Kpss osmanli küLTÜr ve uygarliği orhan çETİn a. Osmanlilarda devlet anlayişI



Yüklə 146,08 Kb.
səhifə3/4
tarix03.08.2018
ölçüsü146,08 Kb.
#66690
1   2   3   4

b) Esnaf Teşkilatı:

Osmanlı Devleti’nde esnaflar lonca adı verilen örgütlenmeye sahiptiler. Her esnaf bir loncaya üye olur, loncanın denetimi ve koruması altında bulu-nurdu. 13. ve 14. yy.larda Ahilikle birlikte kurulan bu teşkilat, Osmanlılarda lonca adını almıştır.

16. yy’a kadar Müslüman ve Hıristiyan esnaflar aynı loncaya üye olurken, daha sonra loncaları ay-rılmıştır. Her loncada yaşlılardan oluşan bir kurul bulunur, kurulun en yaşlısı başkan olurdu.

Loncanın başlıca görevleri şunlardır:


  • Üye sayısını, üretilen ürünlerin kalitesini ve fiyatını belirlemek.

  • Esnaf ile hükümet arasındaki ilişkileri dü-zenlemek.

  • Üyelerin zararlarını karşılamak, kredi ver-mek.

c) Cemaat İdareleri:

Osmanlı Devleti’nde cemaat kavramı Hıristiyan ve Musevi topluluklar için kullanılmıştır. Bu toplu-luklar ibadetlerini serbestçe yapar, istediği işlerle uğraşır, kendi dillerine ve dinlerine uygun eğitim yaparlardı. Hıristiyan cemaatin devletle olan ilişkilerinin düzenlenmesi için Fatih’ten itibaren Fener Patrikhanesi ve Patrik görevlendirilmiştir. Ermeni Patriği ve Yahudi Hahambaşı da kendi cemaatlerinin temsilcileriydiler. Cemaatler, medeni hukuk konusunda kendi kurallarını uygularlar, ceza hukukunda ise kadıların kararlarına uyarlardı.
Taşra Teşkilatının Bozulma Nedenleri

  1. 17. yy’dan itibaren tımar sisteminin bozul-ması ile öşrî topraklar köylünün elinden çık-maya ve ayan, eşraf denilen kişilerin eline geçmeye başladı ve büyük çiftlikler kurul-maya başlandı.

  2. Zeametler ve tımarlar hak edenlere verilme-yip, iltizam yoluyla vergiler toplanmaya baş-lanmış. Köylüden vergi toplayan mültezim-ler yasal kâr haklarından daha çok vergi top-lamak için halka her türlü baskıyı yapmaya başlamışlardır.

  3. Saraydan, “paşa” ünvanlı bilgisiz ve tecrü-besiz yöneticiler vali olarak atanmaya başla-mıştır.

  4. Beylerbeyi ve sancak beyi görev yerlerine gitmeyip görevlerini “mütesellim” adı veri-len vekillere bırakmaya başlamışlar, onlar da davranışlarda bulunmuşlardır.

Yukarıdaki gelişmeler ile merkezi otoritenin za-yıflaması sonucu, taşra teşkilatında bozulmalar orta-ya çıkmıştır.

TAŞRA TEŞKİLATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞMELER

1) Tanzimat Öncesinde Yapılan Düzenlemeler:

III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde taşra teş-kilatında herhangi bir değişiklik olmamıştır. III. Se-lim eyalet ve sancak yönetimine güvenilir kişileri getirmeye ve ayanların gücünü kırmaya çalışmıştır. II. Mahmut eyaletlerde merkezi otoritenin eskisi gi-bi etkili olması için; görevlendirilen mütesellim ve diğer görevlilerin mahalli, güçlü ayanlardan olma-masına dikkat etmiştir. Mütesellimlerin valiler tara-fından değil, merkez tarafından atanmasına çalış-mıştır. Ayrıca II. Mahmut merkezin gücünü arttır-mak için ayanlarla Sened-i İttifak adı verilen bir belge imzalayarak anlaşma yoluna gitmiştir.



II. Mahmut eyaletlerde ortaya çıkan askeri boşlu-ğu doldurmak için 1834’de Redif birliklerini kur-muştur. 1836’da Anadolu’da ve Rumeli’de valilik-ler (müşirlikler) oluşturuldu. Redif birlikleri müşir-lere bağlandı ve müşirler hem idari hem de askeri yetkileri üstlendiler.

Ayrıca II. Mahmut döneminde mahalle ve köyler-de muhtarlıklar kurularak, ayanların görevleri muh-tarlara verildi. Böylece ayanların kaldırılması için önemli bir adım atıldı.


2) Tanzimat Döneminde Yapılan Düzenlemeler:

Tanzimat döneminde iltizam sistemi kaldırıldı. Hazine gelirlerinin toplanması için muhassıllıklar kuruldu. 1842’de kaza birimi oluşturularak başına kaza müdürü tayin edildi. Kaza müdürünün tayi-ninde halkın istediği dikkate alındı. Böylece halk muhtarlardan sonra kaza müdürünü de seçme fırsa-tını elde etti. Sancaklara kaymakam, eyaletlere ise vali tayin edildi.
3) Vilayet Nizamnamesi ile Yapılan Düzenleme-ler:

1864’de Vilayet Nizamnamesi yayınlandı. Buna göre; taşra yönetim birimleri vilayet, liva(sancak), kaza ve köy birimlerine ayrıldı. 1871’de köy ile ka-za arasında nahiye yönetim birimi oluşturuldu. San-caklara mutasarrıf, kazalara kaymakamlar yöne-tici olarak atandı. Nahiyelerin başına nahiye müdü-tayin edildi. Yılda belirli sürelerde toplanmak üzere Vilayet Umum Meclisleri kuruldu.


TOPRAK YÖNETİMİ

Osmanlı Devleti’nde toprak sistemi yönetim ba-kımından iki ana kısma ayrılırdı.



TOPRAK



Mülk Arazi Miri Arazi

Öşri Haraci

DirlikYurtlukPaşmaklıkMalikaneMukataaOcaklık Vakıf



Has Zeamet Tımar

Devlet toprağın büyük bir kısmını miri toprak olarak üzere, kendi mülkiyetinde tutuyordu. Devlet, toprakların işlenmesini reayaya (halk) bırakmış ve ekonomik hayatı düzenlerken her köylü ailesinin geçimini sağlayacak kadar toprağa sahip olmasına dikkat etmiştir. Tımar sistemi içinde bu topraklar çift diye adlandırılmıştır.
1. Mülk Arazi: Mülkiyeti kişilere ait olan toprak-lardır. Bu topraklara sahip olanlar isterlerse bu top-rakları satar, çocuklarına bırakabilir veya vakfedebilirlerdi. Mülk arazi 2 bölüme ayrılmıştır.

  1. Öşri topraklar: Müslümanlara ait olan top-raklardır. Bu topraklar Müslüman köylülerin tasarrufunda olup, köylüler ürünlerinin 1/10 ini devlete vergi olarak verirlerdi. Bu vergi-ye öşür denirdi.

  2. Haraci topraklar: Gayrimüslimlere ait olan topraklardır. Bu toprakları işleyenler de her türlü tasarruf hakkına sahiptirler. İşledikleri toprağın verimine göre devlete vergi verir-lerdi. Bu vergiye haraç denirdi.


2. Miri Arazi: Mülkiyeti devlete ait olan topraklar-dır. Bu topraklar işlenmek koşuluyla köylüye veri-lirdi. Toprağı işleyen kişi öldüğü zaman, çocukları-na kalabilirdi. Ancak, bu topraklar alınıp satılamaz, vakfedilemezdi. Devlet, miri topraklarla doğrudan meşgul olmaz, bunları hizmet karşılığı olarak devlet adamlarına verirdi. Miri arazi gelirlerine göre çeşitli bölümlere ayrılmıştır:

  1. Dirlik: Hizmet karşılığı olarak devlet adam-larına tahsis edilen arazilerdi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı köylüye, üreticinin devlete vermesi gereken vergi ise dirlik sahibine aittir.

Gelirlerine göre üç bölüme ayrılmıştır.

Has: Yıllık geliri 100.000 akçeden fazla

olan dirliklerdir. Bunlar; padişaha, şehzade-

lere, divan üyelerine ve beylerbeylerine veri-

lirdi.

Zeamet: Yıllık geliri 20 bin akçe ile 100

bin akçe arasında olan topraklardır. Bunlar

ikinci derece memurlara ve eyalet askerleri-

nin subaylarına verilirdi.

Tımar: Yıllık geliri 3 bin ile 20 bin akçe

arasında olan topraklardır. Bu topraklar tı-

marlı sipahilere verilirdi. Tımar sahipleri ge-

lirlerinin 3 bin akçesini kendi geçimlerine a-

yırırlar, geri kalan her 3 bin akçesi için bir

atlı asker yetiştirirlerdi. Tımar sahipleri sa-

vaş zamanı beslediği askerlerle savaşa katı-

lırlardı. Barış zamanında ise köylünün genel

güvenliğini ve düzenini sağlarlardı.

Has ve zeametler, ilgili kişilere görevde

kaldığı süre içinde verilir, görevlerinin biti-

minde topraklar geri alınırdı. Tımar ise, ka-

nunlara aykırı bir hareketi olmadığı takdirde

sipahilere ömür boyu verilirdi. Sipahinin ö-

lümü üzerine bazı şartlarla mirasçılarına ka-

lırdı.


  1. Yurtluk arazi: Gelirleri sınır boylarındaki askerlere verilen arazidir.

  2. Paşmaklık arazi: Vergi gelirleri padişahın kızları ile ailelerine bırakılan topraklardır.

  3. Malikâne: Üstün hizmetleri nedeniyle bazı devlet görevlilerine bırakılan topraklardır.

  4. Mukataa: Gelirleri doğrudan hazineye bıra-kılan topraklardır. İltizam sistemi uygulanır.

  5. Ocaklık arazi: Gelirleri kale muhafızları ve tersane giderlerine ayrılan arazidir.

  6. Vakıf arazi: Gelirleri medrese, cami, hasta-hane, imarethane gibi topluma hizmet veren kuruluşların masrafları için ayrılmış araziler-dir. Alınıp satılması yasak olup, vergiden muaf tutulmuştur.

Ülkede ürün fazlası mallar, Akdeniz ülkelerine satılarak önemli bir gelir elde edilirdi. Osmanlı top-rak düzeninin 17. yüzyıldan itibaren bozulmaya başlaması, iç isyanlar sonucu köylerden şehirlere göçlerle toprakların belirli kişilerin eline geçmesi ile tarımsal üretim düştü. Tanzimat döneminde tımar sistemine son verildi. Tımar ve zeametler ehline ve-rilmeyip iltizam ve emanet yoluyla vergiler toplan-maya başladı. Böylece tımar geliri ile oluşan eyalet askerlerinin sayısı azalmaya başladı. Mültezimlerin zulümleri, halk ile yönetim arasında soğukluk yara-tınca köyden kente göç hareketleri başladı.

1858 Arazi Kanunnamesi ile toprak hukuken özel mülkiyete geçti. Uzun süre toprağı elinde bulundu-ran ve işleyenler onun sahibi oldular.
MALİYE

Kamu ekonomisi, devlet maliyesi demektir. Os-manlı Devleti’nde ilk mali teşkilat, I. Murat zama-nında kurulmuştur. Defterdar, maliye ve ekonomi-den sorumlu divan üyesidir. Defterdarların sayısı Kuruluş Dönemi’nde bir iken, II. Beyazıt dönemin-de ikiye çıkarılmıştır (Anadolu ve Rumeli Defter-darlığı). 16. yüzyıldan itibaren Arap ve Acem Def-terdarlığı ile Tuna kıyıları defterdarlıkları kurulmuş-tur.

Osmanlılarda ilk para Osman Bey döneminde, ilk gümüş para Orhan Bey döneminde, ilk altın para Fatih döneminde bastırılmıştır.

Osmanlı Hazinesi iç ve dış hazine olmak üzere ikiye ayrılırdı:



  1. Hazine-i Amire (Dış hazine): Genel olarak vergilerin toplandığı ve harcamaların yapıl-dığı hazinedir.

  2. Hazine-i Hassa (İç hazine): Genel olarak yedekte bekletilen hazinedir. Dış hazinenin yetişmediği zamanlarda iç hazineden para aktarılırdı.

Osmanlı maliyesinin gelir kaynaklarının önemli bir bölümünü, reayanın ödediği vergiler oluşturmuş-tur. Nitekim Osmanlı toplumunda yönetilenler (rea-ya) ile yönetenler (askeri) arasındaki en önemli fark birincilerin vergi vermesi, ikincilerin ise vergi ver-memesidir.

Osmanlı Devletinin başlıca gelir kaynakları şun-lardı:



1- Halktan alınan vergiler: Halktan alınan şer’i ve örfi olmak üzere iki çeşitti.

Şer’i Vergiler: İslam dinine göre halktan alınan vergiler olup üç bölüme ayrılırdı;

  1. Öşür: Müslüman köylülerden 1/10 oranında alınan ürün vergisidir.

  2. Haraç: Gayrimüslimlerin tasarrufunda bulu-nan arazilerden alınan vergilerdir.

  3. Cizye (kelle vergisi): Askerlik çağında bulu-nan ve askerlik yapabilecek durumdaki gayri-müslim erkeklerden askerlik çağından çıkın-caya dek alınan sosyal güvenlik ve himaye vergisidir.

Örfî Vergiler: Padişah tarafından koyulan vergiler olup, kendi içinde bir takım gruplara ayrılırlar.

  1. Çift resmi: Tarım üreticisinin tasarruf ettiği (kullandığı) büyüklüğüne ve kendisinin evli veya bekâr oluşuna ya da topraksız bulunuşu-na göre alınan bir vergidir.

  2. Niyabet rüsumu: Yöneticilerin yönetim sıra-sında halktan aldıkları vergidir. Suçlulardan alınan cerimeler de bu grup içindedir. Bu vergi grubuna bâd-ı hava vergileri denir.

  3. Baçlar ve gümrük vergileri: Bu vergiler tüc-carlardan alınan vergilerdir.

  4. Avarız vergisi: Olağanüstü durumlarda, özel-likle savaş giderlerini karşılamak için padi-şahın emriyle halkın doğrudan ödemeye mec-bur olduğu vergilerdi.

2- Gümrük, maden, orman ve tuzlalardan sağla-nan gelirler.

3- Savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri.

4- Bağlı hükümetlerin ödedikleri yıllık vergiler.

Osmanlı Devleti vergi ve diğer gelirlerle kapıkulu askerlerinin ve ulemanın maaşlarını öder, saray gi-derlerini karşılar ve bayındırlık işlerine harcama ya-pardı.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişme dönem-lerinde, gelirler giderlerden daha fazlaydı. Kanuni’-den sonra ise gelirlerin azalmasına karşılık, giderler arttı ve devlet bütçesi açık vermeye başladı. Saray masraflarının artması, savaşların uzun sürmesi ve bir kısmının kaybedilmesi, bütçenin açık vermesinin en önemli nedenleriydi. Sadrazam Tarhuncu Ahmet Paşa, gereksiz harcamaları kısarak denk bir bütçe düzenlemeye çalıştı ve ilk resmi bütçeyi hazırladı. Ancak 17. yüzyılda devlet bütçesi her yıl açık ver-meye devam etti. Buna karşılık devlet yeni gelir kaynakları bulmak zorundaydı. Herhangi bir öde-menin yapılamaması veya gecikmesi yeniçerilerin ayaklanmasına yol açabiliyordu.
OSMANLI TOPLUMUNDA ÜRETİM

Tarım: Osmanlı toplumu bir köylü toplum olup, ekonomisi tarıma dayanıyordu. Tarım politikasını belirleyen en önemli uygulama tımar sistemiydi. Bu sistemde toprağın mülkiyeti devlete, işleme hakkı köylüye, vergisi sipahiye aitti. Köylü, toprağı sürek-li işleme ve miras bırakma hakkını devam ettirebil-mek için bazı yükümlülükleri yerine getirmek zo-rundaydı. Bunlar:


  1. Geçerli nedenleri olmadan toprağı terk ede-mezdi.

  2. Toprağını üç yıl üst üste boş bırakamazdı, bu durumda toprak kendisinden alınırdı.

  3. Öşür ve diğer vergileri sipahiye ödemek zo-rundaydı.

Vergiyi toplamakla görevli olan sipahilerinde köylüye karşı bazı yükümlülükleri vardı. Bunlar:

  1. Köylünün güvenliğini sağlamak.

  2. Üretim araçlarını temin etmek.

  3. Tohum ve gübre ihtiyaçlarının karşılanma-sında köylüye yardım etmek.

  4. Köylünün vergisini en kolay şekilde ödeme-sini sağlamak.


Hayvancılık: Osmanlı döneminde hayvan üretimin ve ulaşımın en önemli güç kaynağı idi. Hayvancılık daha çok Doğu, Orta ve Batı Anadolu’daki göçebe-ler tarafından yapılmaktaydı. En çok beslenen hay-vanlar; koyun, keçi, sığır, manda, at, katır ve eşek-tir. Hayvancılıkla uğraşanlar âdet-i ağnam vergisi verirlerdi.
Sanayi: Esnaf ve zanaatkârların çalışma ve Pazar sorunlarını çözmek ve mesleğe yeni bir eleman ye-tiştirmek amacıyla Lonca teşkilatı kurulmuştu. Lon-calar ekonomik hayatın temeli durumundaydı. Lon-calar devletçe belirlenen kurallara uymak zorunda idi.

Osmanlı Devleti’nde 17. yüzyıla kadar sanayi Avrupa devletleri ile aynı düzeydeydi. İhtiyaç duyu-lan her çeşit araç ve gereç el tezgâhlarında üretili-yordu. En gelişmiş sanayi dalı dokumacılık ve deri işlemeciliğiydi. Buna paralel olarak boyacılıkta ge-lişmişti.

18. yüzyılda ortaya çıkan Sanayi Devrimi, Os-manlı sanayisini olumsuz yönde etkiledi. İngiliz pa-muklu dokumaları Osmanlı pazarlarına egemen ol-du. Böylece Osmanlı el tezgâhları zarar gördü. Ye-niçeri ocağının kaldırılmasından sonra İstanbul Fes-hane, daha sonra Bakırköy Bez Fabrikası, 1840’ da Hereke Dokuma Fabrikası kurularak rekabet edil-meye çalışıldı.
Ticaret: Osmanlı toprakları İpek ve Baharat yolları üzerinde bulunuyordu. Anadolu ve Rumeli’deki yol düzeni şöyleydi:

Anadolu’da;



  • İstanbul’dan Halep yönüne giden sağ kol.

  • İstanbul’dan Diyarbakır’a giden orta kol.

  • İstanbul’dan Kars ve Erzurum tarafına giden sol kol.

Rumeli’de ise;

  • İstanbul’dan Karadeniz’in batı sahillerine gi-den sağ kol.

  • İstanbul’dan Balkanlara giren ve Belgrat yö-nünde Avrupa içlerine uzanan orta kol.

  • İstanbul’dan Mora’ya giden sol kol.

16. yüzyılda İstanbul, Bursa, Kahire, Edirne, Se-lânik, Halep ve Kefe önemli ticaret merkezleriydi. Ticaret kervanlarla yapılır, yollar üzerinde güvenlik derbentçiler tarafından sağlanırdı. Haberleşmeyi sağlayan menzil teşkilâtı idi.

Dış ülkelere satılan başlıca mallar; buğday, pa-muk, yün, deri, balmumu, tuz, çeşitli madenler, ke-reste, ipekli ve pamuklu kumaşlardı. Dışarıdan alı-nanlar; kadife, ayna, saat gibi eşyalardı.


Madencilik: Osmanlı Devleti’nde ilk maden işlet-meciliği Osman Bey zamanında Bilecik fethedilince başladı. İlk işletilen maden demirdi. Madenler ilti-zama verilirdi. Madenleri işletenler, çıkardıkları ma-denin beşte birini hazineye verirlerdi.

1861 yılında ilk “Osmanlı Maden Kanunu” çıka-rıldı. Ereğli’de taşkömürü, Ergani’de bakır ve de-mir, Gümüşhacıköy’de gümüş, Eskişehir’de taş ocakları işletilen madenlerin en önemlileriydi.


Bankacılık: Osmanlı Devleti’nde ilk kredi kurumu, II. Selim zamanında Portekizli, fakat aslen Yahudi olan Yasef Nasi ve kayınvalidesi Donna Grasia Mendes tarafından İstanbul’da kuruldu.

Tanzimat döneminde 1847’de İstanbul’da Bank-ı Dersaadet (İstanbul Bankası) adı ile ilk banka açıl-dı, Kırım Savaşı’nda iflas etti. 1856’da sermayesi-nin önemli bölümü İngilizlere ait olan Bank-ı Os-mani (Osmanlı Bankası) kuruldu. Merkezi Londra’-da olan bu banka Osmanlı Devleti’nin her yerinde şubeler açtı. Bu bankaya bir süre sonra para basma yetkisi de verildi.

Mithat Paşa’nın girişimleriyle çiftçilere kredi ver-mek için Memleket Sandıkları kuruldu. Mithat Paşa 1868’de İstanbul Emniyet Sandığı’nı açtı. Daha sonra Ziraat Bankası kurularak çiftçilere kredi sağlandı.
OSMANLILARDA EĞİTİM VE ÖĞRETİM

Osmanlılarda eğitimin ilk basamağı sübyan mektepleri (mahalle mektepleri) idi. Burada öğrencilere okuma, yazma ve dinsel bilgiler öğreti-lir, öğrenciler medreselere hazırlanırdı.

Osmanlılarda orta ve yüksek öğretim kurumları-nın temelini medreseler oluşturuyordu. Medreseler-de dini bilimler (Kuran, tefsir, hadis, fıkıh, kelam) ve pozitif bilimler (matematik, fizik, astronomi, coğrafya gibi bilimler) okutulurdu.



İlk medrese Orhan Bey zamanında İznik’te kurul-muştur. Medreselerde ders veren hocalara müder-ris, yardımcılarına muid denirdi.

Medreselerde ilk teşkilat Fatih döneminde yapılmış ve medreseler derecelerine göre aşağıdan yukarıya doğru; hariç (ilk), dâhil (orta) ve sahn-ı seman (yüksek) olarak sıralanmıştır. Fatih, sahn-ı seman medresesini kurdurmuştur. Fatih ayrıca Topkapı sarayında devşirme yoluyla öğrenci alınan Enderun mektebini kurmuştur. Kanuni ise Süleymaniye medresesini kurdurmuştur.

17. yüzyıldan itibaren medreseler bozulmaya başlamıştır. Medreselerin bozulmasının başlıca ne-denleri:



  • Pozitif bilimlerin kaldırılması

  • Beşik ulemalığı ile iyi yetişmemiş hocaların gö-reve getirilmesi

  • Batıdaki bilimsel gelişmelerden yeterince yarar-lanmamaları

Osmanlılarda halk eğitimi ise; cami, tekke, zaviye ve dergâhlarda yapılmaktaydı.

Mesleki eğitimin en yaygın verildiği yer loncalar-dı. Esnaf olmak isteyenler çırak olarak loncalara gi-rer, sonra kalfa ve usta olurlardı. Loncalar mesleki eğitim görevini 1912’ye kadar sürdürdü. Osmanlı-larda batı ile ilişkiler sonucu birtakım mesleki okullar açılmaya başladı. 1848’de İstanbul’da Dar’ül-muallimin (Erkek Yüksek Öğretmen Oku-lu), 1870’de Dar’ül Muallimat (Kız Öğretmen Okulu), 1867’de Eczacılık Mektebi, 1870’de Hey-beliada’da Kaptan Okulu, 1864’de Lisan Okulu açıldı. Daha sonra Hukuk, Ticaret, Ziraat, Baytar mektepleri de açılmıştır.

Batı Tarzında Açılan Okullar: 18. yüzyılda Os-manlı Devleti’nde batılılaşma hareketleri başladı. Yenilikler daha çok askeri alanda yoğunlaştı ve batı tarzında askeri okullar açıldı. I. Mahmut zamanında Hendesehane, III. Mustafa döneminde deniz subayı yetiştirmek için Mühendishane-i Bahr-i Hüma-yun, III. Selim döneminde Humbarahane açıldı.

II. Mahmut döneminde ilköğretim İstanbul’da zo-runlu hale getirildi. Avrupa’ya ilk kez askeri öğren-ciler gönderildi. Harp Okulu’na Fransızca dersi kondu. Ayrıca devlet memuru yetiştiren okullar ve askeri okullar açıldı.



Tanzimat Dönemi’nde ise Maarif-i Umumiye Nezareti (Genel Eğitim Bakanlığı) kuruldu. 1858’de İstanbul’da Kız Rüştiyesi açıldı ve kız ço-cukları orta öğretimde öğrenim görmeye başladılar. Mekteb-i Mülkiye açıldı. 1868’de Galatasaray Sultanisi (Galatasaray Lisesi) açıldı. İlköğretim ül-ke genelinde zorunlu oldu. 1873’de Darüşsafaka (fakir ve kimsesiz çocuklar için) açıldı.

II. Abdülhamit döneminde Ticaret Okulu, Güzel Sanatlar Okulu, Mülkiye Mühendis Mektebi, Veteriner, Ziraat, Baytar Okulları ve Darülfü-nun (Üniversite) açıldı. Darülfünun 1933’de İstan-bul Üniversitesine dönüştürüldü.

Yabancı Okullar: Osmanlı Devleti’nden ayrıcalık elde eden devletler (İngiltere, Fransa, Almanya, A.B.D., Avusturya, İtalya, Rusya gibi) çeşitli yerler-de okullar açtılar. Bunların amacı; açtıkları okullar aracılığı ile kendi dil, din ve kültürlerini yaymak, Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi etkinliklerini ar-tırmaktı. Bu okullar yıkıcı propagandalarla ve is-yanların elebaşılarını yetiştirerek Osmanlı Devleti’-nin dağılmasını hızlandırmışlardır.

Osmanlı topraklarında açılan ilk yabancı okul İs-tanbul’da Saint Benovit Fransız Okulu’dur. İngi-lizlerin açtığı İngiliz Erkek (Nişantaşı) ve Kız Li-sesi (Beyoğlu) bugünde devam eder. Amerikalıların açtığı İstanbul’daki Amerikan Kız Koleji de eğiti-mini sürdürmektedir.

Medreselerin yanında batı tarzında okulların açılması ülke eğitiminde ikiliğin doğmasına neden olmuştur. 1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’-na bağlanarak eğitim ve öğretim birliği sağlanmış-tır.
Yüklə 146,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin