e. Fiilin İşlenmesi için Gerekli Güç: İstitaat
İstitaat, iş yapabilme gücü, bir fiili veya zıddını yapma kudreti anlamlarına gelmektedir. Kelâm ilminde istitaat, insan fiillerinin oluşması için gerekli enerji ve kudretin insanda fiili yapmadan önce bulunup bulunmadığı açılarından ele alınmaktadır. Mu'tezile, istitaatın insanda bulunan ve onun fiili yapmasına imkân sağlayan el, ayak gibi vasıta (âlet), bedende mevcut bir sıfat olduğunu söylemekte ve fiilden önce onda bulunduğunda birleşmektedir. 658 İnsan, onunla iş yapar, durma yerine hareket eder. Allah, bu gücü insana isyan veya itaat etsin diye vermiş, iyilik yaptığı takdirde elde edeceği ödülü, kötülük yaptığı takdirde de karşılaşacağı cezayı açıklamıştır. Bu anlamda kudret, hem yumruk vurmaya hem de sadaka vermeye vasıta olan ele, hem bir mümini öldürmeye hem de Allah yolunda cihada vasıta olan bıçağa benzemektedir. Bu nedenle Allah onu insana fiilden önce vermiş, 659 buna bağlı olarak da hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle mükellef tutmayacağını bildirmiştir. 660 Bişr b. el-Mu'temir, Sümame b. el-Eşres ve Gaylan ed-Dimaşkî'ye göre istitaat organların sağlam ve kusursuz olması demektir. Ebü'l-Hüzeyl'e göre ise o organların sıhhat ve selâmetinden ayrı bir şeydir. 661 Basra Mutezilîlerinin çoğuna göre Allah zulme kadirdir fakat hikmetinden dolayı onu yapmaz. Vasıl b. Ata ve Kasım ed-Dımaşkı ise hastalık, kıtlık, ceza gibi hüsün ve kubhu izafî olan şeylerin (mecazî şer) Allah'tan sadır olmasının imkân dahilinde olduğunu söylemektedirler. Ünlü Mu'tezili âlim Abbâd b. Süleyman bu düşünceye karşı çıkarak Allahın şer türünden herhangi bir şeyi yaratmasının söz konusu olmadığını söylemektedir. İbrahim en-Nazzâm ise bu konuda Allah'ın şerre kadir olmadığını ve adaletle hareket edenin, başkasına zulmetmeye gücünün yetmemesi gerektiğini iddia etmektedir. Kadı Abdülcebbâr da istitaatın insanda fiilden önce mevcut olduğunu ve bedende bir nitelik (araz) olarak bulunduğunu söylemekte,662 kudretin taalluk ettiği fiilleri mübtedi ve mütevelled olmak üzere ikiye ayırmakta, birincisine örnek olarak iradeyi, ikincisine örnek olarak ise sesi göstermektedir. Kudretin fiille beraber olduğunu söyleyen Mücbire'nin yanlış yolda olduğunu da kaydetmektedir. 663
f. Tevlîd ve Tevellüd
Bir iradî fiilin sonucunda, ona bağlı olarak yeni fiillerin meydana gelmesine tevlid-tevelüd denir. Örneğin insan bir taşı atar, bu taş gidip bir insana isabet eder ve onun kafasını yarar ve adam ölür. Burada taşın atılması iradî fiil, buna bağlı olarak ortaya çıkan ölüm ise mütevelled (iradî fiilden doğan) fiildir. Birinci fiile doğrudan işlenen (mübaşir) fiil, ikinciye ise bu fiilin sebep olması sonucu meydana gelen (mütevelled) fiil denir. Mu'tezilîlerin iradeyi ilk fiil olarak nitelediklerini hatırlarsak, murat edilen ikinci fiil ve sonuç (mütevelled fiil) da üçüncü fiil olmuş olmaktadır. 664 Mu'tezile, fiillerin oluşumunda bu yöntemin önemli bir yeri olduğunu savunmaktadır. Tevlid-tevellüd kavramını ilk olarak Bişr b. el-Mu'temir ortaya atmış sonra diğer kelâmcılar onu takip etmişlerdir.
Cahız, organlarla yapılan fiillerle zaruri bilgide olduğu gibi mütevelled fiillerin tab'an (kendiliğinden/ızdırarî), irade ve ihtiyarla vaki olan fiillerde ise sadece hareketlerin altında bulunan iradenin tab'an olduğunu iddia etmektedir. İbrahim en-Nazzâm ve Muammer cansız varlıklarda değişikliklerin mekânın özelliklerine göre meydana geldiğini, Sümame b. el-Eşres ise irade dışındaki bütün fiillerin yaratıcısı bulunmayan işler olduğunu iddia etmektedirler. 665 Muammer, ayrıca mütevelled fiillerin insana ait olmadığını söylemekte, bir kişi attığı bir taş ile bir insanı öldürse. Öldürme fiilinin bu insana değil, taşa ait olduğunu iddia etmektedir. Salih Kubbe ve ona tabi olanlar ise cansız olan taşa fiil nispet edilemeyeceğini söyleyerek, öldürme fiilini Allah'a nispet etmektedirler. 666 Kadı Abdülcebbâr bunun cebir taraftarlarınca savunulan bir görüş olduğunu söyleyerek karşı çıkmaktadır. Bağdat Mutezililerinin çoğunluğu ise mütevelled fiili ve ona sebep olan fiili insana nispet etmektedirler. Onlar bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki renk, tat, idrak, bilgi ve diğer mütevelled fiillerin de insana ait olduğunu iddia etmişlerdir. 667
Kadı Abdülcebbâr, doğrudan işlenen fiil (el-fi'lü'1-mübaşir) İle mütevelled fiili aynı konumda mütalaa eder. “Mütevelled fiilin sebebi olan ihtiyar, insanın kendine ait olduğu takdirde, bu fiil de insana aittir. Böyle bir ihtiyar bulunmadığı takdirde ise söz konusu fiil o insana ait değildir ve ondan sorumlu da olmaz” demektedir. 668 Ona göre mübaşir fiiller ile mütevelled fiilleri birbirinden ayıran üç fark bulunmaktadır. Mütevelled fiil başka bir fiilin etkisi sonucu olmuştur. Burada insanın sorumluluğu niyet ve kastına bağlıdır. Eğer mütevelled fiil kastedilmişse sorumluluk gerekir, kastedilmemişse buna da mütevelled fiil denir fakat sorumluluk gerekmez. 669 İlk fiilin etkisi sonucu meydana gelen mütevelled fiili “Failin iradesi dışı” diye nitelemek mümkündür. Fail bunu irade etmemiş olabilir. Mütevelled fiilin sebebi olan ilk fiil oluştuğu zaman, artık mütevelled fiilin meydana gelmesine engel bir şeyin olması söz konusu olamaz. Halbuki ilk fiilde durum böyle değildir. Ancak Kadı bu görüşe karşı çıkarak müvellid ilk fiil ile mütevelled fiili aynı konumda görür.
Kadı Abdülcebbâr fiilleri tevellüd açısından ses, elem gibi yalnızca mütevelled olarak vuku bulanlar, bilgi, çekim kuvveti gibi hem ilk fiil hem de mütevelled fiil olma imkânı olanlar, irade, düşünme, zan, sanı gibi sadece ilk fiil olmaları söz konusu olanlar olmak üzere üçe ayırmaktadır. 670
g. İrade ve Kesb
Fiillerin işlenmesinde hem insanın hem de Allah'ın etkisinin olup olmadığı ve varsa bunun ne ölçüde olduğu tartışmalı bir konudur. Bu bağlamda üzerinde sıkça tartışılan bir kavram da iradedir. Ehl-i Sünnet'in fiillerde insanın etkisini ifade etmek üzere kullandığı “Kesb” tabiri iradenin rolünü ifade eden anahtar bir kelimedir. Bu hususta insanın hiçbir etkinliğinin olmadığını savunan cebir yanlıları, onun tamamen hür olduğunu söyleyen özgürlükçüler ve kısmen hür, kısmen de cebir altında olduğunu söyleyen mu'tediller söz konusudur. Cebriyye birinci görüşü, Mu'tezile ikinci görüşü, Ehl-i Sünnet ise üçüncü görüşü, savunmaktadır.
Mu'tezile'ye göre insan, fiillerinde irade hürriyetine ve bunları yapacak kudrete sahiptir. İnsanda iradenin bulunduğu hem dinî hem de aklî delillerle sabittir, dinî deliller sevap ve ceza düşüncesine dayanır. İnsan, fiillerinden dolayı ya mükâfat ya da ceza görür. Kendisinin yapmadığı işlerde ise bu durum söz konusu değildir. Eğer insanın fiillerini Allah yaratmış olsa; insan, kendisi yapmadığı için bunlardan sorumlu tutulmaması gerekir. Zulüm, baskı ve fesat gibi insana ait fiiller Allah'a nisbet edilecek olursa, O zulüm işlemekle, baskıcı olmakla ve fesat çıkarmakla itham edilmiş olur.Dolayısıyla hidayet ve dalâlet insana aittir ve onları Allah yaratmamaktadır,
Mu'tezililer bu tezlerini savunurken müşriklerin kendilerini temize çıkarmak için
“Eğer Allah dilemeseydi şirk koşmazdık” 671, dediklerini delil getirmekte ve eğer kulun fiillerini Allah yaratsaydı müşrikler bu sözlerinde haklı olur ve şirkleri sebebiyle cezalandırılmazlardı, demektedirler. 672
İnsan fiillerini Allah'ın yarattığını kabul eden Eş'ârîler
“O, sizden istikamete ulaşmayı isteyenler için bir öğüttür. Âlemlerin Rabb'i olan Allah istemedikçe siz isteyemezsiniz.” 673 ayetini delil getirerek küfrü imandan ve masiyeti itaattan ayırmaksızın her şeyin Allah'ın dilemesi ile meydana geldiğinin bildirildiğini, dolayısıyla sevap ve ikabın mükellefin fiili sonucu olmadığını, bu nedenle de dilediği takdirde Allah'ın kula doğrudan nimet ve azap verebileceğini savunurken, Mu'tezile bu görüşe karşı çıkarak şu karşılığı vermektedir: Bu ayetleri umûmî ve lafzı anlamları ile almak doğru değildir. Çünkü burada sözü edilen sadece itaat türü fiillerdir. Nitekim ilgili ayetlerde geçen “İstikamet”, “Allah”a yol arama” gibi ifadeler bunu göstermektedir. Bu da Allah'ın masiyetleri değil sadece itaatlan irade ettiğini gösterir. Allah Teâlâ'nın kâfirlerden iman etmelerini istemesi gerçek bir irade değil, sadece bir temennidir. Allah kullarından kendi istekleri ile inanmalarını istemektedir.
“Allah dilediğini dalâlete, dilediğini ise doğru yola sevkeder.” 674 ifadesindeki dalâlete sevketmeden maksat, “Lütfunu esirgeme ve hızlanı (yardımını kesme) ile muamele etme” demektir. 675 Eş'ârîlerin, görüşlerini ispatlamak için delil olarak getirdikleri
“Onlara melekleri gönderseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi.” 676 mealindeki ayette
“Allah dilemedikçe inanacak değillerdi”, ifadesini Zemahşerî ikrah ve ızdırar yoluyla inanma anlamına almakta, Allah Teâlâ'nın ihtiyarî bir şekilde inanmalarını istemiş olmasına karşın onların inanmadıklarını kaydetmektedir. 677
Öte yandan müşrik çocuklarına azabın takdir edilmesini, hayvanların boğazlanmasının caiz kılınmasını ve sınırlı günahtan dolayı ebedî azabın takdir edilmesini irade-i ilâhîyyeye bağlayan ve bu hususta insan aklının tayin edici bir fonksiyonunun olmadığını söyleyen Eş'ârîlere karşı Kadı Abdülcebbâr Allah'ın ahirette mazluma adaletle davranmasının aklen vacip olduğunu söyleyen Ebû Ali'nin ve kula ivaz ödenmesinin dinen hasen ve kulun hakkı olduğunu ve tecili ile bu hakkın sakıt olamayacağını savunan Ebû Hâşim'in görüşleri ile cevap vermektedir. 678
İnsanda irade hürriyetinin bulunduğunun aklî delillerini ortaya koyarken Kadı Abdülcebbâr şöyle demektedir: Eş'ârîlerin, “Fiilleri kula nisbet ilâhî kudreti sınırlandırır ve kemale engel olur” 679 şeklindeki iddialarına karşı Mu'tezile, ilâhî fiilleri insanî fiillerden ayırmakta, kulların fiillerini, Allah'ın kudreti dahilinde görmemektedir. İnsandaki kudret, fiilin hem müsbet hem de menfi yönüne taalluk eder ve insan bunlardan birini tercih ederek yapar; Allah'ın bunlardan birini irade etmesi ise cebre götürür ve teklifi ortadan kaldırır. 680 Binaenaleyh, fiillerimiz irademize göre olup aksini iddia etmek iradesiz olarak yapılan fiille aynı olur. 681 Akıllı olan kişi iradî fiillerle irade dışı olan fiilleri birbirinden ayırır. Söz gelimi bir bina yapmak için gerekli olan malzemeyi bir araya getirdikten sonra Allah'ın bunlardan bir bina yapmasını beklemez. Çünkü böyle bir bekleyiş cehaletten başka bir şey değildir.
Kesb, cebir görüşünü benimseyenlerin, fiillerin oluşumunda insanın rolünü belirlemek için kullandıkları bir terimdir. Özellikle Eş'ârîler, salt cebirden kurtulmak için kula ait fiillerin Allah tarafından yaratıldığını, ancak kulun bu fiillerden sorumlu tutulabilmesi için kendisi tarafından tercih edilmiş olması gerektiğini savunmakta ve fiilin oluşumunda ilk aşama olan bu tercihe “Kesb” adını vermektedirler. Mu'tezile'ye göre bu görüş hem aklen hem de dinî deliller açısından yanlıştır. Zira insan tasarrufları insana aittir ve meydana gelmek için de ona muhtaçtır. Halbuki Cehm b. Safvan'a göre onlar insanlara değil, Allah'a aittir. Dolayısıyla insanların fiillerle ilişkisi sadece yaratılmalarına konu olmalarından ibarettir. Eğer fiiller Allah tarafından yaratılmasaydı meydana gelmezlerdi. Dırar b. Amr'a göre ise fiiller insanla ilgili ve ona muhtaç olup bu cihet “Kesb” kavramı ile ifade edilir. Dırar b. Amr'ın görüşünün Cehm'in görüşüne göre daha anlaşılır durumda olduğu ortadadır. Cebri reddedenler insan fiillerini insan iradesine dayanan fiil (el-fi'lü'1-mübaşir) ve irade dışı fiil (el-fi'lü'l-mütevelled) olarak ikiye ayırarak birincisinin insanla ilgili olduğunu, ikincisinin ise insanla ilgisinin bulunmadığını söylemektedirler.
Kesbi, faydayı celbeden, zararı da gideren fiil şeklinde tanımlayan Kadı Abdülcebbâr, bu görüşü savunanların kavrama, lugavî ve örfî mânâsı ile ilgisi olmayan anlamlar yüklediklerini söyler. Ayrıca kesb anlayışının anlaşılır olmadığını ve bu nedenle de Zeydiyye, Mu'tezile, Havariç ve İmamiyye'nin onu reddettiklerini bildirir. Ona göre kesb insanı cebirden kurtaramaz, 682 dolayısıyla bu düşünceye dayanarak insanın, fiilleri üzerinde kadir olduğunu, onları bildiğini ispatlamanın ve fiillerin insanın irade ve seçimine göre meydana geldiğini söylemenin imkânı yoktur. 683 Zira insan kesbe ya bir kudret vasıtasıyla ya da başka bir kesb yoluyla sahip olur. Eğer ona kudret vasıtasıyla sahipse, bu kudreti ya insan kullanıyordur ki bu bizim söylediğimizdir yada Allah yaratıyordur ki bu da cebir taraftarlarının görüşüdür. Bu görüşlerin her ikisi de reddedilerek insandaki kesb, başka bir kesbe dayandırılacak olursa, bu da bilinmeyeni bir başka bilinmeyenle açıklama demek olur ki bu da anlamsızdır. 684
Kadı Abdülcebbâr Eş'ârîlerin ihtiyarî fiilleri ızdırarî olanlardan ayırmak için kesb kavramını kullanmalarına itiraz ederek, böyle bir ayırımın ancak Mu'tezilenin görüşünün benimsenmesi durumunda yapılabileceğini söyler. 685 Bir şey (makdur) için iki kudret veya kadiri gerektirmesi ve irade çatışmasını doğurması sebebiyle kesb teorisini isabetli bulmaz. 686
Öte yandan Kadı Abdülcebbâr'a göre Allah'ın bizatihi âlim oluşunun bütün bilinenleri kapsaması gibi, bizatihi kadir oluşunun da bütün yapılanları ve bu arada insan fiillerinin yaratılışını kapsayacağı şeklinde bir kıyas doğru değildir. 687 Ayrıca o, yaratmanın Allah'a ait olduğunu ve kulların fiillerinin Allah tarafından yaratıldığını bildiren ayetleri karşılarına çıkaranlara cevap verirken, söz konusu ayetlerin bir kısmının övgü ifade ettiğini, bir kısmının sözlük anlamda kullanıldığını, bir kısmının ızdırarî fiilleri kapsadığını ve bir kısmının da ilâhî adalet ve hikmet çerçevesinde tevillerinin gerekli olduğunu kaydetmektedir. 688
Dostları ilə paylaş: |