El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 4 Âl-i İmrân Sûresi'nin Devamı ve Nisa Suresi


Gayret ve Taassup Hakkında Bİrkaç Söz



Yüklə 2,2 Mb.
səhifə77/77
tarix30.07.2018
ölçüsü2,2 Mb.
#64211
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   77

Gayret ve Taassup Hakkında Bİrkaç Söz


Yukarıdaki ayetin mesajına dikkat edildiği ve insandaki doğal duygularla karşılaştırıldığı takdirde, ayetin sergilendiği muhteşem ilâhî edebe hayret etmemek mümkün değildir.

Hiç şüphesiz insan yapısında onu çocuklar, kadınlar, kişisel şeref ve itibar gibi saygı gösterdiği ve önem verdiği değerleri savunmaya sevk eden bir içgüdü vardır. Bu, insan fıtratının gerektirdiği ve ferde ilham ettiği bir hükümdür. Bu savunma eğer hak ve hak uğruna olursa, övülecek bir tutum olabileceği gibi, eğer batıl ve hakka karşı olursa toplumsal hayatta kötü ve yıkıcı sonuçlar getiren kınanacak bir tutum olabilir.

İslâm ilk başta bu hükmün fıtratın lehine olan özünü korur; ama ayrıntılarını, uzantılarını geçersiz sayar. Sonra o hükmü diğer bütün hedeflerden vazgeçirerek sadece Allah'a doğru yöneltir. Arkasından onun çok sayıdaki alanlarına döner ve bu tezahür örneklerinin hepsini bir olan Allah'a inanma kalıbına döker ve sonuçta insanı yakını olan erkekler, kadınlar, çocuklar ve hak olan her dava hakkında mutaassıp olmaya çağırır; ama bütün bunlarda Allah'a yönelik olmayı esas almayı şart koşar.

Kısacası, İslâm fıtratın hükmünü onaylar; fakat onu bozuk arzulardan ve amellerden arındırır, onu bütün tezahür biçimlerinde saflığa kavuşturur. Onu bir bütün olarak insanın fıtrat uyarınca uygulayacağı insanî bir yöntem, bir şeriat yapar; onu çatışma karanlığından kurtararak uyuşma ve barışma aydınlığına kavuşturur. Çünkü İslâm'ın benimsemeye çağırdığı ve yasallaştırdığı bir tutumun, bir ilkenin parçaları ve uzantıları arasında çelişme ve çatışma olmaz. Bunların hepsi tevhide dayalı olmakta ortaktırlar ve hepsi hakka bağlılık ilkesinde birleşirler. Bunun sonucu olarak bu durumda bütün hükümler genel, sürekli ve değişmez olurlar, bu hükümlerde sapma, tutarsızlık ve uyuşmazlık görülmez.

*    *    *

 

"İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kâfir olanlar ise tağut yolunda savaşırlar." Bu ayet müminler ile kâfirler arasında, onların savaşlarının niteliği bakımından yapılmış olan bir karşılaştırmadır. Başka bir deyişle bu iki zümre savaşmadaki niyetleri açısından birbiri ile karşılaştırılıyor. Böylece müminlerin yolunun kâfirlerin yolundan daha şerefli olduğu, müminlerin yolunun Allah'a varıp dayandığı; oysa kâfirlerin yolunun bunun tersi olduğu bildiriliyor ki, bu bilgi müminleri savaşmaya teşvik eden bir başka faktör olsun istenmiştir.



"O hâlde şeytanın dostları ile savaşın. Şüphe yok ki şeytanın kurduğu düzen zayıftır." Kâfirler tağutun yolundan gittikleri için Allah'ın velayeti dışındadırlar. Buna göre onların şirk ve Allah'tan başkasına tapma velisi dışında bir velileri, mevlâları yoktur, ki bu da şeytandır. O hâlde onların velisi, dostu şeytandır ve onlar da onun dostlarıdır.

Bu ayette şeytanın hilesinin zayıf olduğu belirtiliyor. Çünkü bu hile Allah'ın yolunun karşıtı olan tağutun yoludur. Oysa güç-kuvvet bütünü ile Allah'a aittir. Buna göre şeytanın tuzağından ibaret olan tağutun yolu için zayıflıktan başka bir sıfat kalmıyor. Bu yüzden kâfirlerin yolunun zayıf olduğu belirtilerek müminler kâfirlere karşı tahrik edilmiş, onlarla savaşmaya özendirilmiştir. Şeytanın hilesinin Allah'ın yoluna nispetle zayıf olması ile bu hilenin nefsinin arzusuna esir olanlara göre güçlü olması arasında çelişki yoktur. Bu açıktır.


ayetlerİn hadİsler Işığında açıklaması


Mecma-ul Beyan tefsirinde, "Ey inananlar! Koruma araçlarınızı alın..." ayeti hakkında şöyle deniyor: "Silahlara, 'hizr=koruma araçları' denmesinin sebebi, korunulması gereken yerlerde bunlarla korunulmasıdır. Bu açıklama İmam Bâkır'dan da rivayet edilmiştir." (c.2, s.154, el-Hayat Baskısı, Beyrut)

 

Yine aynı eserde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Bu ayetteki "subat" kelimesinden maksat müfrezeler ve "cemîan" kelimesinden maksat ise ordudur." (c.2, s.155, el-Hayat Baskısı, Beyrut)



 

Tefsir-ul Ayyâşî'de Süleyman b. Halid'in İmam Sadık'tan (a.s) şöyle naklettiği aktarılır: "Yüce Allah, 'Ey inananlar!' diyerek onları mü'min olarak adlandırıyor. Ama onlar mümin değildirler ve hiçbir değer üstünlükleri de yoktur. Allah şöyle buyuruyor: 'Ey inananlar! Koruma araçlarınızı alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut topyekün savaşın... ben de büyük başarıya erseydim, der.' Eğer gök halkı ve yeryüzü halkı, 'Allah bana lütfetti de peygamberlerle birlikte olmadım.' derlerse, bu söz yüzünden müşrik olurlar. Eğer Allah tarafından müminlere bir armağan verilirse, böyleleri 'Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da Allah yolunda savaşsaydım.' derler."

 

Ben derim ki: Bu anlamdaki bir rivayet İmam Sadık'a (a.s) dayalı olarak Tabersî'nin Mecma-ul Beyan adlı eserinde ve Kummî'nin tefsirinde de yer almıştır. İmam Sadık'ın (a.s) bu sözlerindeki şirkten kastı manevî şirktir. Yoksa İmam bu sıfatı taşıyan kimseden İslâm'ın zahirî hükümlerini kaldıran küfrü kastetmiş değildir. Bunu daha önce açıklamıştık.

 

Yine aynı eserde Hamran'dan İmam Bâkır'ın (a.s) "Size ne oldu da ...mustaz'af erkekler..." ayeti hakkında şöyle buyurduğunu nakleder: "Bunlar (mustaz'aflar), biz (Ehl-i Beyt)iz". (c.1, s.257, h:191)



 

Ben derim ki: Bu Rivayet, Semaa aracılığı ile İmam Sadık'tan da nakledilmiştir. Bu rivayetteki ifade; "Yüce Allah, 'mustaz'af erkekler' buyuruyor. Onlar bizleriz." şeklindedir. (Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.257, h:194)

 

Bu iki rivayet ayetin tefsiri değil, bu ümmetin zorbalarından şikayetçi olma babında bir örnek verme ve uyarlamadır.



 

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde şöyle deniyor: Ebu Davud Nasih adlı eserinde, İbn-i Münzir, İbn-i Ebu Hatem ve Beyhakî Sünen adlı eserin-de Ata yolu ile İbn-i Abbas'tan şöyle aktarırlar: "Koruma araçlarınızı alın; bölük bölük savaşa çıkın, yahut topyekün savaşın." ayetindeki 'subat' kelimesi 'guruplar ve fırkalar hâlinde' anlamındadır." İbn-i Abbas daha sonra bu ayetin, "Müminlerin hepsinin savaşa gitmeleri gerekmez." (Tevbe, 122) ayeti ile neshedildiğini söylemiştir. (c.2, s.183)

 

Ben derim ki: Bu iki ayet birbirleri ile çelişik değil ki, ikincisinin birincisini neshettiğine hükmedilsin. Bu açıktır. Olsa olsa ikinci ayetin birincisini sınırlandırdığı veya kayıtlandırdığı ileri sürülebilir.

 

Hamd Allah'a mahsustur.

 
 

[1]- [Bihar-ul Envar, c.6, s.214, h:2]

[2]- [Bihar-ul Envar, c.6, s.262, h:108]

[3]- [Mecma-ul Beyan Tefsiri, c.2 s.505]

[4]- [Tarih-ul Mağazi, c.1, s.235]

[5]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.83]

[6]- [el-Hisal, c.1, s.201, h:14]

[7]- [bk. el-Mizân, c.1, Bakara suresi, 21-25. ayetlerin tefsiri.]

[8]- [bk. el-Mizân, c.2, Bakara suresi, 216-218. ayetlerin tefsiri.]

[9]- [bk. el-Mizan, c.1, Bakara suresi, 23-24. ayetlerin tefsiri, Mucize ve Mahiyeti]

[10]- Bu konuyla ilgili açıklama için, birinci ciltteki Bakara suresinin 164. ayetinin tefsirine başvurulabilir.

[11]- Bu konuyla ilgili açıklama için, üçüncü ciltteki Âl-i İmrân suresinin 7. ayetinin tefsirine başvurulabilir.

[12]- Bu ayetlerin, vurguladığımız anlama nasıl geldiklerini anlamak için bu tefsirdeki yerlerine başvurulabilir.

[13]- Bunun en açık örneklerinden biri şudur: Birinci dünya savaşından sonra günümüzün tek beğenilen sistemi olan demokratik sistem, Rusya'da komünizme dönüştü, yerini sosyalist bir hükümete terk etti. İkinci dünya savaşının arkasından doğu Avrupa ülkeleri ile Çin, Rusya'ya katıldı. Böylece demokrasi cephesi yaklaşık olarak dünya toplumunun yarısını kaybetti. Yaklaşık bir yıl kadar önce sosyalist toplumlar, Lenin'den sonra iktidara gelen ve yaklaşık otuz yıl kadar ülkesini yöneten eski liderleri Stalin'in iktidarı boyunca sosyalist rejimi, ferdî ve diktatörlüğe dönüştürdüğünü ilân ettiler. Günümüze kadar kimi topluluklar bu sisteme inandıktan sonra ondan vazgeçerken kimileri de onu reddettikten sonra benimsemektedirler. Sistem ise gelişip yayılıyor. Tarihte bunun başka birçok örnekleri vardır.

[14]- [Söz konusu rakam, el-Mizan Tefsiri'nin yazıldığı 1335 hicri şemsi yıllarına aittir. Son zamanlarda belirtilen rakamlara göre, Müslümanların sayısı bir milyarı aşkındır.]

[15]- Bu konuda daha geniş bilgi için üçüncü ciltteki Âl-i İmrân suresinin 79. ve 80. ayetlerinin tefsirine başvurulabilir.

[16]- Birinci ciltte icaz (mucize) hakkında yaptığımız araştırmaya başvurunuz.

[17]- Bu konuda, Vesail-üş Şia, Salat kitabı, Cemaat namazını terk etmenin mekruh oluşu bölümüne bakınız.

[18]- Bu günlerde gazetelerde bir gurup doktorun insanın deri rengini değiştiren, meselâ siyah deri rengini beyaza dönüştüren bir ilâç formülü keşfettiklerini yazdılar.

[19]- Avrupa ve Amerika'nın sözde uygar toplumlarında son zamanlarda revaç bulan uygulamalara göre kızlar evlilik öncesinde ve yasal evlenme yaşına girmeden önce bekâretlerini gideriyorlar. İstatistik verilere göre bu işlem kimi zaman kızların babaları ile erkek kardeşleri tarafından gerçekleştiriliyor.

[20]- bk. En'âm suresi, ayet; 151

[21]- bk. Tekvîr suresi, ayet; 8

[22]- bk. Zuhruf suresi, ayet; 17

[23]- Bu konuda Bihar-ül Envar'ın 6. cildine, İbn-i Hişam'ın siyerle ilgili kitabına ve diğer kaynaklara bakılsın.

[24]- Bu konuda Ebu Talib divanına bakılsın.

[25]- Şey Muhammed Hüseyin Kaşif-ul Gıta, el-Mesel-ül Ülya Fil-İslâm La Fi Bihamdûn.

[26]- Bu günlerde Tahran'da çıkan İttilaat gazetesinin 11 Dey 1335 Şemsî tarihli Salı günü nüshası bu söylediklerimizi teyit ediyor. Gazete Fransa'da yayınlanan bir istatistik araştırmaya yer veriyor ki, özeti şudur: İstatistik verilere göre Fransa'da her yüz erkek çocuk karşılığında yüz beş kız çocuk doğuyor. Buna rağmen yaklaşık kırk milyonluk Fransız nüfusu içinde kadınların sayısı erkeklere kıyasla bir milyon yedi yüz altmış beş bin kişi fazladır. Bunun sebebi, erkeklerin hastalıklar karşısındaki direncinin kadınlardan daha zayıf oluşudur. Bunun sonucu olarak on dokuz yaşına kadar erkeklerdeki ölüm oranı kadınlarınkinden yüzde beş daha fazla oluyor.

Erkeklerin nüfus içindeki oranı yirmi beş-otuz yaş aralığından altmış ve altmış beş yaş aralığına kadar düşmeye devam ediyor ve altmış-altmış beş yaş aralığında bir buçuk milyon kadın karşılığında sadece yedi yüz elli bin erkek kalıyor.

[27]- İngiliz yazar Mr. Jhon Dynport, "Hz. Muhammed ve Kur'an'dan özür" adlı yazmış olduğu ve büyük alim Saidi tarafından Farsça'ya çevrilen bir eserinde bu görüşe yer vermiştir.

[28]- el-Mizan, c.2, Bakara suresinin 228-242. ayetleri müteakip "İlmî İnceleme Bölümü".

[29]- [Merhum Allame Tabatabai bu sözleri 1335 hicri şemsi yılında kaleme almıştır.]

[30]- [Fıkıh usûlü bilgisine göre, hükmü şart edatlarından biri ile belirli bir şarta bağlanmış nassın, bu şartın bulunmadığı durumlarda o hükmün geçerli olmadığına delâlet etmesine "mefhum-uş şart" denir. Meselâ: "Sana karşı saygılı davranılırsa, sen de saygılı davran" cümlesinde saygılı davranma hükmü, şart kalkınca kalkar ve geçerli sayılmaz.]

[31]- Belki de doğrusu, Şamhî'dir. Çünkü, Ehl-i Sünnet kanalıyla nakledilen bazı hadislerde adamın "Beni Şamh" kabilesinden olduğu yer almıştır veya doğrusu "Şemhiyye"dir.

[32]- Bir başka nüshada "en kötü kişiden başka..." şeklinde bir ifade yer almştır.

[33]- Bu konudaki en acayip sözlerden biri de Zeccac'ın bu ayet hakkında söylediği şu sözlerdir: "Bu ayet hakkında birçokları lügat bilgisizlikleri yüzünden büyük bir yanılgıya düştüler. Bu kimseler, 'O hâlde... ücretlerini bir farz olarak verin.' ayetinde ilim adamlarının görüş birliği ile haram olduğunu söyledikleri müt'a evliliğinin kastedildiğini ileri sürdüler." Zeccac bu sözlerinin devamında ayetteki "istimta"nın nikâh demek olduğunu söylüyor. Bilmem ki, onun bu sözlerinin neresini düzelteyim? İbn-i Abbas, Ubeyy b. Kaab ve başkaları gibi şahsiyetleri dil bilmemekle itham etmesini mi? Yoksa ilim adamlarının müt'ayı görüş birliği ile haram saydıkları şeklindeki iddiasını mı? Yoksa dil uzmanı olduğunu iddia ederken "istimta"nın nikâh anlamına geldiğini söylemesini mi?

[34]- Onun, Tezhib-ut Tezhib ve Mizan-ul İtidal adlı eserlerde yer alan hayat hikâyesine başvurulabilir.

[35]- Müt'a hakkındaki görüşleri öğrenmek için fıkıh kitaplarına başvurulabilir. Bu konu etrafındaki fıkıh ve kelâm incelemeleri ayrıntılı biçimde öğrenmek için bu ilim dallarının klasik ve sonraki üstatlarının eserlerine, özellikle zamanımızın araştırmacı uzmanlarının kitaplarına başvurulabilir.

[36]- Vesail-üş Şia, Nikâh babı.

[37]- [Fürû-u Kâfi, c.5, s.170, h:6]

[38]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.146]

[39]- [el-Fakih, c.4, s.11, h:1]

[40]- Fahr-i Razî bu görüşü kendi tefsir kitabında (Tefsir-ul Kebir, c.10, s.75) Gazalî'nin "İhya-ul Ulum" adlı kitabının özetinden nakletmiştir.

[41]- Bu göreceli olma durumu, günaha yönelik niyetlerin farklılığından kaynaklanır, günahların birbirine olan nispetlerinden değil.

[42]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.148]

[43]- [Mâide, 54]

[44]- Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.239, h:116.

[45]- Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.239, h:117.

[46]- Bir başka rivayete göre; çocuklarınızı yetiştirir, büyütürüz.

[47]- Nehc-ül Belağa, 31. Mektup.

[48]- Füru-u Kâfi, c.5, s.510, h:3.

[49]- Füru-u Kâfi, c.5, s.510, h:2.

[50]- Füru-u Kâfi, c.5, s.509, h:1.

[51]- Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.241, h:129.

[52]- Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.242, h:136-137.

[53]- Füru-u Kâfi, c.3, s.71, h:15.

[54]- Füru-u Kâfi, c.3, s.299, h:1.

[55]- el-Kebir, c.10, s.125.

[56]- el-Kâfi, c.1, s.273-275.

[57]- et-Tehzib, c.4, s.132, h:367.

[58]- Besair-ud Derecat, c.1, s.35, bap:17.

[59]- Tefsir-ul Kummî, c.1, s.140.

[60]- Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.246, h:153.

[61]- ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.173.

[62]- ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.173.

[63]- el-İhticac c.2 s.104.

[64]- Tefsir-ul Kummî, c.1 s.141.

[65]- [Masumluk, insanı yanılma ve günahlara karşı koruyan bir özellik ve güçtür. Dolayısıyla masum olan insan ne yanılır, ne günah işler ve ne de hataya düşer. Peygamberlerin sahip olduğu masumluk niteliği ise üç kısma ayrılır: a) Vahyi alırken yanılmama. b) Tebliğ ve elçilik görevini yerine getirirken yanlış yapmama. c) Günah işlememe.

Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için bk. el-Mizân, Bakara suresi, ayet: 213.]

[66]- Tefsir-ul Kebir, c.10, s.144-150.

[67]- Fecr-ül İslâm dergisinin sahibi.

[68]- ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.176.

[69]- Taberî tefsiri, c.5, s.93-95, Mısır baskısı.

[70]- Bu savaşla ilgili hadislerden daha önce öğrendik ki: Peygamberimiz (s.a.a) bin kişi ile Uhud seferine çıkmış, fakat bunlardan üç yüz kadar münafık Abdullah b. Ubeyy ile birlikte geri döndüğü için Peygamberimizin yanında yedi yüz kişi kalmıştı.

[71]- Mecma-ul Beyan, c.2 s.158, Hayat Mat. Beyrut Baskısı.



 
Yüklə 2,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   69   70   71   72   73   74   75   76   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin