İLİm ve sohbet meclisleriNİn gereğİ ve edepleri



Yüklə 141,62 Kb.
səhifə2/3
tarix10.02.2018
ölçüsü141,62 Kb.
#42579
1   2   3

Ailede ilmihal eğitimi

Çocukluk çağı altın yıllardır, kıymeti bilinmelidir. İleriki yaşlardaki kişilik ve yaşantıya dair olumsuzlukların temelleri büyük ölçüde bu yıllarda atılmaktadır. Hadis-i Şerif’te buyrulduğu gibi “Her çocuk İslâm fıtratı üzerine doğar.” Daha sonra anne-babası ve çevresi çocuğu şekillendirirler.

Bizim dünyamız müslüman bir dünya. Telakkimiz de böyle olmalı. Arka plan ve kültür dünyamız müslüman bir ailenin ve cemiyetin kültürü ve anlayışı çerçevesinde oluşmalıdır. Şair Sezai Karakoç “Çocukluğumuz” şiirinde bir çocuğun nasıl bir anlatıma ihtiyaç duyduğunu çok güzel dile getirir:

“Annemin bana öğrettiği ilk kelime / Allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde / Annem bana gülü şöyle öğretti / Gül, O’nun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi.”

Asırlar boyunca İslâm toplumları çocuklarına dinini öğretmeyi öncelik bilmişlerdir. Ebeveyn, çocuklarına ilmihal bilgilerini, İslâm’ın kavramlarını öğretmelidir. Sonra İslâm tarihini sevdirecek, öğretecek, çocuğun o dünyaya girmesini sağlayacak kitaplar, belgeseller tercih edilmelidir. Bu yöntem de bıktırmadan, usandırmadan, tepki doğurmadan tatbik edilmelidir.

İslâm alimlerimizin hayatını okuduğumuzda ilk dinî eğitimlerini çoğunlukla ailelerinden aldıklarını görürüz. Mesela Kur’an’ı annesinden, namaz kılmayı babasından öğrenmiştir. Ailenin dindar bir birey yetiştirmede büyük rolü vardır. Çocuk Kur’an eğitimine onların teşvikiyle başlar, namazı onlardan öğrenir, babasıyla camiye gider gelir. Efendimiz s.a.v.’in mübarek ahlâkını, hayatını, çocuklarını, sahabilerini onlardan dinler. Büyüklerine özenerek oruç tutar, kurban ibadetini onlarla yaşar. İslâm ahlakını, sadaka vermeyi, mukaddesata hürmeti büyüklerinden öğrenir.



Bir eğitim kurumu olarak camilerimiz

İslâmiyet’in başlangıcında ilim camilerde okutulurdu. Sonraları medreseler ve mektepler yapıldıysa da, alimler halka dönük derslerini camilerde vermeye devam ettiler. Nitekim yakın tarihe kadar İstanbul ve Türkiye’nin bütün şehir ve kasabalarında bazı medrese dersleri camilerde okutulurdu.

Özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı’nın ilk üç asrında “fakih”lik kurumu çok yaygın biçimde din öğretiminde kullanılıyor ve on binlerce fakih köylerde, kasabalarda, şehirlerin cami ve mescitlerinde öğretici olarak görev yapıyorlardı. Dolayısıyla camiler dinî hayatın en güzel ve yaygın biçimde öğretildiği yer konumundaydı. Cumhuriyet döneminde bu durum resmî olarak zayıflamış ise de, gayret sahibi nice imam cemaatine Kur’an ve ilmihal öğretmeye devam etmiş ve etmektedir. Özellikle son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yaz aylarında camilerde yoğun biçimde eğitim faaliyeti yürütülmektedir. Kış aylarında ise daha çok cami cemaatine yönelik eğitim faaliyetleri devam etmektedir.

Halihazırda Diyanet İşleri Başkanlığını yürüten Prof. Dr. Mehmet Görmez’in göreve geldiğinde ilk icraatlarından biri merkezî vaaz sistemini kaldırması olmuştu. Gerekçe olarak da merkezî vaaz sisteminin imamları tembelleştirdiğini, cemaatine faydalı olamadığını göstermişti. Gerçekten de Osmanlı ve öncesindeki fakihlik kurumunun görevini, belli ölçüde bugünün imamları üstlenmiş durumdalar. Dolayısıyla her imam önce cemaati, sonra da çevresi için bir fakih konumundadır. İmamlarımızın kendilerine bir de bu yönden bakmaları, gayret göstermeleri dinimizin öğretilmesi bakımından büyük önem arz eder. Sadece iyi hazırlanmış cuma vaaz ve hutbeleri bile son derece kıymetlidir.

Ashab-ı Kiram’dan günümüze dinin öğretilmesinde, resmî görevlilerin dışında özel gayretlerin büyük etkisi vardır. Tarih boyunca mutasavvıflar, meşayih, salih zatlar, ihvan öncelikle dini yaşamayı, sonra örneklemeyi ve öğretmeyi hedef edinmişlerdir. Günlük hayatlarında, sohbetlerinde, kitaplarında daima bu esasa göre hareket etmişlerdir. Nitekim tasavvuf erbabı dinin yayılmasında asırlar boyunca birinci etken olmuştur. Dinin öğrenilmesindeki bu rolü sebebiyle dergâhlara “halk mektebi” de denmiştir. Günümüzde de bütün İslâm coğrafyasında dergâhlar, cemaatler, onların sohbet meclisleri ve vakıfları aracılığıyla bu eğitim faaliyeti -şükürler olsun- devam etmektedir.

Okullarımız ve ilmihal

Okullar, günlük hayatın rutininden meslekî yetkinliğe kadar bütün eğitimin verildiği kurumlarımız. Buralar çocuklarımızın kişiliklerinin oluştuğu, kimliklerini edindikleri/pekiştirdikleri, dünyaya ve hayata dair bilgileri öğrendikleri yerler. Neredeyse nüfusunun tamamına yakını müslüman olan ülkemizde, okullarda din eğitimi ihtiyacın çok uzağında.

Bunun temel sebebi kuşkusuz, ülkemizde din konusunun büyük ölçüde ideolojik/politik bir arka plan üzerinden ele alınmasıdır. Oysa mesele basit ve nettir. Bugün bütün dünyanın fark ettiği üzere din eğitimi belli hükümleri, ibadetleri öğrenmekten ibaret bir süreç değil, aslında ve öncelikle bir “değerler eğitimi”dir. Dinî eğitim, nesiller arası iletişim kanallarını işler kıldığı için geçmişi bugüne bağlayan, böylece sosyal ve kültürel bütünlüğü sağlayan, bireye toplumsal sorumluluklarını öğreten komple bir süreçtir.

Müslüman denince akla gelmesi gerekenlere bir bakalım: Takva, samimiyet, fedakârlık, cömertlik, diğergâmlık, vatan sevgisi, sevgi-saygı, nezaket, cesaret, tevazu, kanaat ve buna benzer insanlığın muhtaç olduğu değerler…

İşte dinî eğitim, özelde de ilmihal eğitimi dediğimizde bu kavramların ete kemiğe büründüğü, hayatın içine girdiği bir dokudan bahsediyoruz demektir. Yani kişinin hem Rabbiyle hem de insanlarla ve diğer varlıklarla hukukunu idrak ettiği bir insan ve böyle insanlardan oluşan toplum yapısı… Eğer bu olumlu bir çaba olarak görülüyorsa başlangıcında ve merkezinde ilmihal eğitimi olmak zorundadır.

Çocuklara İlmihali Nasıl Öğretmeliyiz?

Osmanlı’nın son döneminde eğitim üzerine çalışmalarıyla öne çıkan Satı Bey’in (d. 1880 – ö. 1969) ilmihal eğitimi konusundaki yazısından bir bölüm şöyle:

“Bütün derslerde olduğu gibi ilmihal derslerinde de bir meyve alabilmek için konuları çocukların fikrî durumuna indirmek ve daha somut olanlardan başlayarak soyut olanlara doğru bir derecelendirmeye uymak gereklidir..

İlkokul çocuklarına başlangıç olarak itikada dair öğretilebilecek şeyler, Cenab-ı Hakk’ın birliği, Hazreti Muhammed s.a.v.’in peygamberliği ve bir hesaplaşma gününün, kıyametin varlığı… gibi meselelerdir. Bunlarda bile kendilerine yalnız anlayabilecekleri şeyleri söylenmelidir. Şartlar, rükünler, taksimler, tasnifler daha o yaşta çocukların zihinlerinin alamayacağı şeylerdir.

Cenab-ı Hakk’ın varlığı fikri kendilerine etraflarında gördükleri eşya ve olaylardan bir Yaratıcı’nın varlığı delillendirilmek şeklinde anlatılmalıdır. Cenab-ı Hakk’ın sıfatları da yalnızca tesirleri ile anlatılmalı, bu sıfatların sadece isimlerini söyleyerek ve kısımlara ayırarak anlatmaktan uzak durmalıdır. Efendimiz s.a.v.’in peygamberliği fikri de bir iki cümlenin kapalı ve soyut tarifleri ile değil, birçok siyer ve kıssa vasıtasıyla öğretilmelidir. Hazreti Peygamber s.a.v.’in başlıca menkıbeleri, çocukların nazar-ı dikkatine en çok çarpacak, onların kalplerini en çok etkileyecek güzellikler anlatılmalıdır.

Amele dair bilgilere gelince, bunları yaptırarak ve göstererek öğretmelidir. Öncelikle bu amellerin şartlarını, rükünlerini, farzlarını, vaciplerini değil, onlar nasıl yapılmak ve işlenmek lazımsa öylece öğretmelidir. Abdest şöyle alınır, önce böyle yapılır, sonra şöyle yapılır, namaz böyle kılınır diye bizzat göstermeli ve tarif eylemelidir.

Bu hususlarda daha fazla açıklama vermeye ancak çocuklara gerek itikada ve gerekse amele dair yeterli derecede uygulamalı bilgi verildikten sonra başlanmalıdır. İlmihal dersinin ikinci tabakasını teşkil edecek olan bu açıklamalar da aşama aşama anlatılmalıdır. O vakte kadar anlatılan ameller ve itikadlar arasından farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, haramları, mekruhları ayırmalı, fakat işe bunları isimlendirme veya tarif ile girişmemeli, öncelikle bunların neticelerini göstermelidir. Mesela “Her müslüman oruç tutmaya mecburdur; oruç tutmazsa günah işlemiş olur. Fakat bununla da kalmaz da oruç tutmak lazım değildir derse dinden çıkar.”, “Abdest alırken yüzünü yıkamalı; eğer insan unutsa da yıkamazsa abdesti boşa gider, yeniden abdest almak lazım gelir.”, “Abdest alırken ağzını, burnunu yıkamalı; yıkamazsa abdest boşa gitmez, fakat yıkayan sevap kazanır.” yolunda bilgi verilmeli. Bu şekilde değişik ameller arasında netice itibariyle olan farklar gösterildikten sonra bunlar kısımlara ayrılmalı: “Hani bazı şeyler söylemiş idik ki, insan onları yapmak gerektiğini inkâr ederse kâfir olur; işte böyle olan şeylere farz derler.” yolunda tarifler yapılmalı, daha sonra farzlar ile vacipler arasındaki farkı göstererek birinciler hakkındaki emrin kesin, ikinciler hakkındaki emrin zannî olduğu söylenmelidir. İşte böyle yapıldığı vakit, çocukların zihnine temelli, köklü dinî bilgi verilmiş olur.

‘Kellimu’n-nâse alâ kaderi ukûlihim.’ Yani insanlarla akılları derecesinde konuşun!”



İlmihal Türleri

İlmihal ve fıkıh kitaplarından faydalanırken öncelikle hangi mezhebe göre hazırlandığına dikkat etmek gerekiyor. Ülkemizde çoğunlukla Hanefî ve Şafiîler olduğu için bu mezheplere göre eserler yayınlanmaktadır. Özellikle Hanefîler için hazırlanmış eserler pek çoktur. Şafiîler için de son çeyrek asırda yapılan çalışmalar vardır. Bu konuda Halil Gönenç Hocaefendi’nin Büyük Şafiî İlmihali ilk akla gelen eserdir. Yine son on yılda Semerkand Yayınları tarafından yayınlanan Hasip Asutay ve Siraceddin Önlüer’in çalışmaları büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Fakat yine de bu sahada yeni çalışmalara ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir.

Konuların müstakil ele alındığı özel kitap çalışmaları da vardır. Mesela akaid, abdest, namaz, oruç, zekât, hac, alışveriş, hanımların özel halleri, evlilik ve nikâh gibi konularda yazılmış birçok eser mevcuttur. Bu gibi eserler de daha detaylı bilgi edinme imkanı sağlamaktadır.

Mızraklı İlmihal

Mızraklı İlmihal Osmanlı geleneğinde ilmihal kelimesinin geçtiği ilk eserdir. Eserin müellifi tespit edilememiştir. Ancak Süleymaniye Kütüphanesinde, Yazma Bağışlar nr. 1164’de kayıtlı bulunan nüshada müellifle ilgili “Mızraklı Efendi” kaydı geçmektedir. 1260‘da (1844) istinsah edilen bu nüshanın girişinde Halebî ve Mülteka’dan faydalanıldığından bahsedilmesi, kitabın telif tarihi hakkında bazı ipuçları vermektedir. Bu bakımdan Mızraklı İlmihal’in 16. yüzyıldan sonra telif edilmiş olma ihtimali söz konusudur.

Mızraklı İlmihal’in konuları arasında abdest, gusül, teyemmüm, namaz, oruç, hac, peygamberlerin sıfatları, imanla ilgili hususlar, meleklere ve kitaplara iman, Allah’ın sıfatları, elli dört farz, iman-İslâm-ihlâs, küfür ve şirk gibi hususlar vardır.

Osmanlı toplumunda çok okunmuş ilmihal kitaplarının başında gelen Mızraklı İlmihal yalnız okunmakla kalmayıp aynı zamanda ezberlenmiş, hatta İstanbul, Rumeli ve Anadolu’da sıbyan mektepleri gibi resmî eğitim kurumlarında da din bilgisine başlangıç kitabı olarak okutulmuştur. Etkinliği günümüze kadar devam etmiş olan eser günümüzde birkaç kez günümüz Türkçesine çevrilmiştir. Son olarak da Semerkand Yayınları tarafından basılmıştır.



Büyük İslâm İlmihali

Günümüzde Hanefîler için en ideal eser Ömer Nasuhi Bilmen hazretlerinin (d: 1882 v: 1971) ilmihalidir. Bu kıymetli eserin kıymetini biraz daha idrak edebilmek için biraz tanıtalım. Merhum Bilmen, eserini şöyle takdim ediyor:

“Çeşitli mesleklere ayrılmış olan dindaşlarımızın dinî ihtiyaçlarını yeterli derecede karşılayabilecek bir ilmihal kitabı yazılmasına birçok zat tarafından lüzum gösterilmekte ve bu hususta acizlerine müracaat edilmekteydi. Bunun üzerine mukaddes dinimizin itikada, temizliğe, ibadete, kerahet ve istihsana, ahlâka dair başlıca hükümlerine ve bir kısım büyük peygamberlerin mübarek sîretleri ile İslâm dininin tarihçesine ait ve on kısımdan oluşmak üzere oldukça büyük bir ilmihal kitabı yazmayı bir vazife bildim. Allah Tealâ hazretlerinden yardımlar dileyerek bu vazifeyi yerine getirmeye başladım. En muteber, en kıymetli kitaplarımıza müracaat ettim. İbadetler kısmını daha uzunca yazmaya çalıştım. O cömert ve çok feyizler verenin lütuf ve yardımıyla ortaya çıkan bu esere Büyük İslâm İlmihali adını verdim.”

Yazarın da belirttiği gibi, eser on bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler şunlardır:

• Akaid, • Taharet ve sular, • Namazlar, • Oruçlar, yeminler, adaklar ve kefaretler, • Zekât ve fıtır sadakası, • Hac, • Kurban, diğer hayvanlar ve avlar, • Kerahet ve istihsan, yani helal, haram, mübah ve mekruhlar bahsi, • İslâm ahlâkı, • İsimleri Kur’an’da zikredilen büyük peygamberlerin mübarek sîretlerine ve tarihçelerine dair.

Ömer Nasuhi Bilmen hazretleri ilmihalin gerekliliğini, önemini ve özelliklerini sosyolojik olarak temellendirdiği gibi, ilmihalin konularını ele alırken de zaman zaman gerek duydukça ibadetin sosyal boyutlarına girmektedir. Buna toplumumuzda tartışılan bazı konulardan dolayı ihtiyaç duyduğu anlaşılmaktadır. Mesele İlmihal’in yedinci bölümünde kurban bahsinde “Kurbanın mahiyeti, gerekliliği ve hikmeti” başlığı altında söyledikleri bunu doğrular:

“Vacip olan kurban görevi, Hak yolunda fedakârlığın bir nişanıdır. Yüce Allah’ın verdiği nimetlere karşı yapılan bir şükürdür. Bunun sonucunda sevaba ulaşmak ve birtakım belalardan korunmaktır.

Şu gerçek bilinmeli ki, insanların ihtiyaçları için yeryüzünde binlerce hayvan kesiliyor. Fakat bunlardan yalnız durumları yeterli olanlar yararlanıyor. Kurban bayramında ise Hak rızası için birçok hayvan kesiliyor. Bunların etlerinden ve derilerinden çok fakir kimseler de yararlanıyor. İktisadî olan mesele, dinî ve ahlâkî bir mahiyet kazanıyor. Şahıs menfaati yerine toplumun menfaati bulunmuş oluyor. Bunun için kurban kesilmesi, İslâm’a ait insanî ve sosyal büyük bir fedakârlıktır. Kurban kesilmekle, kesilen hayvanların sayısı çok artmış olmaz çünkü kurban kesilen günlerde kasapların kestiği hayvan sayısı azalır ve böylece o günlerde aynı miktarda hayvan kesilmiş olur.

Kendi zevkleri için her gün binlerce hayvanın kesilmesini çok görmeyenlerin, senede bir defa Allah rızası için bir miktar hayvanın muhtaçlar yararına kurban adı altında kesilmelerini çok görmeleri, doğrusu büyük bir düşüncesizliktir.”

Ömer Nasuhi Bilmen’in kurbanın dışında dinin gerekliliği, namaz, oruç, zekât, hac, ilim, aile, ahlâk gibi konulara dair de sosyolojik yorumlarda bulunduğu ve ikna edici olduğu görülür. Merhum Bilmen, muamelatla ilgili konulara da önemli bir yer vererek gündelik hayatın dine göre şekillenmesi gerektiğini belirtir. Gündelik hayatta halk dindarlığının ilmihal çerçevesinde şekillenmesinin önemine işaret eder. Ömer Nasuhi Bilmen hazretleri hem İslâmî ilimlere olan vukufiyeti hem de İslâm hukukçusu olması dolayısıyla son derece güzel bir eser yazmıştır. Hoca’nın samimiyeti ve bütün ömründeki takva ehli hali eserine de yansımış ve büyük bir tecevvüh görmüştür, görmektedir.2



İlmin Fazileti ilgili Sahabe ve Allah Dostlarının Sözleri
Basra alimlerinden birisi demiştir ki: “Kalblerin ilmini bilmek, ona gelen düşünce çeşitlerini ve tafsilatını tanımak farzdır. Çünkü düşünceler kula, Allahu Teala’dan gelip onu bir ilim ve hayra davet eden elçiler veya nefisle şeytandan kaynaklanan vesveselerdir.”
Zahidlerin imamı Hasan-ı Basrî (r.a) demiştir ki: “Kalbe ait ilimleri öğreniniz.”
Şamlı abidlerin bu konuda söyledikleri ise şudur: “Helalin ilmini bilmek farzdır. Çünkü Allahu Teala onu emretmiştir. Müslümanlar da, haram yiyen kimsenin fasık olduğunda icma etmişlerdir.”
Cündüb (r.a) demiştir ki:
“Rasûlullah (s.a.v), bize önce iman sonra Kur’an’ı öğretiyordu ve imanımız artıyordu. Bir zaman gelecek ki, bir grup, imandan önce Kur’an’ı öğrenecekler.” [İbnu Mace, Mukaddime, 9]
Hz. Ebu Bekir (r.a.) şöyle dua ederdi:
“Allahım! Hakkı bize hak olarak göster ki ona tâbi olalım. Batılı da batıl olarak göster de ondan sakınalım. Onları bize karışık etme, yoksa hevamıza tâbi oluruz.”
(Ebu Talib el-Mekki (rh.a), Kalplerin Azığı, Sf.1, Semerkand Yayınları.)

Ömer b. Abdülaziz (r.a) diyor ki: “İlimsiz amel edenin, ifsat ettiği (bozduğu, yanlış yaptığı) ameli, doğru yaptıklarından çok olur” (Ahmed b. Hanbel, Zühd, s. 422)

Gavs Seyyid Abdülhakim Hüseynî hazretleri [kuddise sırruhû] de buyurdular ki: "İlimsiz tarikat olmaz. İlimsiz tarikat taklit olur. Tarikattan maksat, kalbi arındırmak, Kur'an'ı idrak ve sünnete yapışmak ise bunlar ilim ister.”
(Mehmet Ildırar, Risale-i Nur’da Tasavvuf, Sf.33, Semerkand Yayınları 2012.)
Şeyh Abdülhalık Gücdevanî Hazretleri (k.s.) buyuruyor ki: “ilmi olmayan sufi şeytana maskara olur. İlmi olmayan, vesvese ve nefsin hilelerinden kurtulamaz. Az bir ibadetle mağrur olur veya ibadetin şeklini değiştirerek dalalet çukuruna düşer.”
(Mehmet Ildırar, Nefis Terbiyesi ve İlahi Huzur, Sf.12, Semerkand Yayınları.)
*İlim, sohbet ve zikir meclislerine ilahi rahmet ve sekinet iner. Melekler gelirler ve bu halkalarda bulunanları rahmetiyle kuşatıp dergah-ı izzete takdim ederler.
Zikir meclislerine ilâhî rahmet, nur ve feyiz iner. Melekler zikredenlerin meclisine gelir, onların affı için Allah'a yalvarırlar. Zikreden kimseyi Allah Teala kendi katındaki melekler arasında zikreder, melekler onu tanır ve kendisiyle dost olurlar. Böylece kulun göklerde ismi anılır, cismi tanınır, hatırı sayılır.
(S.Saki Erol, Aile Saadeti, Semerkand Yayınları, Sf.27.)

“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allah’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekinet iner ve Allahu Tealâ onları yanında bulunanlar arasında zikreder.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, İbn-i Mace)


Allah’ı zikretmek, O’nu anlatmak, Rasulü’nün sünnetinden ve yolundan gidenlerden bahsetmek ne büyük lütuf!
“(İnsanları) Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘ben müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzel olabilir?” (Fussilet, 33)
İşte bu gaye ile bir araya gelen insanların oluşturdukları meclislere sohbet meclisleri denir. Çünkü bu meclislere katılanlar, birbirlerini Allah için seven, Allah için arkadaş olan ve Allah için bir araya gelen insanlardır.
Sohbet meclislerinde, hadis-i şeriften de anlaşılacağı gibi, akıl ile izah etmekte zorlanacağımız manevi işler cereyan eder. İnsan ruhunun ihtiyacı olan manevi gıdalar ikram edilir, kalpler huzur bulur. Meleklerin teşrif ettiği ruhanî bir meclis kurulmuş olur.
Allahu Tealâ’nın kendi yanında bulunanlar arasında bir insanı zikretmesi nasıl bir ikramdır, bilemiyoruz. Herhalde yaşanarak anlaşılabilecek veya anlaşılması Yüce Huzur’a bırakılmış olan bir haldir. Ama şuna kesin olarak inanıyoruz ki, insanın ulaşabileceği en yüce hal, işte bu haldir.
(Kemal Süleymanoğlu, Nur Sofrası Sohbet Meclisleri, Semerkand Dergisi, Şubat 2002.)

Ben O Rahmetin Peşindeyim
Sâdât-ı Kiram’ın büyüklerinden Muhammed Diyauddin k.s. Hazretleri, zaman zaman küçük çocukları başına topluyor, onlara sohbet ediyor. Yine böyle bir sohbetin ardından hanımı soruyor:

- Onlar daha küçük, sohbetten ne anlar?


Hazret şöyle cevap veriyor:
- Benim amacım esasen onların bir şey anlaması değil. Sohbet meclisleri Allah’ın rahmetini çeker. Ben o rahmetin peşindeyim. Bu çocuklar bir vesile...
(Kemal Süleymanoğlu, Nur Sofrası Sohbet Meclisleri, Semerkand Dergisi, Şubat 2002.)

*İlim ve zikir meclisleri insanı günah ve bunalımdan kurtarır. Belirli aralıklarla gelerek bu meclisten istifade etmelidir.
Fakih Ebü'l-Leys [rahmetullahi aleyh] der ki: Senedleriyle bize kadar ulaşan bir rivayete göre, Şehr b. Havşeb [rahmetullahi aleyh] demiştir ki: Bir rivayete göre, Lokman [aleyhisselâm] oğluna şu tavsiyede bulunmuştur:
"Oğlum! Şayet Allah'ı zikreden bir topluluk görürsen sen de onların arasına katıl. Zira eğer sen âlim isen, bu davranışınla ilmin sana fayda verecektir. Eğer cahil isen, onlar sana bir şeyler öğretecektir. Umulur ki, Allah Teâlâ onlara rahmetiyle nazar eder ve sen de bu rahmetten nasiplenirsin. Eğer Allah'ı zikretmeyen bir topluluk görürsen onların arasına karışma, onlarla birlikte oturma! Eğer onların arasına karışırsan, âlim isen, bu yaptığınla onlardan hiçbir fayda göremezsin. Yok, eğer cahil isen daha da sapıtırsın. Bununla beraber şayet Allah Teâlâ onlara gazabını indirirse, sen de bundan nasiplenirsin."

Allah'ı Zikredenleri Arayan Melekler
Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî [rahmetullahi aleyh] der ki: Senedleriyle bize, Ebû Saîd Hudrî'den ve Ebû Hüreyre'den [radıyallahu anhümâ] ulaşan bir rivayete göre Resûl-i Ekrem [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur: "Allah'ın yeryüzünde dolaşan melekleri vardır. Bunlar Allah'ı zikreden bir topluluk görünce 'Aradığınıza koşun!' diye birbirlerine seslenirler. Melekler hemen oraya gelerek onları (rahmet kanatlarıyla) çepeçevre kuşatırlar. Melekler semaya çıktığında Allah Teâlâ (kullarının yaptıklarını çok iyi bildiği halde yine de) onlara sorar:
- Kullarımı hangi hal üzere bıraktınız? Onlar,
- Biz onların yanından ayrıldığımızda sana hamd ediyorlar, seni tesbih ediyorlar, seni zikrediyorlardı, derler. Allah Teâlâ (yine kullarının ne istediğini çok iyi bildiği halde),
- Onlar neyi istiyorlar? diye sorar. Melekler,
- Cenneti istiyorlar, diye cevap verirler. Allah Teâlâ
- Onlar cenneti görmüşler mi? buyurur. Melekler,
- Hayır, derler. Allah Teâlâ,
- Peki şayet görmüş olsalardı ne yaparlardı? diye sorar. Melekler,
- Cenneti görmüş olsalardı onu daha çok isterler ve hırslanırlardı, derler. Allah Teâlâ,
- Hangi şeyden sığınıyorlar? diye sorar. Melekler,
- Cehennemden sana sığınıyorlar, derler. Allah Teâlâ,
- Peki, onlar cehennemi görmüşler mi? diye sorar. Melekler,
- Hayır, derler. Allah Teâlâ,
- Onlar cehennemi görselerdi ne yaparlardı? der. Melekler, (sf.167)
- Onlar cehennemi görselerdi elbette ondan daha çok kaçarlar, ondan daha çok korkarlardı. Bunun üzerine Allah Teâlâ,
- Ey meleklerim, sizleri şahit tutuyorum ki, ben onları bağışladım, buyurur. Melekler,
- O topluluğun içinde isteyerek oraya gelmeyen fakat bir ihtiyaç için orada bulunan günahkâr bir kimse de vardı, derler. Allah Teâlâ,
- Onlar öyle bir topluluktur ki onlarla beraber oturanlar bedbaht olmazlar, buyurur." (Buhârî, nr. 6408; Müslim, nr. 2689; Tirmizî, nr. 3600.)

İyi ve Kötü Kimselerle Bir Arada Bulunan Kişinin Misali
Abdullah b. Mesud [radıyallahu anh] şöyle demiştir: "Salih bir kimseyle beraber bulunan, misk taşıyan biriyle oturan gibidir. Bu kimse sana miskten vermese bile onun kokusu sana da siner. Kötü kimseyle beraber olan da demirciyle birlikte oturan kimse gibidir. Her ne kadar onun ocağından bir ateş senin elbisene sıçramasa da, oranın dumanı senin üstüne siner."( Buhârî, nr. 2101; Müslim, nr. 2628.)
Kâ'b b. Ahbâr [rahmetullahi aleyh] demiştir ki: "Allah Azze ve Celle iki kelime yazmış ve bütün mahlûkatı yaratmadan önce bunu Arşın altına koymuştur. Melekler dahi onun ilmine sahip değildir. Ancak ben, semavî kitaplardan birinden öğrendiğime göre, orada ne yazılı olduğunu biliyorum."
Bunun üzerine biri, "Ey Ebû İshak (Kâ'b'ın künyesi)! O iki cümle ne idi?" diye sorar. Kâ'b b. Ahbâr [rahmetullahi aleyh] şöyle anlatır: "O iki kelimeden birincisinde şöyle yazılıdır:
• Bir adam, bütün salihlerin amellerini işlemiş olmasına rağmen o, günahkâr kimselerle oturup kalksa, ben onun bütün amellerini kötülüğe çevirir ve kıyamet gününde de onu kötülerle birlikte haşrederım.
İkinci cümlede şöyle yazılıdır:
• Bir adam bütün kötülerin amellerini işlemiş olmasına rağmen o, iyilerle beraber oturup kalksa, ben onun bütün kötülüklerini iyiliğe çevirir ve kıyamet gününde de onu iyilerle birlikte haşrederim."

Âlimlerle Bir Arada Bulunmak
Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî [rahmetullahi aleyh] der ki: Bir kimse bir âlimin yanına gider ve onun sohbetine katılırsa, her ne kadar onun anlattıklarından, ilminden bir şeyler ezberleyemese de, onun için yedi güzel haslet vardır:
1. İlim öğrenenlerin faziletine nail olur.
2. Âlimin yanında bulunduğu müddetçe, günahlardan ve hatalardan korunur.
3. Âlimin yanına gitmek için evinden çıktığı andan itibaren Allah'ın rahmeti üzerine iner.
4. Âlimin yanında bulunduğu müddetçe, onların bereketi sebebiyle kendisi de ilâhî rahmetten nasiplenir.
5. Onu dinlediği müddetçe kendisine sevap yazılır.
6. Adam, âlimlerin yanında bulunduğu müddetçe meleklerin rahmet kuşatması içinde olur.
7. Âlimin yanına gidip gelirken, kaldırdığı ve indirdiği her adım, onun bir günahına kefaret olur. Ayağını her indirip kaldırması onun derecesini yükseltir ve iyiliklerinin fazlalaşmasına sebep olur.
Sonra Allah Teâlâ o kişiye altı ikramda bulunur:
1. Allah Teâlâ o kimseye, âlimlerin meclislerinde bulunma sevgisini ikram eder.
2. Kendisine uyan herkesin kazandığı sevap kadar, onların sevaplarından hiçbir şey eksiltilmeden aynısı ona da verilir.
3. O mecliste bulunanlardan biri Allah Teâlâ tarafından bağışlanılsa, o da diğerlerine şefaatçi olur.
4. Fasıkların meclislerine karşı kalbi soğur.
5. İlim taliplerinin ve salihlerin yoluna girmiş olur.
6. Allah'ın emirlerini yerine getirmiş olur.

Yüklə 141,62 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin