Borçlar hukuku



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə2/9
tarix15.11.2017
ölçüsü0,79 Mb.
#31797
1   2   3   4   5   6   7   8   9

c)Geçerlilik şekli; Bir sözleşmenin kanunda belirtilen şekilde yapılmadıkça geçerlilik kazanmayacağı diğer bir deyişle sözleşmenin sıhhat kazanmayacağı şekil türüdür. Örneğin taşınmaz satışları tapu sicilinden yapılmadıkça geçerlilik kazanmamaktadır.

d)İspat Şekli; Sözleşmenin hukuken geçerli bir varlığının bulunması açısından tereddütün olmadığı ancak sözleşmenin varlığının ispat edilebilmesi amacıyla tercih edilen şekildir. Örneğin kira sözleşmesi veya marketten yapılan alışverişe dair satış sözleşmesi her hangi bir şekle tabi değildir, sözlü bile yapılabilir. Ancak kiracı bu ilişkiyi ileride ispat etmek zorunda kalırsam endişesiyle yazılı veya resmi şekle tabi kılabilir. Bu ispat içindir.


  • Borçlar Kanunumuz m.12 ‘de “Sözleşmelerin geçerliliği, kanunda aksi öngörülmedikçe, hiçbir şekle bağlı değildir.

  • Kanunda sözleşmeler için öngörülen şekil, kural olarak geçerlilik şeklidir. Öngörülen şekle uyulmaksızın kurulan

  • sözleşmeler hüküm doğurmaz.” Diyerek aslında bir şekil serbestisinden söz etmiştir. Ancak buna rağmen bazı sözleşmeleri tek tek sayarak sözlü, adi yazılı ve resmi yazılı şekle tabi kıldığına işaret etmiştir. Bu nedenle geçerlilik şeklinin bu açıdan incelemesi sınavlar açısından önem taşımaktadır.




  • Sözlü Şekil; İradenin söz ile açıklanmasıdır. Bu konuda iki önemli örneğe dikkat etmek gerekir. Bunlardan biri sözlü vasiyetname diğeri ise evlenme sözleşmesidir.


NOT: Evlenme sözleşmesinin resmi evlendirme memurunun huzurunda yapılıyor olması onu resmi şekle tabi bir sözleşme yapmaz. Evlenen tarafların memur önünde evet beyanlarını “sözle” ifade etmeleriyle birlikte evlenme sonuçlarını doğurur yani sözleşme kurulmuş olur. İmzaların sonradan atılması sözleşmenin kurulmasıyla değil yasal prosedürün tamamlanmasıyla ilgilidir.


  • Yazılı Şekil; Sözleşmenin kurulması için gereken irade açıklamalarının yazıya dökülmesiyle ortaya çıkan şekildir. Borçlar Kanununun 14.m “Kanunda aksi öngörülmedikçe, imzalı bir mektup, asılları borç altına girenlerce imzalanmış telgraf, teyit edilmiş olmaları kaydıyla faks veya buna benzer iletişim araçları ya da güvenli elektronik imza ile gönderilip saklanabilen metinler de yazılı şekil yerine geçer.” diyerek yazılı şeklin kapsamını genişletmiştir.

  • Yazılı şekil kendi içinde farklı türlere ayrılır. Bunların en önemlileri adi ve resmi yazılı şekildir.

  • Adi Yazılı Şekil; Tarafların iradelerini her hangi bir resmi makamın katılımına gerek duyulmaksızın yazılı hale getirmeleri biçimindeki şekildir. Adi yazılı şekil metin ve imza adı verilen iki unsurdan oluşur.

  • Metin, sözleşmenin iradeleri yansıtan kısmıdır. Bu kısmın kim tarafından ve ne ile yazıldığının (kalem, kömür, kan vs) önemi olmadığı gibi, hangi dilde ve ne üzerine yazıldığının da (kağıt, kumaş, tahta vs) önemi yoktur.

  • İmza ise metnin altına atılan ve kişinin kimliğini gösteren bir işarettir. Kanuna göre imza kişinin adını ve soyadını elle yazmasıdır.

  • Ancak uygulamada ilgili kişi tarafından yazıldığını tespite yarayan herhangi bir işaret de imza olarak kabul edilmektedir. İmza kural olarak kişinin kendi ad ve soyadını elle yazması olduğu için bu kurala getirilen iki önemli istisna mevcuttur.

  • Bunlardan biri okuma yazma bilmeyenlerin imzasıdır. Bu kişiler imza olarak usulüne göre onaylanmış bir alet ya da mühür kullanabilirler.

  • Bu da yoksa imza olarak parmak izi de kullanılabilecektir.

  • İkinci istisna ise Borçlar Kanununun m.15’de “İmzanın el yazısı dışında bir araçla atılması, ancak örf ve âdetçe kabul edilen durumlarda ve özellikle çok sayıda çıkarılan kıymetli evrakın imzalanmasında yeterli sayılır.” şeklinde belirtilmiştir.


NOT: Eski kanunda görme engellilerin imzaları da üçüncü bir istisnayı oluşturmaktaydı. Ancak yeni Borçlar Kanunu görme engellilerin imzalarının artık şahit huzurunda ve notere onaylatılmak zorunluluğunda olmadığını, bu kişilerin dilerlerse imzalarında şahit kullanılabileceğini aksi halde normal kimselerde olduğu gibi yazılı imzalarının geçerli sayıldığına yer verilmiştir.


  • Bir başka önemli husus da “güvenli elektronik imza”dır.

  • Borçlar Kanununun 15.m “Güvenli elektronik imza da, el yazısıyla atılmış imzanın bütün hukuki sonuçlarını doğurur.” hükmüyle bu imza türüne yer vermiştir.

  • Ancak her sözleşme güvenli elektronik imza ile yapılamaz. Buna göre;

  • Kanunun resmi şekle veya özel bir merasime tabi tuttuğu sözleşmeler (örneğin taşınmaz satışı veya sınırlı ayni hakla sınırlaması gibi taşınmaz hukukuyla ilgili hususlar, evlenme, miras sözleşmesi gibi aile ve miras hukukuna ilişkin hususlar)

  • Teminat amacı güden sözleşmeler (Örneğin rehin, kefalet gibi)

  • Kambiyo senetleri (Çek, poliçe, bono vb.)

  • Güvenli elektronik imza ile imzalanamaz.

Kanunlarımız bazı sözleşmelerin adi yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli sayılmayacağını düzenlemiştir. Buna göre;



  • Kefalet sözleşmesi

  • Alacağın devri sözleşmesi

  • Önalım sözleşmesi

  • El yazılı vasiyet

  • Ömür boyu gelir sözleşmesi

  • Taşınır bağışlama sözü verme (vaadi)

  • Taşınmaz simsarlığı (tellallığı)

  • Cari hesap sözleşmesi

adi yazılı şekle tabi sözleşmelerin önemli örneklerindendir.

  • Resmi Yazılı Şekil; Tarafların iradelerini resmi bir makam huzurunda veya onun katılımı esnasında açıklamaları ile ortaya çıkan şekildir. Her ne kadar kendi içinde onaylama ve düzenleme şeklinde ikiye ayrılsa da sınavlar açısından bu hukuk dalında önemsenmemiştir. Ancak kanun bazı sözleşmelerin mutlaka resmi şekle tabi kılındığına işaret ederek bu hususa dikkat çekmiştir. Buna göre;

  • Karı koca arasında mal rejimi sözleşmesi,

  • Miras sözleşmesi,

  • Ölünceye kadar bakma sözleşmesi,

  • Resmi vasiyetname,

  • Taşınmaz satış vaadi,

  • Finansal kiralama sözleşmesi,

  • Motorlu araçların satışı

  • Taşınmaz satımı,

  • Taşınmazın sınırlı ayni hakla sınırlandırılması,

  • Taşınmaz bağışlama taahhüdü yapılmalıdır.

  • Alım ve geri alım sözleşmeleri

  • Resmi şekle tabi kılınmış sözleşme örnekleridir.

NOT: Şekle aykırılığın yaptırımı mutlak butlandır. Kanunda şekle bağlanmamış bir sözleşmenin taraflarca belirli şekilde yapılması kararlaştırılmışsa, belirlenen şekilde yapılmayan sözleşme tarafları bağlamaz.

B-İRADE İLE İRADE AÇIKLAMASI ARASINDAKİ UYGUNSUZLUK HALLERİ

  • Bir sözleşmenin ortaya çıkması için birbirine uygun iki irade açıklamasına ihtiyaç olduğunu biliyoruz.

  • Ancak tarafların yaptıkları bu irade açıklamaları gerçekte yapmayı arzu ettikleri irade açıklaması değilse sözleşmenin akıbeti ne olacak bu önemli bir hukuki sorundur.

  • İşte gerçek irademiz ile açıkladığımız irade arasındaki bu uygunsuzluk bazen bilerek, isteyerek yarattığımız bir uygunsuzluk iken (muvazaa) bazen de bilmeden, istemeden yarattığımız uygunsuzluk (irade fesadı) halleri olabilmektedir.

  • Ancak bu kavramların incelemesine geçmeden önce bu konuyla karıştırılabilecek iki önemli kavramı incelememiz gerekmektedir.

  • Buna göre;

Latife (Şaka) beyanı; Sözleşme taraflarından birinin şaka amacıyla yani nasılsa karşı taraf şaka yapıldığını anlayarak ciddiye almaz düşüncesiyle diğer tarafa yönelttiği irade açıklamasıdır. Latife beyanı kural olarak hukuki bir sonuç doğurmaz ancak beyanın ulaştığı kişi söz konusu beyanı ciddiye almakta haklı ise bu beyan hukuken geçerli olabilecektir.

Zihni kayıt; Sözleşme taraflarından sadece birinin, gerçekte uymayı düşünmediği bir irade açıklamasında bulunmasıdır. Zihni kayıtlar kural olarak, güven ilkesi gereği gerçek bir irade beyanının meydana getireceği tüm hukuki sonuçları doğurur; Fakat, karşı taraf bu beyanın zihni kayıt altında yapıldığını biliyorsa veya bilebilecek durumdaysa, o zaman yapılmış olan irade açıklaması hiç bir hukuki sonuç doğurmaz; çünkü, bu durumda karşı taraf, beyanın gerçek iradeye uymadığını bilmektedir.

A-Bilerek Yaratılan İrade Uygunsuzlukları-

Muvazaa

  • Muvazaa, sözleşme taraflarının her ikisinin aralarında anlaşarak üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçekte uymayı düşünmedikleri irade açıklamalarında bulunmalarıdır. Yani uymayı düşünmedikleri bir sözleşme yapmalarıdır. Bu şike diyebileceğimiz durumun mutlak ve nispi olmak üzere iki önemli türü bulunmaktadır. Buna göre;

1-Mutlak Muvazaa;

  • Tarafların sırf üçüncü kişilerin öyle olduğunu zannetsinler diye gerçekte uymayı düşünmedikleri bir irade açıklamasında bulunmalarıdır.

  • Yani başkalarını kandırmak amacıyla uymayacakları bir sözleşme yaratmalarıdır.

  • Örneğin bir ihaleye girebilmek için piyasadan alacaklı görünmesi gereken müteahhit A’nın, sırf bu yüzden kendisinden alacaklı olmadığı halde arkadaşı B’den hatır senedi alarak ihaleye katılmasında olduğu gibi.

  • Örnekte A ile B arasında bir borç-alacak ilişkisi olmadığı halde sırf üçüncü kişiler öyle zannetsinler diye B ödemeyi, A ise tahsil etmeyi düşünmediği bir hatır senedi yaratarak muvazaalı bir işlem yapmışlardır.

  • Burada uymayı düşünmedikleri ama öyle zannedilsin diye yapılan irade açıklamaları “görünürde işlem” (görünen sözleşme), gerçek iradeleri ise “gizli işlem” (gizli sözleşmeyi ifade eder.

  • Mutlak muvazaada görünen işlem mutlak butlanla hükümsüzdür. Yani bu işlem hukuken geçersizdir.

2-Nispi Muvazaa;

  • Bu muvazaa türünde taraflar gerçekte uymayı düşündükleri bir sözleşme yaparlar ancak üçüncü kişilerin bu sözleşmeden haberdar olmamaları için uymayı düşünmedikleri bir sözleşme ile bu sözleşmeyi örter yani gizlerler.

  • Başka bir ifadeyle uymayı düşündükleri sözleşmeyi gizleyen bir örtü sözleşme yaparak üçüncü kişileri kandırmayı amaçlarlar.

  • Örneğin A, B’ye bağışlamayı düşündüğü yazlığını diğer samimi arkadaşı gücenir endişesiyle B’ye satmış gibi işlem yapmaktadır.

  • Burada yapılan sözleşmelerin hukuken geçerli olup olmayacağı sözleşme konusu eşyanın niteliğine göre değişmektedir.

  • Örneğin bağışlanmasına rağmen satış gibi gösterilen eşya taşınmaz ise; “görünen sözleşme” satış sözleşmesidir ve bu sözleşme tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığı için muvazaadan dolayı geçersizdir.

  • Fakat gerçek iradeleri yansıtan ve “gizli sözleşme” olan bağış sözleşmesi ise taşınmaz bağışına ilişkin şekil şartlarına (tescil) aykırı yapıldığı için geçersiz kabul edilecektir. Oysa eşya taşınır olsa idi görünen işlem yine muvazaadan dolayı geçersiz sayılacak ama bağış işlemi şekle (eşyanın teslimi) ve gerçek iradelere uygun olduğu için geçerli sayılacaktır.

Muvazaanın İspat Edilmesi Sorunu;

  • Muvazaa iddiasını muvazalı işlemin taraflarından biri ileri sürmekte ise bu durumun varlığını ancak yazılı bir delille (senetle) ispat edebilirler.

  • Ancak muvazaa iddiasını ileri süren kişi taraf değil de bu sözleşmeden etkilenen üçüncü kişi ise muvazaanın varlığını her tür delille yani tanıkla bile ispat edebilirler.

NOT: Tapu siciline güven ilkesi gereği hak kazanan iyiniyetli üçüncü kişilere karşı muvazaa iddiasında bulunulamaz.

Muvazaaya Benzeyen İşlemler;

a) İnançlı Temlik;

  • Taraflar kendi aralarında belli koşullar (süre, amaç gibi) belirleyerek bir hakkı biri diğerine devredecek, sonra belirledikleri koşul gerçekleşince hakkı devralan söz konusu hakkı ya önceki devredene ya da onun göstereceği kişiye tekrar devredecektir Burada hakkı ilk devreden kişinin karşı tarafın hakkı tekrar kendisine devredeceği taahhüdüne güvenerek işlem yapması öne çıkmaktadır.

  • Muvazaa ile benzerlik göstermesine karşın, inançlı temlik yalnız tasarruf işlemlerinde ortaya çıkan bir işlemken muvazaa hem tasarruf ve hem de taahhüt işlemlerinde ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca muvazaalı işlemler hukuken geçersizken inançlı temlikteki sözleşmeler hukuken geçerli sonuçlar doğurmaktadır.

b) Nam-ı Müstear;

  • Bir kimsenin kendisine vekalet verenin kimliği ortaya çıkmasın diye onun adını gizleyerek işlemi onun hesabına ama kendi adına yapmasıdır. Örneğin açık artırmaya girdiği anlaşılmasın diye A’ya para vererek kendi yerine A’yı ihaleye gönderen B’nin durumu gibi.

  • Dolaylı temsille karıştırılmaması gereken nam-ı müstearın muvazaadan da farklı yanları vardır. Örneğin muvazaalı işlemde hakkın devredilmesi gerçekte arzu edilmemekte iken nam-ı müstearda devir arzu edilmektedir.

B-Bilmeden, İstemeden Yaratılan İrade Uygunsuzlukları - İrade Fesadı

  • Yanılma (hata), Aldatma (hile) ve Korkutma (tehdit=ikrah) olmak üzere üç türü bulunmaktadır. Bunlar;

1-Yanılma (Hata) :

Kişinin kendi kendini yanıltmasıdır. Yanılma nedeniyle yapılan sözleşmenin geçersiz kılınması mümkündür. Ancak bunun için yanılmanın esaslı nitelikte olması gerekir. Bu hata türleri genellikle beyan hataları şeklinde karşımıza çıkar. Borçlar Kanunumuz m.31’de esaslı hata hallerini şöyle belirtmiştir;

“Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır:


  • Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa. (sözleşmenin niteliğinde hata)




  • Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa. (Konuda hata)




  • Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.(Kişide hata)




  • Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa. (Kişinin niteliğinde hata)

  • Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa. (Bedelde-İvazda-miktarda hata)”

NOT: Bu hata türleri kişinin iradesini beyan ederken ortaya çıkan yanılma halleridir ve hepsi esaslı hata kabul edilir. Ancak gerçekte beyanda hata olmamasına rağmen esaslı kabul edilerek sözleşmenin geçersiz kılınabilmesi sonucu doğuran bir hata türü de vardır. Bu hata türü sözleşmenin lüzumlu vasıflarında hatadır.




  • Beyan hatalarının dışında bir de saik hataları vardır.

  • Bu tip hatalar kural olarak esaslı nitelikte sayılmazlar ve bu nedenle sözleşmeyi geçersiz kılmaya yetmezler.

  • Bu tip hatalar kara verilmeden önceki değerlendirme aşamasında ortaya çıkan yanılma halleridir.

  • Örneğin kişinin ileride cadde üzeri olacak düşüncesiyle henüz imar geçmemiş bir yerden arazi satın alması ve yıllar sonra oradan imar geçtiğinde arazinin cadde üzerinde bir konuma sahip bulunmamasında saik hatası vardır.

  • Bu durumda kişi ben burayı cadde üzeri olacak zannetmiştim, hata etmişim diyerek sözleşmeyi geçersiz kılması mümkün değildir.

  • Ancak saik hatasının esaslı kabul edildiği istisnai durumlar da vardır.

  • Nitekim Borçlar Kanununun 32.m’nde “Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır.

  • Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.”denilerek saik hatasının esaslı olabileceği de belirtilmiştir.

  • Bu durumu şöyle algılamak gerekir. Şayet saikte hata eden taraf, bu hatayı fark etseydi o sözleşmeyi asla yapmayacak idiyse ve durumu karşı taraf da bilmekteyse o zaman sözleşme hata nedeniyle geçersiz kılınabilir. Örneğin müteahhit A, otel yapmak amacıyla sahil kenarında boş arazi araştırmış, B’nin muz bahçesini uygun görerek onunla satış konusunda anlaşıp devri gerçekleştirmiştir.

  • Ancak inşaat ruhsatı için başvurduğunda söz konusu yerin SİT alanı olduğunu, bu nedenle inşaat yapılamayacağını öğrenmiştir. Burada müteahhit oraya inşaat yapılamayacağını bilseydi o araziyi asla almayacaktı ise (ki öyle) hata hükümlerinden yararlanabilecektir.

NOT: Basit hesap yanlışlıkları sözleşmenin geçerliliğini etkilemez; bunların düzeltilmesi ile yetinilir.


Hatanın Sonuçları:


  • Yanılan kişi bu durumu öğrendiği andan itibaren 1 yıl içinde (Hak Düşürücü Süre) tek taraflı irade açıklaması ile sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirerek sözleşmeyi ortadan kaldırabilir.




  • Bu durumda sözleşme geçmişe etkili olarak yani yapıldığı tarihten itibaren geçersiz hale gelmiş olur. Başka bir ifadeyle hiç yapılmamış gibi sonuçlar doğar.




  • Bu nedenle tarafların birbirlerine verdikleri şeylerin de sebepsiz zenginleşme gereği iade edilmesi gerekir.




  • Yanılma nedeniyle sözleşmeyi geçersiz kılan taraf bu hususta kusurlu ise diğer tarafın ortaya çıkan zararlarını tazmin etmek zorunda kalır. Bu tazmin menfi zararın tazmini niteliğindedir. Ancak, diğer taraf yanılmayı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, tazminat istenemez.




  • Yanılma nedeniyle sözleşme geçersiz kılınmak istendiğinde karşı taraf yanılanın gerçekte arzu ettiği koşullara uymaya hazır olduğunu beyan ederse artık hata nedeniyle sözleşme geçersiz kılınamaz.

  • Örneğin S 10 ton domatesini kilosu 50 kuruştan satmaya hazır olduğu yazmak isterken bir sıfır yazmayı unutarak mektubunu kilosu 5 kuruş şeklinde yazıp T’ye göndermiş ve T’de kabul cevabını vermiştir. S, domatesleri teslim etmiş ve parayı alırken paranın eksik olduğunu fark edip itiraz etmiştir. T, kilosu 5 kuruştan şu kadar para eder diyerek yazdığı mektubu S’ye göstermiş ve S hata ettiğini anlamıştır. Yanıldığını bu nedenle sözleşmeyi geçersiz kıldığını söylerken T, domatesleri 50 kuruştan da almayı kabul ettiğini beyan etmiştir. Bu durumda artık S sözleşmeyi geçersiz kılamaz.


NOT: Sözleşmenin kurulmasına yönelik iradenin haberci veya çevirmen gibi bir aracı ya da bir araç tarafından yanlış iletilmiş olması hâlinde de yanılma hükümleri uygulanır.
2-Aldatma (Hile):


  • Kişinin başkası tarafından yanıltılmasıdır. Burada kişiyi aldatan, sözleşmenin diğer tarafı olabileceği gibi, sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü bir kişi de olabilir.

  • ,Aldatmada, yanılmada olduğu gibi bu durumun esaslı olup olmadığı gibi bir ayırım yapılmaz.

  • Ancak aldatan kişi de bir aldatma kastının varlığı gerekir.

  • Yani aldatanda böyle bir kasıt yoksa burada hileden söz edilemez.

  • Hileden dolayı sözleşmenin geçersiz kılınması mümkündür fakat bunun için aldatanın kim olduğu önem taşır.

  • Nitekim hileyi yapan sözleşmenin diğer tarafıysa bu durumda hileye uğrayan bu durumu öğrendiği andan itibaren 1 yıllık hak düşürücü sürede tek taraflı bir irade açıklamasıyla sözleşmeyi geçersiz kılabilir.

  • Ancak hileyi yapan üçüncü kişiyse; Örneğin A ile B arasındaki sözleşmede C, A’yı B konusunda aldatarak sözleşme imzalanmasını sağlamışsa; A’nın sözleşmeyi geçersiz kılabilmesi için diğer tarafın yani B’nin bu aldatmadan haberdar olup olmadığına bakmak gerekir.

  • Eğer B, A’nın C tarafından hileye uğratıldığını biliyorsa A, sözleşmeyi geçersiz kılabilir. Ama B hileden habersizse bu durumda A sözleşmeyi geçersiz kılamayacaktır.


NOT: Hileden bahsedilebilmesi için hileye uğrayanın kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermiş ve buna rağmen aldatmayı fark edememiş olması gerekir. Örneğin A, B ile sözleşme yapmak konusunda anlaşmış fakat onun yaşı konusunda tereddüte kapılıp yaşını sormuştur. B ise endişelenecek bir şey olmadığını, kendisinin 19 yaşında olduğunu söylemiş A da bunun üzerine ona inanarak sözleşmeyi imzalamıştır. Sonra ise B’nin 17 yaşında olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda A’nın hileye uğratıldığını söylemesi doğru olmaz. Çünkü kendisi gereken dikkat ve özeni göstermemiş örneğin B’nin kimliğini isteyip incelememiştir. Şayet bu incelemeyi yapmış ama kimlik ustaca hazırlanmış sahte bir kimlik olsa idi aldatmadan bahsedilebilirdi.
3-Korkutma (Tehdit=İkrah):


  • Bir kimsenin diğer tarafın kendisine veya yakınlarına zarar vereceği korkusu yaratarak onu sözleşme yapmaya razı etmesidir.

  • Burada tehdidin ciddi olması ve yakın da gerçekleşebilme olasılığının bulunması gerekir. Aksi halde tehditten söz edilemez.

  • Tehdidin ağır ve yakın bir tehlike içermesi dışında kişilik haklarına veya malvarlığına yönelmiş olması da gerekir.

  • Tehdit üçüncü kişi tarafından yapılmışsa ve diğer taraf bundan habersizse, sözleşme geçersiz kılındığında haberi olmayan diğer tarafa zararları için tazminat ödenmesi gerekir.


NOT: Hile ve tehditte zararın tazminatla karşılanması için sözleşmenin geçersiz kılınmış olması şart değildir. Yani hile veya tehdide maruz kalan kişi sözleşmeye icazet vererek geçerli kılsa dahi hile veya tehditte bulunandan zararları için tazminat isteyebilir. Örneğin A, B ile sözleşme yapacakken C’nin tehdidi üzerine B ile sözleşme yapmayıp D ile yapmıştır. A,B ile sözleşme yapsaydı 1000.-TL menfaat elde edecekken D ile sözleşme yaptığında 800.-TL menfaat elde edecektir. Bu durumda A D ile yapılan sözleşmeyi geçersiz kılarsa hiç para kazanamayacağından (800.-TL den de olacağı için) D ile yapılan sözleşmeye onay vermiştir. Bu durum A’nın ortaya çıkan 200.-TL’lik zararını isteyememesi anlamına gelmeyecek, bu zararı A, tehditte bulunan C’den talep edebilecektir.

İrade Fesadına Benzeyen İşlem:

AŞIRI YARARLANMA (GABİN) :

  • Bir kimsenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizlik ya da tecrübesizliğinden yararlanarak aşırı ve oransız bir boyutta menfaat elde edilmesidir.

  • Başka bir ifade edile başkasının sömürülmesidir diyebiliriz.

  • Zor durum kişinin içinde bulunduğu çaresizlik nedeniyle ağır sözleşme şartlarını kabul etmek zorunluluğu olarak ifade edilebilir.

  • Örneğin trafik kazasında ağır yaralanan arkadaşına ambulans gelene kadar müdahale edilmezse ölecek olan Dr.A, hemen olay yerindeki bir eczaneden gerekli ilacı almak ister ve eczacı, A'nın bu mecburiyetini bildiği için 10TL'lik ilacı ona 500.-TL'na satar.

  • Burada A aslında ilacın bu kadar para etmediğini bilmekte ama tartışacak zamanı ve alternatifi olmadığı için bu fiyata ilacı almak zorunda kalmıştır. İşte zor durumda kalınmasından dolayı oransız yararlanma böyle gerçekleşebilir.

  • Gabine maruz kalan kişi Borçlar Kanununa göre iki farklı talepte bulunabilir.

  • Buna göre kişi ya, durumun özelliğine göre sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini isteyebilecek ya da sözleşmeye bağlı kalarak sadece edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilecektir.

  • Örneğin yukarıda verilen örneğe göre Dr.A arkadaşı için aldığı ilacı ya eczacıya sözleşmeyi geçersiz kıldığını beyan ederek iade edecek ya da sözleşmeyi geçersiz kılmayıp aşırı yararlanılan kısmın (500.-TL-10.-TL= 490.-TL) kendisine geri iadesini talep edecektir.

  • Yüklə 0,79 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin