İstanbul ansiklopediSİ Büyükada Camii (Resim: Kemal Zeren)


şukrancım snl seviyorum Çok ama pekçok



Yüklə 4,97 Mb.
səhifə4/75
tarix07.01.2019
ölçüsü4,97 Mb.
#91759
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75

şukrancım snl seviyorum Çok ama pekçok

senin bni sevdiğinden haber yok

ben bir fakir Çocum ama gölnüm zengin

snin sevginle deniz gbi derin

Mektepli diîim ama okur yazarım

şerbetçiyim yoktur cumam pazarım

sni görünce eser kfamda yeller

örendim ki buna aşk derler

on Beş yaşımdayım nemde güzelim

şükranım seninle sevgelim gezelim

pazara izin verecek ustam bana

işte bende haber verdm sana

yeni espaplarmıda gyerim

sni park kapsunda sat onda beklerm

şükran gelmessen bozuşuruz senle

ben Kızlara dalga geçtirmem benle

başka güzel Kız bulrum knuşurum

bana Şerbetçi yakup dimişler yavrum

hem aşıkım hem şairim ben

bilirim seversin bnide sen

gelmezsen fazla yalvarmam

sni bende hiç aramam

gelmessen artık geçme dukan önünden

namussuzum bakmam yüzne kes umudu benden

gencim güzelim bana Kız çok

ama sna Şerbetçi yakup yok

şukrancıma bu mektup

yazan Şerbetçi yakup

. AŞNANYAN (Boğos) — Geçen asrm namlı Ermeni sarraflanndandır. Eğinli Aş-nanyan âmiraların ahfadındandır ve muhtemelen geçen asrın Ermeni ricalimden Mıkır-diç Asnan'ın oğludur, 1842 de teessüs eden Anadolu kumpanyasının ilk azalarından biri olmuştur. Aynı yılın Kasım ayında Patrikhanede yapılan bir meclisden sonra, fakirler, yetimler ve dullar teşkilâtının basma getirilmiştir. 1853, 1855 ve 1856 yularında Patrikhane Cismânî Meclisine âza seçilmiştir. 1863 de Ermeni cemaatının yeni ^nizamnamesini icra komisyonuna ve 1869 da Patrikhane Ruhanî ve Cismânî muhtelit Meclisine âza olarak: iştirak etmiştir. 1845 de in-

şa edilen Kandilli Ermeni Kilisesi bu zatin hayır yardımı eseridir.

Kev«rk Pamukcoyau

ÂŞUBKADIN ÇEŞMESİ — Yeniçeriler Caddesinden Bayazıda giderken meydan ağzında, sol kolda, bu caddenin Tabanca sokağı ile olan kavşağı köşesindedir. Çimento ile tamir edilmiş, teknesi derince .kemeri içinde, ayna taşı mermer, sarı pirinç lüleli, Lâle devrinde yapılmış bir akar çeşmedir; hayır sahibi, Üçüncü Ahmedin kızı Fatıma Sultanın kethüdası Âşub Kadındır. Kemerin üstündeki manzum kitabesi şudur:

Kurretül ayni saadet şemsi bürci saltanat Duhteri sa'dahteri Han Ahmedi çarh âşiyan Fâtime Sultanî âlişanî zehrâ hilkatin Ömrün efzun ide iclâl (ile) rabbi müstean Kethüda bânu (yi) serayı devleti Âşub Kadın Oldu sultam gibi cûyâyı hayratı hassan Yümnile tarhüfkeni bünyâd olup bu çeşmeye Hak yoluna mâlini bezleyledi bî imtinân Zibü dârâyigle virdi öyle âbi tâb Mm Dir temaşa eyleyüp nüş eyledikçe tegnegân Ayni âbihayâtin yâ ayağı kevserin . Selsebili bagi cennettir ya tesnimi cinan Mevkiinde böyle hayrat olmaz müyesser her kese Hüsnü tevfiki hulûsi kalbe mebnidir heman Hak taalâ eyleyüp şayanı dergâhi kabul Masdan âsâri hayı* ide vücûdun her zaman Taibâ didim sitayiş birle târihin görüp Oldu 2âbâ çegmei Âsubden Zemzen revan

1122 (1710)

Çeşmenin kemeri altında bir madalyon içinde Şükrü ketebeli şu kitabe vardır ki son tamirinde konmuştur: «Merhume, Tayyibe Hanım ruhu için elfatiha 1340 (1923)» Bu Tayyibe Hanım hiç kimsesiz zengin bir kadındır ki ölümünden evvel hayli yekûna baliğ olan servetim muhtelif hayır işlerine taksim etmiştir.

Bibi.: REK, Muzaffer Esen, Gezi not«. . .

AŞŞUM DEDE — On yedinci asır ortalarında yaşamış, İstaoıbulun namlı meczub-îanndandır. Saraçhânebaşmda dolaşırdı; işi gücü, yolcuların ayağına çarpmasın diye sokaklardan kırıntı taşları toplamak ve birer köşeye yığmak idi.

Bibi.: Evliya Çelebi, L

ÂŞUR AĞA (Kemençe«i) — On yedinci
asır ortalarında yaşamış namlı bir sazende;
bayatı hakkında başka bir kayda rastlana
madı. ; ' .. . Bibi,: Evliya Çelebi, L

AŞURE

1178 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDlSİ



1179

ATABEK (Ata Refik)




AŞURE — Nuh Peygamberin gemisi Tufandan kurtulduğunda, gemide kalan erzakın toplanıp karıştırılmasiyle pişirilen aşın hâtırası olara-k Hicrî takvim ile Muharremin onuncu günü pişirilen aşurenin, îstanbulda da başta Sarayı Hümâyun gelmek üzere asırlarca devam etmiş zengin bir an'anesi vardı; en yoksul aile ocağına varınca, Muharremin onundan bu ayın sonuna kadar aşure pişerdi.

An'ane perest bir İstanbul konağında aşure merasimi şudur:

Aş pişip de kazan ocaktan yere indirildiğinde, evin en yaşlısı kazanı karıştırarak bir yasini şerif okur, kazanın üstüne üfler ve kalaylı tarafı içine gelmek üzere hazanın üstüne bir tepsi Ikapar. Kâseler hazırlanıp da aşure üleştirilmesine başlandığında; kazanın buğusu ile terlemiş olan tepsi kaldırılıp; evvelâ evin beyine, hanımına ve çocuklarına götürülecek kâseler doldurulur ve bu terli tepsi ile beraber götürülür; bey, hanım, evin çocukları sıra ile birer salâvatı şerife getirerek o terden birer parmak alıp göz kapaklarının üstüne sürerler, yılma kadar göz ve baş ağrısı çekilmez derler; aşçıya ve yamak-larına yahut o gün için aşureyi pişirene ve yardımcılarına bahşişler verilir; bundan sonra o terli tepsi, bütün ev halkına dolaştırılır.

Aşure ailenin hal ve vaktine göre, gümüş veya klaylaı bakır tepsilere dizilmiş ve üzerine sırmalı, işlemeli peşkirler örtülmüş porselen, gümüş veya kalaylı bakır 'kâselerle, konu kamşudan başlanıp akraba ve eşe dosta üleştirilir. Aşure kâseleri, bir bereket inanı olarak yerine, yıkanmadan iade edilir. Kapıya gelen fakir fukara, kendi kâselerini getirirler.

Birinci Mahmudun sırkâtibi olan Salâhı Efendi, bu hükümdarın hayatına ait 1148 (M. 1735) muharreminden başlamak üzere dört senelik bir hâtıra defteri tutmuş olup on sekizinci asrın ikinci yarısındaki Osmanlı sarayı hayatı bakımından çok kıymetli bir vesika bırakmıştır: Bu defterin 11 muharrem 1148 tarihine rastlıyan vukuat sahifesinde şöylece bir kayıt vardır:

«Sandal ile Beylerbeyi sahilsarayına gittiler; yolda Beşiktaşa uğrayıp Haremdeki yeni kasırda kahve içip dinlendiler. Nadide bir şekilde tanzim edilmiş olan has bahçedeki çiçekleri temaşa ettiler, gönülleri kat kat açı-

larak yine sandal ile Beylerbeyi sahilsarayına indiler. Yeni yapılmış bağ kasrında dinlendik-, ten sonra sahilsarayın haremindeki bölme denizin ayna gibi mücellâ ve duru suyuna ayarı hâlis altınlar atıp gözde nedimleri ve dilsiz ve cüce kullarına kapışmaları işaret olundu, onların suya atılmaları pâdişâhı kahkahalarla güldürdü.

«İkindiden sonra, aşure günü olduğundan, biri nefsi nefisi hümâyunları, diğeri de maiyetleri için, haremden iki büyük maşraba anberli ve miskli aşure getirildi. Yenilip zev-ku safa buyurulduktan sonra yine filikalarına binip saraya döndüler».

AŞURE BAKLASI — Aşure yenilirken, kaşığa gelen ilk bakladır; ağızdan yalanıp çıkarılır, sofradan kalkınca güzelce yıkanır ve kurutulduktan sonra para kesesine bereket tıl simi olarak atılırdı. Kesesinde aşure parası bulunduramayanlarda, muhakkak ki bir aşure

baklası bulunurdu (B.: Aşure parası).

ÂŞUR EFENDİ (Basrizâde) — Geçen asırda yaşamış seçkin mücellid ve müzehhip-lerden; muasırlarının tabiriyle «gayet tuhaf ve nâdire gûy» bir zât imiş; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Hat ve Hattâtin

AŞURE İBRİĞİ — Kibar ve ricalin muharremlerde yekdiğerine aşure gönderdikleri porselenden mamul, umumiyetle çift olarak bulunan ve gaayet kıymetli sanat eseri olan üzeri renkli ve yaldızlı zemin üzerine çiçek nakışlı, kapakları yine porselenden mamul, çiçek kabartmalar ve kuşlarla tezyin edilmiş ibriklerdir. Zamanımızda bir çift aşure ibriği bir salonun vitrinini, zengin bir büfenin üstünü, mazinin ihtişamını hatırlatarak tezyin eden eşyaların basında gelir. Rical konaklarında aşure ibrikleri, gönderilecekleri yerlerin derecelerine göre, çeşitli kıymette sekiz on çift, belki daha fazla olarak bulunur; bunların içinde yerleri müzeler olan "murassa ibriklere de rastlanırdı.

,ÂŞÛRE PARASI —.- Aşure pişirilirken Mr-kaç tane delikli gümüş para kepçenin

ağzı-" dibine- bir ibrişimle-bağlanır, aşure piştikten Sonra bu-paralar yıkanırve para ke--selermiri dibinebereket tılsımı olarak dikilir-

di. Eskiden Büyükşehirde, kesesinde aşure parası bulunmıyan yok gibiydi.

ATA (Tabak) — Üçüncü Selini devrinde yaşamış namlı bir çiçekçidir; bilhassa lâleleri meşhur olup seksen kadar lâle çeşidi elde etmiştir 'ki «Erîkei Elmas», «Şahidi Kudret», «Feyzi Rahman» ve «Neticei Zer» adındaki lâleler bu aradadır. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Takvimi Lâle. 7

ATAÂYKUT (Murad) — 1956 son balla
rında onbeş yaşında güzel' yüz çizgileri ile
çok değerli yabancı bir ressamın nazarı dik
katini çekerek yağlı boya portresi Büyükşeh-
rin sanat şah eseri bir kaç âbidesinin tablo
ları arasında Arjantine gitmiş gazete müvez-
zii bir İstanbul çocuğu; baş açık, yalın ayak,
sırtında beyaz üstüne kırmızı çubuklu bir min
tan İstanbul sokaklarını koşarı adımlarla do
laşır iken eylül ayının onbirinci günü, bir dev
ri âlem seyahati içinde İstanbula uğramış olan
Arjantinli ressam Dr. Samu-
el Mallo Lopez ile Yenikapı-
mn deniz kıyısındaki bir ba
lıkçı kahvehanesinde karşı
laşmış, zeki ve güzel çocuk
la alâkadar olan sanatkâr iki
şer saat süren iki günlük bir
çalışma ile yalın ayaklı kü
çük müvezziin 28x40 eb'a-
dmda bir boy portresini şa
heser olarak ibda etmiştir.
Bu güzel resmin ayni sanat
kâr tarafından yıpılmış bir
kopyası R.E. Koçunun elin
dedir. Oğlancığın çıplak ayak
ları altında Yenikapı sahili
nin kumları, Marmaranın, ya
kında filiz yeşili, uzakta Prus
ya mavisi dalgalı sathı, ve
çok bulutlu, bulutlan rüzgâr
la uçan bir gökyüzü... Sol
koltuğunun altındaki gazete
leri taşıyabilmek için gövde
sağ yana tatlı bir kıvraklıkla
bükülmüş, bir güzel yüzdeki
meşakkatli hayatı tesbit eden
sanat kudreti, kırmızı çubuk
lu beyazmintamhin; uçurtma Murad
hafifliği ile • bu merâreti1 M- (Resim:

yat arasındaki tezad, o meclisde hazır bulunan Ahmed Bülend'e do şu satırları yazdırmıştı:



Pırpın

Yalın ayakları koşârîı

Yalın ayaklarının altında

Asfalt, taş, toprak sokaklar

İpek bir halı.

Rüzgâr tarar kâkülünü *•

Bu tığ gibi çocuğun!..

Pırpırı

Yalın ayakları büyük, kalem parmaklı

Yalın ayaklarnm altında

Asfalt, taş toprak sokaklar

Yaprak yaprak, çiçek çiçek Mr halı.

Yağmur yıkar başını

Bu oğlak gibi çocuğun!...

Pırpırı

Yalın ayakları çamurla, kumla kınalı

Yalın ayaklarının altında

Asfalt, taş, toprak sokaklar

Müzehheb bir halı

Güneş boyar cildini

Bu başak gibi çocuğun!...

Murad Ataaykut Büyük-şehrin günlük hayatında mühim bir yer tutan yüzlerce gazete satıcı çocuğu, bu şehir kütüğünde, Tazı Ali Sala-haddin gibi {B.: Ali, Tazı) temsil etmeğe lâyıktır.

ATABEK (Âta Refik) — Asrımızın ilk yarısında İs-tanbulun en namlı manifatu-• ra tüccarlarından; 1865 de Selânikte doğdu ve ticaret hayatına 1905 yılında orada atıldı; 1911 de İstanbula hicret ederek evvelâ Katırcıoğlu Hanında bir mağaza açtı, çalışkanlığı ve doğruluğu ile işini sür'atle genişletti, 1914 de (Hamdibey Geçidi) Topa-yan Hanına nakletti, manifaturacılığın yanına hazır elbi-seciliği de koydu, 1919 da Suraski müessesesinin yanında yeni ve büyük bir mağaza açtı; ipekli, yünlü fantezi kumaşların toptan ve perakende ticaretiyle meşgul olarak iş hacmi bir kat daha genişledi; Nihayet 1932 de Şamlı

ATABEE HANI

1180 — İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1181 —


ATA BEY (Tayyarzâde)


Ata Refik Atabek (Resim: Nezih)

Hanını satın aldı; bu suretle ayrıca şöhretli bir müessese olan «Şamlılar mağazası» nm da halefi gibi olda hanın adını da değiştirerek Atabek Hanı koydu ve Atalar Müesseselerini kurdu. Son hayat demine kadar işinin başından ayrılmadı. İstanbul piyasasının örnek iş adamı olarak 1945 de Seksen yaşında vefat etti. Hakkı Göktürk

ATABEK HANI — Eminönü ilçesi dahilinde Şehinah Pehlevî Caddesi (Yenipostaha-ne Caddesi) ile Fındıkçıremzi Sokağı kavuşa-ğı köşesindedir; yerinde Şamlı Ham yardı, namlı manifatura tüccarı Ata Refik Atabek tarafından 1932 de satın alındı ve adı Atabek olarak değiştirildi, 1939 da içinden çıkan bir yangınla tamamen yandı, 1940 -1941 yılarında Fevzi Atabek tarafından mimar Pistikos'a zamanımızdaki Atabek Ham yaptırıldı. Altın daki iki kat mağazalardan gayri dört katlı büyük bir binadır; her katında 13 odadan 52 odadır. Kapısı Fındıkçıremzi Sokağındadır; beton ve halk ağzında «kübik» denilen üslûpta bir yapıdır. Altındaki iki katlı mağazalar Atalar müessesesi tarafından işgal edilmiştir; mağazaların ikinci katımn caddeye b.akan cephesi boydan boya camla kapanmıştır.

Han kapısından girilince evvelâ genişçe parke döşeli bir medhalden geçirilir ve Sekiz mermer basamaklı bir merdivenden çıkılır; sağ tarafta hanın birinci katına çıkan merdiven vardır, solda da asansör ile Atalar müessesesinin ikinci katına girilen bir kapı - geçit bulunmaktadır.

Hanın elli iki odası 1959 da muhtelif şirketlerle iş adamlarının yazıhaneleri olarak işgal edilmiş bulunuyordu.



Hakkı Göktürk

'ATABEY (Dr. Fahri).— Seçkin hekimlerimizden; 1913 de İstanbul'da doğmuştur. Babası orman baş müdürlerinden Ziya Bey,

annesi Râna Hanımdır. İlk okulu Kadıköy'de okuduktan sonra babasının memuriyeti dola-yısiyle Orta ve Lise tahsilini Bursa'da ikmâl etmiştir. 1931 senesinde sivil olarak Tıbbiyeye girmiş, Tıb Fakültesi Haydarpadan İstan-bula nakledilince üçüncü sınıftan sonra askerî tıbbiyeye intisap etmiş ve 1937 senesinde mezun olmuştur. 1937 - 1938 senelerinde Gülhane Askerî Akademisinde stajyer oalarak çalışmış ve imtihanı kazanarak nisaiye asistanı olmaya hak kazanmıştır. İki sene Trak-yada askerî kıt'alarda Tekirdağ ve Çorlu Askerî hastahanelerinde çalıştıktan sonra 1939 senesinde Gülhane Askerî Hastahanesinde nisaiye ihtisasına başlamış ve 1942 senesinde ihtisasını tamamlamış, bir sene Ankara Mevki Hastahanesinde nisaiye mütehassısı olarak çalıştıktan sonra ayrılmış ve iki sene Gülhane askerî akademisinde bas asistan olarak bulunmuştur. Gülhaneden ayrılarak iki sene İzmir Askerî hastahanesinde çalışmış bu arada askerlikten ayrılarak, görgü ve ihtisasının arttırmak üzere İngiltere'ye gitmiştir. İki buçuk sene İngiltere'nin muhtelif hastahanelerinde çalışmış, «Gebe kadınlarda vağinal frbt-ti ile ölü çocuğun teşhisi» tezini hazırlamış ve yurda avdetten sonra İstanbul Üniversitesi l inci kadın-doğum kliniğinde Doçent olmuştur. 1952 senesine kadar bu klinikte çalışmış ve aynı sene Zeyneb Kâmil Hastanesine Başhekim ve klinik şefi tayin edilmiştir.

1952 senesinden beri aynı hastanede çalışan Doç. Dr. Fahri Atabey 1860 senesinde kurulmuş olan Zeynep Kâmil Hastahanesnu restore ederek modern bir hale sokmuş ve 1953 senesinde Zeynep Kâmil ana ve çocuk sağlığını koruma cemiyetini kurmuş ve bu cemiyetin marifetiyle Zeynep Kâmil Hasta-hanesine 200 yataklı çocuk ve 150 yataklı kadın hastalıkları paviyonunu ilâve etmiş, halen de 100 talebelik bir hemşire okulunun ikmaline çalışmaktadır. ,

Müşfik, âlicenab, sempatik, Türk hekimliğinin yüz akı olan bir sımadır. Üniversite Tıp Fakültesi Mecmuasında meslekî etüdleri neşredilmiş, 1956 ve 1959 yıllarında da «Zeyneb Kâmil Hastahânesi» adı ile iki bülten yayınlamıştır. .

Hakkı Göktürk

ATABEY (Eşref Şefik)— Namlı mühar-.rir, eski sporculardan, çok sevilmiş Râûyo

konferansçısı, sohbet ve meclis adamı, pek namlı amatör balıkçı; İstanbul Ansiklopedisi hal tercemisinin tespiti için İstanbul Radyosu vasıtasiyle yolladığı iki mektuba maalesef cevap alamamış, muhabirimiz Hakkı Göktürk'ün müracaatına da evvelâ Radyo evi kapıcısına bir hal tercemesi notu bırakacağını söylemiş sonra yazlığa çıkmış olduğu halde kışlık apratmamnda randevu vermiş, ve pek büyük hüsnü niyet sahibi muhabirimiz bize istediğimiz notları getirememiştir. Başka bir yerde de bir hal tercemesi yazmağa medar olabilecek herhangi bir kayde rastlanamadığından bu şehir kütüğünde bu satırlarla ikti fa olundu.

ATA BEY (Hammer Mütercimi Mehmed)

— Geçen asrın sonlarında yaşamış seçkin, devlet adamlarından, 1856 da Halebde doğdu. Çocukluğundan itibaren şark ve garb kül-türiyle yakından alâkadar oldu; arapçayı, ve fransızcayı çok kuvvetli öğrendi; devrin-an'anesine uyarak her münevver gibi devlet hizmetine girdi, derece derece yükselerek Maliye Nezareti mektupçuluğuna kadar terfi etti. Devlet hizmetinde çalışırken bir taraftan kalemiyle de çalışmayı ihmal etmedi, «İktitaf » isminde dört cildden ibaret edebî bir kıraat kitabı neşretti. Zamanına nisbetle mütekâmil bir düşünceden doğan bu kitabı, evvelâ edebî eserleri tetkik etmek, bu yazılardan çıkan neticelerle sanatkârın ilmî hüviyetini tanımak yolunda hazırlanmış ilk eser olarak symak yerinde olur.

1908 İnkılâbı Âta Beyi maliye mektupçuluğunda buldu, daima vazifesini iyi yapmış, namuslu kalmış bu devlet adamını kendisine daha lâyık bir makama, Islahatı Maliye Komisyonu âzalığına getirdi, ilâve ve haşiyelerle beraber on cildlik Hammer Tarihi tercemesini bu şurada neşretti. Osmanlı İmparatorluğu Tarinin muteber kaynaklarından olan Hammer Târihinin böyle salahiyetli bir kalemle tercemesi millî kütüphanemiz için büyük kazançtı.

1908 den evvel ve sonra Âta Bey muhtelif gazete ve mecmualarda çeşidli mevzuda yazı yazdı, terecine yaptı. 1896 da Maarif Mecmuasında Bernarden de Saint Pierre'in «Paul et Virginie» sini tercümeye başladı. Bu tefrika Maarif Mecmuasında bir sütün fransızca, karşısındaki sütunda türkçe olarak

çıkıyordu, tercemenin doğruluğundan şüphe edenleri fransızca metni araştırmak zahmetinden kurtaracak olan bu neşir tarzı, mütercimin kendi tercemesinden ne kadar emin olduğunu gösteren haklı ve yerinde bir gururun ifadesidir; yine bu sıralarda Güftü Şenid isimli şarkkârî hikâye kitabiyle popüler Fransız muharrirlerinden terceme ettiği romanları ise o devirde namuslu bir memurun yakasını kolay kolay kurtaramadığı zarureti bir parça olsun önlemek maksadiyle, tâbilerin arzuları üzerine terceme ve neşredilmiş kitaplar saymak yanlış olmaz.

Âta Beyin son devlet memurluğu, 1918 mütarekesini takip eden felâket ve buhran devrinde sık sık değişen kabinelerin birisinde ancak bir hafta kadar Maliye Nazırlığıdır. 1919 da ölen Hammer Mütercim Âta Beyin en güzel eserleri arasında fikir, irfan ve kültür hayatımızda mümtaz birer sîmâ olan Dr. Galip Ataç ve muallim, muharrir, mütercim ve estet Nurullah Ataç ile adını maalesef öğrenemediğimiz Canakkalede şe-hid olan üçüncü oğlunu da hatırlamak lâzımdır (B.: Ataç, Galip; Ataç, Nurullah).



Muzaffer Esen

ATA BEY (Tayyarzâde Ahmed) — Ken


di adına nispetle veyahut «Enderun Tarihi»
diye anılan meşhur eserin müellifi (B.: Âta
tarihi); 1810 (R 1225) da İstanbulda doğdu;
babası, Enderuni Hümâyundan yetişmiş ve
Üçüncü Selim taraf darlığı ile tanınmış Tay
yar Ağa'dır (B.: Tayyar Ağa). Âta Bey, he
nüz dört yaşında iken mahalle mektebine
verilerek «taaUümi hurûfü heca» ya başla
mış ve henüz beş ya
şında iken de, 1815
(H. 1231) de muhase
be kalemine bir kâtip
fidesi olarak alın
mıştı; 1823 (H.
1239) de, on üç
yaşında da Tophane
kalemine kâtip oldu,
Burada, devrin de-
' ğerli kalem memur
larından Beylerbeyli
Hasan Efendi ve bi
raderi Halil Efendi, Tayyarzâde Ata Bey
Hilmi E f e n "d i (Resim: H. Çizer)

ATA BEY (Tayyarzâde)

— 1182


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1183 —

ÂTA BEY (Tayyarzâde)




Kerestecizâde Arif Efendi gibi zevatın himmetiyle, bir buçuk senede «usulü kaleme meleke» hâsıl etti ve 1825 te (Hicrî 1240 Ramazanında), tesadüf eseri, babasının yetiştirdiği Enderuni Hümâyuna alındı ki, Ata Bey on beş yaşında idi, hayatının bu dönüm noktasını, yıllarca sonra, ihtiyarlığında yazmağa başladığı meşhur eserinde şöyle nakleder:

«Kırk tarihi Ramazanında bir gün pederimin Ayasofya Camii şerifine esnâyi azimetinde Divanyolundaki Acı Hamam hizalarına vusulünde, cennetmekan Sultan Mahmud Han Efendimiz kâtip kıyafetinde ve yanlarında bulunan meşhur müsahib Said Efendi zaim heyetinde tebdil oldukları halde birlikte Sultan Bayazıd Camii şerifine müteveccihen teşrif buyururlar iken tesadüfen rast gelip pederim Zâti Hümâyunu gördüiü gibi gayet temkin ve meskenetle kaldırımdan aşağı bir tarafa girîz etmek istediğini gösterir bir hal alup edebî ubudiyeti arz ettikte Hakanı huld âşiyan karşısına teşrife rağbetle: — Said Efendi! Maaşallah Tayyar Efendi pek ihtiyaı--lamamış, gördüğüme haz ettim! iltifatı âliy-yesiyle tevakfcufen isticvabı işrâb eder bir hal irae buyurduklarında, pederim kaldırımdan aşağıda durarak:.— Efendim, bu iltifatı şahanenizin ve peyderpey nıüstagrak olduğum atâyâyı mülûkânenizin teşekkür ve cevabını (her seher) huzuri hazreti bâride arzi münâcât ile ifâdan gayri sernıayei teşekküre malik (değil iken) neş'ei iltifatı seniyyei mü-lûkânenizle (lisanı ubudiyet nişanını lal oldu), Rabbim kâffei dilhâhı hümâyununuzun insaniyle esdikai bendegânı şahanenizi müftehir ve sâdan buyursun! sözünü arz ettiğini müteakip: — Üç evlâdın olduğunu İmam Abdül-kerim Efendi söylemişti, onları saraya alalım! Buyurduklarına cevaben:

— Rabbim fendimize müebbeden ömür ve afiyet ihsan buyursun, en sonraki evvelce gitti, ikisi ber afiyettir, dedikte: İstersen onları Sarayı hümâyuna çırağ edeyim., buyurduklarında, çünkü ol vakit doksan dört yaşında olmakla her ne kadar dinç ve tâmüş-şuur ise de nmktezayı sinnü sal bu iltifatı velinimet kendisini kemâli sürurundan meb-hut ettiği manzûri hümâyun oldukta bin rub' iyye atiyye ihsanını emir ile veda buyurdukları gibi sokakta bir müddetceğiz aramı hü-müyun ile âlâmelâinnas fevkalhad nail oldu-

ğu tebşiri hosnudi velinimetin davet eylediği giryei ıztırarı ve kemâli sevk ve şâdi ile arız olan sürür ve hayret, ıneşyü harekete mecalden bî kudret bırakıp hemen oradaki (tütüncü dükkânına girip ve kendisini toplayıp) hanesine avdet etmiştir.»

Ertesi günü Silâhdar Giridli Ali Ağanın «saka» tâbir edilen gedikli hizmetkârı Yakub Ağa gelip Âta Beyle biraderinin Enderuni Hümâyunda Kileri Hâs koğuşuna kabul edildiğinin puslasını ve otuz bir kuruş çıraklık akçesini getirir. Bir hafta sonra da çocuklar saraya giderler. Tayyarzâdelerin Enderuna girdikleri zaman Enderun teşkilâtının kökten değiştiği devre rastlar. Ata Bey bir müddet Asâkiri Mansûrei Muhammediyeye zabit yetiştirilmek üzere ayrılan ağalar arasına katılır, meydanlarda, kırlarda, bizzat padişahın nezâretinde talimler yapılır. Bu arada sarayda bir bando teşkil edilir, kardeşi Halil Bey de bandoya ayrılır. Enderun takımının ekserisi ötedenberi cündilik ve tokmakbazlık ile meşgul «ve bu fenlerde çapik ü cessur olduklarından» piyade taliminden ziyade süvari talimine heves ve istidatları nazara dikkate alınarak sarayda iki süvari bölüğü tertip olunur. Bu sefer Ata Bey de süvari olur ve meşhur Fransız Rüstem Bey kendilerine muallim tâyin edilir (B.: Rüstem Bey). Süvari taliminde epeyce tahsil ve melekeye muvaffak ve; «ortası tuğralı simden mamul dairei şemsin nısfı resminde olan bir çift nişan ile» süvari onbaşısı vekili olur. Süvari talimi arasında, ekseriya cumartesi günleri tebdili kıyafet ederek mesire yerlerinde dolaşan İkinci- Mahmuda, kavas kıyafetinde refakat eder. İkinci Mahmudun Rami Kışlasında bir yıl ikameti esnasında, (B.: Mahmud II; Asâkiri Mansûrei Muhammediye; Rami kışlası; Târihi Liva). Ata Bey de bir süvari olarak maiyeti seniyede bulunur. 1828 (H. 1244) yılında Rami Kışlası hayatından bahseden Tayyarzâde Ata Bey, «çapiksüvaranı meydanı hünerverî tîren-dâzîde yegânei rüzigâr olan cündî ve kemankeş üstadım Şişman Mehmed Efendiden edindiğim talini ile hemen yedi yüz adıma kadar ok atmağa meleke hâsıl olmuş idi» diye bir hâtıra kaydediyor, ve, o zaman arkadaşlarından olup Baş Çuhadar bulunan Damad Said Paşa, Çavuş Haşim Bey, sonra Malbeyin-ci olan. Selkn Efendi, Kırımlı Mustafa Ağa

ve Çerkeş Abdi Paşa ile birlikte pâdişâhın maiyetinde Okmeydanı Tekkesine giderek huzuru hümüyunda kabze kavrayıp atıcılık müsabakası yaptıklarını naklediyor.

Rânıi kışlası dönüşünde, Enderuni Hümâyun Ağalan «iltifatı velinimetten mehcur» olmuşlar, üstlerinden asker esvapları alınmış, bunun üzerine, Ata Bey, bazı arkadaş-lariyle birleşek arapça okumağa karar vermiş; devrin ulemasından olup halk ağzında evliyalığı söylenen Zihneli Ömer Efendiden haftada üç gün ders vermesi rica edilmiş, «sarf» ı bitirdikten sonra «nahiv» e başlamışlar, bir taraftan da yazı dersi almışlar. Bir kısım arkadaşları ise askerliğe heves edip Asâkiri Mansûreye küçük zabit kaydolunnıuş-lar ve az zamanda ilerleyip yükselmişler; bir sene sonra, hocaları Ömer Eefendi ölmüş; fakat diğer saray hocalarından ve bu arada bilhassa İsnıetbeyzâde Ahmed Arif Hikmet Bey ile Hafız Mehmed Emin Efendiden tahsillerini ikmâl etmişler (B.: Arif Hikmet Bey). Denizlili Yahya Efendiden de «Halebî» ve «Mültekaa» okumuşlar:

1249 Ramazanından bir gün evvel Tayyar Efendi ölmüş (1833), ev halkından «alil ve alile bir takını ihtiyar ve amelimânde yirmi kadar bîçaregân» Ata Beyin eline baka kalmış. Ata Bey de 1250 saferinde (İkindkâ-' unn 1834) hazine kethüdası Bekir Efendinin ruhsat tezkeresini alarak saraydan çıkmış ve Üsküdarda akrabasından bir zatın hanesine misafir olarak kalabalık aile efradını geçin-direbilecek bi iş kollamış. O zamanlar Tophane Müşîiri olan Ali Riza Efendinin Ata Beye teveccühü varmış, ki bu zat Ayasofya Camiinde esrarengiz bir cinayete kurban olmuştur; efendinin delaletiyle Koca Yusuf Paşa biraderzâdesi Sadreddin Beyin dostluğunu kazanmış, iltizam işleriyle meşgul olan Sadreddin Beyin yanında Anadoluya giderek Amasya, Keban Madeni, Harput, Malatya, Darende, Sivas, Maraş, Elbistan, Tokad, Turhal, Zile, Ankara, Çankırı, Tosya, Osmancık, Çorum, Sinop, Ereğli, Şile, Amasra, Bafra, Samsun, Merzifon, Lâdik, İskilip, Sungurlu, Sandıklı, Haymana, Nallıhan, Vezirköprü, Boyabad ve daha bir çok Anadolu köy ve kasabalarını dolaşmış ve bu âlicenap haminin vefatından sonra İstanbula dönmüş. Bir kaç gün. sonra, devrin vezirlerinden Mehmed

Tayyar Paşaya sokakta rastlamış, açıkta olduğunu öğrenince Ata Beyi alıp Serasker kapısına götürmüş, Halil Paşanın huzuruna çıkarmış, devrin seçkin sımalarından Hacı Re-şid Paşa da Seraskerin yanında imiş ki; bu zatın İlmiyeye mensup olan babasının müderrisliğe tâyinine vaktiyle Ata Beyin babası Tayyar Efendi delâlet etmiş imiş, Hacı Reşid Paşa bunu unutmamış, Serasker Paşaya o da ayrıca rica etmiş ve Ata Bey ileride açılması karar altına alınmış olan Dâri Şûrayi Askeriye, beş yüzden yüzü açıldığı zaman ödenmek üzere dört yüz kuruş maaşla mukayyit tâyin edilmiş; pek az sonra da Dâri Şûrayi Askerî teşekkül ederek vazifesine başlamış.

1837 (H. 1253) de Kürdistanda çıkan bir isyanı bastırmağa memur Hafız Paşaya pırlan-talı Tasviri Hümâyun nişanını götürmeğe memur edilen Hüseyin Paşanın maiyetinde deniz yolu ile Samsuna ve oradan beş günde Malatyaya giderek bu şehirde Hafız Paşaya mülâki olduktan sonra Darende, Sivas, To-kod, Turhal, Amasya, Merzifon, ve İzmit üzerinden yedi günde Üsküdaara dönmüş, yolda, jurnal tarzında yazdıklarını tebyiz ile Serasker Paşaya takdim etmiş ve 1840 (H. 1256) da gayret ve hizmetini takdiren mücevherli bir kıta Hamse nişanı ile taltif edilmişti.

1839 (H. 1255) da Tayyar Paşa maiyetine memur edilerek Nizib muharebesi arifesinde Orduyu Hümâyunda bulundu; bu arada orduda yakalanan Mısırlı iki casus yüzünden Serdar Hafız Paşanın haksız olarak sert bir hitabına maruz kaldı, ki İstanbulda da bir hayli faaliyet göstermiş olan Mısırlı İbrahim Paşanın casusları hakkında, Ata Bey, tarihinde şu notları tesbit etmiştir:

Birecik yanından Murad suyunu geçmişler, İsmail Paşa livasında kaymakam olan Kavaklı Mehmed Bey çadırına akşam yemeğine davet etmiş, arkadaşlarından Nedim Efendi, Emin Bey ve Zarif Efendi de orada imiş... O gün ordunun karakol zabiti Mehmed Bey imiş.. Yemek esnasında bir çavuş gelip: — Karakol merkezine iki çıplak adanı geldi, Serasker Paşayı görmek istiyorlar, ne emriniz olur? diye sormuş...

Ata Bey merak edip söze karışmış:

Haydi çavuş ağa o çıplakları buraya getir, Hafız paşaya ben götüreceğim! demiş..

Kaymakam Mehmed Bey bu teklifi red-

ATA BEY (Tayyarzâde)


Yüklə 4,97 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   75




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin