II. ENFÜSÎ DELİLLER
1- Bedâhat Delili
İnsan fıtratı enfüsî bir bedahetle (apaçıklıkla), hiçten, yoktan, sebebsiz bir şeyin olamayacağını bilir. Bu hem dinin, hem ilmin müşterek temel bir prensibidir.869 Bunda şüphe mümkün değildir. Bu bilgi insanın yaratılışına konulmuş bir kabiliyettir. Bununla birlikte bu âlemde bir çok şeylerin, hiç yok iken sonradan vücuda geldiğini bir müddet sonra da yok olduklarını görürüz.870 Hamilton, "Hiçten hiç bir şey meydana gelmez" der. Bu apaçık gerçeklerdendir. Bunu akü, yorgunluk, acizlik ve vehim arız olmadan, istidlal ve cedele dalmaya ihtayaç duymadan idrâk eder. Çünkü bizzat bedîhî deliller, başkalarını doğrulamak için hüccet teşkil ederler. Paskal da "Akı/ gerçekten kendinde bulunan ilk fıtrî fikirler, ilk akıl prensipleriyle gerçeği anlayabilir. Bunlardan da Allah'ı bilir" der.871
Kur'ân selim fıtrata hitab ettiği için, Allah'ın varlığını herkesin bedîhî ve zarurî olarak kabul ettiği bir gerçek olarak ele aldığından, isbatına çalışmaz. Gerçekten de her millet bir kabûl-ü âmme halinde Allah'ı tanıyor.872 Onun için Kur'ân daha ziyade, beşeriyetin en çok yanıldığı, Allah'ın birliği ve diğer sıfatlarını tanıtmaya yönelir.873 Max Horten, haklı olarak "Doğu milletleri için tanrının var oluşu bir bedahet (evidance) teşkil eder. İşte bu sebeble İslâm dünyasında Tann'nm isbatına pek iltifat edilmez" der.874 Gazzâlî, İhyâ'sında "İbrahim, 10; Ankebût, 61; Rûm, 30 vb. âyetlerinin delaletiyle anlaşılıyor ki, doğuşundan beri gençliğinde ve her çağda insan fıtratı ve Kur'ân'ın şahidleri, Allah'ın varlığına başka delil aramaya ihtiyaç bırakmayacak derecede kuvvetli ve apaçık delillerdir; fakat biz, kelâmcılara uyarak aklı delilleri de zikredeceğiz" diyerek isbat-ı vacib hakkındaki delilleri serde girişir.875 Yüce Rabb Kur'ân'da "Peygamberleri, 'Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe olur mu? (...)' dediler" (ibrahim. ıo) buyurur. Gökler yer ve arasındaki her şeyiyle, eserleri ortada duran, icraatlarıyla sıfatları anlaşılan Zatın hiç varlığından şüphe edilir mi?! Bu âyetteki şekkin, Allah'ın varlığı veya peygamber gönderilenlerin puta tapanlar olmaları itibarıyla, Allah'ın birliği veya her ikisi hakkında olduğu görüşleri ileri sürülmüştür.876Yani nasıl böyle bir şey olabilir ki, fıtrat onun varlığına şâhid ve O'nu ikrar üzere yaratılmıştır. Çünkü selîm fıtratın Allah'ın varlığını itirafı zarurîdir.877 Gözle görülen ve görülmeyen bütün varlıklar, O'nun eseri oldukları halde, eğer O'nun varlığı bedîhî değilse, hiç bir şey bedîhî değildir. O zaman bütün ilimler de yıkılır, ortada medeniyet eseri denen bir şey kalmazdı. İnsan kendi varlığından, bütünün parçasından büyük olduğundan şüphe eder mi? İşte Allah'ın varlığı böyle apaçıktır. Onun için Allah'a Vâcibu'l-Vücûd (varlığı zarurî olan) demek âdet olmuştur. Varlığı zarurî olanın apaçıklığında artık şüphe yoktur. Nitekim müşriklere yapılan ilk davetlerde de Allah'ın varlığını isbatla işe başlanmamıştır. Alâk, Müddessir ve Müzzemmil gibi surelerde Allah'ın rubûbiyeti onlara hatırlatılarak, O'nun birliği ve Rabbının hukukunda riayet temaları dile getirilir. Rubûbiyet sıfatları içerisinde Allah'ın yaratıcılığı çok önemlidir. Bu sıfatla her varlığın vücuda gelişi anlaşılır. Gökler ve yer ortada dururken Allah'tan şüphe edilir mi?878 "B/z sizi yarattık; tasdik etmeniz gerekmez mi?" (Vakıa, 57) buyurulur.
Descartes,879 Bossoe, Leibnitz ve Pascal880 gibi pek çok Batı filozof ve bilginleri ve Farabî, İbn Sina ve İbn Rüşd gibi İslâm filozofları, Gazzalî, Şehristânî, Ebû Nuaym îsfahanî, Râzî gibi İslâm âlimlerinin pek çoğu, Allah'ın varlığını bilmenin zarurî ve bedîhî olduğu, binaenaleyh bunun için fikir ve nazara ihtiyaç olmadığı kânaatındadırlar. İsbat-ı vâcib delilleri, insanları ikâz ve onlardaki zarurî marifeti isbat için irâd olunmalıdır. Nitekim peygamberler gönderilmesi de bu maksada mübtenî-dir.881 İnsanlar arasında yayılmış hiç bir hakikat yoktur ki, bedahet ve inanç güvenirliği ile olmasın. İlmin kararlaştırdığı şeylerde de bedahete güven lüzumludur, nerde kaldı ki gaybe imân mukarrerâtında olmasın? Allah'ı tanımada akıl've ilmin vazifesi için bedahetten müstağni kalınamaz.882 İlimler ve fen-ler ve sebeblerin sebebini arayarak küllî kaidelere varmıyorlar mı? insan bilgileri bu merdivenle, sebepten müstağni bir sebebe, bir Mutlak Varlığa varır dayanır. Bedîhî bilgilerden olan sebebiyet fikri ortadan kaldırılacak olsa, beşeriyetin bütün bilgileri zan ve hezeyan derecesine sokulmuş olur. Binaenaleyh bu esastan işe başlayınca, ilmen, inkârın mümkün olmadığı görülür883.- İnsan için en bedîhî, en katî hakîkat nefsidir. Nefsini gerçekten bilen, ise Rabbını bilir.884 Bu itibarla kendi varlığını inkâr etmeyen insan için, Allah'ı inkâra yol yoktur. Bunun aksini iddia edenler, kendi varlığını tahlilden acizler, demektir. Kendi izafî varlığını inkâr mümkin olmayınca, izafî ve nisbî varlığın hakikî illetini, Mutlak Varlığı inkâr etmek nasıl olur?! Bundan dolayıdır ki inkâra kalkışanlar daimî bir tenakuz ve öldürücü bir ızdırâbtan kurtulamazlar.885 İnsanın, apaçık gerçek olan Allah'ı inkâr etmesi, Nasreddin Hoca'nın gelen misafiri savmak için içeriden "Efendi evde yok" demesi gibidir. Çünkü kendi varlığı onun şahidi, kendisini konuşturan odur. Onun varlık ve yokluğu hakkındaki faraziye ve teoriler bile varlığının en açık delillerinden sayılmalıdır. Zira bir şey var olmasa, onun yok olduğunu isbatlamak için zihin yormaya gerek olmadığı gibi, bir şey var olduğu takdirde de onun var olduğunu isbatlama çabası boşuna bir yorgunluktur.886 Nefiy, isbata tekaddüm edemez. Varlık bilinmeyince yokluk bilinemez. Varlık hakkında menfî bir hüküm verebilmek için, o hükmü vermeden önce, behemahal varlığı bilmek, varlığın sabit olduğuna kail olmak gerekir.887
Şu halde varlık esasdır. Yokluktan bir şey çıkmaz. Binaenaleyh gaflet, kibir, inad gibi bazı arizî hallerle bozulmamış olan selim fıtrat sahihleri, bütün kainatın varlığını borçlu olduğu asıl varlığı, yani Allah'ın varlığını, tabiî, zarurî ve bedîhî olarak bilirler. Hatta münkirler bile bir felâketle, dayanılmaz bir acıyla karşılaşınca, yani çok sıkışık durumda kalınca, daha doğrusu, gaflet, kibir ve inadından sıyrılma fırsatı bulunca başka şeye değil, sadece tek olan Allah'a yalvarırlar.888 İşte Kuran, daima bedahete dokunmak, duyguyu uyandırmak ve bunlar yoluyla doğrudan doğruya basitlere nüfuz etmek, vicdana ulaşmak ister.889 "Gemiye bindikleri zaman dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Allah) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O'na) ortak koşarlar" (Ankebût, 65), "O kâfirleri kara bulutlar gibi dalgalar sardığı vakit, dini Allah'a halis kılarak dua ederler. Fakat onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden doğru giden de bulunur (birçoğu da inkâr ederler); zaten bizim âyetlerimizi (öyle) nankör gaddarlar'dan başkası inkâr etmez" (Lokman, 32). "İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rabblerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra (Allah) katından onlara bir nimet taddırınca hemen onlardan bir grup Rabblerine ortak koşarlar" (Rûm, 33). Yaratıcının varlığını lisanıyla inkâr edenlerin pek çoğu vicdanlarında Allah'ın varlığını kesin olarak bilmektedirler.890 Ancak bilerek, inadla, vicdanlarının sesini susturmaya çalışırlar. Allah şöyle-buyurur: "Vicdanları da bunlara tam bir kanaat hasıl ettiği halde, zulüm ve kibir ile yine bunları (âyetleri, inatlarından) inkâr ettiler.
Şu halde Allah'ın yarattığı temiz fıtratı kirletmemek gerekir. İnsan kalbi gerçekler gösteren aynaya benzer. Bu ayna yaratılıştaki gibi temiz tutulur ve Allah'a yöneltilirse, ilahî gerçekleri apaçık (bedâheten) aksettirir. Günah, kibir, gaflet vb. pisliklerle kirletilir ve Allah'tan başka yönlere çevrilirse, bu ilahî ve bedîhî gerçekleri yansıtamaz. Çünkü artık böylesi bir kalp, kalb-i selîm olmaktan çıkmıştır. Kitaplarda yer alan, fıtratı bozulmamış bir bedevinin şu sözleri kalb-i selimin fıtratına ne güzel bir örnektir! "Yerdeki deve pisliği bir deveyi, ayak izleri yürümeyi gösterir de, karanlık geceler, parlak gündüzler, geçitleri, yolları bulunan yerler, burçlar sahibi gökler, dalgalı denizler, her şeydan haberdâr Kadir bir yaratıcıyı göstermez mi?891
2- Psikolojik Delil
Bu delil, insanı Allah ile en çok münâsebete getiren Kur'ânî bir delildir, denilebilir. Kur'ân'da âyetlerin çoğu, insanın ruhî halleriyle ve Rabbıyla olan ilgilerini dile getiren âyetlerdir dense mübalağa sayılmamalıdır. Kur'ân âdeta bir ayna gibidir. İnsan onu okuduğu zaman, onda kendisini görür. İnsanı yaratan Allah olduğu için, onun bedenî ihtiyaçlarını nasıl herkesten iyi bilir ve rızkını vakti vaktinde yetiştirirse, ruhî İhtiyaçlarını da en iyi bilen O'dur. "Allah yarattığını bilmez mi? O Lâtifdir her şeyden haberdardır" (Mülk, 14). Ona göre de şeriat koymuştur. Kur'ân var oluşun kelâmî problemleri üzerinde durmaz. Halik ile mahlûk arasındaki münâsebetin esrarını ortaya koyar.892 Çünkü iman insanda, iman mevzularını bilmenin ötesinde, başka bir duyguya ihtiyaç gösterir. İnsan her zaman bilgisi ölçüsünde iman etmez. İnanacağı şeyi hissetmesi, yaşaması, inanç mevzuuna ruhî uygunluğu ölçüsünde inanır.893 Kur'ân Allah'ı müphem bir üniversal varlık olarak değil, yaşayan ve yüceltilen bir varlık olarak tanıtır.
Kur'ân sadece ibâdetlerde değil, günlük, haftalık, aylık, se-nelik yaşayışta ve hatta bütün bir ömür boyunca, insanı Allah ile münasebete getirir. İnsan, Cenab-ı Hakk'ın, her haline uygun bir ismiyle O'na yönelir. En derûnî duygu, üzüntü, tasa, şikâyet ve ihtiyaçlarını doğrudan doğruya Rabb'ına açar (Yûsuf. 86). Çünkü her isteği verecek O'dur rrahâ, 36). İnsanların maddî karanlıklardan, sıkıntılardan, gamdan O kurtarır (Enam, 63-64; Tâha. 40). Hastalandığı zaman O şifâ verir (Şuarâ, so), günahları örtecek, tevbeleri, duaları kabul edecek olan O'dur (Mümin, ı-3; Tevbe. ıo4; şurâ 26-, Saffat 75). Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez (Yusuf, 87), va'd eder, vadinde durur (Rûm. 6; Enbiya, 9), öğüt verir (not, 17), ümit verir (Talak, 1-2), emniyet Verir (Ankebut. 67; Kureys, 4), yardim eder (Âl-l İmrân, 13) iyi anılış verir (Meryem, 50). Düşündürür, muhakeme ettirir (Enam, sı-83,46), ömür ve mühlet verir (Kalem 45; Fatır, 37). Kendine yönelenleri sever (âh imrân, 3i; Sad, 40), sevdirir (Mümtahme, 7), zerre kadar haksızlık etmez (Nisâ,40). Kendisinden hiç bir şey gizlenemez (Kasas 77), şımarıkları (Âi-ı imrân, 140) sevmez. Allah'ın mekri vardır, keydi vardır (Rau 42: Kalem, 45). Allah tehdid eder [ta, 68; A'râf, i83; Yusuf. 107). Kalble-re korku atar (ah imrân, 15i), korkulmaya lâyık olan O'dur (Maide, 44; Tevbe, 13). Çünkü Allah'ın can yakıcı azabı vardır (Hicr, 50). Kâfirleri Allah kendisine düşman tutar (Bakara, 98).
Bu âyetler Kur'ân'da, insanın Allah ile münasebetini bildiren sadece birkaç misaldir. Bunların benzerleri pek çoktur. Yerimiz müsaid olmadığı için birer örnekle ve hatırlatmalar yapmakla yetindik. Bu ayetler bize gösteriyor ki insanın hiç bir ruhî tarafı Allah'a gizli kalmamaktadır. İnsan her yönden kendisini kuşatan bir yüce Varlık karşısında olduğunu duyarak yaşar. Bu kişiye, Allah'ı kendisini tanıtan en derûnî ve enfüsî bir delildir. "Kesin inanacak insanlar için arzda (Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren) nice işaretler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?" (Zanyât, 20-21). Vicdanına döndüğü zaman herkes yaratılışmdaki anladığı894 ve anlayamadığı sırlardan, görünen şahsiyetinden ve ondan da içeri olan benliğinden, Allah'ın varlığını ve kudretini duyar. Çünkü fıtrat yalan söylemez. "Yahut, dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? Ne de az düşünüyorsunuz!" (Nemi, 62). "De ki: Düşündünüz mü kendiniz hiç? Size Allah'ın azabı gelse, ya da o (kıyamet) saat(i) gelse, Allah'dan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru (sözlü) iseniz söyleyin (bakayım)? Hayır, yalnız O'na yalvarırsınız; O da dilerse (kaldırmasını) istediğiniz belâyı açar (kaldırır). Ve o zaman ortak koştuklarınız (putlannız)ı unutursunuz" (Enam, 40-41).
İnsanın davranışları ve ruhî tezahürleri üzerinde araştırma yapan bir ilim dalı olan psikoloji ilmi, Kur'ân'da her insanı rahatlıkla bulur.895 Darda Allah'ı hatırlayıp, genişlikte şımarıp unutanları (Yunus 2i; Hûd, 9; Rûm, 36), inkarcı tiplerin ruh hallerini (Müd-dessir, 49-51), bir tehlike karşısında korkanlan (Enfâi; 6), iki yüzlülerin davranışlarını (Tevbe, 42], inatçı münkirlerin ruh yapılarını (En'âm, 7; Hicr 14-15), ihtiyarlıktaki davranış bozukluklarını (Hacc, 5), heyecan SiraSindakİ fizyolojik değişiklikleri (Zariyât, 29) Zümer, 23; Ahzâb, 10; Nahl, 58; Furkân, 27-29; Yusuf, 31-33) bulur. Hatta hayvanların içgüdüleri denilen, ilahî ilhamları (Nahi, 68-69; Ankebot. 4i; Nemi, 18) bulur. Cinsî arzuları bile (Yusuf, 23-24).
İnanan insanlar Allah'ın ismi zikredildiğinde kalplerinin titrediğini hissederler (Enfâi, 2). "Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer, ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların, O'ndan derileri ürperir, sonra da hem derileri ve kalbleri Allah'ın zikrine yumuşar (...)" (Zümer, 23). Kul ile Allah'ı arasında öyle ruhanî münasebetler olur ki, buna melekler bile gıbta eder. "Bunlar iman edenlerdir. Allah'ın zikriyle huzur ve sükûna kavuşanlardır. Haberiniz olsun ki kalbler ancak Allah'ın zikriyle yatışır" (Ra'd, 28). Gerçekten mü'minler, Allah'ın zikredildiği meclislerine, bu itmînân ve sekînetin indiğini duyarak yaşarlar. Yani Kur'ân'da nazarî psikoloji ilmi bulunmaz, bizzat yaşanan ruhî tecrübelerle Allah, duyulur, tanınır, yakîne erilir.
İnsanların vicdanlarının derinliklerinde bulunan hakk, doğruluk ve kemâle hayranlık duyguları da kaynağını Allah'da bulan, insan ruhundaki psikolojik delillerden sayılabilir.896 Bozulmamış fıtratta bunlar parıldar.
Kur'ân'a göre İnsan, sevgisini de korkusunu da Allah'tan başlatarak gelmelidir. En çok Allah sevilir. En çok Allah'tan korkulur. Hiç bir şey Allah sever gibi sevilmez. Hiç bir şeyden Allah'tan korkar gibi korkulmaz. Allah'ın sev dedikleri sevilir, Allah için sevilir. Allah'ın emirlerine karşı gelmekten korkulur, gazabından korkulur, rızasına sığınılır. İşte mü'minin halet-i ru-hiyesi bu korku ile ümid arasındadır. Kısaca mü'min psikolojik yönden Allah'ı hem sevilen, hem korkulan bir varlık olarak tanır. Sevgi, arzu, şükür, tevazu haya emel ve irade gücünün kaynağı,897 ümidsizlik duygularına mukavemet etmenin en güçlü zırhı ve psikolojik temelleri, Kur'ân'ın tanıttığı ulûhiyet inancındadır.898
Dostları ilə paylaş: |