ÇOK KADINLI EVLİLİĞİN TARİHİ SEBEPLERİ (ıı)
Erkeğin şehvetperestlilik ve mutlak otoriterliği gibi faktörler, çok kadınlı evliliğin yegane sebebi olabilecek ölçüde yeterli ve makul değildir, bunun başka sebep ve faktörleri de vardır elbet. Zira şehvet düşkünü bir erkek için-çok kadınlı evlilik yerine, zamparalık ve benzeri yollara başvurarak “çok çeşitli” arzularını tatmin etmek daha kolaydır. Zira söz konusu-gayri meşru-ilişkilerde ne nikah mesuliyeti, ne de doğacak çocukların mesuliyetini üstlenmek söz konusudur.
Bu sebeple, çok kadınlı evliliğin revaç bulup normal karşılandığı toplumlarda şehvetperest erkeklerin zamparalık yapmasını engelleyen caydırıcı sosyal ve ahlaki engeller vardı. Bu tür erkekler çok eşliliğe mütemayil şehevi isteklerin; ancak birlikte olmayı diledikleri kadını resmen, nikahlama ve onun çocuklarının babalığını resmen üstlenme pahasına tatmin edebiliyorlardı. Ya da coğrafi, iktisadı, sosyal... vb. gibi (şehvet ve çok çeşitliliğe temayül dışında kalan) başka etken ve faktörler söz konusuydu.
COĞRAFİ FAKTÖRLER
Montesquieu ve Gustow Le Bon, coğrafi faktörler üzerinde ısrar ederler. bu düşünürlere göre doğu ülkelerinin sıcak iklime sahip olması, bu ülkelerde ister istemez çok kadınlı evliliği zaruri kılmıştır. Doğu ülkelerine hakim olan iklimlerde kadınlar erken yaşta buluğa erer ve erken de yaşlanırlar. Bu cihetle erkeklerin ikinci ve üçüncü bir kadına ihtiyaç duyması kaçınılmaz olur. Buna ilaveten, doğu iklimlerinde büyüyüp yetişmiş olan bir erkek cinsel açıdan güçlü bir bünyeye sahip olduğu için tek kadınla yetinmez.
Gustave Le Bon “İslam ve Arap Medeniyeti Tarihi” adlı eserinin 509. sayfasında şöyle der: “Bu geleneğin-çok kadınlı evlilik-ortaya çıkmış olmasında ki yegane etken, doğu ülkelerine hakim olan iklim getirdiği sebep ve faktörlerdir. Herhangi bir din değil....İklim ve ırk yapısı, bu konuda üzerinde daha fazla açıklamaya girmeye gerek dahi bırakmayacak ölçüde güçlü ve etkin faktörlerdir. Öte yandan doğulu kadınların kendilerine has mizacı bünyeleri ve (gebelik, doğum, hastalık ve diğer rahatsızlıklar gibi etkenler), onları fazlaca kocalarında uzak durma mecburiyetinde bırakmıştır. Erkeklerin iklim ve ırk yapısı gibi bünye özellikleri itibariyle bu geçici ayrılığa tahammül edebilmeleri ise hemen hemen imkansız olduğundan, neticede çok kadınlı lüzumu doğmuştur”.
Montesquieu, Kanunların Ruhu adlı eserini 430. sayfasında diyor ki: “Sıcak iklim şartlarına haiz ülkelerde kadınlar 8,9 ve ya on yaşında buluğa ermekte. Evlenir evlenmez de gebe kalmaktadırlar. Öyle ki, sıcak iklime sahip ülkelerinde evlilikle gebelik olayı arasında pek süre geçmez ve kadın hemen hamile kalıverir.
“Preıdu, İslam Peygamberinin (sav) hayatının anlatırken nikahladığını ve sekiz yaşında da zifafa girdiklerini nakleder. Bu cihetledir ki sıcak iklimlerde yaşayan kadınlar yirmi yaşında ihtiyarlar. Yani tam akil olgunluğa ulaşacakları sırada ihtiyarlayıverirler. Ilıman iklimlerde ise kadınlar uzun süre güzelliklerini koruyabilmekte ve daha geç yaşlarda buluğa ermektedirler. Keza evlendikleri zaman-doğulu kadınlara oranla daha tecrübeli durumdadırlar. Keza makul yaşlanmaktadırlar. Bu cihetledir ki kadınla erkek arasında bir eşitlik oluşmakta ve erkekler birden fazla kadınla evlilik yapmamaktadır...
Binaenaleyh çok kadınlı evliliğin Avrupa’da yasak, Asya’da ise meşru ve caiz olması tamamen iklim ve coğrafi şartlardan kaynaklanan nedenlere dayanır....”
Bunlar, makul izahlar değildir. Zira her şeyden önce, çok kadınlı evliliğin sırf sıcak iklim şartlarına haiz ülkelere mahsus bir gelenek olmadığı ortadadır. Mesela İran, iklim şartları itibariyle ılıman bir bölge olduğu halde çok kadınlı evlilik, İslam öncesinden beri bu ülkede uygulana gelmiştir. Montesquieu’nun “Sıcak iklimlerde yaşayan kadınlar yirmi yaşında ihtiyarlamış olurlar” şeklindeki ifadesi gerçekten uzak ve saçma bir iddiadır. Daha da saçması, Preıdo’dan naklen Hz. Peygamberin (s.a.a) Ayşe’yi beş yaşındayken nikahlayıp sekiz yaşında onunla zifafa girdiğini söylemesidir. Oysa ki Hz. Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) Hz. Hatice’yi nikahladığı sırada kendisinin 25, Hz. Hatice’nin de 40 yaşında bulunduğunu herkes bilir. Ayrıca; eğer yaşlanmaları ve erkeklerin cinsel güçlerinin fazla oluşu ise o zaman ne diye doğulu erkekler de batılı erkeklerin ortaçağ ve şimdiki çağda yaptığını yapmamışlardır. Onlar gibi, cinsel isteklerini fuhuş ve zamparalık aracılığıyla tatmin yoluna gitmemişlerdir peki? Zira bizzat Gustave Le Bon’un da itiraf etmiş olduğu gibi batı ülkelerindeki tek kadınlı evlilik geleneği sadece kanun kitaplarında yazılı bir formalite olup günlük hayatta asla buna riayet edilmemektedir.
Yine onun itiraf etmiş olduğu gibi doğu ülkelerindeki çok kadınlı evlilik, meşru ve kanuni bir ilişkidir. Yani erkeğin karısına ve çocuklarına karşı “kocalık” ve “babalık” mesuliyetlerini resmen üstlendiği bir ilişki olarak var olagelmiştir. Batı ülkelindeyse erkeğin bu mesuliyetleri kesinlikle üstlenmediği fuhuş ve metres türü bozuk ve gayri meşru bir ilişki şeklinde yürümüştür.
BATIDA ÇOK KADINLI EVLİLİK
Konumuzun bu noktasında bir de ortaçağda batı usulü çok kadınlı evliliğin durumu üzerine bizzat batılı bir tarih araştırmacısının görüşlerini naklederek kısaca bilgi vermenin faydalı olacağı kanaat indeyiz. Böylece çok kadınlı evlilik ve muhtemelen harem sarayları açısından doğuyu eleştiriye tabi tutan ve bunu, batı karşısında doğunun utanılacak bir özelliği olarak telakki edenler; bu konuda doğuda vuku bulmuş olanların-birçok ayıp ve kusurlarına rağmen-batı ülkelerindeki uygulamalara kıyasla bin kez daha faziletli olduğunu göreceklerdir.
Will Dourant’ın “Medeniyet Tarihi”nin 17. cildinde “Ahlaki Gevşeklik” başlıklı bir bölüm vardır. W Dourant bu bölümde Rönesans devrinde İtalya’daki ahlaki yapıyı inceler. Yazarın 11. bölümde ele aldığı konu baştan sona ilginç ve okumaya değer tespitleri kapsıyor. Ancak biz burada söz konusu 11. bölümde “Cinsel İlişkilerde Ahlak” başlığıyla geçen kısmın kısa özetini vermekle yetineceğiz.
Will Dourant, konuya girmeden önce adeta kendi namına teessürünü bildirmek ve özür dilemek istercesine kısa bir girişte bulunmuş bir girişte şöyle diyor: “Halkın din adamları dışındaki kesiminin ahlaki yapısını incelemeye başlamadan önce erkeğin fıtri olarak çok kadınlı evliliğe mütemayil bir yaratılışa sahip olduğunu belirtelim. Ancak, çok güçlü ahlaki kayıtlar, yeterince fakir olup yorucu bir meslekte çalışma ve karısının sıkı denetim ve gözetiminde bulunma gibi faktörlerin onu kadınlı evlilikle yetinmeye mecbur bırakabileceğini hemen hatırlatalım.”
“Evli kadınla yapılan zina hadiselerinin Rönesans dönemine oranla ortaçağda daha az vuku bulduğu malum değildir. Nitekim ortaçağda bir marifetmiş gibi telakki edilip kahramanlıkla ödüllendirilen zina, Rönesans döneminde de aynı şekilde tahsilli kesim arasında, eğitimden geçmiş bir kadının psikolojik büyüleyicilik ve zarifliğinin idealleştirilmesiyle yumuşatılmış ve makul bir ilişkiymişçesine telakki edilmiş oluyordu. Asil ailelerin kızları, kendi ailelerinden olmayan erkeklerden bir ölçüde uzak tutulmadaydı. Karı-koca hayatından önce namusunu korumanın meziyetleri kendilerine anlatılır, iffetli olma yolunda eğitilirlerdi. Hatta kimi zaman bu eğitim ve nasihatler o kadar etkili olmuştur ki, bir rivayete göre, tecavüze uğrayan bir genç kadın kendisini suya atarak boğulmuştur!
“Bu kadın mutlaka fevkalade bir istisnayı teşkil ediyordu. Zira bu olay üzerine bir piskopos onun heykelini dikmeye kalkışmıştır!”
“Evlilik öncesi gönül maceraları haddinden fazla vuku bulmuş olsa gerek. Rönesans İtalya’sının bütün şehirlerinde görülen sayısız miktarda gayri meşru çocuk, bu gerçeğin neticesidir. Nitekim Rönesans çağı İtalya’sında, gayri meşru bir çocuğunun olmayışı o şahıs için büyük bir imtiyaz ve meziyet sayılır fakat oluşu da pek utanılacak bir hadise telakki edilmezdi. Bir erkek, evlenirken müstakbel hanımının gayri meşru çocuklarını da yanında getirmesini gayet normal karşılardı. Onların kendi evinde, onun çocuklarıyla birlikte büyümesini isterdi. Piç olmak, şahsın değer ve İtibarını sarsmıyordu. Toplumun ona vurduğu damga da pek önemli sayılmazdı. Zira kilise papazlarından birine verilen bir rüşvetle meşruluk kazanmak kolayca mümkündü. Meşru veya diğer kanuni mirasçıların yokluğu durumunda şahsın gayri meşru oğulları pekala miras kalan mal-mülke, hatta kimi zaman taç ve tahta da sahip olabiliyordu. Mesela Nepal kralı 1. Alfanso’nun varisi 1. “Frente” bir piçti; keza Nıkolevi 3’ün varis olarak tahta geçen Fransa kralı Leo Nel Lö Döste’ de öyleydi. 2. pos 1459’da Fransa’ya geldiğinde, hepsi de piç olan yedi şehzade tarafından karşılanıp ağırlandı. Meşru oğullarla piç oğullar arasındaki rekabetler, Rönesans dönemindeki kargaşa ve keşmekeşlerin ana kaynaklarından birini teşkil eder...”
“...Eşcinsellik mevzuuna gelince; bunun yaklaşık eski Yunan örf ve geleneklerini yeniden canlandırma yolunda atılan adımların kaçınılmaz bir parçası olduğunu itiraf etmemiz gerekir.”
“(San Bernardıno) Nepal bu iğrenç olay o kadar sık rastladı ki Nepal’i Sodam ve Gomore’nin akıbetine uğrama ihtimaliyle uyarmak zorunda kaldı. “Artino”, bu sapıklığın Roma’da da yaygın bir şekilde mevcut olduğunu gördü.
Fuhuş konusunda da aynı şeyleri söyleyebilmek mümkün.... Papalık merkezi Roma’yı istatistik çakışmalarının hedefi olarak seçmeyi yeğleyen “İnfesura”nın naklettiğine göre 1490 yılında, 90 bin nüfuslu Roma’da resmi kayıtlarla tespit edilmiş sicilli 6800 fahişe vardı. Tabi bu rakam gizlice çalışan gayri resmi ve sicilsiz fahişeleri kapsamıyor. Yine bir istatistiğe göre 1509’da 300 bin nüfuslu bir şehir olan Venedik’te 11654 fahişe yaşamaktaydı. 15. yüzyıllarda, 15 yaşını doldurduğu halde henüz evlenmemiş olan kızlar, ailenin yüzkarası sayılıyordu. 16. yüzyılda, kızların yüksek tahsilde bulunabilmeleri için bu “utanç yaşı” 17’ye yükseltildi. Fuhuşun bunca yaygın olduğu bu ortamda onun getirdiği bütün kolaylıklardan faydalanan erkekler, ancak kayda değer ağırlıkta çeyize sahip bir kadınla karşılaştıklarında evlenmeyi akıllarından geçirirlerdi. Ortaçağ geleneklerindeki evlenme merasimlerine göre, eşler arasındaki sevgi ve aşkın iyi ve kötü günlerde birbirine yardımcı ve ortak olacak şekilde, evliliğin muhtelif merhalelerinde giderek artması arzu edilir, umulurdu ve çoğu evliliklerde bu arzu gerçekleşirdi. Ancak, yine de evli kadınlarla zina hadisesi pek yaygın ve revaçtaydı. Toplumun üst kesimine mensup soylu ailelerdeki evlilikler genellikle siyasi veya iktisadi menfaatlere dayalı diplomatik evliliklerdi. Bu nedenle çoğu kocalar bir metresle yaşamayı kendileri için hak olarak görüyordu. Bunu fark eden eşleri ise meseleden rahatsızlık duysalar dahi genellikle olayı görmezden gelmeyi veya ses çıkarmamayı tercih ediyordu.
Orta sınıfa mensup erkekler arasında, zinayı meşru bir eylem olarak görenler de olmuştur. Makyavel ve dostlarının, çapkınlıklarıyla ilgili birbirlerine yazıp gönderdiklerinden anlaşıldığı kadarıyla, bu konuda kendi hayatlarından naklettikleri hatıra ve hadiselerden rahatsızlık duymadıkları ortadadır. Bu gibi hadiselerde kadın da kocasının yaptığına karşı misillemede bulunarak ondan intikam almak için aynı şeyi yaptığında genellikle kocası buna göz yumuyor ve meseleyi görmezden gelerek aşağıdan almayı yeğliyordu.”
Evet... Batı insanı tarafından çok kadınlı evlilik doğu ülkeleri için sürekli bir ayıpmış gibi gösterilip bağışlanmaz bir suçmuşçasına tanımlanır. Bu insanlık dışı (!) uygulamanın doğuya has iklim yapısından kaynaklandığı iddia edilir. Kendi ülkelerinin iklim yapısının, onlara, kadınlarına ihanette bulunma ve tek kadınlı evlilikten öteye bir adım atma hakkı tanımadığını söyleyen batı insanının yaşamakta olduğu hayattan alınan birkaç örnek sadece bunlar...
Bu arada ister iyi, ister kötü olsun, çok kadınlı evliliğin batılılar arasında meşru bir şekilde mevcut olmayışının Hıristiyanlık diniyle hiçbir alakası olmadığını hemen hatırlatalım. Hıristiyanlıkta aslında, çok kadınlı evliliği yasaklayan bir nass mevcut değildir. Bilakis, Hz. Mesih (as) Tevrat’ın hükümlerini onayladığı ve Tevrat’ta da çok kadınlı evlilik resmen tanınmış olduğuna göre, gerçek Hıristiyanlıkta çok kadınlı evliliğin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim geçmişteki Hıristiyan büyüklerinin birden fazla nikahlıları olduğu söylenir. O halde batılıların, dini veya kanuni şekilde, çok kadınlı evlilikten kaçınmalarının başka sebepleri olsa gerektir.
Dostları ilə paylaş: |