Microsoft Word +Islam Mezhepler Tarihi Yayin Nushasi MehmetAliBuyukkara +++



Yüklə 1,92 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə201/283
tarix31.12.2021
ölçüsü1,92 Mb.
#113334
1   ...   197   198   199   200   201   202   203   204   ...   283
ILH2004-MZHP

 
Teşekkülü ve Tarihi Gelişimi 
Fırkanın kuruluşuyla ilgili merkezî bir şahsiyet olarak hemen hemen bütün 
çalışmalarda  Şeyh Adî b. Müsafir’in isminden bahsedilir. Biyografi 
kaynaklarında hakkında geniş bilgi bulunan Şeyh Adî muhtemelen 467/1074 
yılında Suriye’de Baalbek’in Beytifâr isimli köyünde doğmuş, çocukluk ve 
gençliğinde iyi bir eğitim almıştır. Devrin önemli tasavvuf simalarından 
Abdülkadir-i Geylânî, Ebû Necib Sühreverdî, Ahmed Rifâî gibi kişilerle 
görüşmüştür. Şam ve Bağdat’ta ilim ve tasavvuf çevreleriyle irtibat kurmuş 
olan Şeyh Adî, 1130’larda Musul’un dağlık bölgesi olan Lâleş’e gelmiş, uzun 
bir riyazet dönemi yaşamıştır. Ardından burada bir zaviye kurmuş,  şeyh 
olarak adı çevrede süratle yayılmaya başlamıştır. Nesebi Hakem b. Mervan’a, 
tarikat ve silsilesi Ebû Said Harrâz’a uzanan Şeyh Adî, başta İtikâdu Ehli’s-
Sünne ve’l-Cemâa, ve Kitâb fîhi Zikru Âdâbi’n-Nefs olmak üzere kaleme 
aldığı eserlerle dinî-tasavvufî çizgisini geliştirmiştir. 555/1160 yılında vefat 
eden  Şeyh Adî, kaynaklarda Adeviyye veya Sohbetiyye adlı tarikatın 
kurucusu olarak anılmıştır. Eserlerinde Ehl-i Sünnet inancını benimsediği ve 
savunduğu açıkça görülen Şeyh Adî, söz gelimi, ilk eserinde, imanda artma 
ve eksilme olmadığı, ilahî irade söz konusu olmaksızın hiçbir fiilin 
gerçekleşmesinin mümkün olmadığı, kurtuluşa ulaşacak kesimin Ehl-i Sünnet 
olduğu, Şîa, Mutezile ve öteki fırkaların mücadele edilmesi gereken gruplar 
olduğu gibi düşüncelere yer vermiştir. Yine onun başka bir eserinde, 
kendisine öğüt vermesini isteyen birisine, İslam’ın temel ibadetlerini 
aksatmaması, takva ve zühd yolunu takip etmesi gerektiği yolunda 
tavsiyelerde bulunmuştur (Turan, 1994). 
Eserlerinde  İslamî kimliği açıkça gözlenen ve fikirleri Yezidîler’in 
görüşleriyle asla örtüşmeyen  Şeyh Adî ile ilgili olarak, araştırmalarda iki 
görüş ortaya konulmuştur. Daha az ilgi gören ilk görüşe göre, Yezidîlik’in 
kuruluşunda ismi geçen Şeyh Adî, yukarıda işaret edilen şahıs olmayıp 
Mustafa Nuri Adî isminde Nasturî bir keşiştir. Adî nisbesiyle anılan bu keşiş 


 
 
163
Müslümanlığı kabul ederek Lâleş manastırında  İslam ile Nasturîliği 
birleştiren bir din ya da dinî anlayış oluşturmuştur. Ardından Yezidîler’in 
kutsal kitabı hüviyetinde Kitabü’l-Cilve ve Mushaf-ı Reş’i yazarak 
düşüncelerini yaymaya çalışmıştır. Her ne kadar bu şahıs 1224 yılında 
Moğollar tarafından idam edilerek öldürülmüş ise de, şartlar düzeldiğinde 
takipçileri tarafından kutsal kitaplar yeniden devreye sokularak Yezidîlik 
devam ettirilmiştir.  
Daha yaygın olan ikinci görüşe göre ise Şeyh Adî’nin ölümünden sonra, 
kurduğu tarikat yeni müritler kazanarak bilinen çizgisini sürdürmüştür. 
Ancak 652/1254 yılında vefat ettiği bilinen Şeyh Hasan b. Adî zamanında 
farklılaşmaya başlamıştır. Şiîler’in Yezid b. Muaviye’yi lanetlemelerine karşı 
önce onu savunma sonra da kutsallaştırma yönüne gidip aşırı görüşler ortaya 
koymuşlardır. Fırka giderek öteden beri bölgede ciddi kalıntıları olan İran 
dinleri ile İslami unsurların içiçe geçtiği bir yapıya dönüşmüş ve bugünkü 
mahiyetine bürünmüştür. 
Yezidîler’e göre Şeyh Adî evlenmemiş olup Şeyh Ebû Bekir, Şeyh 
Abdülkadir, Şeyh İsmail ve Şeyh Abdülaziz olmak üzere dört kardeşi vardır. 
Başka bir görüşe göre Adî’nin Sahr isminde bir erkek kardeşi vardı ve soyu 
onun üzerinden devam etmiştir. Sahr’ın Ebû’l-Berekât isminde bir çocuğu 
olmuş, bunlardan Musa ve Adî isminde iki çocuk dünyaya gelmiş, Musa’nın 
soyundan gelenler Sünnî yolu takip ederken, Adî’nin ise Hasan ve Şerafeddin 
adında iki çocuğu olmuş, bugünkü Yezidîler’in din adamları Hasan’ın 
soyundan gelmiştir. Hasan’ın Ebû Bekir ismindeki çocuğundan gelenler 
Katanîler’i; diğer oğlu  Şemseddin’in soyundan gelenler Şemsanîler’i, diğer 
oğlu  Şerafeddin’in torunu Alaeddin’den gelenler ise Adanîler’i teşkil 
etmiştir.  
Alt zümrelere bölünerek büyük kısmı yerleşik, kalanları göçebe olarak 
yaşayan Yezidîler başlıca Musul’un Lâleş ile 160 km. batısında Sincar 
dağları civarı, Dicle’nin kuzeydoğusu ve Fırat’ın batısında ve Tiflis civarında 
yaşamışlardır. Fırkanın tarihi seyri, sözü edilen bölgelerdeki siyasi 
dalgalanmalara paralel olarak geçmiştir. Bunlardan bazılarına  şöyle işaret 
edilebilir: 
Abbasiler’in son zamanlarında, Yezidîler güçlenip bölgede siyasi 
faaliyetler gerçekleştirmeye başlaması üzerine özellikle bundan zarar görüp 
Moğollar’a sığınan keşişler onlardan yardım istemişlerdir. 1220 yılında 
Moğollar bölgeye birlik göndermiş, Yezidî lider Şeyh Adî b. Ebi’l-Berekât 
öldürülmüştür. Yine 1246 yılında Yezidîler’in siyasi ve dini faaliyetlerinin 
artması üzerine Musul valisi Bedreddin Lülü bölgeye bir birlik sevketmiş ve 
Yezidî şeyhi Ebu Muhammed Şemseddin ve yakınlarını bertaraf etmiştir.  
Abbasiler’in yıkılması ve Selçuklular’ın bölgeye hakim olmasından sonra 
Selçuklu idarecileri Yezidîler’den yararlanmak istemiş, ancak kimi zaman 
bazı Yezidî zümreleri bu yardıma olumlu karşılık verirken kimi zaman da 
aksi istikamette tutum sergilemiş, Selçuklular yönetimi gelişmelere göre 
genellikle Yezidîler’e karşı sert politikalar izlemek zorunda kalmıştır. 
1280’lerden sonra Yezidîler Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 
yayılmaya başlamışlardır. Diyarbakır ve Siirt  dolaylarında dağlık bölgelere 
yerleşmiş ve varlıklarını sürdürüşlerdir. Buralarda genellikle Türkmenlerle 
birlikte hareket etmişlerdir. Yezidîler, yaşadıkları geniş bölgede hakimiyet 
kuran Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevîler ve Osmanlılar’ın yönetimi 
altına girerek tarihi seyirlerini devam ettirmişlerdir. 


 
 
164
15. yüzyılın ilk çeyreğinde Yezidîler’in aşırı giderek Şeyh Adî’nin 
kendilerine rızık verdiği, beş vakit namazı kaldırdığı gibi aşırı görüşler ortaya 
koyup etrafta yaymaya başlamasıyla, Şiraz hükümdarı ve Karakoyunlular’ın 
Isfahan valisinin desteğinde büyük bir ordu teşkil edilerek Yezidîler’in 
üzerine gidilmiştir. Saldırıda Lâleş ele geçirilmiş,  Şeyh Adî’nin türbesi 
yıkılmış, hatta kemikleri çıkartılarak yakılmıştır.  
Karakoyunlular ve Akkoyunlular’dan sonra Yezidîler çoğunlukla 
Safevîler ve Osmanlılar arasında hudut bölgelerinde kalmışlar, kimi zaman 
Safevîler’i kimi zaman da Osmanlılar’ı desteklemişlerdir. Yezidîler’in 
açıktan veya gizli olarak Safevîler’i desteklemeleri karşısında Osmanlı 
şeyhülislamları onların küfür içinde bulundukları doğrultusunda fetva 
vermişlerdir.  
Kısaca değinmek gerekirse 1715’lerde Yezidîler’in silahlanarak bölgede 
kendileri gibi olmayan Müslüman ahaliye büyük zarar verdikleri, bunun 
neticesinde takibata maruz kalıp dağlara çekildikleri görülmektedir. Bu 
tarihten itibaren Yezidîler 1830’lara kadar isyan faaliyetlerinden uzak kalmış, 
vergilerini vermişlerdir. Bundan sonra ise Yezidîlerin Osmanlı yönetimini 
uğraştırdığı, birçok mahalli isyana kalkıştıkları görülmektedir.  
Sultan Abdülaziz döneminde “kura kanunu” gereği askere çağrılan 
Yezidîler, inançlarını gerekçe göstererek mazeret beyan etmiş ve “bedel” 
ödeyerek bundan uzak kalmışlardır. 
1890’larda II. Abdülhamit’in ıslahatçı tutumları çerçevesinde eğitim 
almaları planlanmış, okullar açılmış, ancak sınırlı orandaki gelişmeler dışında 
sağlıklı sonuçlar alınmamıştır.  
Bölgede  İngilizler’in faaliyetleri karşısında onların yanında yer alan 
Yezidîler, Birinci Dünya Savaşı sonunda Sincar dağları ve Lâleş bölgesinin 
Irak sınırları içinde kalmasından sonra bu idare altında yaşamaya 
başlamışlardır. 1935 yılında mecburi askerlik kanunu dolayısıyla kayıt 
yaptırmayıp hükümete karşı ayaklanmışlar, hükümet kuvvetlerinin sert 
mukabelesi karşısında ağır kayıplar vermişlerdir. Sonunda silah bırakmaya 
mecbur olmuşlar ve Irak ordusunda ayrı bir bölükte askerlik görevini 
yapmaya başlamışlardır. 1980’lerden sonra yeniden baskı ile karşılaşan 
Yezidî liderleri, bazı Batı ülkelerine kaçmak zorunda kalmışlardır. 
Bugün başlıca Irak ve Suriye ile çok küçük oranda Türkiye, Gürcistan ve 
Ermenistan’da yaşayan Yezidîler’in nüfusları ile ilgili olarak nihai 
istatistikler yoktur. Ancak tahmini olarak Irak’ta 20-30 bin, Suriye’de 5-6 bin 
dolayında Yezidî yaşadığı sanılmaktadır. Türkiye’de Siirt, Hakkari, Mardin, 
Urfa gibi illerimizde vaktiyle daha kabarık sayıda Yezidî yaşarken bunların 
büyük çoğunluğunun Avrupa’ya göç ettiği ve ancak birkaç bin Yezidî 
vatandaşımızın kaldığı bilinmektedir. 

Yüklə 1,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   197   198   199   200   201   202   203   204   ...   283




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin