T. C. İDari teşKİlati



Yüklə 0,6 Mb.
səhifə9/10
tarix02.11.2017
ölçüsü0,6 Mb.
#26652
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10

ATİPİK ÖZERK İDARELER




  1. Kamusal Nitelikli Meslek Örgütleri (KamuKurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları ve Üst Kuruluşları)

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, belli bir mesleğe sahip olanların bir meslek birliği çatısı altında zorunlu üyelik esasına göre örgütlenmeleriyle oluşan kuruluşlardır. Sendikalardan farklı olarak, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kamu tüzel kişiliğine sahip olmaları ve zorunlu üyelik esasına dayanmaları bizzat Anayasa’da öngörülmektedir (m.135140).

Meslek mensuplarının örgütlenmesi ile amaçlanan, bir yandan meslek ahlakının (deontoloji) sağlanması, diğer yandan ise meslek mensuplarının menfaatlerinin korunmasıdır. Zorunlu üyelik esasının mantığı da buna dayanmaktadır.

Kanaatimizce, bu örgütlenmelerin teşvik edilmesi yerinde olmakla birlikte, bu kuruşlara kamu tüzel kişiliği tanınmasına ihtiyaç yoktur. Zira bir kişi topluluğuna kamu tüzel kişiliği verilmesindeki amaç, ona gerektiğinde kamusal yetkiler kullanma olanağı ve kamu adına hareket kabiliyeti tanımaktır. Oysa kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının varlık amaçları gereği, böyle bir güçle donatılmalarına gerek yoktur. Bu nedenle de, özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olmaları faaliyetlerini yürütmeleri için yeterlidir. Meslek ahlakını korumak ve meslek içi düzeni sağlamak adına üyelerine disiplin cezaları uygulayabilmeleri için ise illa da kamu tüzel kişiliğine sahip olmaları gerekmemektedir. Nitekim Fransa dahil Dünya uygulamaları da bu yöndedir. Tıpkı spor federasyonlarında veya kulüplerde ya da sendikalarda olduğu gibi, meslek örgütlerinin dernek statüsünde de kendi iç düzenlerini korumak adına bu tür istisnai yetkileri kullanmaları mümkündür.

Esasen 1982 Anayasası ile Dünya uygulamalarından farklı biçimde sözkonusu meslek kuruluşlarına kamu tüzel kişiliği verilmesinin ve böylece aslında sivil toplum kuruluşu olarak dernek statüsünde olması gereken bu örgütlerin Devlet yapısına eklemlenmesinin asıl nedeni, bu meslek kuruluşları üzerinden avukatlar, doktorlar, mimar ve mühendisler, tüccar ve sanayiciler gibi belli başlı meslek mensuplarının Devlet tarafından “zapt-ü rapt” altına alınması ve sivil toplumun güçlenmesini önlemek amacıdır. Günümüzün demokrasi standartları açısından böyle bir amacın meşruiyetinin kalmadığı görülmektedir.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, avukatların meslek kuruluşu olan barolar, doktorların meslek kuruluşu olan tabip odaları, tüccar ve sanayicilerin meslek örgütü olarak ticaret odaları, sanayi odaları veya ticaret ve sanayi odaları, mimarlar ve mühendisler odaları ve eczacılar odaları gösterilebilir141. Bu kuruluşların, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)142 gibi üst kuruluşları da vardır.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına ilişkin olarak idare hukuku açısından çözümlenmesi gereken önemli hukuki sorunlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının kamuda çalışan ve kamu görevlisi konumundaki mensuplarına meslek ahlakına aykırı davrandıkları veya mesleğin iç düzenini bozdukları, yani meslek kurallarına uymadıkları gerekçesiyle disiplin cezası verme yetkilerinin bulunup bulunmadığı; kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının –kanunlarında bu hususta açık yetki bulunmasa bile- meslek mensuplarının kişilere verecekleri hizmetlere yönelik asgari ücret tarifesi belirleme yetkilerinin bulunup bulunmadığı ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının üyelerinin mesleki faaliyetlerini teknik uzmanlık denetimine tabi tutma veya mensuplarının mesleki faaliyetlerine onay verme yetkilerine sahip olup olmadıkları sorunlarıdır.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları kamu görevlisi mensuplarına disiplin cezası verebilir mi?

Anayasanın 135. maddesinin 2. fıkrasında “Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüslerinde asli ve sürekli görevlerde çalışanların meslek kuruluşlarına girme mecburiyeti aranmaz.” denildiğinden, bunun mefhum-u muhalifinden çıkan sonuç, kamu görevlisi olarak çalışan meslek mensupları için kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına üye olma zorunluluğu öngörülebileceğidir. Kamu görevlileri için meslek örgütlerine üyelik zorunluluğu getirilemeyeceğine dair kural, bu durumda olanların arzu ettikleri takdirde meslek örgütlerine üye olmalarına engel değildir. Diğer bir anlatımla, kamu görevlilerinin meslek örgütlerine üyelikleri ihtiyaridir, isterlerse üye olabilirler fakat üye olmaya zorlanamazlar; ancak kamu görevlisi olmayan meslek mensuplarının üyeliği ise zorunludur.

Uygulamada meslek örgütleri, kamu görevlisi statüsündeki meslek mensuplarını resen ve otomatik olarak üye yapmaktalar ya da bunları üye saymaktalar, ancak bunlardan aidat almamaktadırlar. Kamu görevlisi meslek mensupları üye olmak istemezlerse meslek örgütüne üye olmak istemediklerini bildirmektedirler. Böylece pratikte kamu görevlisi olanların da büyük kısmı meslek örgütlerine üye olmuş sayılmaktadırlar.

Meslek örgütlerinin kuruluş kanunlarında meslek ahlakına ve meslek kurallarına uymayan üyelerine disiplin cezası verme yetkileri bulunmaktadır. Bu cezalar genellikle, uyarma, kınama, mesleği icradan belli bir süre için (geçici süreli) veya süresiz men etme ya da meslekten çıkarma gibi cezalardır. Sözkonusu kanunlarda meslek örgütlerinin kamu görevlisi olarak çalışan üyelerine disiplin cezası verme yetkileri bulunmadığına dair açık hükümler de bulunmamaktadır.

Bu bağlamda zaman zaman meslek örgütlerinin kamu görevlisi olarak çalışan üyelerine meslek ahlakına veya meslek kurallarına uymadıkları gerekçesiyle disiplin cezası verebildiklerine tanık olunmaktadır. Hatta bazen bu kamu görevlisi meslek mensubuna aynı fiili nedeniyle hem meslek örgütü hem de çalıştığı kamu kurumunca disiplin cezası verilebildiği görülmektedir.

Örneğin devlet hastanesinde çalışan bayan bir doktorun erkek hastayı muayene etmeyi reddetmesi eylemi nedeniyle üye olduğu veya üye sayıldığı tabip odası tarafından üç ay süreyle meslekten men cezası verildiğini varsayalım.

Bu noktada aynı fiili nedeniyle doktora Valilikçe de disiplin cezası verilmesi durumunda (örneğin aylıktan kesme cezası) aynı fiil nedeniyle iki kere ceza verme yasağı (non bis in idem) kapsamında hukuka aykırılık bulunacak mıdır? Yoksa fiil aynı olsa da korunan hukuki değerler farklı olduğundan (birinde tıbbi deontoloji kuralları yani tabiplik mesleği içindeki düzen, diğerinde devlet memuriyeti mevzuatındaki vatandaşa hizmet sunmada ayırımcılık yapmama yasağı) bu noktadan hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna mı varılacaktır?

Sözkonusu fiil nedeniyle memura hiyerarşik üstü makamca (valilik) disiplin soruşturması yapılıp, ceza verilmesine gerek duyulmadıysa (fiilin sübut bulmadığı, delil yetersizliği ya da mevzuatı ihlal kastının bulunmadığı gerekçesiyle), tabip odasınca ayrıca disiplin ceza verilmesi mümkün müdür? Diğer bir ifadeyle, tabip odası, memurun üstü idari makamın bu konudaki değerlendirmesi ile hukuken bağlı mıdır?

Kanaatimce meslek örgütünün korumaya çalıştığı hukuki değer ve düzen (meslek ahlakı ve o mesleğin iç düzeni) ile kamu görevlisinin çalıştığı idarenin korumaya çalıştığı hukuki değer ve düzen (yürütülen kamu hizmetinin aksamaması) aynı olmadığından, aynı fiil nedeniyle her ikisinin de birbirinden bağımsız olarak soruşturma yapıp disiplin cezası vermesi hukuken mümkündür ve bu durumda non bis in idem ilkesine aykırılık olmaz.

Aynı mantık çerçevesinde, idarenin o fiil nedeniyle soruşturma açmaya dahi gerek görmemek ya da soruşturma açıp ceza vermeye gerek görmemesi yönündeki kararı meslek örgütü için hukuken bağlayıcı değildir. Zira burada da meslek örgütünün kendi düzenini koruma görevi ile idarenin kamu hizmetlerini sağlama görevlerinin birbirlerine göre bağımsızlığı prensibi geçerlidir. Kaldı ki memurun çalıştığı idarenin sözkonusu meslek örgütü üzerinde idari vesayet makamı olmak gibi bir yetkisi de bulunmamaktadır.

Danıştay’ın bu konudaki yaklaşımı, kamu görevlisi statüsündeki meslek mensupları üzerinde, ilgili meslek örgütüne üye olmadıkları sürece meslek örgütünün disiplin cezası verme yetkisinin bulunmadığı yönündedir143. Ancak Danıştay, resen veya açık talep üzerine de olsa meslek örgütüne üye olmaları veya üye sayılmaları halinde, çalıştıkları idare o konuda ceza vermese dahi meslek örgütünce disiplin cezası verilmesinde hukuken sakınca görmemektedir.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının ve üst kuruluşlarının –kanunlarında bu hususta açık yetki bulunmasa bile- meslek mensuplarının kişilere verecekleri hizmetlere yönelik asgari ücret tarifesi belirleme yetkilerinin bulunduğu varsayılabilir mi?

Bazı kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin kanunlarında, mensuplarının 3. Kişilere verecekleri hizmetler hakkında asgari fiyat (tarife) belirleme yetkileri açıkça öngörülmüştür. Örneğin Avukatlık Kanununda barolara bu yönde bir açık yetki tanınmıştır. Eczacılar Odası gibi bazı meslek örgütlerinin kanunlarında ise bu yönde açık yetki tanınmamaktadır. Kanunlarında bu yönde açık yetki bulunmayan meslek örgütleri de, bazı mensuplarının sundukları hizmetlerde fazla düşük bedel almasının haksız rekabet doğuracağı ve mensuplarının kazancını düşüreceğinden mesleğin genel menfaatlerine aykırı olacağı düşüncesiyle, kanunlarındaki “mesleğin genel menfaatini korumak” gibi genel görevleri kapsamında asgari tarife belirleyebilmektedirler. Gerek bu tür bir yetkinin açık yasal dayanağı olmaması ve dolayısıyla “yasallık” ilkesine aykırı olacağı, gerekse 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanuna aykırı olacağı gerekçesiyle bu tür tarife belirleme kararlarına karşı açılan davalarda Danıştay’daki ağır basan düşünce, (aksine bazı kararlar bulunsa da) meslek örgütlerinin kanunlarındaki genel görevleri kapsamında bu tür asgari tarife belirleme yetkilerinin bulunduğu ve böyle bir durumda kendi kanunlarındaki görevlerin (tarife belirleme noktasında spesifik değil genel görevler de olsa) Rekabet Kanununa göre “özel hüküm” (lex specialis) olduğu yönündedir.

Danıştay bu bağlamda, kendi kanunlarında asgari tarife belirlemeye dair açık yetki bulunmasa da, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası’nın144, Türkiye Değerleme Uzmanları Birliği’nin145 ve Türkiye Eczacılar Birliği’nin146 asgari tarife belirleme yetkilerinin olduğuna ve bu yetkilerin Rekabet Kanununun ihlali anlamına gelmeyeceğine hükmetmiştir. Ancak Şehir Plancıları Odası hakkında aksi yönde bir kararı da bulunmaktadır147.

Danıştay’ın sözkonusu içtihadına katılmak mümkün değildir. Zira 4054 sayılı Rekabet Kanunu, istisna öngörmeksizin tüm mal ve hizmet piyasalarında serbest rekabeti bozmayı yasaklamaktadır. Bu Kanun yönünden “teşebbüs” veya “teşebbüs birliği” konumunda bulundukları sürece gerek kamu kurum ve kuruluşları gerekse kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri Kanunun bu yasaklarından muaf değildirler.

Öte yandan, asgari fiyat da olsa bir mal veya hizmetin satış fiyatının ilgili teşebbüs birliğince belirlenmesi, Rekabet Hukukunda kural olarak en bariz rekabet ihlallerinden biri olarak kabul edilmektedir.

Bu durumda, bizzat kanunla öngörülecek somut istisnalar dışında, kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerince mensuplarının kişilere sunacakları hizmetler için asgari tarife belirlenmesinin Rekabet Kanununu açıkça ihlal edeceğinden, hukuka aykırı görülmesi gerekir. Meslek örgütlerinin kendi kanunlarındaki genel görev ve yetkiler –yeterince somut olmadıklarından- bu konudaki hukuka aykırılığı gidermeye elverişli değildir.



Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üyelerinin veya üye adaylarının mesleki faaliyetlerini teknik uzmanlık denetimine tabi tutma veya mensuplarının mesleki faaliyetlerine onay verme yetkilerine sahip midirler?

Bu konuda, kendi kanunlarında açık bir yetki öngörülmemesine karşın, meslek örgütleri, üyelik için zorunlu olarak kendilerine başvuran kimselere mesleğe giriş için merkezi bir teknik yeterlilik sınavı yapabilir mi? Örneğin Barolar Birliği, avukatlık stajına girişte veya stajın sonunda temel hukuk bilgilerini ölçen merkezi bir yeterlilik sınavı yapabilir mi? Ya da meslek örgütü, üyesinin teknik yeterliğini denetleyebilir mi? Örneğin Şehir Plancıları Odası bir üyesinin yaptığı bir imar planını teknik yönden denetime tabi tutabilir mi? Mimarlar Odası, bir üyesinin yaptığı bir mimari projeyi teknik denetime tabi tutup, yetersiz görürse geçersiz kılabilir mi?

İcrası için zorunlu olarak ilgili meslek örgütüne üyelik şartı bulunan bir mesleğe girenlerin, o mesleğin gerektirdiği asgari teknik bilgiye sahip olmamalarına karşın o mesleği yine de icra edebilmeleri, sözkonusu mesleğin geneline yönelik bir itibar sorunu doğuracağında ve o meslek ve mesleğin diğer mensupları hakkında toplumun güveninin erozyona uğrayacağında kuşku yoktur. Bu itibarla, Anayasa ve kanunla kendisine verilen “mesleğin toplum içindeki saygınlığını koruma” görevleri kapsamında, kamusal nitelikli meslek örgütlerinin, o mesleğe girmek isteyenlere yönelik olarak, o mesleğin “olmazsa olmazı” sayılabilecek asgari temel teknik bilgileri ölçen objektif bir sınav yapmak hususunda –kanunda böyle bir sınavın yapılacağı açıkça öngörülmese dahi- yetkili oldukları kabul edilmelidir.

Aksi halde, kamu ve vakıf üniversitesi sayısının olağanüstü artış göstermesinin de etkisiyle yüksek öğretimde niteliğin asgari bir düzey tutturabilmesinden uzaklaşılması gibi nedenlerle, en temel hukuk bilgilerinden habersiz avukatların, en asli teknik bilgilerden yoksun mühendislerin, en basit tıp bilgilerini bilmeyen tabiplerin topluma hizmet sunmalarının önlenmesi mümkün olmayacak ve bu mesleklerin toplum içindeki itibarı telafisi olmayacak biçimde bozulacaktır.

Buna karşın sözkonusu sınavın, sadece en temel teknik bilgileri ölçen bir “yeterlilik sınavı” formatında olması gerekmekte olup, mevcut meslek mensuplarının “piyasaya” yeni girenlerin rekabetinden korunmasını hedefleyen bir “yarışma” veya “eleme” sınavı mantığıyla yapılmaması zorunludur.

Bu konuda yaşanan ilginç bir örnekte, Türkiye Barolar Birliği, avukatlığa girişte (staj aşamasında) temel hukuk bilgilerini ölçen bir merkezi sınav yapmak girişinde bulunmuş olup; bu konuda çıkarmak istediği yönetmeliğin (Kanunda böyle bir sınav öngörülmediğinden) Başbakanlıkça hukuka aykırı bulunup Resmi Gazetede yayımlanmaması üzerine Başbakanlığın bu ret kararı İdari Yargı tarafından hukuka aykırı bulunmuş; ne var ki hemen akabinde yapılan bir yasal düzenleme ile Barolar Birliğinin avukatlığa girişte sınav yapmasına yasak getirilmiştir.

Kuşkusuz kanun koyucu böyle bir sınavın usul ve esaslarını ayrıca hatta farklı biçimde düzenleyebilir. Ancak Burada öngörülen yasak, Barolar Birliğinin bizzat Anayasa ile güvenceye alınmış olan mesleğin toplum içindeki itibarını korumak148 göreviyle bağdaşmayacağından, kanaatimizce Anayasaya aykırıdır. Zira –asli temel bilgileri ölçen yeterlilik sınavı niteliğinde olması kaydıyla- böyle bir sınav yapmanın amacı mesleğin toplum içindeki itibarını korumak olduğundan, bu amaç Anayasada ve kanunda meslek örgütüne verilen görev kapsamındadır.

Meslek örgütünün mensuplarının verdikleri hizmetleri teknik denetime tabi tutup tutamayacakları konusunda ise daha ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Zira, bu hususta meslek örgütünün çok genel ve şekli bir denetim yapması mümkün olmakla beraber, meslek mensubunun adeta bir “amiri” veya “hiyerarşik üst makamı” edasıyla –özünde bir serbest meslek olan- faaliyeti bir tür rutin “performans denetimi”ne tabi tutması, meslek örgütü yönünden yetki aşımı (konu yönünden yetkisizlik) anlamına gelecektir.

Meslek örgütünün bu noktadaki denetimi, mensubunun mesleğin itibarını sarsabilecek derecedeki çok ağır ve bariz bir hatası ya da ihmali durumunda son derece istisnai biçimde söz konusu olabilir. Ne var ki Danıştay bu konudaki bir kararında, böyle bir sınırlamaya da vurgu yapmaksızın, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odasının mensuplarının projeleri üzerinde bu şekildeki bir denetimini öngören düzenlemesini (oyçokluğu ile) hukuka uygun bulmuştur149.


  1. Spor Federasyonları ve Türkiye Jokey Kulübü

Spor Federasyonları, spor branşlarında her türlü faaliyet ve organizasyonları yürütmek üzere 3289 sayılı Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile kurulmuşlardır. Kanunun önceki halinde federasyonlar, Gençlik ve Spor Bakanlığı Spor Genel Müdürlüğünün Merkez Teşkilatında Ana Hizmet Birimi olarak kurulmuşken (m.4), Kanunda (Ek m.9) 2011 yılında yapılan değişiklik ile idari yönden özerklik tanınması amacıyla her birine ayrı tüzel kişilik tanınmıştır. Sözkonusu yasal düzenlemeye göre Federasyonlar, Genel Müdürlük bünyesindeki Merkez Danışma Kurulunun uygun görüşü, Bakanın teklifi ve Başbakanın kararı ile kurulur ve kararın Resmi Gazetede yayımlanması ile tüzel kişilik kazanır. Futbol Federasyonunun kuruluş ve görevleri için ise özel bir kanun bulunmaktadır150.

Kanunda federasyonların “özel hukuk hükümlerine tabi” olduğu öngörülmüş olması (Ek m.9), kamusal yani kamu hukuku kapsamına giren yetkiler kullandıkları ölçüde bunların özel hukuk tüzel kişilikleri yanında aynı zamanda “kamu tüzel kişisi” olarak addedilmelerine engel teşkil etmez. Nitekim tıpkı KİT’lerde olduğu gibi, bir tüzel kişinin özel hukuk tüzel kişiliğine sahip olması, ona kanunla kamu hukuku kapsamına giren yetkiler verilmesi durumunda aynı zamanda kamu tüzel kişisi olarak da kabul edilmesine engel teşkil etmez. Hukuk sistemimizde bu şekilde “çift kimlikli” tüzel kişiler bulunmasına engel bulunmamaktadır.

Bu bağlamda spor federasyonlarına kanunla verilen yetkilere, ayrıcalıklara ve yükümlülüklere bakıldığında “kamu tüzel kişiliği testinden” geçtikleri söylenebilir. Zira bunlar kanunun verdiği açık yetki uyarınca idari bir kararla (Başbakanın kararı) ve Resmi Gazetede ilanla kurulmaktalar; temel görevleri arasında kamusal bir yetki olan Tahkim Kurullarının verdiği idari cezaları uygulama görevi bulunmakta; kamusal kaynaklarla elde ettikleri taşınmazları kendi mülkiyetlerine değil kamu mülkiyetine ait olmakta; kamu kaynaklarından yapacakları önemli harcamalar kamusal makamın (Spor Genel Müdürünün) onayına tabi tutulmakta; malları haczedilemezlik gibi devlet mallarının hukuki korumasından yararlanmakta; personeli kamu görevlilerinin sahip oldukları hukuki koruma ve yükümlülüklere tabi olmakta; tasfiyeleri halinde tüm mal varlıkları kamuya geçmekte; denetim kurullarında kamunun atadığı üyeler çoğunluğu oluşturmakta ve il temsilcileri kamusal otorite (Genel Müdür) tarafından atanmaktadır.

Bütün bu özellikler birlikte değerlendirildiğinde spor federasyonlarının özel hukuk tüzel kişiliklerinin yanısıra kamu tüzel kişiliğine de sahip oldukları151 ve böylece “idari işlem” niteliğinde işlem yapabilecekleri söylenebilir.

Buna karşın Anayasaya konulan özel bir hükümle spor federasyonlarının 152 sözkonusu spor branşının yönetimi ve disiplinine ilişkin verdikleri idari kararlara karşı sadece ilgili Tahkim Kuruluna başvurmak mümkün olup, Tahkim Kurulu kararlarına karşı (idari veya adli) yargı yolu kapatılmıştır. Bu özel düzenlemenin amacı, uluslararası planda yetkili spor tahkim mercilerinin yetkilerinin gözetilmesi suretiyle spor branşlarında uluslararası müsabakalara meşru biçimde katılabilmenin güvenceye alınmasıdır. Buna karşın Federasyonların münhasıran ilgili spor branşının idaresi (örneğin müsabakaların organizasyonu, hakemlerin tayini vs) ve disiplin işleri kapsamına girmeyen, örneğin mali nitelikli kararlar veya personele yönelik kararlar gibi faaliyetlerinin idari faaliyetlerin diğer özelliklerini taşıdıkları sürece idari yargı önünde dava edilmelerine engel bulunmamaktadır.



Türkiye Jokey Kulübü ise kamuya yararlı dernek statüsünde olup, 1953 yılında çıkarılan 6132 sayılı At Yarışları Kanunu uyarınca Tarım Bakanlığına verilmiş olan at yarışı düzenleme ve bahis oynatma tekeli kendisine devredilmiştir. Nitekim Kanun uyarınca (m.5) Bakanlığın bu yetkisi Bakanlar Kurulu kararıyla bu alanda faaliyet gösteren bir ya da daha fazla derneğe devredilebilmektedir. Özel hukuk tüzel kişisi statüsündeki Türkiye Jokey Kulübünün bu konudaki faaliyeti, tekel halinde yürütülen bir kamu hizmetinin imtiyaz yoluyla bir özel hukuk tüzel kişisine devredilmesine benzetilebilir.

Bu bağlamda bir özel hukuk tüzel kişisinin normalde tekel niteliğinde idari bir makama verilmiş bir faaliyeti devralması bu tüzel kişiyi de kamu tüzel kişisi olarak kabul etmek için yeterli değildir. Örneğin bir özel şirketin belli bir yerde tekel niteliğinde elektrik veya doğalgaz dağıtım faaliyeti yürütmesi o şirketi otomatik olarak “kamu tüzel kişisi” yapmaz.

Üstelik 6132 sayılı Kanunda Türkiye Jokey Kulübüne doğrudan bu alanda tekel yetkisi tanınmamış olup, aslında Bakanlığa verilmiş olan bu tekel yetkisinin (ismi zikredilmemiş) takdir yetkisi kapsamında bir ya da daha fazla derneğe devredilebileceği öngörülmüştür. Dolayısıyla Kanunda Jokey Kulubüne doğrudan kamusal yetkiler, ayrıcalıklar veya yükümlülükler tanınmış değildir.

Bu bağlamda Türkiye Jokey Kulübünün dernek statüsünden kaynaklanan özel hukuk tüzel kişiliği yanında ayrıca kamu tüzel kişisi olarak görülebilmesi mümkün görünmemektedir.

Uyuşmazlık Mahkemesi bir kararında, at yarışları konusunda temel kararları alan Komiserler Kurulu ve Yüksek Komiserler Kurulu kararlarını, bunların tekel niteliğindeki bir yetkiyi (bahis oynatma yetkisi) kullanması ve üyeleri arasında idare temsilcilerinin de bulunması nedeniyle idari işlem olarak kabul etmiştir153. Sözkonusu komiserler kurulu başkan ve üyeleri doğrudan Bakan tarafından atandığı ve bunların Jokey Kulübü Derneği’nin doğrudan idari hiyerarşisi kapsamında bulunmadığı dikkate alındığında sözkonusu içtihadın Türkiye Jokey Kulübünün kamu tüzel kişisi ve dolayısıyla T.C. İdari Teşkilatı kapsamında olduğu anlamında yorumlanamayacağı anlaşılmaktadır.


  1. Kamu Vakıfları ve Sandıkları


Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ve Emniyet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı gibi kamu çalışanlarınca kurulan güçlendirme vakıfları, kurucularının mensup olduğu kamu idarelerinde çalışanlar için lojman temini, kamp ve sosyal tesislerin kurulması ve tadili gibi faaliyetler icra etmekte olup, gelirleri ve dolayısıyla mal varlıkları çoğunlukla dolaylı biçimde kamu idarelerinin etkisiyle ve yönlendirmesiyle –“zorunlu bağış” gibi de facto usullerle- o idarenin verdiği kamu hizmetlerinden yararlananlar tarafından sağlanmaktadır.

Gerek Uyuşmazlık Mahkemesi154, gerekse Danıştay155, kamu hizmeti yürütmeleri, kurucuları ve karar organları kamu görevlilerinden oluşması nedeniyle bu tür vakıfların, özel hukuk tüzel kişilikleri yanında ayrıca, tipik idari bir faaliyete “yardımcı ve ona bitişik olarak kamu hizmeti yerine getiren ve ağırlıklı olarak kamusal bir nitelik taşıması dolayısıyla kamu tüzel kişiliğine yaklaşan yeni bir müessese” olduklarını içtihat etmişlerdir.

Bu bağlamda örneğin bu tür vakıfların yönetimlerince yapılan lojman tesisine yönelik işlemler anılan içtihatlarla “idari işlem” niteliğinde görülmekte ve bu tür vakıfların yapacakları ihaleler Kamu İhale Kanunu kapsamında “kamu ihalesi” olarak kabul edilmektedir. Böylece pozitif hukukumuzda bu tür vakıflar belli durumlarda (kamu personeline lojman tahsis etme gibi idari işlem niteliğinde işlem tesis ettikleri ölçüde) İdari Teşkilat kapsamında görülmelidir.

Uyuşmazlık Mahkemesi ve Danıştay’ın bu tür vakıflar için yaptıkları “kamu tüzel kişiliğine yaklaşan müessese” ve “kamu hizmetine yardımcı ve ona bitişik kamu hizmeti yürütme” nitelemelerini idare hukuku teorisi ile bağdaştırmak mümkün değildir. Zira teknik olarak modern idare hukukunda bu tür belirsiz kavramların hukuki bir temeli de bulunmamaktadır. Dolayısıyla sözkonusu içtihatta daha teknik ve doyurucu bir gerekçe beklenirdi.

Buna karşın, doğrudan bir kamu hizmeti yürütmekle görevli bir tüzel kişinin, kamu otoritesi yani özel hukuku aşan üstün kamusal yetkiler kullandığı ölçüde, bu tür işlemleri idari işlem sayılabilmekte ve istisnai veya atipik şekilde bu tür tüzel kişiler idari teşkilat kapsamında görülebilmektedirler. Nitekim Fransız İdare Hukukunda geleneksel olarak, kamu hizmeti imtiyazcısı özel şirketlerin hizmetten yararlananlara yönelik üstün kamusal yetkiler kullanmaları durumunda bu tür işlemler “idari işlem” sayılarak İdari yargı tarafından denetlenebilmektedir. Danıştay 13. Dairesinin de son dönemde benzer kararları vardır156.

Bu durumda sözkonusu kamu vakıfları için, ilgili mevzuatta birtakım üstün kamusal yetkiler tanınmışsa, bu tür yetkiler yönünden bunları doğrudan kamu tüzel kişisi ve dolayısıyla İdari Teşkilat kapsamında nitelemek mümkündür.

Kamu kurumları ve mensuplarınca kurulan Yardımlaşma Sandıkları için de benzer bir yaklaşım bulunmaktadır. Aslında bunlar bir tür sosyal güvenlik kuruluşu konumundadırlar157. Örneğin bu tür sandıklara üye olarak prim yatırmış olanların emeklilik ödeneği ödenmemesine yönelik işlemler idari işlem sayılmaktadır.

Bunlardan kuruluşunda kamusal kaynaklardan aktarma yapılmış olanlar (örneğin Merkez Bankası Mensupları Yardımlaşma Sandığı), mal ve alacakları kanunda devlet mallarının hukuki statüsünde sayılanlar (örneğin Polis Bakım ve Yardım Sandığı) ve üyeliğin zorunlu olduğu bizzat kanunla öngörülenler (örneğin OYAK) için, üstün kamusal yetkilerin bulunduğu ve bu kapsamdaki faaliyetleri yönünden kamu tüzel kişisi olarak kabul edilmeleri mümkün görünmekle birlikte, bu tür üstün kamusal yetkiler bahşedilmemiş olanların bu nitelikte görülmeleri teknik olarak mümkün görünmemektedir158.




1 İdari kamu kurumları gibi kurumların idari özerkliklerinin son derece sınırlı olduğu ve çoğu kez biçimsel olmaktan öte anlam taşımadığı yönündeki aynı yöndeki görüş için. Bkz. M. GÜNDAY, İdare Hukuku, İmaj Yay., Ankara 2011, s.538.

2 Anayasanın değiştirilemez nitelikteki 3. maddesi Başkent olarak Ankara’yı belirlemiştir.

3 388 sayılı KHK ile kurulan Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi’nin merkezi sonradan Şanlıurfa’ya taşınmıştır.

4 Bkz. 31.7.2007 tarih ve 5678 sayılı Kanunla yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasanın 101. ve 102. maddelerinin yeni düzenlemesi.

5 Bkz. Bülent TANÖR-Necmi YÜZBAŞIOĞLU, Türk Anayasa Hukuku, 8. Baskı, Beta yay., İstanbul 2006, s.306.

6 Fransız sisteminin geldiği noktada, seçimle gelen Cumhurbaşkanının Parlamentoda siyaseten kendisini destekleyen çoğunluğu varsa, sistem fiilen “Başkanlık” gibi işlemekte; aksi durumda ise Cumhurbaşkanının dış politikanın ve ulusal güvenlik politikasının yönlendirilmesiyle sınırlı bazı yetkileri olan Parlamenter Sistem (Güçlendirilmiş Parlamentarizm) gibi çalışmaktadır (Bkz. Dmitri Georges LAVROFF, Le Droit Constitutionnel de la Ve République, Dalloz, Paris 1995, s.817 vd.) Ülkemizde de gelişmelerin ve uygulamanın bu yönde olması beklenmelidir.

7 Bu konuda Bkz. A. ULUSOY: “Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ve yargısal denetimi sorunu”, Ankara Barosu Dergisi, Yaz 2008, s.13 vd.

8 Bkz. Kemal GÖZLER: Cumhurbaşkanı-Hükümet Çatışması: Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi? Ekin yay., Bursa 2000.

9 Otantisite denetimi, o işlemin “hukuki varlığının” denetimiyle sınırlı, yani gerçekten o makamlarca yapılıp yapılmadığı ve işlemin yapılışında işlemi “yok hükmünde” saydıracak derecede çok temel usul ve şekil sakatlıkları bulunup bulunmadığı ile sınırlı fazla genel, şekli ve basit bir denetimi ifade etmektedir.

10 Bkz. Anayasa m.104/son. Ancak Cumhurbaşkanına, Anayasanın kendisine biçtiği konum ve misyonun özü ve ruhuyla bağdaşmayacak nitelikte görevler veren kanun hükümlerinin Anayasaya aykırı olacağı açık olup, Yasama’nın bu hususta geniş takdirinin olduğunu söylemek mümkün değildir.

11 TBMM bu hususta bir anlamda “savcı” konumunda veya en azından, yargılama izni veren makam kimliğindedir.

12 Bkz. K. GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yay., Bursa 2010., s.330 vd.

13 Bkz. Kemal GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin yay., Bursa 2010, s.299 vd.

14 Fransız Anayasasının 68. maddesine göre Parlamento sadece çok istisnai hallerde ağır kusur (“manquement grave”) nedeniyle 2/3 çoğunlukla Cumhurbaşkanını görevden elçektirebilmektedir.

15 Genelkurmay Başkanlığının Milli Savunma Bakanlığına değil doğrudan Başbakanlığa bağlı olması genellikle eleştiri konusudur. Ancak Anayasa (m.117/4) Genelkurmay Başkanının doğrudan Başbakana karşı sorumlu olduğunu öngördüğüne göre, bu konuda statükoyu değiştirebilmek için Anayasa değişikliği gereklidir.

16 Anayasanın 136. maddesi uyarınca Diyanet İşleri Başkanlığı “Genel İdare” yani Merkezi İdare içinde konumlanmak zorunda olup, bunun pratik anlamı, bu kuruma kanunla dahi ayrı kamu tüzel kişiliği verilmesinin mümkün olmadığıdır.

17 D. 5.D, 7.11.2008, E.2006/532.

18 Ankara 10. İ.M., E.2014/452.

19 Bkz. 6360 sayılı Torba Kanun (R.G. 11.9.2014) m.129 ile 5747 sayılı Kanun m.2’de yapılan değişiklik.

20 İl İdare Kurulu, valinin başkanlığında, hukuk işleri müdürü, defterdar, milli eğitim, bayındırlık, sağlık ve sosyal yardım, tarım ve veteriner müdürlüğünden oluşur (5442 sayılı Kanun m.57).

21 Bakanlıkların ildeki müdürlerinden oluşur. İl milli eğitim müdürü, il emniyet müdürü, defterdar, il tarım müdürü vs.

22 Bkz. 6360 sayılı Kanunla 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanuna eklenen m.28/A.

23 Danıştay yeni içtihadında, valilerin görevden alınmasında “minimum denetim” uygulamakta ve idarenin (siyasi iktidarın) çok geniş bir takdir yetkisi bulunduğuna hükmetmektedir. Bkz. Örnek: D. İDDK, 26.9.2012, E.2007/36 (Kilis Valisinin görevden alınmasına dair davada İdarenin valileri görevden almada takdir yetkisinin geniş olduğuna hükmedilmiştir).

24 Atanma şartları hakkında 5442 sayılı Kanunda özel hüküm bulunmadığından, en az ortaokul mezunu olma şartı 657 sayılı Kanun m.41 gereğidir (Bkz. 657 sayılı Kanun m.59, m.60, m.48 ve m.41). Sadece kaymakamlık, vali yardımcılığı gibi mülki idare sınıfından vali atanacaklarda yükseköğrenim görme ve memuriyette 1. Sınıfa ayrılmış olma şartı vardır (5442 sayılı Kanun m.6/2).

25 3152 sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun m.27, Müdürler Encümeninin adını Bakanlık Encümeni olarak değiştirmiştir.

26 5442 sayılı Kanun, Fransa’dan kodifiye edildiğinden, Fransızca orijinalindeki “gouverrnement” terimi o zaman hatalı biçimde “hükümet” olarak çevrilmiş olabilir. Oysa bu terim, aynı zamanda Türkçede halen anladığımız ve kullandığımız şekliyle “devlet” anlamına da gelmektedir.

27 İstisnai memuriyetler 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu m.59’da sayılmış olup, valinin sayılmasına karşın kaymakam bunlardan sayılmamıştır. İstisnai memuriyetler, klasik devlet memuriyetinin atama, sınav, terfi gibi kurallarına tabi değildirler.

28 Danıştay burada, yargısal görevleri kapsamında değil, sadece idari ve istişari görevleri kapsamında incelenecektir.

29 1. Sınıfa ayrılmış ve meslekte en az 17 yıl tecrübesi olan idari yargı hakimleri ve Danıştay savcıları arasından seçim yapar (Danıştay Kanunu m.8).

30 Müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür, vali, büyükelçi, general, teftiş kurulu başkanı, 1. Hukuk müşaviri ve hukuk profesörü gibi üst düzey kamu görevlisi olup, en az 15 yıl kamu görevi yapmış olanlar arasından seçim yapar (Danıştay Kanunu m.8).

31 2575 sayılı Danıştay Kanununda 1.7.2016 tarihli 6723 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle (G.m.27), öncesinde (Danıştay Başkanı, Başsavcı, Başkan vekilleri, genel sekreter, daire başkanları dahil) toplam 195 üye kadrosu bulunmaktayken, Başkan, Başsavcı, Başkan Vekilleri ve Daire Başkanları hariç tüm üyelerin görevlerine son verilmiş ve mevcut üyelerin 116’sı akabinde tekrar üye seçilmiştir. Üye sayısı 90’a düşünceye kadar boşalan her iki üyelik için bir üye seçilecektir. Arka planındaki amaç ne kadar meşru olursa olsun, yüksek mahkeme üyelerinin görevlerine bir kanunla toptan son verilmesi Anayasa ile güvenceye alınan hukuk devleti ilkesine ve yargı bağımsızlığına açıkça aykırıdır. Ayrıca bu uygulama Yargı Erkini Siyasetin kontrolü altına almaya çalışma bağlamında bundan sonrası için iktidara her yeni gelen Hükümete emsal teşkil edeceğinden, Ülkenin geleceğinde yargıç bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlama noktasında ağır bir tahribat yaratacak niteliktedir.

32 Öncesinde toplam 17 Daire bulunan Danıştay’da 1.7.2016 tarihli 6723 sayılı Kanunla öngörülen yeni yapılanma çerçevesinde Daire sayısı aşamalı olarak 10’a düşecektir. 2014’de çıkarılan 6572 sayılı “Torba” Kanunla 2575 sayılı Danıştay Kanununda yapılan değişiklikle, sonradan kurulan 17. Daire de “idari daire” olarak belirlenmiş, ancak aynı Kanunla verilen yetki çerçevesinde yargısal görevlere dair işyükünün fazlalığı nedeniyle Danıştay Başkanlık Kurulu tarafından “dava dairesi” olarak görevlendirilmiştir.

33 Başbakanlık veya Cumhurbaşkanlığı dışında hiçbir idari makamın (örneğin bakanlıkların) Danıştay’dan görüş sorması mümkün değildir. Bu tür talepler uygulamada Danıştay tarafından reddedilmektedir. Başka idari makamlar Danıştaydan görüş sormak istediklerinde bunu Başbakanlık kanalıyla yapmaları gerekir.

34 Örnek: Kamu hizmeti imtiyaz sözleşmeleri tasarıları hakkında görüş vermek (Anayasa m.155).

35 Örnek: Tüzük tasarılarını incelemek (Anayasa m.155).

36 Örnek: Kamulaştırma Kanunu m.30: Bir kamu idaresine ait bir taşınmazın başka bir kamu idaresince talep edilmesi ve bu konuda aralarında ihtilaf çıkması halinde, taşınmazın hangi kamu idaresinin olması gerektiğine karar vermek (bedele yönelik ihtilaf hariç).

37 Örnek: Miktarı belli bir seviyeyi aşan kamu alacaklarının sulh yoluyla çözümlenmesine karar vermek.

38 4483 sayılı Kanun kapsamında kamu görevlileri hakkında ceza soruşturulması açılabilmesi amirlerinin iznine tabi tutulmuş; amirlerce verilen veya verilmeyen izinlere karşı alt düzeydeki kamu görevlileri için bölge idare mahkemelerine, üst düzeydekiler için ise Danıştay 1. Dairesine itiraz edilebilmekte olup, itiraz üzerine verilen kararlar kesindir.

39 Bkz. 2.12.2014 tarih ve 6572 sayılı Torba Kanunla Danıştay Kanunu m.16’da yapılan değişiklik. Kurul’un bu durumda Danıştay Başkanı hariç 18 üyesi bulunacak olup, 17. Daire idari daire olarak görev yaptığında bu sayıya bu dairenin başkanını da ilave etmek gerekecektir. Yeni düzenlemenin eskiye oranla getirdiği yenilik, idari dairelerin üyelerinin (biri hariç) artık Kurul’da yer almayacak olması ve dava dairelerinden gelen üyelerin sayısının büyük ölçüde artırılmasıdır. Böylece Kurul’un etkinliği eskiye oranla ciddi biçimde artırılmak istenmiştir. Zira önceki halinde idari daire/dairelerin tüm üyeleri Kurul’un doğal üyesi idi ve dava dairelerinden gelen üyeler Kurul’da çoğunluğu oluşturmamaktaydı.

40 AİHM, Procola/Lüksemburg, 28.9.1995., no.14570/89.

41 Yukarıda belirtildiği gibi, Danıştay Kanununun 2014 yılında yeniden düzenlenen 16. maddesine göre İdari İşler Kurulunun Danıştay Başkanı hariç 18 üyesinden 16’sı dava dairelerinden gelmektedir.

42 http://www.conseil-etat.fr/Conseil-d-Etat/Missions/Juger-l-administration/Les-formations-de-jugement/L-Assemblee-du-contentieux

43 Gustave PEISER, Droit Administratif Général, 25e Ed., Dalloz, Paris 2011, s.230.

44 Conseil d’Etat’da aslında tek bir dava dairesi (Section de Contentieux) bulunmakta ve yargısal görevler bu dairenin 10 alt dairesi tarafından yürütülmektedir. Ancak bu alt daireler bizdeki dava dairelerine benzetilebilir.

45 2010 yılındaki Anayasa değişikliği sonrası HSYK’nın yeniden dizayn edilmesiyle, 2011 ve 2014 yıllarında Danıştay üye kadrolarının toplamda iki kattan fazla artırılması ve fakat 2016 yılında önce tüm üyelerin görevlerine son verilip sonra mevcutlar arasından üye sayısının 116’ya düşürülmesinin ve gelecekte de 90’a düşürülmesinin öngörülmesinin sözkonusu “güven bunalımını” giderip gidermeyeceğini zaman gösterecektir.

46 Sayıştay, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, vakıf üniversiteleri gibi bazı istisnalar hariç, yerel yönetimler dahil hemen tüm kamu kurum ve kuruluşlarının mali denetimini yapmaya yetkilidir. KİT’leri denetlemekle görevli Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu’nun kaldırılmasıyla KİT’leri denetleme yetkisi de Sayıştay’a verilmiştir.

47 Bu bağlamda Sayıştay mensupları anayasal yargıç güvencesine sahip değildirler.

48 AYM, 13.11.2014, E.2014/172. Anayasaya göre ancak “mahkemeler” itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapabildiğinden, Anayasa Mahkemesi bu içtihadıyla Sayıştay’ın kısmen de olsa yani hesap yargılaması görevi esnasında “mahkeme” niteliği taşıdığını tescil etmiş olmaktadır.

49 AYM, 27.12.2012, E.2012/102, RG. 2.4.2013.

50 Bkz. 6087 sayılı HSYK Kanunu m.7.

51 Bu kapsamdaki üyelerin yarısının yüksek hakimlerden, diğer yarısının ise (objektif bir adaylık duyurusu süreci ile) diğer hakim ve savcılar arasından yüksek yargı genel kurullarınca seçilmesi düşünülebilir.

52 Cumhurbaşkanınca seçilecek üyelerde nitelik ve mesleki formasyon yönünden “çıtayı yükselten” somut belirlemeler yapılması ve avukatlar arasından seçilecek üye sayısının sınırlanması önerilebilir.

53 Bu kapsamdaki seçimde siyasi mülahazaların değil niteliğin ön plana çıkarılabilmesi adına, Parlamentoda belli bir uzlaşmayı zorunlu tutmak önemlidir. Adalet ve Anayasa Komisyonlarının ortak toplantısında belirlenecek 5 kat aday arasından Meclis Genel Kurulunda belli sayıdaki turdan sonra nitelikli bir çoğunluğa (örneğin 2/3) ulaşılamazsa Meclisin üye seçim kontenjanının Yüksek Mahkemelerin Genel Kurullarına geçeceği yönündeki bir düzenleme bu tür bir uzlaşmayı sağlayabilecektir.

54 Bu noktada Adalet Bakanlığına bağlı Teftiş Kurulu çalışmaya devam etmekte, ancak HSYK bünyesinde ve hakim ve savcıların asli faaliyetlerinde denetimini yapan ayrı bir Teftiş Kurulu oluşturulmaktadır.

55 6087 sayılı HSYK Kanunu m.45.

56 6087 sayılı HSYK Kanunu m.3/6.

57 Bkz. 2945 sayılı MGK Kanunu m.8 : “Milli Güvenlik Kurulu kararları, Başbakan tarafından Bakanlar Kurulu gündemine öncelikle alınmak suretiyle görüşülür ve gerekli kararlar alınır.”

58 22.10.2003 tarih ve 4982 sayılı Kanun.

59 Aslında Kanun, idarelerden bilgi ve belge isteyebilmek için “ilgili” olma şartı öngörmemiştir. Ancak Kurul, gereksiz talepleri ve kötüye kullanmaları önlemek adına, talepte bulunanın sözkonusu bilgi ve belgeyle asgari düzeyde de olsa belli bir ilgisinin bulunmasını aramaktadır.

60 Birer üyeyi Danıştay ve Yargıtay, kendi tetkik hakimleri arasından (ikişer aday belirleyerek), bir üyeyi Adalet Bakanı hakim-bürokratlar arasından, bir üyeyi ise Türkiye Barolar Birliği avukatlar arasından aday göstermekte, İdare Hukuku, Anayasa Hukuku ve Ceza Hukuku alanından birer akademisyen, bir Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı ve Başbakanlıktan bir genel müdür ise Bakanlar Kurulunca doğrudan seçilmektedir. Başkan Kurul üyelerince seçilmekte olup, teamülen Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı olan Kurul üyesi Başkan seçilmektedir.

61 5176 sayılı Kanun, kamu etik ilkeleri açısından kapsamına sadece teknik olarak “kamu görevlisi” statüsünde olanları değil (memurlar, idari sözleşmeli personel, kapsam dışı personel), kamu işçileri, geçici personel dahil kamuda çalışan tüm personeli almaktadır (m.1/2).

62 Bkz. Supra.

63 Nitekim GÜNDAY, bunların idari özerkliklerinin son derece sınırlı olduğu ve çoğu kez biçimsel olmaktan öte anlam taşımadığı görüşündedir. Bkz. GÜNDAY, age, s.538.

64 Bu kapsamdaki kurumlar, bağımsız idari otorite (İnsan Hakları Kurumu, Kamu Denetçiliği Kurumu, Türk Patent Enstitüsü gibi) veya Bilimsel Kamu Kurumu (Atom Enerjisi Kurumu gibi) bazı istisnalar dışında, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Kanunu ekindeki II Sayılı Cetvel’in B) Kısmındaki “Özel Bütçeli Diğer İdareler” olarak görülebilir.

65 2010 yılında çıkarılan 6001 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen Karayolları Genel Müdürlüğünün kamu tüzel kişiliği devam ettirilmekle beraber, Ulaştırma Bakanlığına “bağlı” olduğuna özel bir vurgu yapılmıştır (m.3).

66 2008 yılında çıkarılan 5237 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen Vakıflar Genel Müdürlüğünün de kamu tüzel kişiliği korunmakla beraber, Başbakanlığa “bağlı” olduğu ve Başbakanın “Genel Müdürlüğün yönetimiyle ilgili yetkilerini” görevlendireceği Başbakan Yardımcısı vasıtası ile kullanabileceği açıkça vurgulanmıştır (m.35).

67 1985 yılında çıkarılan 3234 sayılı Kanun, Orman Genel Müdürlüğünün tüzel kişiliğinin bulunduğunu belirtmekte ve Orman ve Su İşleri Bakanlığına “bağlı” olduğuna vurgu yapmaktadır (m.1).

68 Örneğin bu kapsamda görülebilecek Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) ile Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün tüzel kişilikleri sonradan 5018 sayılı Kanunla kaldırılmıştır. Ancak 2011 yılında çıkarılan 662 sayılı KHK ile DSİ’ye tekrar kamu tüzel kişiliği verilmiştir.

69 233 sayılı KHK, İDT’lerin anonim şirket olarak kurulabileceklerini öngörmekle, bunun mefhum-u muhalifinden KİK’lerin bu statüde kurulmasına izin vermediği sonucu çıkmaktadır. Ancak zaten uygulamada KİK’lerin İDT’lere dönüştürülmesi eğilimi bulunduğundan, bu istisnanın önemi de bulunmamaktadır.

70 Bkz. Örneğin, D, İDDK, 08.10.2012, E.2008/ 383 (Devlet Demir Yolları Genel Müdürlüğü); D, İDDK, 07.11.2013, E.2010/2024 (Halk Bankası).

71 D, İDDK, 19.09.2013, YD İtiraz No:2013/621; AYM, 30.11.2007, E.2006/61 (Kalkınma ajansları için kanunda özel hukuk hükümlerine tabi olduklarının öngörülmesi bunarın kamu tüzel kişisi olarak nitelenmesine engel görülmemiştir); AYM, 29.6.1992, E.1991/21 (Özel hukuk tüzelkişisi vakıflar tarafından kurulan vakıf üniversiteleri kamu tüzel kişileri olarak kabul edilmiştir).

72 D, İDDK, 07.11.2013, E.2010/2024 (Halk Bankası)

73 Bkz. CHAPUS, Droit Administratif Général, T.I, Paris Montchrestien, 2001, s.355 vd.

74 Somut ve çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, 233 sayılı KHK’nın 7. maddesi uyarınca, KİT Yönetim Kurullarına “

Yüklə 0,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin