dağa indirseydik, mu­hakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara dü­şünsünler diye veriyoruz.

O, öyle bir Allah'tır ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O mülkün sahibidir, eksikliklerden mü­nezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuşturan­dır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşrik­lerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.

O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler Onundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir.” 194

Esmâ-i Hüsnâ Ve Tevhid

İsminin anılmasıyla yeryüzünde ve gökyüzünde hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah'ın adıyla başla­rım. O her şeyi işiten ve her şeyi bilendir.

Hamd, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a­dır. O, her türlü övgüye layıktır. O'na sınırsız ilmi ka­dar hamdü senalar olsun. O'nun Celâlinin kemalini ve hükümranlığının azametini mahlukât tam mana­sıyla kavramaktan acizdir.

Selâtü selam, O'nun Rasulü mahlukâtın en şe­reflisi, insanların her bakımdan en üstünü Ümmi Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e, onun güzide aile ef­radı ve ashabı üzerine olsun.

Kendisini her türlü noksanlıklardan tenzih etti­ğimiz yüce Allah'ın bir takım "Güzel isimleri" ve ulvi sıfatları vardır. Biz bu isimleri ele alırken Allah'ın ki­tabından ve Rasulullah'ın sünnetinden yola çıktık. Ve bu konuda ilim ve fazilet sahibi kimselerin görüş­lerinden istifade ettik.

Bununla ilgili olarak Cenab-ı Hakk:

"En güzel isimler (esmâ-i hüsnâ) Allah'ındır. O halde O'na en güzel isimlerle dua edin" 195 buyur­maktadır. İşte bu; Allah'ın kendi kitabında, peygam­berinin diliyle bize isimlerini bildirdiğinin delilidir.

Bu konuda Tirmizî'de rivayet edilen ve yaygın olarak geçen hadis ile Ebu Hureyre tarikiyle Velid b. Müslim'in rivayetini kısaca açıkladım. Bu, Ebu Bekir el-Beyhakî ve diğerlerinin kitaplarındakiler gibi Safvetü't-Tabiin'de çıkarılan isimlerdir.

Bu konuda birtakım güçlüklerle karşılaştım. Ve bu konuda Allah'ın tevfîkine defalarca müracaat et­tim. Sonunda bu durum bana kolaylaştırıldı. Ve nef­simi mutmain eden, göğsümü açan, sınırsız bir mut­luluk duyduğum bu kitabı yazdım. Bununla Allah'ın isimlerinin bir kısmını okuyucuya aktarmayı umu­yorum. Şüphesiz ki Allah'ın isimlerinden her bir isimde de bir azamet, sıfatlarından her bir sıfatta de­rin bir muhabbet ve vakar vardır. Öyle ki bunlar Rabbinden korkanların tüylerini diken diken yapıyor. Sonra bu güzel isimlerden her biriyle Allah'ı zikirle kalpler yumuşak olur. Allah'ın bu güzel isimleriyle Al­lah'ı zikreden, kalpleri yumuşayan göğüsleri huzura eren mü'minlere ne mutlu!

Allah'ı çokça zikretmemiz gerekir.

Zira Cenab-ı Hak:

"Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük et­meyin!" 196

“…Rabbını çok an, sabah akşam tesbih et."197

... Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kö­tülükten alikoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadet­lerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir." 198

"Andolsun ki Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir." 199 buyurmak­tadır.

Resulullah (s.a.v.) de:



"Rabbini zikreden kimse ile Allah'ı zikretmeyen kimsenin benzerliği ölü ile dirinin benzerliği gibidir." buyurmaktadır.

İşte bu sebepledir ki Allah (cc)'ın isimlerini bize gelen haberlere göre tertib üzere yazdım ve Allah'ın Kitabı'nın gösterdiği üzere açıkladım. Bu isimleri Kur'ân-ı Kerim'den, Allah'ın kitabındaki muhkem ayetlerden çıkardım. Allah'ın isimlerinden her bir gü­zel ismi Nebi (s.a.v.)'e dua ederek açıklamak için gay­ret gösterdim. Ben bu husustaki gayretimin sevabını Allah'tan umuyor ve Rabbimin rızasına ermek için yapıyorum. İşte bununla Cenab-ı Hakk'ın en büyük nimetine kavuşmuş olmayı Rabbimden temenni edi­yorum. Çünkü bu hususta yüce Rabbimin rızasını umuyorum. Bunun hakkımda bir dua olmasını te­menni ediyor ve azamet sahibi olan Allah'a sığmıyor, Allah'ın rızasına ermek istiyorum.

Allah'a bunu faydalı işlerden sayılması için en samimi duygularla dua ediyorum. Çünkü Resulullah'a:

"Hangi amel daha hayırlıdır?" diye soruldu. Peygamberimiz (s.a.v.):

"Allah'ı bilmektir" buyurdu. Peygamberimiz (s.a.v.)'e:

"Bununla hangi ilmi kastediyorsun?" diye so­rulduğunda, Peygamberimiz (s.a.v.):

"Noksan sıfatlardan münezzeh Allah'ı bilmek­tir" buyurdu.

Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)'e:

"Biz sana yapılacak ameli soruyoruz, sen ise bize ilim'den bahsediyorsun" denildiğinde. Peygambe­rimiz (s.a.v.):

"Allah'ı bilmekle faydalanılacak en küçük bir amel Allah'ı bilmeden elde edilecek pek çok amelden daha faydalıdır" buyurdu. Zira Allah (c.c):

"Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"200



"De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır."201 buyurmaktadır.

Ey Allah'ım!

Sen Bir ve Samed'sin.

Samed, ihtiyaçlarda kendisine ihtiyaç duyulan efendi, kendisine rağbet edilen, hiçbir şeye ihtiyaç duy­mayan kimse demektir. Samed, kendisine ihtiyaç du­yulan şerefli zâttır. Samed, ebedi ve ezelidir. O, mahlukat yok olup gittikten sonra da bakidir. Samed bir diğer mana itibariyle efendilikte son rütbeye ulaşmış kimse demektir. Bir diğer manada Samed, her şeyin kendisine ihtiyaç duyduğu zâttır. Yani her yaratılan mahlukât ondan herhangi bir şekilde müstağni ola­maz, mutlaka ona ihtiyaç duyar. Samed, teşbih ol­maksızın yemeye, içmeye, mideye ihtiyacı olmayan­dır. Samed olan Cenab-ı Hak doğmamış ve doğurulmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur. Şu da bilinsin ki; O, hiçbir şeye benzemez, O'nun dengi yoktur. O, bir olan mabuddur. O halde akıl sahipleri düşünsün ve ibret alsınlar.

"Ey Allah'ım! Bana faydalı olanı öğret ve beni öğ­rettiğin şeylerle faydalandır, ilmimi artır."

Varlığı zatının müktezası (gereği) olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden, ebedi hayatla diri olan, eşi ve örneği olmadan yeri ve göğü ve bunlar arasındakileri yaratan, kendisinden başka mabud olmayan Allah'tan; bizi dergâh-ı izzetinde ba­ğışlamasını ve bize merhamet etmesini diliyor ve umuyoruz. Şüphesiz ki O, bütün günahları bağışlayan ve çok çok esirgeyendir.



"Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla hu­zur bulur." 202

Esmâ'ül Hüsna ve Kâinat

Kâinât, Yüce Allah'ın eserlerindendir. Allah'ın eserleri, O'nun isimlerine, isimleri sıfatlarına, sı­fatları da zatına delil teşkil eder. Bütün varlıklar, Allah'ın isim ve sıfatlarının tezahürü, tecellisi ve eserleridir.

Yüce Allah buyuruyor:

"Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak." 203

"Andolsun ki, sana apaçık âyetler indirdik." 204

"Kesinlikle inanan kimseler için âyetleri açık­lamışızdır." 205

"Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Al­lah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilt­tiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre âmâde du­ran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır." 206

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gün­düzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipleri için deliller vardır."207

"Anlayan bir millet için âyetleri uzun uzadıya açıkladık." 208

"Rabbinin, dosdoğru yolu işte budur. İbret alan kimselere âyetleri uzun uzadıya açıkladık." 209

"O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden, birbirine benzeyen ve benzemeyen yığın yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık. Ürün ver­diklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir ba­kın. Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, deliller vardır." 210

"Rasûlum! Bir bakın neler var göklerde ve yerde! Fakat bu deliller, bu uyarılar, inanmak istemeyen bir topluluğa fayda vermez." 211

"Göklerde ve yerde nice belgeler vardır ki yan­larından yüzlerini çevirerek geçerler." 212

"Kâinatta düşünenler için deliller vardır." 213

Bütün kainat Allah'ın eseridir. Bu eserleri gör­meyen göz kör, duymayan kulak sağır, anla­mayan kalp mühürlüdür!

Kâinattaki bütün belgeler, eserler Allah'ın isimlerinden birine delalet eder. Canlılardaki rızık eseri, Allah'ın Rezzâk ismine delalet eder. Can­lılardaki hayat eseri, Allah'ın Muhyi (hayat ve­ren) ismine delalet eder. Nimet eseri, Allah'ın Mün'im (nimet veren) ismine delalet eder. Yüce Allah'ın her eseri bir ismine delalet eder.

Varlıklardaki bütün eserler, Yüce Allah'ın gü­zel isimlerinden bir isme delalet eder.

Yüce Allah, yarattığı her şeyi ve yaptığı her işi bir hikmete göre yapmıştır. O, boş bir şey yaratmaz, anlamsız ve lüzumsuz bir iş yapmaz.

O, mutlak hikmet sahibidir.

Hikmet nedir?

Hikmetin pek çok anlamı vardır.

Hikmet, doğru söz ve iştir.

Hikmet, olayları sebep-sonuç ilişkileri içinde görmektir.

Hikmet, eşyanın tabiatında mevcut olan sırla­ra vakıf olmak, işin iç yüzünü, gerçek tarafını kavramak ve gizli yönlerine girmektir.

Hikmet, varlıklar ve olaylar hakkında en mükemmel ve en sağlıklı bilgidir.

Hikmetin bir anlamı da maslahattır. İslâm dini bir maslahat dinidir.

Gerek dünyevî gerekse uhrevî maslahatları azamî derecede gerçekleştirmek ve fesatları asgari hadde indirmek için Allah tarafından gön­derilmiştir.

Kâinatın bir parçası, hatta en önemli unsuru olan insan, aklın yanında gönül hayatı açısından da Rabbi ile münasebet kurar. Bu münâsebetin sağlanmasında Esmâ'ül Hüsna'nın çok büyük rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren fak­törlerdir. Kur'ân-ı Kerim'de dua ve zikrin ısrarla vurgulanmasının bir sebebi de budur. Allah Rasûlü'nün dua ve zikirlerinde Esmâ'ül Hüsna'nın çokça geçmesi de bundandır.

Muhyiddin İbn-i Arabi diyor ki:

Kainat ve özellikle insan ilâhî isimlerin bilin­mesine ve tecelli etmesine vesile olmuştur. İn­sanın çeşitli halleri ilâhî isimlerin farklı tecelli etmesiyle bağlantılıdır. Her kulun durumuna uygun düşen ilahi bir isim vardır. Kul bir beden­dir, ona tekabûl eden ilâhî isim ise onun kalbi gibidir.

Yüce Allah'ın isimleri O'nun sıfatlarına delâlet eder. Esmâ'ül Hüsnâ denilen Allah'ın güzel isim­leri, O'nu çeşitli yönleriyle tanıtan sıfatlarıdır. İnsanlarda ve diğer varlıklarda bulunan cüz'î sıfatlar ve görülen bütün eserler, Yüce Allah'ın sıfatlarının bir tezâhürüdür, görüntüsüdür.

Kur'ân-ı Kerîm baştan sona kadar Yüce Allah'ı tanıtan âyetlerle doludur. Hemen hemen her âyet yüce Allah'ın bir yönüne işaret eder. Allah'ı tanı­mak için, hiç şüphesiz O'nun isimlerini iyi anla­mak gerekir. 214

Esmâ-i Hüsnâ Hakkında Gelen Rivayetler Ve Hadis-i Şeriflerde Geçen Lafızlar




Esmâ-i Hüsnâ'nın Sayımı


Ebu Hureyre (r.a.)'dan:

“Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Allah'ın doksan dokuz -yüz­den bir eksik- ismi vardır. Bunları ezberleyip benimseyen cennete girer."215

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle naklediyor:

“Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberleyip anlarsa cennete girer."216

Ebu Hureyre bir başka rivayetinde diyor ki:

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Cenab-ı Hakk'ın doksan do­kuz ismi vardır. Kim onu özümseyerek ezberlerse cen­nete girer."

Bunlar: Tirmizi rivayetinde yer alan Es­mâ-i Hüsnâ'dır. 217



Esmâ-i Hüsnâ Hakkında Gelen Farklı Rivayetler

Esma-i Hüsna'nın sayısı, Buhârî'nin Sahih'inde "Allah'ın yüzden bir eksik ismi vardır."218 şeklinde geçmektedir.

Hadiste geçen 'ahsâhâ' lafzı, burada 'hafizaha" şek­linde geçmektedir. Nitekim Ebu Hureyre rivayetinde Peygamberimiz (s.a.v.):

"Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Bunları anlayarak ezberleyen cennete girer. O tektir, teki sever."219 buyurmuştur.

Sahih-i Buhari'yi şerheden İbn-i Hacer el-Askalani ise Tirmizi'nin, Velid kanalıyla "Şuayb'dan nak­lettiği rivayeti doğruya en yakın olup Esmâ-i Hüsnâ'yı şerhedenlerin ekseriya güvendiği rivayet budur" 220 demiş ve daha önce Tirmizi'de geçen isimleri ifade etmiştir.

Taberanî hadiste geçen isimleri Ebu Zera' ed-Dımeşkî kanalıyla Safvan b. Salih'den çıkarmış. Fakat isimlerin sayısı konusunda farklı görüşler serdetmiş el-Kabid, el-Basit yerine, el-Kaim, ed-Dâim kullanılmış, er-Reşid yerine eş-Şedîd, el-Vedud, el-Mecid, el-Hakîm yerine- el-Âlâ, el-Muhid, Maliki yevmîddîn kullanılmıştır.

İbn-i Hayyan'ın Hasan b. Süfyan'dan onun da Safvan tarikıyla rivayet ettiği hadiste, el-Mani karşı­lığında er-Rafi gelmiştir.

İbn-i Huzeyme Safvan rivayetiyle gelen hadis­lerde aynı şekilde bazı isimlere muhalefet ederek el-Hakîm yerine el-Hâkim; el-Valî yerine el-Mevla isim­lerini kullanmıştır.

El-Muğisi"221 kullanmıştır.

Sünen-i İbn-i Mace'de Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Kim bunları anlayarak sayarsa cennete girer."

Bir diğer hadiste Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi vardır. Allah tekliğe geniş ölçüde yer verdi. Her kim bu doksan dokuz ismi özümseyerek ezberlerse cen­nete girer.222

İbn-i Mace'de Tirmizi'deki düzen korunmadığı gibi farklı isimlere de yer verilmiştir. Metnin sonun­daki ahad ismiyle de sayı 100'e çıkarılmıştır.

Allah, doğurmayan ve doğmayan hiçbir şeye muhtaç olmayan birdir. Zuheyr: Hadiste Esmâ-i Hüsnâ'nın başlangıcının "La ilahe illallah" kelime-i tevhi­di ile başladığını söylemiştir.

Tirmizi'de bulunan yirmi beş isim İbn-i Mace'de, İbni Mace'de bulunan yüz isimden yirmi beş isim de Tirmizi'de mevcut değildir.223

Esmâ-i Hüsnâ'nın Kur'ân-ı Kerim'deki Geçiş Şekli

Esmâ-i Hüsnâ'nm Kur'ân-ı Kerim'deki tertibi şu şekilde nazil olmuştur.



1. Allah

2. Rahman: Bağışlayan, esirgeyen.

3. Rahîm: Bağışlayan, acıyan.

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla." 224

4. Rab: Her şeyin sahibi. (Rabb'ül-Alemin)

"Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."225



5. Melik: Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi.

"O, ceza gününün malikidir." 226

"Gerçek hükümdar olan Allah, yücedir." 227

6. Muhît: Her şeyi çepeçevre kuşatan.

"Halbuki Allah, kafirleri çepeçevre kuşatmış­tır." 228

"Bilesiniz ki O, her şeyi (ilmiyle) kuşatmış­tır."!229

7. Kadir: Her şeye gücü yeten.

"Şüphesiz ki Allah'ın her şeye gücü yeter." 230

8. Alîm: Hakkıyla bilen.

"O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendisine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O, her şeyi hakkıyla bilendir." 231

9. Hakîm: Bütün iş ve emirleri yerinde olan.

"Melekler: Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz âlim ve hakim olan ancak sensin, dediler." 232

10. Tevvab: Kullarını tevbeye sevk eden ve tevbeleri bol bol kabul eden.

"Adem, Rabbinden bir takını ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır." 233

11. Bari: Yaradan.

"... Onun için yaradanınıza tevbe edin." 234

12. Basîr: Her şeyi gören.

"... Allah onların yapmakta olduklarını eksik­siz görür." 235

13. Velî: Yardımcı, dost.

"...O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır."236

14. Nasır: Yardımcı.

"... Sizin için Allah'dan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır." 237

15. Vasi': İlim ve merhameti her şeyi kuşatan.

"Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir. Her şeyi bilendir." 238

16. Bedi': Eşi ve örneği olmayan, sanatkârane yaratan.

"(O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır." 239

17. Semi': Her şeyi işiten.

"Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur. Şüp­hesiz sen işitensin bilensin." 240

18. Aziz: Yenilmeyen, eşsiz galip

"Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayet­lerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hik­meti öğretecek, onları temizleyecek bir peygam­ber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli ye­rince yapan yalnız sensin." 241

19. İlâh: Yegane mabud.

20. Vahid: Bölünüp parçalara ayrılmayan, ben­zeri bulunmama anlamında tek.

"Yoksa Yakub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler." 242



21. Rauf: Merhametli, şefkatli.

"... Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve mer­hametlidir." 243

22. Şâkir: İyiliğe karşı mükafat veren.

"Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bi­lir." 244

23. Gafur: Bütün günahları bağışlayan.

"Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan, çokça esir­geyendir." 245

24. Karîb: Kullarına çok yakın.

"Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onla­ra): Ben çok yakınım..." 246

25. Halim: Acele ve kızgınlıkla acele hareket et­meyen.

"Allah yapmakta olduklarınızı bilir." 247

26. Habîr: Her şeyden haberdar olan.

"Allah yapmakta olduklarınızı bilir." 248

27. Hayy: Ebedi diri.

28. Kayyum: Her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kainatı idare eden.

"Allah, O'ndan başka ilah yoktur; O, Hayy'dır, Kayyum'dur." 249

29. Âlî: Şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın.

30. Azîm: Zat ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu.

"... O yücedir, büyüktür." 250

31. Ganî: Her şeyden müstağni, kendi dışındaki her şey O'na muhtaç,

"Allah zengindir, acelesi de yoktur." 251

32. Hamid: Övülmeye layık.

"... Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyık­tır." 252

33. Vehhâb: Karşılıksız bol bol veren.

"... Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfü en bol olan sensin." 253

34. Camı: Toplayıp düzenleyen, kıyamet günü hesaba çekmek için mahlukâtı toplayan.

"Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin."'254

35. Kâim: İşleri tedbir edip, ayakta tutan.

"Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir." 255

"Herkesin kazandığını gözetleyip muhafaza eden, (hiç böyle yapmayan gibi olur mu?)" 256

36. Malîkü'l Mülk: Mülkün sahibi.

"(Rasulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın..." 257

37. Şehîd: Her şeyi gözetleyerek bilen.

"... Allah yaptıklarınızı görüp durur..." 258

38. Nasır: Yardım eden.

"Oysa sizin mevlânız Allah'tır ve O, yardımcı­ların en hayırhsıdır." 259

39. Vekîl: Güvenilip, dayanılan.

"...Onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!' dediler." 260

40. Rakîb: Gözetleyip kontrol eden.

"... Hesab sorucu olarak da Allah yeter." 261

41. Hasîb: Kullarına yeten ve onları hesaba çe­ken.

"... Hesap sorucu olarak da Allah yeter." 262

42. Kebîr: Zat ve sıfatları anlaşılamayacak ka­dar büyük, ulu.

"... Çünkü Allah yücedir, büyüktür." 263

43. Afûv: Hiçbir sorumluluk kalmayacak şekilde günahları affeden.

"Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcı­dır." 264

44. Mukît: Bedenlerin ve ruhların gıdasını ya­ratıp veren, bilip gücü yeten ve koruyan.

"Allah her şeyin karşılığını vericidir." 265



45. Rezzâk: Mahlukâtın beden ve ruhlarının gıdasını yaratıp veren.

"... (Ey Rabbimiz!) Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın." 266



46. Fâtır: Yoktan var eden.

"De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, ye­dirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim!"267

47. Kahir: Yenilmeyen, yegâne galib.

"O, kulların üstünde her türlü tasarrufa sa­hiptir." 268

48. Kâdîr: Her şeye gücü yeten, yegâne kudret sahibi.

"Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" dediler. De ki: Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir."269

49. Hak: Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan.

"Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler." 270

50. Âlimü'l-Gaybi Ve'ş-Şehadeti: Gizliyi de açığı da bilen.

"Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibi­dir, her şeyden haberdardır." 271

51. Halîk: Takdirine uygun yaratan.

"İşte Rabbiniz Allah O'dur. O’ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır." 272

52. Latîf: Yaratılmışların ihtiyacını en ince nok­tasına kadar bilen sezilmez yollarla karşılayan.

"Gözler O'nu göremez; halbuki O, gözleri gö­rür. O eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olandır."273

53. Hakem: Hüküm veren.

"(De ki): Allah'dan başka bir hakem mi araya­cağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'­dur."274

54. Sâdık: Doğru söyleyen.

"Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz." 275



55. Mevlâ: Gerçek dost, sahip.

"... Bilin ki Allah, sizin sahibinizdir. O ne gü­zel sahip ve ne güzel yardımcıdır!" 276

56. Kavi: Her şeye gücü yeten, kudretli.

"Allah güçlüdür. Onun cezası şiddetlidir."277

57. Hafız: Koruyan gözeten.

"... Benim Rabbim her şeyi gözetendir." 278

58. Mucîb: İstek ve arzulara karşılık veren.

"... O'na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır (dualarını) kabul edendir." 279

59. Mecîd: Şanlı, şerefli.

"... Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur." 280

60. Vedûd: Çok seven ve sevilen.

"... Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir (mü'minleri) çok sever." 281

61. Müsteân: Sığınılan.

"...Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan ancak Allah'tır."282



62. Gâlib: Yegane galebe sahibi.

"Allah emrini yerine getirmeye kadirdir. Fa­kat insanların çoğu (bunu) bilmezler." 283

63. Kahhar: Yenilmeyen, yegane galib.

"... Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?" 284

64. Hafîz: Koruyup gözeten.

"... Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanla­rın en merhametlisidir." 285

65. Müteâlî: İzzet ve şeref, hükümranlık bakı­mından yüce, aşkın.

"O, görüleni de görülmeyeni de bilir, çok bü­yüktür, yücedir." 286

66. Valî: Kainata hâkim olup onu yöneten.

"... Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur." 287

67. Şedîd: Azabı çetin ve şiddetli 288

"Onlar, Allah hakkında mücâdele edip durur­ken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çar­par. Ve O azabı pek şiddetli olandır." 289



68. Varis: Varlığının sonu olmayan

. "Şüphesiz biz diriltir ve öldürürüz. Ve her şe­ye biz varis oluruz." 290

69. Hallak: Hakkıyla yaratan.

"Şüphesiz Rabbin hakkıyla yaratan, pek iyi bilendir." 291

70. Kefîl: Bütün işleri üzerine alan yegâne var­lık.

"Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit tutarak, pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın." 292



71. Muktedir: Her şeye gücü yeten, kudretli.

"Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir." 293

72. Hafi: Lütufkar.

"İbrahim: Selâm sana (esen kal) dedi, Rabbimden senin için mağfiret dileyeceğim. Çünkü O ba­na karşı çok lütufkardır." 294



73. Gaffar: Çok bağışlayan, daima affeden.

"Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra (böylece) doğru yolda giden kimseyi bağışlarım." 295



74. Hadî: Yol gösteren, hidayete erdiren

"Allah, iman edenleri, kesinlikle dosdoğru bir yola yöneltir." 296

75. Mübîn: Apaçık gerçek olan.

"Allah'ın apaçık gerçek olduğunu anlayacak­lardır." 297

76. Nur: Nürlandıran, nûr kaynağı.

"Allah, göklerin ve yerin nurudur." 298



77. Kerîm: Her türlü fazilete sahip olan, kerem sahibi.

"... Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbinin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahi­bidir." 299

78. Müntekîm: Suçluları cezalandıran.

"Kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenlerden daha zalim kim olabilir? Muhakkak ki biz, günahkârlara layık ol­dukları cezayı veririz." 300

79. Fettah: İyilik kapılarını açan, en güzel ha­kem, fatih.

"De ki: Rabbimiz hepimizi bir araya toplaya­cak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir." 301

80. Şekûr: Az bir iyiliğe karşı çok mükâfat veren.

"Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol veren­dir." 302



81. Kâ'fî: Her şeye kâfi gelen.

"Allah kuluna kâfi değil midir?"303

82. Gâfir: Bağışlayan.

"Günahı bağışlayan..." 304



83. Rafiu'd-Derecât: Dereceleri yükselten.

"Dereceleri yükselten..." 305

84. Zu'l-Arş: Arş sahibi.

"Dereceleri yükselten, Arşın sahibi Allah, ka­vuşma günüyle korkutmak için kullarından diledi­ğine iradesiyle ilgili vahyi indirir." 306

85. Muhyî: Hayat, can veren.

"Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah'ın âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiği­miz zaman, harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir." 307

86. Rezzak: Her türlü rızkı veren, ruhu, bedeni rızıklandıran.

87. Zu'l-Kuvva: Güç, kuvvet ve kudret sahibi.

88. Metin: Herşeye gücü yeten, yegane kudret sahibi.

"Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." 308

89. Ber: İyilik eden, vaadini yerine getiren.

"Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur." 309

90. Melik: Gayb ve şuhûd âlemlerin sahibi.

"Güçlü ve yüce Allah'ın huzurunda hak mec­lisindedirler." 310

91. Zû'l-Celâlî Ve'l-İkrâm: Azamet ve ikram sahibi.

"Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacak." 311

92. Evvel: Varlığının başlangıcı olmayan.

93. Âhîr: Varlığının sonu olmayan.

94. Zahir: Varlığını ve birliğini belgeleyen bir çok delilin bulunması açısından aşikar.

95. Bâtın: Zatının görülmemesi ve mahiyetinin anlaşılmasının mümkün olmaması bakımından gizli olan.

"O ilktir, sondur, zahirdir, bâtındır. O, her şe­yi bilendir." 312

96. Kuddüs: Her türlü eksiklikten münezzeh olan.

97. Selâm: Esenlik ve barış veren.

98. Mü'mîn: Güven veren ve güvenilip dayanı­lan, vaadi hak.

99. Müheymin: Kâinatın bütün işlerini tedbir edip, yöneten.

100. Cebbar: İradesi baskı altında olmayan, her durumda yürüten, yaratılmışların halini iyileştirip gözeten.

101. Mü'tekebbir: Azamet ve yüceliğini izhar eden.

"O, öyle Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten mü­nezzehtir, selâmet verendir, emniyete kavuştu­randır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden münez­zehtir."313



102. Musavvir: Şekil veren, nitelik ve özellik kazandıran.

"O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hik­met sahibidir."314

103. Âlâ: Yüce.

"Yüce Rabbinin adını tesbih (tasdik) et." 315



104. Ekrem: Kerem sahibi.

"Rabbin, en büyük kerem sahibidir." 316

105. Ahad: Benzerinin bulunmaması, parçalan­maması itibariyle tek.

"De ki: O, Allah birdir."317

106. Samed: Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyden müstağni, arzu ve ihtiyaçları, sebebiyle her­kesin yöneldiği ulular ulusu, müstağni.

"Allah Samed'dir."318

Öyle kî:



O, doğmamış ve doğurmamıştır. O'nun hiçbir dengi yoktur.

İşte saymış olduğumuz Allah'ın bu güzel isimleri Kur'ân-ı Kerim'de isim kipiyle gelmiş olup, ayet-i ke­rimelerde açık olarak geçmektedir. Ben bunları ayeti kerimelerde isim lafzıyla gelen 106 isim olarak tespit etmiş bulunmaktayım. Fakat ben tespit ettiğim sayı­lar kesindir iddiasında değilim. Sayı değişebilir. Be­nim isimleri tespit hususundaki gayretimde hata ola­bilir. Ben elimden geldiği kadar tespitte hata etme­meye çalıştım. Eğer isim tespitinde hata etmişsem, Rabbimin bundan dolayı beni muaheze etmemesini niyaz ediyorum. Zira Kur'ân'da nazil olan Esmâ-i Hüsnâ'yı bu sayıya hasretmeye benim gücüm yetmez.

Çünkü ben göklerin ve yerin nurlarından bir nuru ve doksan dokuz ismin daha fazlasından hula­sa edebildiklerimi aldım. 319

Rasulullah (s.a.v.)'in "Doksan Dokuz" Sayısını Söylemesindeki Hikmet

Resulullah (s.a.v.), doksan dokuz sayısını pek çok değişik yerlerde zikretmiştir. Mesela Peygamberi­miz (s.a.v.) bir hadisinde:

"Allah (c.c.) yüz tane rahmet yarattı. Bunlardan bir rahmetle mahlukât birbirine merhamet eder... Di­ğer doksan dokuz rahmeti ise kıyamet gününe bırak­tı." buyurmaktadır.

Bu sayı Kur'ân-ı Kerim'de de Sâd Sûresinin yir­mi üçüncü ayetinde:



"(Onlardan biri şöyle dedi:) Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz ismi vardır..." şeklinde bir defa geçtiği gibi kanaatimce bu sayı iman ettiğimiz Allah'ın diğer kitaplarında da geçmektedir.

Acaba İslam alimlerinin Esmâ-i Hüsnâ'nın sayı­sının bundan daha fazla olduğunda icma etmesine rağmen bu sayıyı bizatihi tercih etmelerindeki hikmet nedir? Kaldı ki Esmâ-i Hüsnâ'nın bazısını Allah ken­disi tercih etmiş ve yanına almıştır. Bu Allah'ın bil­gisi dahilindedir. Çünkü Peygamber (s.a.s.) bir du­asında:

"... Ey Allah'ım kendini nitelendirdiğin veya kita­bında indirdiğin ve mahlukâtından her birine öğretti­ğin veya ilm-i gaibinde kendi yanına alıp kendin için seçtiğin bütün isimlerle sana niyazda bulunuyor, Kur'ân'ı kalbimin baharı, göğsümün nuru, hüznümün cilası, üzüntü ve kederimin yok edicisi kılmanı temen­ni ediyorum..."320 buyuruyor.

Dolayısıyla bu hadis­ten de anlaşılacağı üzere Kur'ân'daki Allah'ın mahlukâta öğrettiği isimlerden daha başka gayb ilminde sakladığı isimleri de mevcuttur.

Fahreddin er-Razî, "Allah'ın isimlerinin doksan dokuza hasr edilmesini akıl kavramaktan aciz de­mekte ve bunda diğer tesbih ve dualardaki sayılarda olduğu gibi teabbud, ibadet kasdı bulunmaktadır" görüşünü" açıklamaktadır. Ona göre bu sayı Allah'ın isimlerinin bir başka şeye kıyaslanarak alınamaya­cağına da işaret etmekte olup, isimler kıyası değildir. Bu sayının bu şekilde doksan dokuz şeklinde tercih edilmesinin sebebi; bu sayının eşyaya hasredilmesi zor olmakta olup eşya için kullanılmamasındandır.

Bir diğer hikmette; Allah'ın isimlerinin manası her ne kadar çok da olsa bu isimlerin manasını ihti­yacımız kadarıyla doksan dokuz isimde bulmak mümkün olabilmektedir. Veyahutta bu geçen isimler en meşhur ve manaları en açık isimlerdir. Bundan dolayıdır ki gücümüz yettiği kadarıyla bunlarla Al­lah'ı isimlendiriyoruz. Yoksa kendisinden başka ilâh olmayan Cenab-ı Hakk'ın isimlerini sınırlandırmak mümkün değildir.

Son olarak şunu da ilave etmek gerekir ki bazı­larına göre hadisteki isim sayısı doksan dokuz değil yüzdür. Mesela Ebu Bekir el-Beyhakî, Velid b. Şuayb kanalıyla gelen hadiste isimlere "Kafi" ismi de ilave edilerek bu sayının toplamı 100'e ulaşmaktadır. 321

Suheyli ise Esmâ-i Hüsnâ "cennetin dereceleri­nin sayısı üzere yüz" diyerek kesin bir tabir kullan­mıştır.

Velid'in Şuayb'dan rivayet ettiği hadiste "bir ha­riç yüz" geçmektedir. Züheyr'in rivayetinde Peygam­ber (s.a.v.) Esmâ-i Hüsnâ için 'biri hariç yüz' yani doksan dokuz tabirini kullanmıştır ki bu "bir" isimde kendisinden başka ilah olmayan doğmamış ve doğur­mamış hiçbir şeye ihtiyacı olmayan eşi ve benzeri ol­mayan 'Allah' ismidir. Yine de Allah ve Rasulü en iyi­sini bilir.

"İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı da­ha gelmedi mi?.." 322


Yüklə 2,56 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin