k. Teklif
Allah insanları dünyaya imtihan için göndermiştir. Onun yarattığı her şeyde bir hikmet vardır. İnsanları da kendi menfaatleri olduğu için yaratmış, ancak teklif vasıtasıyla ulaşabilecekleri menfaatleri elde edebilmeleri için mükellef kılmıştır. Bu nedenle onlara peygamberler göndermiştir. O'nun bütün bunları yapması aslah prensibi gereği kendisine vaciptir. Çünkü peygamberler teklifin vasıtası olup teklifte ise insanların salahı esastır. Allah, insanları sadece güçleri yeten şeylerle mükellef kılar ve güç yetirilemeyen şeyle teklif salaha uymaz. Allah kulları yaratıp mükellef kılınca önlerindeki engelleri kaldırması da vacip olur. Bu da onları akıllı ve iş yapmaya muktedir kılmakla mümkündür. Teklifi taşıyan dinî hükümlerde artma ve eksilme söz konusu değildir. Çünkü dinin vacip kıldığı bir şeyin düşmesinin ve düşürdüğü bir şeyin de vacip olmasının caiz olması söz konusu değildir.
Kadı Abdülcebbâr teklifi, fayda sağlama yahut zararı defetme maksadıyla, kendisinde zorlamaya varmayan meşakkat bulunan bir fiili, emir veya yasak olarak başkasına bildirme diye tanımlar. 734 Bu tanımda “Meşakkat” ve “Bildirim” öğeleri dikkat çekmektedir. Meşakkat nefsin, hoşlanmadığı bir şeyi yapması veya hoşlandığı bir şeyi terk etmesi demektir. Allah, kabihlere karşı aşırı istek (şehvet), hasenlerden de nefret duygusunu fıtratımıza koymuştur. Teklif, mükellefin bu iki duygu arasında bir ikilem yaşaması, yani fiili yapma ile terk etme arasında tercihte bulunma ile karşı karşıya kalmasıyla gerçekleşir. Teklifle sevap elde edilmesinin gerekçesi de budur. 735 Bildirime gelince, Allah mükellefe teklife konu olan fiilin fayda ve zararını (hasen veya kabihliğini) bildirmek durumundadır. Bu, bazen nasla bazen de zaruri bilgi şeklinde olur. Sorumluluk için ayrıca bir emir ve yasağa gerek yoktur, bildirim yeterlidir. Her iki halde de teklifin kaynağı Allah Teâlâ'dır ve bir başkasının mükellef kılma yetkisi yoktur. Günlük dilde kullanılan ifadeler mecazdır. Teklifte bir başka öge ise kudrettir. Zira zorlamaya dayanan bir teklif, insanı gücü yetmeyen şeyle yükümlü tutmak olur ki bu da zulüm, dolayısıyla kabihtir. 736 Bu şartları taşımayan bir teklif söz konusu olamaz. Bakara suresinin 31. ayetinde bildirilen: “Şunların isimlerini bana bildirin.” ifadesi teklife değil, kulun aczini itiraf ettirmeye yöneliktir. 737 Bu konuda esas olan aklın verileri olmakla beraber,
“Allah kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez.” 738 buyruğu gereğince naslar da kişinin gücü dahilinde bulunmayan şeyden sorumlu olmadığını beyan eder.
Kadı Abdülcebbâr'a göre teklifin amacı, bu yolla insana ulaşabilecek faydaları sunmaktadır. 739 Allah, teklifle insanlara lütûfta bulunmuş, büyük sevaplar kazanmalarına zemin hazırlamış ve büyük menfaatler sağlamıştır. 740
Bu tartışmalar, teklifin hasen olup olmadığı, bir başka ifade ile Allah'ın, inkâr edeceğini bildiği halde bir insanı mükellef tutmasının hasen olup olmadığı tartışmasını doğurmaktadır. Kadı Abdülcebbâr, “Teklifte sevap kazanmak esas olduğuna göre, söz gelimi iman etmeyeceği önceden bildirilen Ebû Leheb'in mükellef tutulmasının hikmeti nedir? Ya da Ebû Leheb iman edecek olsaydı Allah'ı cahil ve yalancı durumuna düşürmüş olmaz mıydı?” sorularının yersiz olduğunu bildirmekte, Allah'ın sevabı hak edene verdiğini, Ebû Leheb'in ise bu şansını kullanmadığını belirtmektedir. 741
1. Elem
Allah'ın fiillerinden olan ve adalet konusuyla ilgili bulunan problemlerden biri de elem meselesidir. Allah, kuluna elemi ona fayda sağlamak için verir. Aksi takdirde üzerine vacip olanı ihlal etmiş olurdu. 742 Kadı Abdülcebbâr: “Bütün elemler kabih, bütün lezzetler de hasendir. Elemleri ayrı bir fail, lezzetleri de ayrı bir fail yaratır.” diyen düalist inançları (Seneviyye) reddeder. Aynı şekilde “Hak edilen elemlerin hasen ve bunların ruhun bir başka bedende yaşadığı isyanın karşılığı olduğunu” savunan Tenasüh ashabını, çocuk ve hayvanların elemlerden acı duymadıklarını söyleyen Bikriyye'yi reddeder. 743
Bu konuda Eş'ârîler itibar teorisine bağlı olarak elemlerin failin durumuna göre hasen ya da kabîh olabileceğini söylemektedirler. Buna göre faili Allah olan elem hasen, Allah’tan başkası olan elem ise kabihtir. Mu'tezile ise elemleri hüsün-kubuh içinde mütalaa etmekte, mutlak fiillerin bazı yönlerden hasen, bazı yönlerden ise kabih olduğunu benimsemektedir. Sözgelimi kişiye fayda sağlama, dinen daha büyük olan bir zararı defetme ve hak edilmiş olma gibi hususlar elemleri hasen kılan yönlerdir. Bu yönler bulunmadığında ise elemler kabih olur. 744 Kadı Abdülcebbâr, “Allah elemi menfaat, ivaz ve maslahat olmaksızın yaratı. Çünkü o mülkünde dilediği gibi hareket eder” diyen Mücbire'ye karşı çıkarak “Allah elemi ancak ibret olsun diye yaratır ve buna karşı da ahirette ivaz ile ödemede bulunur” demektedir. 745 Allah'ın yarattığı elemler, mükelleflere ve olmayanlara verilenler olmak üzere ikiye ayrılır. Allah, mükellefe elemi ivaz ödemek veya ibret ve öğüt alması için verir. Bunlardan biri olmaksızın Allah Teala’nın elem vermesi söz konusu olamaz .Çünkü bu durum zulüm ya da abes olur. Kadı Abdülcebbâr, sadece başkalarına ibret olsun diye mükelleflere elem verilmesine karşı çıkar. 746
Hak edilme sonucu verilen elem esas itibariyle bir cezadır. Dolayısıyla hasendir. Bu nedenle Kadı Abdülcebbâr bir kişiden zararı defetmek için ona zarar verilmesini caiz görmemektedir. Çünkü Allah bu zararı kendiliğinden de defetmeye kadirdir. 747 Kadı Abdülcebbâr elemlerin hasen olabilmesi için ivaz ve itibarı (bedel ve ibreti) şart koşmakta, elemlerin ibret değil sadece ivaz karşılığında hasen olacağını savunan Ebû Ali el-Cübbâi’nin görüşünü reddederek Ebû Hâşim'e uymaktadır. 748 Kadı Abdülcebbâr'a göre insana ivazsız olarak da doğrudan elem verilebilir. Eğer Allah Teala’nın elem vermedeki tek maksadı ivaz olsaydı, elem Vermeden de ivaz verebilirdi. O, ayrıca Abbâd b. Süleyman'ın, elemlerin ivaz olmaksızın sadece ibret karşılığında hasen olacağı şeklindeki görüşünü de reddetmektedir. Abbâd b. Süleyman'a göre elemin hasen olabilmesi için ivaz ve ibretin birlikte olması gerekmemektedir. İvaz olmaksızın tek başına ibret yeterlidir. Çünkü elem mükellefe verilebileleği gibi, mükellef olmayana da verilebilir. Mükellef olmayana isabet ettiğinde onun ibret alması söz konusu olamayacağından zulüm olur. Mükellefe ibret için elem verilmesi durumunda da zulüm olur. Çünkü zulüm, zulmedene ya da bir başkasına fayda sağlayabilir ama mazluma bir fayda sağlamaz veya ondan herhangi bir zararı gidermez. Eğer elem mükellefe ulaşacak olursa bu da zulümdür. Çünkü ondan ibret alması caiz olsa da ona ulaşan fayda hasenat işlemesi veya kabinlerden sakınması karşılığıdır. Böylece kişi bir şeyin karşılığı olmaksızın eleme duçar olmuş olur ki bu da zulümdür. Kadı Abdülcebbâr, Abbad b. Süleyman'a cevap verirken ivazın, kişinin kendi fiili neticesi hak edilmiş olabileceği gibi, bir başkasının fiili neticesinde de hak edilmiş olabileceğini dile getirir ve Allah tarafından verilen ivazın da böyle olduğunu söyler. 749 Sonuç olarak Kadı Abdülcebbâr, Ebû Hâşim gibi elem verilmesi için tek yönü değil hem ivazı hem de ibreti göz önünde bulundurmaktadır.
Bu konuda önemli bir unsur da elemin hasen kabul edilebilmesi için rızanın gerekli olup olmadığı meselesidir. Ebû Ali el-Cübbâî'ye göre elemden elde edilen fayda ne kadar büyük olursa olsun rıza mutlaka gereklidir. Ebû Hâşim'e göre ise fayda büyük ise rıza gerekmez. 750
Mu'tezile'ye göre Allah'ın, babalarının günahları sebebiyle müşriklerin çocuklarına azap etmesi de caiz değildir. Çünkü sırf zarar demek olan azabın bir günah karşılığı olmaksızın başkalarına uygulanması zulümdür. Allah ise zulümden beridir. Kadı Abdülcebbâr, karşılarında yer alanların, “Çocuk babanın bir cüz'ü durumundadır, bu nedenle de ona tabidir.”, “Allah kıyamet gününde onları imtihan etmek için cehenneme girmelerini ister, onlar da bu emre karşı gelerek cehennemi hak etmiş olurlar”, “Malik mülkünde istediği gibi hareket edebilir” şeklinde gerekçeler ileri sürerek müşriklerin çocuklarının cehenneme gireceğine ilişkin iddialarına hem aklî hem de naklî deliller getirerek karşı çıkar. Teklifin ergenlik dönemi ile başladığına ve sorumluluğun bireyselliğine dikkat çeker, müşrik çocuklarının da müslüman çocukları ile aynı hükme tabi olduklarını bildirir. 751 Allah'ın, azabı hak etmeyeni cezalandırmayacağını, ahirette imtihan edileceklerine dair görüşlerin nasların hilafına ahireti teklif yurdu haline getireceğini belirterek bu deneyin niçin müslüman çocuklarına değil de yalnızca müşrik çocuklarına tahsis edildiğini, sorar. Ayrıca bu görüşün Kur'an'da Allah Teâlâ'nın peygamber göndermeden azap etmeyeceğini 752
“Kimseye zulüm yapmayacağını” 753
“Hiç kimseyi başkasının günahı ile yargılamayacağını” 754
“Herkesin kazandığına karşılık bir rehin olduğunu” 755 bildiren ayetlerle ve büluğ çağına ulaşıncaya kadar çocukların mükellef olmadığını haber veren hadisle çeliştiğini söyler. 756
Dostları ilə paylaş: |