El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 4 Âl-i İmrân Sûresi'nin Devamı ve Nisa Suresi


ayetlerİn hadİsler IŞIĞINDA açıklaması



Yüklə 2,2 Mb.
səhifə70/77
tarix30.07.2018
ölçüsü2,2 Mb.
#64211
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   77

ayetlerİn hadİsler IŞIĞINDA açıklaması


ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i İshak, İbn-i Cerir, İbn-i Mün-zir, İbn-i Ebu Hatem ve Delail-un Nübüvve adlı eserinde de Beyhakî İbn-i Abbas'tan şöyle aktarırlar: "Yahudi önderlerinden Rıfaa b. Zeyd b. Tabut, Resulullah (s.a.a) ile konuşurken dilini ağız boşluğunda eğip bükerek: 'Ya Muhammed, bize kulak ver de sana anlatalım.' der ve arkasından İslâm'ı kötüler, ona karşı eleştiride bulunurdu. Bu yüzden hakkında, 'Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmüyor musun? Onlar sapıklığı satın alıyorlar... Artık pek az bir kısmı hariç, inanmazlar.' ayetleri indi." (c.2, s.168)

Yine aynı eserde naklettiğine göre İbn-i Cerir ve İbn-i Ebu Hatem "Ey kendilerine kitap verilenler!..." diye başlayan ayet hakkında Süd-di'den şöyle aktarırlar: "Bu ayet Kaynuka Oğulları Yahudilerinden Ma-lik b. Sayf ve Rıfaa b. Zeyd b. Tabut hakkında inmiştir." (c.2, s.168)

Yine aynı eserde İbn-i İshak'tan, İbn-i Cerir'den, İbn-i Munzır'den, İbn-i Ebu Hatem'den ve ed-Delail adlı eserde Beyhakî'den İbn-i Ab-bas'ın şöyle dediğini nakleder: "Resulullah (s.a.a), Abdullah b. Suriya-'nın ve Kaab b. Esed'in de bulunduğu Yahudi hahamları ile konuşarak onlara, 'Ey Yahudiler! Allah'tan korkun ve İslâm'a girin. Vallahi, siz benim size getirdiğimin hak (din) olduğunu biliyorsunuz.' dedi. Hahamların, 'Hayır, ya Muhammed! Biz böyle bir şey bilmiyoruz.' deme-leri üzerine Yüce Allah, 'Ey kendilerine kitap verilenler!... indirdiğimize (Kur'an'a) inanın.' ayetini indirdi." (c.2, s.168)

Ben derim ki: Daha önce söylediğimiz gibi her ne kadar ayetlerin zahiri anlamları bu ayetlerin Ehl-i Kitabın Yahudi kesimi hakkında indiğini gösteriyorsa da naklettiğimiz iniş sebepleri, bu konudaki diğer benzerleri gibi, örnek ve uyarlama hükmü olmaktan ileriye gitmez. Ama yine de Allah herkesten daha iyi bilir.

Tefsir-ul Burhan'da Nü'manî'den, o da kendi rivayet zinciri ile Ca-bir'den İmam Bâkır'ın (a.s) [Hz. Mehdi'nin zuhur etmesinden önce] Süfyanî ordusunun ortaya çıkışını anlattığı uzun bir hadisinde şöyle buyurduğunu nakleder: "Süfyanî ordusunun komutanı, Beyda'da (geniş bir sahrada) konaklar. O sırada gökten birisi: 'Ey sahra, bu adamları yut.' diye seslenir. Bunun üzerine bu ordu yerin dibine geçirilir. Yalnız üç kişi kalır ki, bunların yüzleri enselerine çevrilir. Bu üç kişi köpek sıfatlıdırlar. İşte, 'Ey kendilerine kitap verilenler! Biz birtakım yüzleri silip arkalarına çevirmeden önce, yanınızda bulunanları doğrulayıcı olarak indirdiğimize (Kur'an'a) inanın.' ayeti bu adamlar hakkında inmiştir." (c.1, s.373, h:2)



Ben derim ki: Tefsir-ul Burhan'da bu rivayeti Şeyh Müfid'den de aktarmıştır. Şeyh Müfid bunu, kendi rivayet zinciri ile Cabir'e dayandırarak İmam Bâkır'dan (a.s) Süfyanî kıssası çerçevesinde yukarıdakinin benzeri bir haber içinde nakletmiştir. (el-Burhan, c.1, s.174, h:3)

Men la Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde kendi rivayet zinciri ile Su-veyr'den, o da babasından Hz. Ali'nin (a.s) şöyle dediğini nakleder: "Kur'an'ın en sevdiğim ayeti, 'Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.' ayetidir."



Ben derim ki: ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinin müellifi bu rivayeti Firyabi'ye ve Tirmizî'ye dayanarak Hz. Ali'den (a.s) nakletmiş ve Tir-mizî de bunun "hasen hadis" olduğunu söylemiştir.

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Cerir'den ve İbn-i Ebu Hatem'den İbn-i Ömer'in şöyle dediği aktarılır: "De ki: Ey kendi(leri-ne kötülük edip) nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin..." (Zümer, 53) ayeti indiğinde, aramızdan biri ayağa kalkarak 'Hatta Allah'a ortak koşmak da mı (affedilir)?' diye sordu. Peygamberimiz (s.a.a) hoşuna gitmeyen bu soruya, 'Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz...' ayetini okuyarak cevap verdi." (c.2, s.169)

Yine aynı eserde İbn-i Münzir Ebu Mucaz'dan şöyle nakleder: "De ki: Ey kendi(lerine kötülük edip) nefislerine zulmetmiş olan kullarım!..." (Zümer, 53) ayeti inince, Peygamberimiz (s.a.a) minbere çıkarak onu halka okudu. O sırada cemaattan biri ayağa kalkarak, 'Hatta Allah'a ortak koşmak da mı?' diye sordu. Peygamberimiz cevap vermedi. Bu olay (yani o adamın sorması ve Peygamberin susması) iki veya üç defa tekrarlanınca, 'Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.' ayeti indi. Fakat daha sonra önceki ayet Zümer suresine, bu ayet ise Nisâ suresine yerleştirildi." (c.2, s.169)

Ben derim ki: Daha önce söylediğimiz gibi Zümer suresindeki ayet, kendisini izleyen ayetler hasebiyle günahların tövbe ile bağışlanmasına delâlet etmektedir. Hiç şüphesiz tövbe, şirk de dahil olmak üzere bütün günahların affedilmesini sağlar. Fakat bu hususa dikkat edilmelidir ki, Nisâ suresinde yer alan ayetin konusu tövbe değildir. Buna göre bu iki ayet arasında çelişki yoktur ki, birinin öbürünü nesh-ettiği (=hükmünü geçersiz kıldığı) veya sınırlandırdığı ileri sürülebilsin.

Mecma-ul Beyan tefsirinde bu ayetle ilgili olarak Kelbi'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Bu ayet, Vahşi ve arkadaşlarından oluşan müşrikler hakkında indi. Şöyle ki, Vahşi Hz. Hamza'yı öldürdüğünde işlediği bu cinayete karşılık azat edileceği vaat edilmiş, fakat kendisine verilen söz yerine getirilmemişti. Bunun üzerine Mekke'ye gelince kendisi ve arkadaşları yaptıklarına pişman oldular ve Peygamberimize (s.a.a) bir mektup yazarak şöyle dediler: Biz yaptığımıza pişman olduk. (Biz Müslüman olmak istiyoruz.) Ancak bizi Müslüman olmaktan alıkoyan bir husus var, o da şu ki; sen Mekke'deyken: 'Onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler...' (Furkan, 68) demiştin. Biz ise Allah'ın yanı sıra başka bir ilâha taptık, Allah'ın yasakladığı cana kıydık ve zina yaptık. Eğer bu engel olmasa sana uyardık."

"Bunun üzerine, 'Ancak tövbe ve iman edip iyi amel işleyenler başkadır...' (Furkan, 70) diye başlayan iki ayet indi. Peygamberimiz (s.a.a) bu iki ayeti bir mektupla Vahşi'ye ve arkadaşlarına gönderdi. Vahşi ve arkadaşları ayetleri okuyunca Peygamberimize şu mektubu yazdılar: 'Bu şartlar ağırdır. İyi ameller işlemeyerek bu ayetlerin kapsamına giremeyeceğimizden korkuyoruz.' Bunun üzerine, 'Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar...' ayeti indi."

"Vahşi ve arkadaşları bu ayeti okuyunca, 'Allah'ın dilediği kimselerin kapsamına alınamayacağımızdan korkuyoruz.' diye yazdılar. Bunun üzerine, 'Ey kendi(lerine kötülük edip) nefislerine zulmetmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.' (Zümer, 53) ayeti indi. Peygamberimiz (s.a.a) bu ayeti Vahşi'ye ve arkadaşlarına gönderdi."

"Adamlar bu ayeti okuyunca hep birlikte İslâm'a girdiler ve hemen Peygambere gittiler. Peygamberimiz de onların bu İslam'ını kabul etti. Bu sırada Vahşi'ye, 'Anlat bana, Hamza'yı nasıl öldürdün?' dedi. Vahşi işlediği cinayeti anlatınca Peygamberimiz ona, 'Gözüme görünme, benden uzak dur!' dedi. Bunun üzerine Vahşi, Şam'a yerleşti ve ölünceye kadar orada kaldı." (c.2, s.122)

Ben derim ki: Bu rivayeti Fahr-i Razî kendi el-Kebir adlı tefsirinde İbn-i Abbas'tan nakletmiştir.[55] Ancak rivayetin iniş yerleri ile ilgili açıklamaları üzerinde düşünen kimse, yukarıdaki ayetlerin Peygamberimiz (s.a.a) tarafından Vahşi'ye gönderdiğini söz konusu eden bu rivayetin uydurma olduğundan hiç şüphe etmez. Bu rivayeti uyduran kimse, Vahşi ile arkadaşlarının küçük-büyük bütün günahları işlemiş olsalar da affedildiklerini ispat etmek istemiştir. Bunun için Kur'an'ın değişik yerlerinden ayetler seçmiştir. İstisna eden ayeti bir yerden ve istisna edilenle ilgili ayeti de bir başka yerden almıştır. Oysa bu ayetlerin her birinin ayrı bir önü arkası olduğu gibi, her bir ayetin önü ve arkası ile bağlantısı ve ilişkisi vardır. Ayrıca hepsi öyle bir söz akışı içinde yer alıyor ki, o akış bütünlüğünden koparılıp ayrılmaları mümkün değildir. Buna rağmen rivayeti uyduran kimse, bu ayetleri akış bütünlüklerinden koparıp çıkarıyor ve onları öyle bir şekilde sıraya yerleştiriyor, istif ediyor ki, Peygamberimiz ile Vahşi arasındaki bu acayip diyaloğa uygun düşsünler.

Bazı tefsirciler bu hususta ne de güzel bir söz söylemişlerdir. Bu tefsirci, yukarıda aktardığımız uyduruk rivayete işaret ettikten sonra şöyle demiştir: "Sanki bunlar (rivayeti uyduranlar) Allah ile Vahşi'nin aralarında şakalaştıklarını ispat etmek istiyorlar."

Bu rivayeti uyduran kişinin tek gayesi, Vahşi'yi kesin ve kararlaştırılmış bir afla şereflendirmektir. Öyle bir af ki, onunla birlikte hiçbir günah, hiçbir cinayet sahibine zarar vermez. Ardından da buna günahlardan cezaların kalkması ekleniyor. Bunun kaçınılmaz sonucu ise, insanlardan yükümlülüklerin kalkmasıdır. Tıpkı Hıristiyanların düşündükleri gibi. Hatta bu onların düşüncelerinden de daha beterdir. Çünkü Hıristiyanlar Hz. İsa (a.s) gibi bir peygamberin kendini feda etmesi ile yükümlülüklerin kalktığını ileri sürerlerken, bu rivayeti uyduran kişi Vahşi'nin arzusuna uyarak bu sonuca varıyor.

Sözünü ettiğimiz Vahşi'ye gelince, bu İbn-i Mut'im'in kölesi idi. Uhud Savaşında Hz. Hamza'yı öldürdü. Sonra Mekke'ye yerleşti. Ta-if'in alınmasından sonra da Müslüman oldu. Peygamberimiz ona, "Gözüme görünme." demesi üzerine Şam'a yerleşti. O bölgede bulunan Hıms'ı ikametgâh edindi. İkinci halife zamanında divan kâtipliği yaptı. Sonra sürekli içki içtiği için bu görevden atıldı. İçki düşkünlüğü yüzünden de birkaç kez kırbaçlandı. Osman'ın halifeliği döneminde ise öldü. Hatta rivayet edildiğine göre ölümü içki yüzünden oldu.

İbn-i Abdulbirr el-İstiab adlı eserinde, kendi rivayet zinciri ile İbn-i İshak'a dayandırdığı bir rivayette Abdullah b. Fadl'dan, o da Süleyman b. Yesar'dan Cafer b. Amr b. Umeyye ed-Damurî'nin şöyle dediğini nakleder: "Ben ve Abdullah b. Udeyy sefere çıkmıştık. Yolumuz Vahşi'nin ikamet yeri olan Hıms'a uğradı. Birbirimize, 'Keşke Vahşi'ye gidip ona Hz. Hamza'yı nasıl öldürdüğünü sorabilseydik.' dedik. Adresini sorarken bir adama rastladık. Bize şöyle dedi: 'O içkiye yenik düşmüş biridir. Eğer onu ayık bulabilirseniz, sizinle istediğiniz konuda konuşabilen normal bir Arap'la karşılaşırsınız. Fakat eğer onu sarhoşken bulursanız yanından derhal ayrılın.' Biz de verilen adres üzerine Vahşi'nin yanına vardık..." Bu rivayetin devamında Vahşi'nin Uhud Savaşı sırasında Hz. Hamza'yı nasıl öldürdüğü anlatılıyor.

Mecma-ul Beyan tefsirinde Mutarrif b. Şıhhır, Ömer'den şöyle nakleder: "Resulullah'ın (s.a.a) zamanında içimizden biri büyük bir gü-nah işleyerek öldüğü zaman onun cehennem ehli olacağına dair şahitlik ederdik. Fakat ['Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.' diye başlayan] ayet indikten sonra artık o şahitlikleri yapmaktan vazgeçtik." (c.2, s.123)

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, İbn-i Münzir, Mutemer b. Süleyman yolu ile Süleyman b. Utbe el-Barıkî'den İsmail b. Sevban'ın şöyle dedi-ğini rivayet etmiştir: "Büyük hastalıktan önce muhacir ile ensarın 'Kim bir mümini kasten öldürürse...' (Nisâ, 93) ayeti hakkında, 'Böyle bir kimse kesinlikle cehennemliktir' dediklerine şahit oldum. Fakat 'Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar.' ayeti inince, 'Allah'ın dilediği olur, Allah dilediğini yapar.' dediler." (c.2, s.169)



Ben derim ki: Bu iki rivayete yakın anlamda olan bir rivayet de birkaç yoldan İbn-i Ömer'e dayandırılarak nakledilmiştir. Fakat bu rivayetlerin hepsi kuşkuludur. Şöyle ki, [sahabelerin tümünün yanlış bir konu üzerinde ittifak edecekleri aklen mümkün değildir. Çünkü] "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz..." diye başlayan ayetin, daha önce açıklamasını yaptığımız şefaat ayetlerinin içeriklerinden fazla bir anlam taşımadığını bütün sahabilerin bilmediğini sanmıyoruz.

Ayrıca onların, şefaat hakkındaki ayetlerin çoğunun Mekke döneminde indiğinden habersiz olacaklarını da düşünemeyiz. Meselâ, yüce Allah Zuhruf suresinde şöyle buyurmuştur: "Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler bunun dışındadır." (Zuhruf, 86) Yûnus, Enbiyâ, Tâhâ, Sebe, Necm ve Müddessir surelerinde yer alan şefaat konulu ayetler de böyledir.

Bu ayetlerin hepsi Mekke döneminde inen ve şefaati kanıtlayan ayetlerdir. Nitekim şefaatle ilgili yazımızda bu konuya detaylı bir şekilde açıklama getirmiştik. (Bakara, 47-48) Bu ayetler ise bütün günahları kapsar. Söz konusu ayetlerde biri şefaat gören kişi ile ilgili, öbürü ise yüce Allah ile ilgili iki kayıt vardır. Şefaat gören kişi ile ilgili kayıt, o kişinin Allah'ın rızasına uygun bir dini yani, tevhit ilkesine dayalı bir inancı benimsemiş olması ve Allah'a ortak koşmamış olmasıdır. Yüce Allah ile ilgili kayıt ise onun meşiyeti ve dilemesidir. Bu ayetlerden çıkan sonuç, Allah'ın affının O'nun dileğine bağlı olarak şirk dışındaki bütün günahları kapsadığıdır. Bu da, "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz." diye başlayan ayetin içeriğinin tıpatıp aynısıdır.

Kur'an'da haksız yere öldürülmesi haram olan bir cana kıymanın, faiz yemenin ve akrabalarla ilişkileri kesmenin cezasının ebedi cehennem olduğunu belirten ayetlere gelince, -meselâ bir ayette şöyle buy-rulur: "Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir..." (Nisâ, 93) Bir başka ayette ise faizle ilgili şöyle buyruluyor: "Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar." (Bakara, 275) Başka bir ayette de akraba ilişkilerini kesmekle ilgili şöyle buyrulur: "İşte lânet onlar içindir ve kötü yurt (cehennem) onlarındır." (Ra'd, 25)- bu ve benzeri ayetler insanı sadece kötü bir akıbetle tehdit ediyorlar, cehennem azabından haber veriyorlar. Fakat bu cezanın kesin, değişmez ve kaldırılmaz olduğu da söylenemez. Çünkü bu ayetlerin bu konuda [mezkur günahların cezasının kesin olup, asla affedilmeyeceği konusunda] sarâhati (net bir açıklaması) yoktur.

Kısacası, "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz." ayeti, şefaat ayetlerine göre sahabelerin o sözlerine gerekçe olacak bir içerik fazlalığı taşımıyor. Bu nedenle sahabeler büyük günahlar hakkındaki ayetleri cehennem cezasının kesinliği biçiminde anlamış olamazlar ki, büyük günah işleyenlerin cehennemlik olacaklarına şahitlik etmeleri caiz olsun. Yine, "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz..." ayetinden de şefaat ayetinde olmayan bir anlam çıkaramazlardı ki, bu ayetin büyük günahlar hakkındaki ayetleri neshettiğini (=geçersiz kıldığını), sınırladığını veya kayıtlandırdığını söylemeleri gerekmiş olsun.

Sözünü ettiğimiz rivayetlerin biri bu gerçeği ima ediyor. Bu da ed-Dürr-ül Mensûr'un sahih bir senetle İbn-i Durays, Ebu Ya'la, İbn-i Münzir ve İbn-i Adiy yolu ile İbn-i Ömer'den naklettiği şu rivayettir. Bu rivayete göre İbn-i Ömer şöyle diyor: "Biz büyük günah işleyenler için af dilemekten kaçınıyorduk. Fakat Peygamberimizden (s.a.a), 'Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını di-lediği kimse için bağışlar.' ayetini işitince iş değişti. Bir de Peygam-berimiz şöyle buyurdu: 'Ben duamı ümmetimden büyük günahlar iş-leyenlere şefaat etmek için sakladım.' O günden sonra içimizdeki düşünceleri açığa vurmaktan kaçınarak konuşmaya ve büyük günahkârlar için de af dilemeye başladık." (c.2, s.169)

Bu rivayetten anlaşıldığına göre sahabeler mağfiret=bağışlama ayetinden [yani, "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz..." ayetinden] çıkardıkları anlamın aynısını şefaat ile ilgili hadisten de çıkarıyorlardı. İşte burada cevaplandırılması gereken şu soru kalıyor: Sahabeler şefaatle ilgili hadisi büyük günahların affedilebileceği şeklinde yorumladıkları hâlde nasıl oldu da bu anlamı Mekke döneminde inmiş olan şefaat ayetlerinden çıkaramadılar. Hem de o ayetlerin o kadar çok, açık anlamlı ve uzun zamandan beri gözlerinin önünde bulunmasına rağmen, ben bilmiyorum!

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, "Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmüyor musun?..." ayeti ile ilgili olarak Beyhakî'nin ed-Delail kitabında ve İbn-i Asakir'in de kendi Tarih kitabında Cabir b. Abdullah'tan şöyle aktardıkları rivayet edilir: "Peygamberimizin (s.a.a) Medine'deki (siyasî) konumu varacağı yere varınca (belirginlik kazanınca), Ka'b b. Eşref Onun yanından ayrılarak Mekke'ye giderek oraya yerleşti ve 'Muhammed'e ne yardım ederim ve ne ona karşı savaşırım.' dedi. Mekke'de kendisine, 'Ey Ka'b, bizim dinimiz mi iyidir, yoksa Muhammed ile arkadaşlarının dini mi?' diye sordular. Ka'b bu soruya: 'Sizin dininiz daha hayırlı ve daha eskidir. Muhammed'in dini ise yenidir.' diye cevap verdi. Bunun üzerine, 'Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmüyor musun?...' ayeti indi." (c.2, s.172)



Ben derim ki: Bu ayetin iniş sebebi hakkında değişik biçimde birçok rivayetler vardır ki, en güvenilir olanı naklettiğimiz bu rivayettir. Yalnız [farklı olmalarına rağmen yine de] bu rivayetlerin hepsi ayetle ilgili olayın özünde birleşiyor. Bu olay ise şudur: "Bazı Yahudiler Kureyşlilerin dininin Peygamberimizin (s.a.a) dininden daha iyi olduğu yolunda Kureyşliler lehine hüküm vermişlerdir."

Tefsir-ul Burhan'da, "Yoksa onlar, Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiği şeyler için onları kıskanıyorlar mı?..." ayetinin tefsirinde Şeyh Tusî'nin el-Emalî adlı eserinde kendi rivayet zinciri ile Cabir b. Abdullah'tan İmam Bâkır'ın (a.s) "Yoksa onlar, Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiği şeyler için onları kıskanıyorlar mı?" ayeti hakkında şöyle buyurduğunu nakleder: "Ayetteki 'nas=insanlar'dan maksat, biz (Ehl-i Beyt)iz." (c.1, s.377, h:19)

el-Kâfi kitabında müellifin kendi rivayet zinciri ile Bureyd'e dayandırdığı bir rivayette İmam Bâkır (a.s), "Yoksa onlar, Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiği şeyler için onları kıskanıyorlar mı?" ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: "Ayetteki kıskanılan insanlar biziz..." (c.1, s.205, h:1)

Ben derim ki: Bu anlamda birçok kanaldan gelen Ehl-i Beyt İmamlarına dayalı çok sayıda rivayet vardır. Bu rivayetler el-Kâfi,[56] et-Tehzib,[57] el-Maani, Besair-ud Derecat,[58] Tefsir-ul Kummî,[59] ve Tefsir-ul Ayyâşî[60] gibi önemli Şiî kaynaklarda yer almıştır.

Yine aynı anlamda Ehl-i Sünnet kanallarından gelen bazı rivayetler de vardır. Bunlardan birisi, İbn-i Meğazilî'nin merfu olarak [yani rivayet zincirine yer vermeksizin] Muhammed b. Ali Bâkır'dan (Allah'ın selamı her ikisine olsun) naklettiği rivayettir. Bu rivayette İmam Bâkır (a.s), "Yoksa onlar, Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiği şeyler için onları kıskanıyorlar mı?" ayeti ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Vallahi (bu ayette sözü edilen) insanlardan maksat, biziz." (Menakıb-ı İbn-i Meğazilî, s.267, h:314)

Bu rivayetlerden bir diğeri de ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde İbn-i Münzir'in ve Âta yolu ile Taberani'nin İbn-i Abbas'tan naklettikleri rivayettir. Bu rivayette İbn-i Abbas, "Yoksa onlar, Allah'ın kendi lütfun-dan insanlara verdiği şeyler için onları kıskanıyorlar mı?" ayeti hakkında şöyle demiştir: "Burada sözü edilen insanlardan maksat biziz, diğer insanlar değil."[61] Öte yandan İkrime'den, Mucahid'den, Mu-katil'den ve Ebu Malik'den, ayetteki insanları Peygamberimize tefsir ettiklerini nakletmiştir.[62] Daha önce söylediğimiz gibi ayetin zahirinden anlaşıldığına göre buradaki insanlardan maksat Peygamberimizdir; Ehl-i Beyt ise bu konuda Peygamberle aynı konuma sahiptirler.

Tefsir-ul Ayyâşî'de Hamran'dan şöyle nakledilir: "İmam Bâkır (a.s), 'Doğrusu biz İbrahim soyuna kitabı ve hikmeti verdik.' ayetindeki kitabın peygamberlik, hikmetin kavrama ve hüküm verme yeteneği, büyük mülkün de itaat anlamına geldiğini buyurmuştur." (c.1, s.248, h:160)

Ben derim ki: Buradaki itaatten maksat, diğer hadislerde bildirildiği üzere farz olan itaattir. Bu anlamda da çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerin bazılarında farz itaat, imamet ve hilafet ile tefsir edilmiştir. Nitekim el-Kâfi'nin Bureyd kanalı ile İmam Bâkır'a (a.s) dayandırdığı rivayette böyle denmiştir.

Tefsir-ul Kummî'de, "Hiç şüphesiz ayetlerimizi inkâr edenleri ya-kında ateşe sokacağız." ayeti hakkında, "Buradaki ayetlerden maksat Hz. Ali (a.s) ile Ehl-i Beyt İmamlarıdır." denmiştir. (c.1, s.141)

Ben derim ki: Bu, örnek verme ve genel bir anlamı somut bir örneğe uyarlama kabilindendir.

Şeyh Tusî el-Mecalis adlı eserinde Hafs b. Gıyas Kâdı'dan şu sözleri naklediyor: "Ben bir defasında Caferîlerin önderi İmam Sadık'ın (a.s) yanında idim. Halife Mansur kendisini davet etmişti. O sırada zındık bir kişi olan İbn-i Ebi'l Avca İmamın yanına gelerek şöyle dedi: 'Derileri yanıp eridikçe azabı tatsınlar diye derilerini başka deriler-le değiştiririz.' ayeti hakkında ne diyorsun? Farz edelim ki bu deriler günah işledi de ceza gördü. Peki öbür derilerin ne suçu var?"

"İmam Sadık (a.s) adama şu cevabı verdi: 'Yazıklar olsun sana! O İkinci deri birinciden başka olmakla birlikte birincinin aynısıdır.' Adam, 'Bu söylediklerini açıkla' dedi. İmam da sözlerine şöyle devam etti: 'Baksana, eğer bir adam bir tuğlayı tutup kırar da sonra onu su ile yoğurup kalıba dökerek eski biçimine döndürürse, o tuğla başka bir şey olmakla birlikte ilkinin aynısı olmaz mı?' Adam, 'Evet, anladım. Allah insanların senden faydalanmalarını nasip etsin' dedi."

Ben derim ki: Bu rivayet Merhum Tabersî'nin el-İhticac adlı eserinde[63] Hafs b. Gıyas kanalıyla İmam Sadık'tan (a.s) nakledilmiş ve Tefsir-ul Kummî'de de mursel olarak yer almıştır.[64] İmamın cevabının özü şuna dayanır:

Madde birliği şekil birliği aracılığı ile korunur. [Yani çeşitli şekiller alan bir varlığın asıl maddesi bir olursa, o varlık çeşitli şekillere girse bile yine gerçekte aynı varlıktır. İnsanın bedeninde de durum aynen böyledir.] İnsanın bedeni her ne kadar kendinde vuku bulan değişiklikler sonucu şekil değişikliğine uğrasa da, insan madde olarak aynı insan oldukça onun bedeni bu bedenin parçaları gibi birliğini (varlığını) devam ettirir. Bu bedenin herhangi bir sebeple değişmesi önemli değildir.

Men lâ Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde şöyle rivayet edilir: "İmam Sadık (a.s), 'Orada onlara tertemiz eşler vardır.' ayeti hakkında kendisine yöneltilen soruya, 'Tertemiz eşlerden maksat, hayız olmayan ve abdesti bozulmayan kadınlardır.' buyurdu." (c.1 s.50, h:4)

Tefsir-ul Burhan'da, "Allah size, mutlaka emanetleri ehline vermenizi emreder..." ayeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: "Muham-med b. İbrahim Nü'manî, kendi rivayet zinciri ile Zürare'nin İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) naklettiği bir hadiste, Zürare'nin şöyle dediğini rivayet eder: "İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) 'Allah size, mutlaka emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.' ayetinin anlamını sordum. Bana şöyle dedi: 'Allah, imama emaneti kendisinden sonraki imama vermesini, bunu ondan esirgememesini emrediyor. Allah'ın, 've insan-lar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size böylece ne güzel öğüt veriyor.' şeklindeki buyruğunu görmüyor musun? Bunlar devlet başkanlarıdır ey Zürare! Yüce Allah'ın ayetteki muhatapları devlet başkanlarıdır." (c.1 s.380, h:5)

Ben derim ki: Bu hadisin baş tarafı birkaç kanal ile Ehl-i Beyt İmamlarından rivayet edilmiştir. Hadisin son bölümünden, onun somut örneğe uyarlanma türünden olduğu ve ayetin mutlak anlamda hükmetme ve her hak sahibine hakkını verme konusunda indiği anlaşılıyor. Bu yüzden daha önce sözü edilen örneklere ve benzerlerine uyarlanması da mümkündür.

Bu anlamda bir rivayet de ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer almıştır. Bu kitapta Said b. Mensûr, Firyabî, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir ve İbn-i Ebu Hatem Hz. Ali'den (a.s) bu ayetin anlamı hakkında şöyle naklederler: "İmam, Allah'ın indirdiklerine göre hükmetmek ve emaneti ehline vermekle görevlidir. İmam bu görevini yerine getirince insanlar da onun sözünü dinlemekle, ona itaat etmekle ve çağrısına olumlu karşılık vermekle yükümlüdürler." (c.2 s.175)

 

 

59- Ey inananlar! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ululemre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resul'e götürün. Bu (sizin için) daha hayırlı ve yorum bakımından daha güzeldir.



 

60- Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını sananları görmedin mi? Tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, tağutun hakemliğine baş vurmak istiyorlar. Şeytan da onları uzak (koyu) bir sapıklığa düşürmek istiyor.

 

61- Onlara Allah'ın indirdiğine ve Resul'e gelin, denildiği zaman münafıkların senden yüz çevirdiklerini görürsün.

 

62- Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felâket gelince ne yaparlar? Sonra sana gelirler ve, "Biz sadece iyilik etmek ve uzlaştırmak istedik." diye Allah'a yemin ederler.

 

63- Onlar, Allah'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir. Onlardan yüz çevir, kendilerine öğüt ver. Onlara kendileri hakkında içlerine işleyecek etkili sözler söyle.

 

64- Biz her peygamberi, Allah'ın izni ile, kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileselerdi, Resul de onların bağışlanmasını isteseydi, elbette Allah'ı affedici ve merhametli bulurlardı.

 

65- Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklar hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükmü, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam anlamıyla kabullenmedikçe inanmış olmazlar.

 

66- Eğer biz, kendinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın, diye bunu onlara farz etmiş olsaydık, içlerinden pek azı müstesna, bunu yapmazlardı. Halbuki kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, onlar için hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha pekiştirici olurdu.

 

67- O zaman onlara katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.

 

68- Ve onları dosdoğru yola iletirdik.

 

69- Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîkler (gerçekler, dosdoğru kullar), (amellere olan) şahitler ve salihlerle birlikte olur ve onlar ne de güzel arkadaştır!

 

70- Bu lütuf Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.


Yüklə 2,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin