İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə15/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   80

DÖRDÜNCÜ AVLU

4726



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4727 —



DÖRDÜNCÜ MEHMEDİN KADIRGASI


şu ile Emânet Hazinesi arasındaki geçid-yol ile Üçüncü Avludan doğruca bu Lala Bağçesine geçilir. Lala Bağçesinden mermer bir merdivenle zemini mermer döşeli bir taşlık - avluya çıkılır; bu merdiven başında yüksekde Revan Köşkü, taşlıkda fiskiyeli büyük havuz, cebhesi havuz kenarında Hır-kai Saadet dâiresinin - revaklı kısmı, Sünnet Odası, Sultan Ibrahi-min iftariye kameriyesi ve Bağdad Köşkü bulunmaktadır.

Dördüncü Avlunun, yolu solunda kalmış son parçası çemen döşeli bir avlu olup ağaçlarla bezenmişdir, burada da büyük bir havuz vardır. Mustafa Paşa - Sofa köşkünden avlu-

Topkapusu Sarayında Dördüncü Avlu

I — Geçidler

g — Hırkai Saadet Dâiresi


  1. — Emânet Hazînesi

  2. — Hazııeli Koğuşu

  3. — Kilerli Koğuşu

  4. — Sofa Camii

  5. — Esvab Odası

  6. — Mecidiye Kasrı ^»

  7. — Başlala Kulesi, He- ^
    kitnbaşı Odası ^

10 — Sofa yahud Muşta- s^>
f apaşa Kasrı ^

II — Lala Bağçesi " -J



  1. —Fıskiye '-Ş

  2. — Revan Köşkü

  3. —Büyük Havuz

  4. —Sünnet Odası

  1. —Taşlık ve İftariye
    Kameriyesi

  1. —Bağdad Köşkü

  2. —Havuz

  3. —Havuz

30 — Hasbağçe Kapusu Sarayın Gülhâne Parkına ağılan kapusu

nün bu kısmına merdivenle inilir; Bağdad Köşkünün zemin katı da bu kısım üzerindedir (B.: Bağdad Köşkü, cild-4, sayfa 1804).



DÖRDÜNCÜ SULTAN MEHMEDİN TENEZ-ZÜH KADIRGASI — Dünyâda, denize konulduğu takdirde yüzecek durumda tek tarihî tekne olup hâlen îstanbulda Beşiktaşda Deniz Müzesinin kayıkhânesindedir (B.: Deniz Müzesi, cild 8, sayfa 4449); «Avcu» lakabı ile tanınmış ve yarım asra yaklaşan saltanatı boyunca Edirne ile istanbul arasında sık sık gidip gelmiş, büyük sürgün avları ve Türk Ordusunu seferlere uğurlama vesilesi ile Trakyada ve Balkanda dolaşmış Dördüncü Sultan Mehmedi (saltanatı 16'48 - 1687) Boğaziçinde, Haliçde ve Marmarada do-laşdırmiş, gezdirmiş olan zamanının en lüks ve muhteşem kürekli saltanat gemisidir.

1917 senesinde basılmış olan Deniz Müzesinin eski rehberinin mukaddimesinde bu gemi hakkında şu bilgi verilmişdir ki yazı, müzenin o zamanki müdürü ressam bahriyeli Ali Sami Beyin imzasını taş'ımaktadır (B.: Boyar, Ali Sami, cild 6, sayfa 3036) :

«Gemi mimarîsi sanatının en meşhur eserlerindendir. Yapısında dikkati çeken zarafet bîr sanat terkibi taşımaktadır. O devrin gemi yapı sanatının çoklukla kullandığı ince ve uzakdan görülmez bir takım oymalar yerine büyük parçalarla tezyin olunarak bunların bir araya toplanmasında ve kompozisyonundaki mîmârî incelik dikkatle gözetilmiş ve pek güzel muvaffak olunmuşdur. Teknenin kıç tarafını teşkil eden Köşk ile Bağçelik dış görünüşü ayrı ayrı parçaların zarafetini değil, bir kitle olarak gemide, lâtif bir mimarî kompozisyonun bütün inceliklerini gösterir.

«Köşkün (pâdişâha mahsus yerin, kamaranın) içi bağa zemin üzerine fildişi ve sedef oymalarla (kakmalarla) müzeyyen olup bu bağa oymalara şeffaf bir renk vermek için zeminine altun varak konmuş, aralara gümüş kakmalar üzerine konmuş kıymetli taşlarla tezyin edil-mişdir.

«Teknenin boyanmasında kullanılan boyalar, husûsiyle lâciverd renk, Türk sanatkârlarının icad ettiği bir çeşid lâciverd boya olup üzerinden asırlar geçdiği halde tazeliğini ve şeffaflığını muhafaza etmektedir, kıymetinin ve makbul oluşunun sebebi de budur, maalesef şimdi bu boyanın nasıl yapıldığını bilen kimse kalma-mışdır.

«Kadırganın esas ölçüleri şunlardır :

Boyu 40 metre

Eni 5.70 «

Derinliği 2,40 «

Omurgadan küpeşteye baş yüksekliği 2,28 «

Omurgadan köşk üstüne kıç yüksekliği 5,10 «

Hacmi 140 ton

«Gemi 24 oturak (kürekci sırası) 48 kürekli olup tek küreğini 3 hamlacı çekmekde, 144 hamlacısı, kürekcisi bulunmakda idi.

«Köşkün içindeki nakışlar arasında pirinç levhalar üzerine dua ve pâdişâhı medheden yazılar oyulmuşdur (işlenmişdir), bu pirinç levhalardan yalnız bir tane kalmış olup üzerinde şu mısra vardır :

Devamı ömr ile rüstemlik itsün kahraman âsâ

«Köşkün tavanına sedef oyna (kakma) ve sülüs yazı ile şu kıt'a yazılmışdır :

Hazreti Sultan Mehmed Hânı Gaazinin müdâaı Bahrü berde yâri Hıdr, hafızı Allah ola Yapdura dâim saadetle nice âlâ kayık ömri Nuh ile cihan milkinde şâhinşâh ola

«Bu asırlar görmüş kadırganın Tersaneye nakli tarihi olan 1328 senesine kadar (1910; 1912-1913) mahfuz bulunduğu Sarayburnunda kâiri Yalı Köşkü Kayıkhanesinin rutubetli duvarları arasında her türlü bakımdan, korunmadan mahrum olarak 265 senelik ömründe çürü-yüp bozulmadan kalabilmesi teknenin yapısındaki sağlamlığı isbata kâfidir» (Ali Sami).

Yüzlerce yıl saray kayıkhanesinde durduk-dan sonra Kasımpaşada Tersane Kayıkhanesine, bir müddet sonra oradan da Beşiktagda depo - mağazadan bozma bir kayıkhaneye nakledilen bu güzel gemi hâlen, dünyâda eşsiz ve baha bi-çilemez bir kıymet taşıdığı halde sânına lâyık yerini hâlâ bulamamışdır. Bu arada bizi endişeye düşürecek çok önemli bir hâdisede olmuş-dur; geminin Ali Sami Boyar tarafından yukarda tarif edilen hünkâr köşkü tekneden sökülmüş, tamir edilmiş ve Deniz Müzesi binasının bir taşlığına konularak teşhire arz edilmişdir. Bu haşmetli teknenin yok olmasına doğru atılmış korkunç bir adımdır. Bu müzenin değerli yöneticileri tarafından iyi niyet yapılan bu iş, köşkün tekneden ayrılması, kabul etmek lâzim-dir ki ilerisi için çok tehlikelidir. Bu endîşemizi belirtdiğimiz zaman müze yöneticileri bize: «Köşk, kadırga teknesindeki yerinden muvaf-fakaten sökülmüşdür, imkân ölçüsünde tamir

istanbul ansiklopedisi

. 4729 —



DÖEDÜNCÜ MEHMEDİN KADIRGASI


edildi, bu taşlıkda teşhir ediliyor; müze idaresi, gaayetle kıymetli diğer saltanat kayıkları ile birlikde bu kadırga teknesine yer bulamama ız-dırâbı içindedir, yer bulunub eşsiz kadırgaya teknesi oraya konulunca kadırganın köşkü de gemideki yerine konulacakdır» demişlerdir. Tekrar ediyoruz ki ihtiyatlı iş değildir, bilâkis çok tehlikelidir. Tekneye uzun zaman yer bulunamadığı düşünülür ise, köşkün tekneden ne mak-sadla söküldüğü de unutulacak, ve bir daha da yerine konulmayacak, dünyada tek benzeri olmayan ve kıymetine baha biçilmez muhteşem saltanat gemisi bu suretle güdük, yoluk, çürümeye mahkûm kalacakdır. Emsalsiz tekneyi kurtaracak, ve ona hakkı olan salon-kayıkhâne-yi yaptıracak yerine konulacak olan köşkdür; bizce hünkar köşkünün hemen saltanat kadır-gasındaki yerine konulması gerekir; ya hep, ya hiç.

1 Bu kadırga hakkında aşağıdaki satırları 15 ramazan 1277 (27 mart 1861) tarihli Cerîdei Havadis Gazetesinden alıyoruz :

«Saraybunu Kayıkhanesinde zan olunduğuna göre Sultan Muradı Rabi (Mehmedi Râbi) zamanından kalma gaayet cesim bir saltanat ka-

yığı mevcud olub her nasılsa haşmetli Fransa İmparatoru hazretleri (Napoleon III.) bunun vasfını işiterek resminin imâli zımnında mahsus bir ressam tayin eylemişdi. Merkum ressam üç mah kadar çalışarak matlub olan resmi bu kere ikmâl etmiş ve geçen salı günü resimle Parise azimet eylemişdir. İşbu resmi biz dahi görüp mezkûr kayığın şekil ve cesametini tahkik eylemiş olduğumuzdan tarif ve beyanınına ibtidar olunur, şöyle ki tulen 69,5 ve a'rzen 5,5 arşın olub, fakat işbu tülün rub'u mikdarı kılıç balığının burnuna müşabih sivri bir başdan ibarettir. İki tarafında kürekcilerin. oturmasına mahsus birer buçuk arşın çıkmalar vardır ki kayik-da görülen skarmozlarm adedine nazaran 24 çifte kürek olup, kürekleri 16 arşın tülünde olarak her birini üç kişi çekdiğinden bu hesab üzere 144 kayıkçı idare eser demekdir. Kayıkçıların durduğu mahalde üç merdiven olub kürekcilerin şimdiki pazar kayıklarında olduğu gibi, ayak üzerine kalkıp oturarak kürek çekdikleri anlaşılır. Makam hazreti pâdişahî olan köşke gelince, hâlâ üzerinde mevcud olan bâzı asar delaletiyle pîrûze ve necef ve emsali zîkiymet taşlarla müzeyyen olduğu anlaşılır. Kayığın zemini


Dördüncü Sultan Mehmedin Kadırgası Hünkâr Köşkü

harab durumunda iken, 1943.

(Resim : Nezih)

DÖRDÜNCÜ VAKIF HAN

4730

İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4731 —



DÖŞEK


beyaz olub üzerine yaldız ile anvâi resimler işlenmiş ve skarmoslarm aralarında mücessem birer arslan sureti konmuşdur. Başda dahi yarı balık yarı canavar olmak üzere bir acaîb hayvan resmi mevcuddur. Sureti insâiyesi gaayet musanna olduğundan resmini alup her hususa-tını keşf ve tahkik eden mezkur ressam şimdiki sefâin mühendislerinin dahi ancak bu kadar yapabileceğini ifade etmişdir».

Bu tarihî geminin eşsiz kıymetini zamanımızdan yüz yıl evvel yazılmış bu satırlar da ayrıca belirtmektedir.

1965 yılında Hayat Mecmuasında da bu kadırga hakkındaki bu yazıda şu acı satırlar okun-muşdur :

«Amerikalı iki müzeci bu kadırga kargısında hayret ve takdirlerini gizlemeye lüzum gör-meksizin bir kıymet biçdiler :

— Dört milyon dolara derhal satın alabili
riz !.. dediler.

«Sonra bir az istihza, biraz da ders verir gibi ilâve ettiler :

— Bu paraya hiç olmazsa diğerlerini mo
dern usullerle muhafaza edecek tesisler yapar
hem de lâyık oldukları şekilde teşhir edebilirsi
niz !..» (Hayat Mecmuası).

Bu lâflar avamfırîbâne küstahlığın örneklerindendir; fakat yukarda kaydettiğimiz endişelerimizi arttırmışdır.



DÖRDÜNCÜ VAKIF HAN — (B.: Vakıf Hanlar).

DÖRT DİREKLİ FRANSIZ FİRKATEYNİ

— Hicrî 1220 (M. 1805 - 1806) yılında istanbul limanına dört direkli bir fransız firkateyni geldi; gemiciliğin yelken devrinin sonlarında fransız tezgâhlarında yapılmış çok güzel bir gemi, yelkenli bir transatlantikdi jgemiyi Yalı Köşkünden seyreden, ve aslında türk bahriyesinin yükselmesi en büyük isteklerinden biri olan devrin pâdişâhı Üçüncü Sultan Selim öylesine hayran oldu ki o büyüklükde ve o resimde iki geminin Tersanede hemen tezgaha konulmasını emretti. Fakat, büyüklü küçüklü 31 parça yelkenle seyreden bu tip gemilerin kullanılmasının çok güç, ömrü büyük denizlerde çetin mücâdelelerle geçmiş yüzlerce deniz kurdu tayfaya ve mek-tebli zabitlere, kaptanlara muhtaç olduğu anlaşılınca gemilerin inşâsından vaz geçildi; tayfa bulunsa dahi mektebli zabit kaptanlarımız yokdu.

El yazması muazzam vakaayi nâmesinde bu vak'ayı kaydeden Câbi Said Efendi fransız gemisinin adını ve mürettebatının kaç kişi olduğunu yazmıyor.

DÖRT HEMŞİRELER — 1890 ile 1895 arasında Beyoğlunda meşhur eğlence yerlerinden Konkordiya Tiyatrosunda opera aryaları ve şarkılar söyleyerek İstanbul halkından fevkalâde rağbet görmüş May, Mary, Margaret ve Magda-lena adında dört ingiliz kızıdır ki Konkordiyada altı ay kadar çalışmışlardır, fakat en küçükleri ve en güzelleri, işvebazı olan Madalenanın aslında kız olmayub sahneye kız kılığında çıkar bir oğlan olmasının anlaşılması üzerine îstanbulda duramamışlardır. Bu dört genç sanatkârın öz kardeş oldukları da şübhelidir.

En büyükleri May 19-20 yaşlarında idi; kendine mahsus tatlı boğuk bir sesle okurdu; Mary ile Margaret ikiz, 17 yaşında idiler; sahte kız Magdalena da 15 yaşında idi. Magdalena önce Ruffini adında bir italyan tenoru ile sonra Veli Bey adında zengin bir arnavud ile zen ve şev-her yakınlığı ile yaşamış ve Ruffinin ihbarı üzerine zabıtaca yakalanarak erkek olduğu meydana çıkmışdır ve Dört Hemşireler îstanbuldan kaçar gibi ayrılmışlardır.

Bu şarkı Mağdelena için hakiki cinsiyeti meydana çıkmadan hayranlarından biri tarafından yazılmışdır :

İngilizin yosması Konkordiyanm gülü Magdalina kaçma gel fistan alayım sana Yatırayım dizimde meh cemâlin seyridüb Tâ be sabah mum gibi kız ben yanayım sana

Yeter artık çekdJğim gaayetle bî amansm Ümid verir korkutur fettanlıkda yamansın Hayal bu ya koynumda sen serapa üryansın Tâ be sabah mum gibi kız ben yanayım sana

Münir Süleyman ÇAPANOĞLU

DÖRTKARDEŞ SOKAĞI _ 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Yeşilköy ün sokaklarından; köyün batı-kuzey köşesinde Yeşilköy-Halkalı Caddesi ile Ümran Sokağı arasında uzanır, Mahmud Şevket Paşa Caddesi ile dört yol ağzı yaparak kesişir (1934 B. Ş. R. Pafta 13); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (mart 1967).

DÖRTKUYU SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Kasımpaşanın Küçükpiyâle ve Camii Kebir mahallelerinin sokaklarından; Mutbakkapusu Caddesi-Değirmen arkası Sokağı ile Kasımpaşa Muvakkithâne Sokağı arasında uzanır; Çaydanlık Sokağı, Kasımpaşa Mescid Sokağı, Tabakhane Caddesi, Kasımpaşa Zincirli-kuyu Yolu ile kavuşakları vardır; Küçükpiyâle Caddesinden bu yol kavüşağına kadar adı geçen iki mahallenin arasında bir sınır yoldur; bu ka-vuşakdan sonra Câmiikebir Mahallesinin içine girer (1934 B. Ş. R. Pafta 16/no. 184-185). Yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilmedi (mart 1967).

DÖRT PEŞLİ — Bir kadın entarisi çeşidinin adı (Bakınız : Entari). Basit bir entarinin gövde kısmı, ön ve arka, iki parça olarak kesilir, ve yandan birer dikişle eklenirler. Entarinin belden aşağı kısmı bolca yapmak için iki yan dikişi arasına kendi kumaşından üçgen şeklinde birer parça eklenirdi, «peş» denilen üçgen şeklindeki bu parçalar da, kaaidesi entari eteği hizasını tutmak ve üçgenin başı yukarı gelmek

Dörtpeşli Entari (Resim : Müsâhibzâdeden)

üzere eklenirdi. Entarinin belden aşağı kısmına daha zengin bir genişlikle dökülüş sağlamak için de, biri öne biri arkaya, ayni şekilde iki peş daha ilâve edilirdi; ve ipeklilerden, atlas-dan, sair ağır kumaşlardan kesilen ve «dörtpeş-li» denilen bu entariler, belden aşağı kısmı dalga dalga kırılarak, hele giyenler de uzun boylu kadınlar, kızlar ise, araya kumaşın tatlı hışırtıları da katılarak, giyenlere levendâne bir letafet verirlerdi.



DÖRTYÜZLÜ ÇEŞME SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Beşiktaşda Ci-hannümâ Mahallesinin sokaklarından; bu mahallenin yukarı kuzey kısmında Yıldız Posta Caddesi ile Akdoğan Sokağı arasında uzanır, Yenimahalle Fırını Sokağı ve Kapmaca Sokağı ile dört yol ağızları yaparak kesişir (1934 B. Ş. R. Pafta 20/no. 176); yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (mart 1967).

DÖŞEK — «Şilte, yorgan ve yastıkdan mü-rekkeb yatak» (Türk Lügati); Tanzimat devrine kadar döşek, îstanbulda müslüman türk evlerinde yerde, yahud bir sedir üstünde yapılırdı; bu yer döşekleri yatma zamanında yapılır, ve sabahleyin toplanarak bir yüklük (Büyük döşek dolabı) içine kaldırılırdı. Döşeği bir yatak odasında dâima yapılı tutan karyola İstanbul evlerine Tanzimatdan sonra girmişdir. Tan-zimatdan önce yatak odası ve sabit bir döşek yeri îstanbulda ancak pâdişâhlara mahsus saray ve kasırlarda, ve oralarda da yalnız pâdişâhın şahsı için yapılmışdır. Bir yatak odasında, altın yaldız ve oymalı dört sütun üzerine oturtulmuş bir saçak - kubbe ile örtülü ve etrafı pek ağır, güzel kumaşlardan yapılmış perdelerle sarılan bu sabit döşek yerlerine karyola deyeme-sek bile karyolanın babasıdır diyebiliriz.

îstanbulda yüz yıllar boyunca içinde toplu olarak pek çok kimsenin yatıldığı osmanlı sarayın harem ve enderun koğuşlarında cariyelerin, harem ağalarının ve iç oğlanlarının, ve yine aynı sarayda' dış hizmet erbabı bostancı ve .baltacıların; kışlalarındaki koğuşlarında Yeniçerilerin ve şâir kapukulu askerlerinin, Han odalarında, dükkân üstündeki odalarda bekâr uşaklarının döşekleri hep yer döşeği olmuşdur; gece yatarken serilip yapılmış, sabah kalkar iken de toplanıp kaldırılmışdır. îstanbulda be-




DÖŞEK

4732



istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

4733 —



DÖVME



Soyun dökün uzanup yat Döşeğinde rahat rahat Tâ be sabah korur seni Bu âşkın germiş kanat *

Oturalım döşeklerde Nusret olmuş sana bende Kahveci sür cezveleri Karşımda o nûri dîde

DÖŞEK BOZGUNLUĞU — Halk ağzı deyim; bir kadının çocuk doğurur iken ölümü üzerine o evin hâlini tasvir yolunda söylenirdi; doğum ve lohusa için aylarca yapılan hazırlıklar, bu arada hazırlanmış lohusa döşeği sâhib-siz kalır, evin ölen kızını veya gelinini hatırla-


Hamlacı civeleği baldurunda yeniçeri nişanı dövme (Resim;: Sabiha Bozcalı)
kâr uşağı hayatında yer döşeği hâlâ görülür; hattâ çoğu, İstanbula bir iş bulup tutmaya gelir iken yorgan ile yasdığım kasabasından, köyünden yüklenip getirir, şiltesini de işini tutup para kazanmaya başladıkdan sonra İstanbulda alır; kaldığı yerin imkânına bağlı, bir de portatif karyola tedârik eder.

tstanbulda umumî nakil vâsıtalarının bulunmadığı, arabaya ve ata bile ancak imtiyazlı kimselerin bindikleri eski devirlerde; ve yakın geçmişde kira arablan çıkdıkdan ve hattâ bir kaç uzakça semte tramvay hatları döşen-dikden sonra bile İstanbulda akraba ve eş dost arasında gece misafirliği çok yaygındı; hele nefsi İstanbul tarafından Boğaz içine, Üsküdara, Kadıköyüne, Erenköyü tarafına günü birliğine gidilmezdi. Bundan ötürüdür ki her evde ev halkından başka yüklüklerde en azdan iki üç misafir döşeği bulundurulurdu. Bu misafir döşeklerinde bir iki gece kullanılıp şilte, yorgan çarşafları ile yasdık yüzlerinin değişme külfetini azaltmak, ev sahibine ağırlık vermemek için, gece yatsı misafirliğinde iki kardeş, baba oğul, ana kız, iki samimi arkadaş bir döşekde koyun koyuna yatarlardı.

Eski büyük gedikli Kahvehanelerde dükkânın gerisinde «Şirvan» denilen bir iç balkon yapılırdı; şirvana icâbında dayanıp alınan bir seyyar bağçe merdiveni ile çıkılırdı; o eski büyük kahvehanelerde şirvanlar, kahvehanede ya-tub kalkan çıraklar ile bâzı itibarlı kalenderlerin döşeklerine hem yüklük hem de gece döşeklerin serildiği yatak yeri olurdu. Bir kahvehane şirvanmdaki döşekde yıllarca yatmış şöhretlerden biri büyük rind sanatkâr Neyzen Tev-fikdir (B.: İsânın. Kahvehanesi).

Şu manzume geçen asrın kalender şâirlerinden Nebil Kaptanındır :



Bir şakirdi tâzerû hoş hirâma bend olup Kahve peykelerinde yatar kalenderleriz

Yârimiz davet idüb buyur şirvana dirse İşte ol şeb efendim bey de biz paşa da biz

Döşek o yârin olsun lütfetsin de pâyine Yüzüm gözüm sürerek baş yatıram bendeniz

Aşağıdaki satırları bahriye neferi iken bir arkadaşını vurmuş ve 1899-1909 arasında on yıl İstanbul Mahbushânesinde yatmış, Meşrûtiyet-de hürriyetine kavuşdukdan sonra ömrünün sonuna kadar kundura boyacılığı yapmış Fettah Ağadan naklen kaydediyoruz :

«Eskiden mahbushânelerde mahkûmlar yer döşeklerinde yatarlar idi; döşekler yatsı namazından sonra serilip yapılır, sabah namazı vaktinde de toplanıp kaldırılırdı; sabahleyin toplanan da yorgan, yasdık, ve eğer varsa yatak çarşafı olur, şilteler sâdece ikiye katlanıp ranzalar üzerine bırakılır ve mahkûmlar şilteleri üzerinde otururlardı. Bir döşek tedârikinden âciz ga-rib, hâneberduş mahkûmlar ranza tahtaları üstüne uzanıp yatarlardı.

Canım gibi sevdiğim haddehane sibyanından Kozlucalı İsmaili sarhoşluk belâsı ile vurup mahkûm olduğumda mahbushaneye üstüm-deki yazlık gemici esvabı ile girdim, pehlivan yapılı ve zehir gibi acı kuvvete sâhib olduğum halde kuru tahta üstünde yatmaya ancak on gün kadar dayanabildim, temin ettiği bir döşek karşılığı, Büyük Bakkal Köyünden Kiryako Çorbacı adında zengin bir rum kaatilin uşağı oldum ; bir sabah : — Fettah, döşek parası ödendi, hizmetinde devam edersen bugünden itibaren yüzpara gündeliğin var !.. dediğini hiç unutmam».

Mahbushânede «döşek» üzerine yazılmış aşağıdaki manzumeyi Kahveci Nusretin «Zindan Şiirleri» isimli mecmuasından alıyoruz :

Döşeklermiz bak yan yana Bir dön de bak yârim bana Sen uyurken mışıl mışıl Kıyasım geliyor cana

*

Körpesin körpeden körpe Yatıyorsun sere serpe İzin versen uyandırsam Ayaklarnı öpe öpe



* . • .
Tazesin tazeden taze


Nazlı boyun üç endaze Mestâne mahmur gözlerin Doyamamış hâbı nâze

*

Yorganın var yüzü yazma Sarılmış sen servi nâza Sen uyurken ben yanarım Mum misâli şehbâzıma

*

Gül yüzünü koklar yasdık Dili şeydâya taş basdık Baş ucuna çifte kandil Dü dîdei bî hâb asdık

* . .


tacak o şeyler sür'atle toplanır, göz önünden kaldırılırdı. Yakın geçmişe kadar her tabaka ağzında kullanılmışdır.

Bibi.: S. Muhtar Alus, Not.



DÖŞEMECİ SOKAĞI — Galatanın Kemankeş Kara Mustafapaşa mahallesinde : Necati Bey Caddesini Ali Paşa Değirmenci Sokağına bağlıyan 35 adım kadar boyunda kısa bir sokaktır. Granit parke döşelidir. 3-4 katlı eski kagir binaların alt kısımları dükkân ve depo gibi ticarethanelerdir. Sokakta l kahvehane, l sandık ve ambalaj atölyesi, l taşçı ile 2 tane boş dükkân vardır. Sokaktaki binaların ekserisi bakımsızdır. Kapu No. lan 1—7 ve 2—12 dir (1967).

DÖVME — Dilimizdeki eski adı ile «veşim». Vücuda çıkmaz boya ile yapılan şekillere, resimlere, nişanlara yazılan yazılara verile gelmiş isim; vücuda «dövme» yaptırmaya da «vü-cud dövdürmek» denilir. Tarihden önceki çağlardan zamanımıza kadar gelmişdir, ve zamanımızda tamamen avâmî bir iş, zevk, süs olmuşdur. Bilhassa gemiciler arasında çok yaygındır. Yelken devrinde, denizciliğin çok çetin olduğu asırlarda vücudunda dövme bulunmayan tek tayfaya rastlanmazdı. Dövmenin yapıldığı yerlerden biri de mahbushâneler, zindanlar ola gelmişdir ;bu yönden de dövme zevki ,süsü sâdece avâmî olmakdan çıkmış, apaşlık, külhânîlik, uygunsuzluk kânı, alâmeti olmuşdur.

Bizde Tersanelilerden başka yeniçeriler arasında da dövme, ocaklarına karşı taassubla bağlılıklarının en parlak mümâyişi, gösterisi bilin-mişdi. 196 ortadan (taburdan) mü-rekkeb olarak kurulmuş Yeniçeri Ocağında her ortanın, meselâ çatal uçlu kılıç (Hz. Alinin Zülfikârı), ok, yay, tüfek, top, gülle, mızrak ucu, tuğ, çadır, bayrak, balta, cami, minare, minare alemi, cami merdiveni, adi merdiven, arslan, fil, deve, kurt, köpek, kartal, şahin, balıkçıl kuşu, kadırga, gemi çapası, el-pençe, güneş kursu, hilâl, hurma ağacı, servi ağa-



DÖVME

4734 —



istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

4735

DÖVMELİLER GEMiSi



Son zamanlarda vücudunun zengin dövmeleri ile şöhret bulmuş bir adam Burhan Tabanak adında gene bir hâneberduş hırsız olmuşdur; çıplak gövdesinin resmi günlük gazetelerin birinci sayfalarında yayınlanmış olan serserinin taşıdığı dövmeleer şunlardır : Göğsünde bir denizaltı gemisi resmi ve altında «Şehit Dumlupınar» yazısı; omuzlarında, bâzularında, kollarında, ellerinin üstünde de maşukası kıbti kızı Zühre'nin resmi, bir arab kızı (kendi tabiri ile Kral Farukun zevcelerinin en güzeli), ay-yıldız, gemi çapası, hançer, yılan, gül, yürek resimleri (B.: Tabanak, Burhan).

DÖVMELİLER GEMiSi — 1962 yılı eylülü sonlarında (27-30 eylül) İstanbul Limanını
cı, makas, ibrik, süpürge, araba tekerleği gibi «nişan» denilen alâmeti farikası bir resim, şekil vardı. Her yeniçeri neferi mensub olduğu ortanın nişanını el, kol, bâzu, baldır, göğüs gibi vücudunda dövme taşımanın yeniçeriler arasında ne zaman başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Bizim tahminimize göre, devşirme kanunun kalkmasından ve Yeniçeri Ocağı kapusunun halkın ayak takımına açılmasından sonra, XVIII. yüz yıl sonunda olacakdır. XVIII. ve XIX. yüz yıllarda bütün İstanbul esnafının ocağa kayıdlı, İstanbulda esnaf tabakasından veya ayak takımından gençlerin, oğlan çocukların da yeniçeri taslakcısı geçindiği devirlerde, vücudlarma bir yeniçeri nişanı -dövdürmek çok yaygın bir hal almışdı (B.: Yeniçeri; Balta; Cezayir Kesimi; Semer Devirme), ikinci Sultan Mahmud 1826 da Yeniçeri Ocağını kanlı bir şehir muharebesi ile kaldırdığında (B.: Vak'ai Hayriye), ocakda kaydı olmayan pek çok yeniçeri taslakcısı gene de,--, vücudlarındaki yeniçeri dövmeleri yüzünden idam edilmişlerdi; çok hazin bir vak'adır:

Aslı Bursalı bir şekerci çırağı, 17 yaşlarında dilber bir delikanlı îstanbulda Şekercigüzeli Mustafa diye nam almışdı. Yeniçeri Ocağına yazılmamış, fakat akran ve emsaline uyarak yeniçeri kıyafetinde gezerdi, bâzûsuna da 64. Ortanın nişanı olan güneş kursunu dövdürmüşdü. 1826 daki yeniçeri tenkilinde korkusundan tebdili kıyafet ederek bir Mudanya kayığına bin-



Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin