Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə146/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   142   143   144   145   146   147   148   149   ...   181

SIFAT-I SEMÂİYE Gr: Kelimeye ait, kaideye, gramere uygun olmaksızın işitilmekle öğrenilen sıfat.

SIFÂT (Sıfat. C.) Sıfatlar, vasıflar.

SIFÂT-I ADEDİYE Sayı sıfatları.

SIFÂT-I CEMALİYE Lütuf ve merhamet ile daha ziyade alâkalı olan vasıflar. (Bak: Celâl)

SIFÂT-I FİİLİYE Cenab-ı Hakk'a (C.C.) mahsus fiilî sıfatlar. (İhyâ, icad, in'âm, tasvir, tezyin, terzik... gibi)

SIFÂT-I HÂSSA Hususi sıfatlar, şahsa ait sıfatlar.

SIFÂT-I İLÂHİYE Allah'a aid sıfatlar. Kendisini ve mânasının zıddını Cenab-ı Hakk'a nisbet caiz olan vasıflar. (Rıza, Rahmet, Gazab... gibi)

SIFÂT-I İŞARİYE İşaret sıfatları.

SIFÂT-I SELBİYE Cenab-ı Hakk'ın vahdaniyet, kıdem, beka, kıyam-ı binefsihi, muhalefetün-lilhavâdis gibi sıfatlarıdır. Mânalarında nefiy olduğu için "Selbî" denir. Meselâ: Vahdaniyet, çokluğun; kıdem, fâniliğin nefyi olduğu gibi. (Bak: Sıfât-ı zâtiye)

SIFÂT-I SÜBUTİYE Cenab-ı Hakk'ın sıfatları: Hayat, İlim, Sem', Basar, İrade, Kudret, Kelâm, Tekvin sıfatları. Bunlara "Sıfât-ı semaniye" de denir.

SIFÂT-I ZÂTİYE (Sıfât-ı lâzime - Sıfât-ı vâcibe) Allah'ın zatından ayrılması mümkün olmayan ve zatına lâzım ve vâcib olan sıfatlar. * Tecvidde: Harflerin zâtından ayrılması mümkün olmayan sıfatlarıdır. (Bak: Sıfât-ı ayniye)

SIFAT TERKİBİ Sıfat tamlaması. Meselâ: "Kâmil insan" kelimeleri bir sıfat terkibidir. Burada Türkçe ifâdeye göre "kâmil insan" terkibinden birinci kelime sıfat (belirten), ikinci kelime ise mevsuf (belirtilen) dir. Farsça kâideye göre "insan-ı kâmil" diye söylenir.

SIFFÎN Hazret-i Ali (R.A.) ile Hazret-i Muaviye (R.A.) arasında vuku bulan muharebelere meydan olmakla şöhret bulmuştur. Sıffîn muharebesinde Hazret-i Ali'nin maiyyetinde 120.000 Hazret-i Muaviye'nin maiyyetinde 90.000 kişi vardı. Hazret-i Ömer'in (R.A.) oğlu Hz. Abdullah da şehid olanların arasında idi. Sıffîn vak'ası 110 gün sürmüş ve doksan muharebe olmuştur.(Hazret-i İmam-ı Ali'nin Vak'a-i Sıffîn'de, Hazret-i Muaviye'nin taraftarlariyle muharebesi ise, hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yâni: Hazret-i İmam-ı Ali ahkâm-ı dini ve hakaik-ı İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise; hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp, ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hatâya düştüler. M.)

SIFIR Hiç. Olmayan bir şeyin ismi. * Hiç bir sayı olmamak. * Müsbetle menfi ortası, eksi ile artının arası. * Fiz: Suyun donma derecesi.

SIFIR-ÜL YED (Sıfr-ül yed) Mahrum, eli boş.

SIFRİD (C.: Safârid) Toygar adı verilen küçük kuş.

SIFSIL Bir ot cinsi.

SIFTİT (SIFTÂT) Kavi, kuvvetli, iri yarı, cesim kimse.

SIGAR Küçükler.

SIGAR Çocukluk hali. Küçüklük. Zelli oluş.

SIGAR-I NEFS Zelil ve hakir olma hali. Küçüklük, kıymetsizlik.

SIGREB Küçük dişler.

SIHAF (Sahfe. C.) Geniş düz kaplar.

SIHHAT Sağlamlık. Doğruluk. Sağlık. * Edb: Sözün yanlış ve eksik olmamasıdır. (Sözün sağlamlığı diye tercüme edilebilen sıhhat-ı ifade: Bir ibarede zâf-ı te'lif, ta'kid, garabet, tetabu-u izafet, tekrar, tenafür, şivesizlik v.s. gibi kusurlar bulunmamakla tahakkuk eder...)

SIHHÎ Sıhhata, sağlamlığa, doğruluğa dâir ve müteallik.

SIHHİYE Sağlık ve hekimlik işleriyle uğraşan dâire. * Sağlık işleri.

SIHLE (C.: Sehil) Yoğun, büyük nesne.

SIHNA' (Sıhnat) Balık yahnisi.

SIHR Damat yahut enişte. * Huk: Karı-kocadan biri ile diğerinin kan hısımları arasındaki akrabalık.

SIHRE Kaynana, kayınvâlide.

SIHRÎ Evlenmelerden meydana gelen akrabalık.

SIHRİYET Evlenmek suretiyle meydana gelen akrabalık.

SIHRİZ Kızıl hurma.

SIHTİT Katı, şiddetli, şedid. * Çok yükselen toz. * Katıksız kavut denilen kavrulmuş un.

SIHVE (C.: Sahevât) Dağ üstünde yapılan burc.

SIKA' Kadınların, kirlenmemesi için başörtülerinin üstüne örttükleri ikinci örtü.

SIK'AL Suda ıslanmış kuru hurma.

SIKKE Bağlamak, sağlamlaştırmak, muhkem etmek. * Ulaştırmak.

SIKKİF Çok keskin sirke.

SIKLET Ağırlık. Mânevi sıkıntı.

SIKT Ana karnından ölü olarak düşen çocuk. * Çakmaktan düşen ateş.

SIKY Yer sulamak. Sulu ekin.

SILA Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. * Âşıkın mâşukuna kavuşması. * Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme. * Bahşiş, hediye. * Gr: Cümlenin içinde ism-i mensub bulunmasıyla, dahil olduğu cümlenin evvelce mâlum olması iktiza eder. İçinde bulunduğu cümleyi sonradan gelen cümleye bağlamaya yarayan (edip, ederek, ederken) gibi fiil şekli rabt sigası.

SILA-İ RAHİM Hısım akrabayı ve mü'minleri ziyaret etme, onlarla görüşme ve mektuplaşma; alâkayı devam ettirme. * Akrabanın kusurlarını affetme.

SILA' Kebap. * Isınmak için yakılan ateş.

SILAH "Musâlaha" mânâsına mastar.

SILAL Yaş ot.

SILAME (C.: Sılâmât) Bölük, cemaat, topluluk, fırka.

SILAT (Sıla. C.) Sılalar. * Bahşişler, armağanlar, hediyeler.

SILE Bir şâire, yazdığı medhiye karşılığı olarak verilen para.

SILL (C.: Aslâl) Bir nevi ot. * Bir nevi yılan.

SILLE (C.: Sılât) Vuslat, kavuşma. * Hediye, atâ.

SILYANE (C.: Salayan) Bakla.

SIMAD Şişe tıpası.

SIMAG Ağızın bir tarafı.

SIMAH Kulak deliği, kulak.

SIMAH-I CÂN Can kulağı.

SIMAM Tıpa. Şişe tıpası.

SIMAME Kan damarlarında tıkanıklık yapan kan pıhtısı.

SIME (C.: Sumem) Bahâdır, kahraman kimse. * Berk, muhkem nesne. * Büyük erkek yılan.

SIMLAH Kulak kiri.

SIMM Belâ, âfet. * Arslan.

SIMME Hâlis ve temiz.

SIMSAM(E) Keskin kılıç. * Kılıcın keskin olması.

SIMSIM (C.: Semâsım) Şişman ve etli adam.

SIMT (C.: Sümut) Dizi. Dizilmiş şey.

SINAAT (C.: Sanâyi') San'at, mahâret, ustalık.

SINAB Hardal. * Hardal ve kuru üzümden yapılan bir cins kuru boya.

SINAÎ (Sınâiyye) San'atla ve sanayi ile alâkalı. * İnsan yapısı.

SINAİYYAT (Sınâi. C.) Sanatla ilgili olan şeyler. * İnsan yapısı şeyler.

SINAR Çınar.

SINARE Demir iğ. * İğ başı. * Yay kabzası. * Kulak.

SINDİD (C.: Sanâdid) Baş, başkan, reis, ileri gelen.

SINF Söğüt yaprağı.

SINIF Kısım, bölüm, tabaka.

SINIFÎ Sınıfla alâkalı, kısıma ait.

SINN Berd-i acûz günlerinden bir gün. * Seleye benzer bir nesnedir, içine ekmek koyarlar. * Deve sidiği.

SINV Dal, budak. Bir kökten çatallanan dallar. * İki kardeş. * Misil. Şebih, benzer. * Amca. * Oğul.

SINVU EBÎ Babamın kardeşi.

SIR (Bak: Sırr)

SIRAF (SARUF) Hayvanın kızmakla erkeğini araması.

SIRAM Hurma ve yemiş toplayacak vakit. * Toplanmış hurma ve yemiş.

SIRAR Devenin sütü çok olsun ve yavrusu emmesin diye emziğinin dibine bağladıkları ip.

SIRAT Etrafı hudutlu ve işlek cadde. Geniş yol.

SIRAT-I MÜSTAKİM En doğru yol, İslâmiyet yolu. Hak yolu. Allah'ın râzı olduğu en doğru yol. Peygamberlerin, evliya ve sâlihlerin, sıddıkinlerin gittikleri meslek.(Sırat-ı müstakim, şecâat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adâlete işârettir. Şöyle ki: Tegayyür, inkılâb ve felâketlere ma'ruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdâs edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri cezb ve celb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def' için kuvve-i sebuiyye-i gadabiyye. Üçüncüsü: Nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.Lâkin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin her birisi, tefrit, vasat, ifrat nâmiyle üç mertebeye ayrılırlar. Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi, humuddur ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi, fücurdur ki; nâmusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.İhtar: Kuvve-i şeheviyenin; yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.Ve keza kuvve-i gadabiyyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi, tehevvürdür ki, ne maddî ve ne manevî hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattır ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabavettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi, cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise; hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, ictinab eder...Hülâsa : Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir. İ.İ.)

SIRAT KÖPRÜSÜ Cennet'e gidebilmek için herkesin üzerinden geçmeğe mecbur olduğu ve Cehennem üzerine kurulmuş olan köprü.(İ'lem Eyyühel Aziz! İnkılâblar neticesinde, her iki taraf arasında geniş geniş dereler husule geliyor. O dereler üstünde her iki âlemle münasebettar köprüler lâzımdır ki, her iki âlem arasında gidiş geliş olsun. Lâkin o köprülerin inkılâbat cinslerine göre şekilleri, mâhiyyetleri mütebayin; isimleri mütenevvi olur. Meselâ uyku âlemi, yakaza ile âlem-i misal arasında bir köprüdür. Berzah, dünya ile âhiret arasında ayrı bir köprüdür. Ve misal, âlem-i cismani ile âlem-i ruhanî arasında bir köprüdür. Bahar, kış ile yaz arasında ayrı bir nevi köprüdür. Kıyamette ise, inkılâb bir değildir. Pek çok ve büyük inkılâblar olacağından, köprüsü de pek garib, acib olması lâzım gelir. M.N.)

SIRAVARİ f. Sıralı halde, sıra gibi.

SIRDAŞ (Bak: Sırrdaş)

SIRF(E) Sadece, yalnızca. * Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan.

SIRHAK Çağırmak.

SIRKATİBİ Eskiden hükümdarların yanlarında bulundurdukları hususi kâtib.

SIRM (C.: Esrâm-Esârım) Ağaçtan yemiş düşürmek. * Ekin biçmek. * Cem'olmuş beytler.

SIRME (C.: Sırm) Bulut parçası. * Deve ve koyun sürüsü.

SIRP Yugoslavya'da yaşayan bir kavim adı. Veya o kavimden birisi.

SIRR Şiddetli ateş veya soğuk.

SIRR Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. * Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife. * İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti.(Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)

SIRR-I EHADİYET Ehadiyetin sırrı, mânası, kuvvet ve te'siri.

SIRR-I TEKLİF İnsanların dünyaya gelip, Allah (C.C.) tarafından vazifelendirilmelerinin hikmeti. Dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı. (Bak: Teklif)

SIRRAN Gizli olarak, gizlice.

SIRRDAŞ Birbirinin sırrını bilen. * Sır saklıyan.

SIRRE Soğuk rüzgâr. Şiddetli soğuk. * Şiddetli sayha, çığlık.

SIRRÎ (Sırriyye) Sır ile, gizlilik ile ilgili.

SIRSIR Çekirgeye benzer bir hayvan.

SI'SIA Sığınacak yer, sığınak, melce'. * Her nesnenin aslı. * Horozun baldırında çıkan fazlalık parmak.

SITAT Husumet, düşmanlık.

SI'V Saat.

SI'VA' Saat.

SIVAD-I A'ZAM (Bak: Sevad-ı a'zam)

SIVAR (C.: Sirân-Asvire) Sığır sürüsü. * Misk kabı.

SI'VENN Deve kuşunun erkeği.

SIYAGAT Kuyumculuk.

SIYAH (Sayha. C.) Bağırmalar, çığlıklar, haykırışlar, feryadlar.

SIYAH-I MÂTEM Mâtem feryadları.

SIYAL (Sıyâlet) Saldırma, hamle etme, üzerine atılma.

SIYAM (Savm. C.) Oruçlar. (Bak: Oruç, Ramazan)

SIYAN Elbise saklama yeri, sandık.

SIYANET Koruma veya korunma. Himaye veya muhafaza.

SIYAR (C.: Sirân-Asvire) Misk kabı. * Sığır sürüsü.

SIYAS(İ) (Sıysa. C.) Kaleler, kal'alar. * Köşkler. * Sığınacak yerler.

SIYDANE (C.: Saydân) Taş çömlek.

SIYK Kesif toz ve fena ter kokusu.

SIYK (Sevk. den) Sevk olunan (meâlinde).

SIYSA (C.: Sıyâs) Kale. Kal'a. * Sığınacak yer. * Köşk.

Sİ f. Otuz.

SİA Genişlik, bolluk. * Açlıklık. Zenginlik.

SİA-İ HÂL Rahatlık, genişlik, bolluk.

SİAYET Dedikodu, gıybet, koğuculuk.

SİB f. Elma.

SİB Suyun aktığı yer.

SİB' Susuzluk.

SİBA' Esir etmek.

SİBA' Cima. * Kesret-i cima ile iftihar edişmek. * (Sebu. C.) Canavarlar, yırtıcı hayvanlar.

SİBAB Sövme, küfretme, şetm.

SİBAH Tuzlu ve çorak yerler.

SİBAHAT Suda yüzmek.

SİBAK (Sebk. den) Bir şeyin öncelik hali. Birisinden ileri geçmek. Bir şeyin geçmişi. * Bağ, bağlantı.

SİBAK-UL KELÂM Sözün ilk halindeki bağlantısı, sözün evvelinde geçenden çıkan mânâ.

SİBAK U SİYAK Sözün gelişi. Sözün (öncesinin sonraya olan) uygunluğu.

SİBAR Cerrahların yara yokladıkları mil.

SİBB Tülbent. Baş örtüsü.

SİBD (C.: Esbâd) Belâ, zahmet, meşakkat, dahiye.

SİBKAN Bitlis veya Van vilâyetleri civarında bir aşiret adıdır.

SİBT (C.: Esbât) Kişinin oğlundan ve kızından olan evladı. * Torun.

SİBT Palamutla dibağat olunmuş sığır derisi.

SİCAL Münavebe. Arab ata sözlerinde: "Harp sicaldir" denir. Yani: Bazan galibiyet ve bazan mağlubiyet ile devam eder. * (Secl. C.) Büyük ve içleri dolu su kovaları.

SİCCİL Kumlu çamurun taşlaşmış hâli. Kumlu çamurdan terekküb ve tahaccür etmiş taş. * Ateşte pişerek taş gibi olmuş tuğla.

SİCCİN Sert, şiddetli olan şey. * Dâim olan. * Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer. * Cehennemde bir vâdi'nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.

SİCİL Resmi vesikaların kaydedildiği kütük denen büyük defter. * Memurların durumu hakkında tutulan dosya.

SİCİSTAN Bir cins darı.

SİCL Turp.

SİCLAT Bir güzel kokulu çiçek.

SİCM (SİCÂM) Seyelân etmek, akmak.

SİCN (C.: Sücun) Hapis, zindan.

SİD(E) (C.: Sidân) Kurt, * Yaşlı keçi. * Arslan.

SİDA' Sahrâ, çöl. * Yazı.

SİDAD Şişe tıpası. Yarık kapatacak şey.

SİDDER Bir oyun adı.

SİDN Etli ve gövdeli şişman kimse.

SİDR Tenbel kimse. * Bir deniz adı. * (Sidre. C.) Arabistan kirazları.

SİDRE Ağaca teşbih edilen, yedinci kat gökte bir makam ismi.

SİDRE AĞACI "Arabistan kirazı" denen bir ağaç.

SİDRET-ÜL MÜNTEHA Mahlukat ilminin ve amelinin kendisinde nihayet bulup kevn âlemini hududlandıran bir işaret. Yedinci kat gökte olduğu rivayet edilen ve Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ulaştığı en son makam.

SİF (C.: Esyâf) Deniz sahili. * Hurma lifi.

SİF' Toprak. * Buhmâ otunun dikeninin az olması.

SİFAD Hayvanların çiftleşmesi.

SİFAH Zina.

SİFAL (Sifâle) f. Topraktan yapılmış (çanak, çömlek, testi gibi) şey. * Orak. * Fıstık, ceviz, bâdem kabuğu.

SİFAL Değirmen altına döşenen deri. * Değirmen süpürgesi.

SİFANET Marangozluk.

SİFAR Deveye burunduruk yapılan demir. * Sefer. Islâh, düzeltme. * Misafirlik.

SİFARE Habercilik.

SİFF Kuru deri.

SİFLE Adi, alçak, zelil, terbiyesiz.

SİFLEKÂM f. Adi kişilerin işine yarayan.

SİFLEPERVER f. Alçak ve âdi kimseleri koruyan ve kullanan.

SİFR Yazılmış nesne, mektup.

SİFSİR (C.: Sefâsir-Sefâsire) Simsar. Bir şeyi alıp satan. * Zarif, zerâfetli. * Hizmetçi, hâdim. * Tabi, itaat eden, uyan.

SİGA Gr: Fiilin tasrifinden (çekiminden) meydana gelen çeşitli şekillerden her biri. Kip.

SİGA-İ MÜBÂLAĞA Bir şeyin pek çok, pek büyük, pek ileri olduğunu gösteren kelime hâli. Fiilin mübâlağalı çekimi. Hallâk, Rezzak, Kahhar, Rauf gibi. (Bak: Mübâlağa)

SİGAL f. Düşünce, fikir. * Kuruntu, endişe.

SİGALİŞ f. Düşünüş, kuruş.

SİGAR (Bak: Sıgar)

SİGAR Ü KİBAR Küçükler ve büyükler.

SİH f. Demir şiş. * Kebap şişi.

SİHAB Miskten ve karanfilden yapılan gerdanlık.

SİHAE (C.: Sihâ-Eshiye) Nâme bağı.

SİHAM (Sehm. C.) Oklar. * Sehimler, hisseler.

SİHAM-I KAZA Kaza okları. * Şâir Nefi'nin eserinin ismidir.

SİHAN Kalınlık. * İçi boş zarf. * Soba borusu gibi bir şeyin kalınlığı. * Sımsıkı madde.

SİHLE İri taneli kum.

SİHR (Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık. * Aldatmak. * Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek. * Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey. * Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner. (Buna sihr-i helâl da denir)Sebebi gizli olan ince şey. Örf-i şer'îde sihir: Sebebi gizli olmakla hakikatın hilâfına tahayyül olunan, yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey. Bunda esrarengiz bir surette bâtılı hak, hakkı bâtıl göstermek vardır. Mukayyed olarak memduhu olan ve hakkı izhar için kullanılan lâtif hususâttaki istimali vardır. Buna sihr-i helâl denir. Sebebi herkes için bilinmediğinden hârika telâkki olunur. (E.T.)

SİHR-İ BEYANÎ Beyanın büyü gibi olan tesiri. (Hadis-i Şerife telmih var.)

SİHİR-ÂMİZ f. Sihir gibi tesir eden, büyüleyici.

SİHİRBÂZ Büyü yapan, büyücü. Sâhir, neffase.

SİKA (C.: Sikat) (Vüsuk. dan) İnanç, güven, itimad, emniyet. * Güvenilir ve inanılır kimse.

SİKA' (C.: Eskiye-Eskıyât-Esâk-Esâki) Su kurbağası.

SİKA' Devenin burnuna bağladıkları nesne. * Kadınların örtündükleri peçe.

SİKA (C.: Sıyak) Yel, rüzgar, riyh. * Ses.

SİKA' Sakaların içine su doldurdukları köseleden yapılmış kap, kırba.

SİKAB Su çeken. Su çekici.

SİKAF Rende. * Süngü ağacını düzeltecek ağaç.

SİKAL Ağır olan, ağır şeyler. (Bak: Sekal)

SİKALİŞ (Bak: Sigâliş)

SİKAT (Sika. C.) İnanılır kimseler. İtimad edilen, kendilerine güvenilen kimseler.

SİKAYE Su içilen kap. Maşraba. * İçme suyunun toplanması için yapılan yer.

SİKAYET Birine içecek su verme.

SİKBAC Ekşi aş.

SİKEC Başı kızıl olan zehirli bir yılan.

SİKEK (Sikke. C.) Sikkeler.

SİKKE Damga. Nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür. Umumi damga. * Dirhem. * Para üstüne vurulan damga. * Düz, doğru yol. * Mevlevilerin keçe külâhlarının ismi. * Basılmış madeni para.

SİKKE-İ EHADİYET Her şeyin bir elden çıktığını gösteren damga, işaret. (Bak: Ehadiyyet)

SİKKEHANE f. Para basılan yer.

SİKKEZEN f. Madeni para basan.

SİKKÎN Bıçak.

SİKKÎR Devamlı sarhoş kimse.

SİKR Rüzgârın eserken dinmesi.

SİKSAK Hamâkat, ahmaklık.

SİL' (c.: Eslâ) Dağ yarığı.

SİL'A Bedende olan ur. * Ticaret malı. * Sülük.

SİLA' Arınmış, temizlenmiş nesne.

Sİ'LA' (C.: Seâli) Helâk. * Cin sâhirleri.

SİLAB (C.: Sülüb) Kara mâtem donu.

SİLAHDAR Tar: Sarayın ileri gelen erkânından birinin ünvanıdır. "Silahdar-ı şehriyarî" de denilirse de mâruf olan "Silahdar Ağa"dır.

SİLAHENDAZ Silah atan. * Tüfekli piyade neferi, harp gemilerinde gemicilik ile mükellef olmayıp silah taşıyan bahriye askerleri.

SİLAHHANE f. Askerî depo. Silahların saklandığı yer.

SİLAHŞÖR Silahları karıştırıcı, silahlarla oynayıp uğraşıcı. * Eski zamanda bir sınıf silahlı asker, hususiyle muhtelif silahları kullanmakta fevkalâde meleke ve maharet ile mümtaz olup, maiyyette istihdam olunanlara verilen addı. Yeniçeri Ocağı zâbitlerinin bir takımı hakkında da kullanılır bir tabirdi. Padişahın maiyyetinde muhafız olarak kullanılanlara da bu ad verilirdi.

SİLAL (Selle. C.) Sepetler, seleler.

SİLİ f. Tokat. Şamar.

SİLİF Bacanak.

SİLİZEN f. Tokat vuran, şamar atan, döven.

SİLAK Diş dibinde olan kabarcıklar. * Belâgatla okuyan hatip.

SİLAM Hamd, şükür. * Taş. * Su.

SİLAN Sapına girmiş olan kılıç ve bıçak ucu.

SİLB (SELEBE) (C.: Silebe) Dişleri kütelmiş ve kuyruğu dökülmüş yaşlı deve.

SİLFED Ahmak kimse. * Kurt.

SİLHEM Bir kimsenin cisminde değişiklik olması.

SİLK Dizi, sıra. * Yol, tarik. * İplik, hayt.

SİLK(A) Çöğenler adı verilen havuç. * Pancar. * Kurt, zi'b. * Şerli, ahlâksız kadın.

SİLKA' Arkası üstüne yatmak.

SİLL Bir çıban. * Sırtmadan zayıflamak. Erime. * Verem.

SİLLE f. Tokat. Şamar.

SİLM Barışmak, sulh, barışıklık. * İtaat. İslâm, müslim olmak.

SİLSİL Kapı halkası.

SİLSİLE Birbirine bağlanan, bir sıra meydana getiren şey. Zincir. Zincir gibi birbirine ekli ve bitişik olan. * Soy, sop. * Sıradağ. * Seri. Dizi. * Ard arda gelen şeylerin meydana getirdiği sıra.

SİLSİLE-İ CİBAL Dağ silsilesi. Sıra dağlar.

SİLSİLE-NAME f. Meşhur ve mühim kimselerin soyunu, silsilesini gösteren cetvel.

SİLV Gamdan, tasadan ve aşktan hâli olmak.

SİM f. Gümüş. Gümüş para. * Gümüşten. Sırmadan.

SİM Ü ZER Gümüş ve altın.

SİMA Yüz, çehre. Beniz. * Eser, alâmet.

SİMA' Dinlemek, kulak vermek. İşitmek. * Çalgı dinlemek. * Herkesin işitmesi istenilen güzel zikir ve sözler. * Mevlevilerin ve sair dervişlerin "ney" veya "def" ile berâber ilâhi okuyarak raksları ve nağme terennüm etmeleri, dönmeleri. (Bak: Semâ')

SİMAD Az su.

SİMAH (Bak: Sımah)

SİMAK (Semek. C.) Balıklar. * Parlak yıldız. * İki parlak yıldızdan birisi. * Bir şeyi yükseltip kaldıracak âlet.

SİMAL Medet etmek. * Medetçi, yardımcı ve mutemed kişi.

SİMAM (Semm. C.) Zehirler.

SİMAN (Semin. C.) Semizler, besililer, yağlılar.

SİMAR (Semere. C.) Meyveler, yemişler. * Mc: Faydalar.

SİMAT (C.: Sümut) Sofra. Yemek masası. * Yemek. * Ziyâfet.

SİMAT Damga, iz. Nişan, alâmet.

SİMATOĞRAF (Bak: Sinematoğraf)

SİMAVÎ Çehreye ait, yüz şekline dair. * Simavlı.

SİME (C.: Simât) Damga, alâmet, nişan.

SİMEN Semizlik, yağlılık, besililik. (Bak: Semen)

SİMENDUD (Sim-endud) f. Gümüş kaplı. Gümüş yaldızlı.

SİMER (SEMER) (C.: Esmâr) Kıssa, hikâye. * Akşamdan sonra olan.

SİMİN f. Gümüşten. * Gümüş gibi, gümüşe benzer.

SİMİN-TEN f. Gümüş tenli. Gümüş gibi beyaz ve parlak vücutlu.

SİMK Yüce olmak, yükselmek.

SİMM (SEMM-SÜMM) (C.: Simâm-Sümum) Küçük dar delik. * İğne deliği. * Ağu, zehir. *Kast. * Düzeltme, ıslah. * Set.

SİMMÎ (C.: Esmiyâ) Adaş, isimleri aynı olan kişilerin herbiri.

SİMN (Simâne) : Semizlik, yağlılık, besililik, şişmanlık.

SİMSAR (C.: Semâsire) Komisyoncu, tellâl, aracı.

SİMSİM Susam.

SİMT (C.: Sümut) Boncuk veya inci dizilmiş iplik.

SİM-TEN f. Gümüş tenli.

SİMURGA Kanatlı ve çok büyük hayvan olup eski devirlerde yaşadığı rivâyet edilir. (Bak: Anka)

SİMYA (Fr: Alşimi) Kim: Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesini güden bir çalışma. Bu çalışma bir takım maddelerin bulunmasına sebep olduğu için kimya ilminin ilerlemesine hizmeti dokunmuştur.

SİMYA Nişan, işâret, alâmet.

SİMYAN (Simân) (Süryanice) Hak.

SÎN Çin. * Kirli olan ve kokan deve yünü.

SİNA Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. * İbn-i Sinâ'nın ceddinin ismi. (Bak: İbn-i Sinâ)

SİNA' Deve ayağına bağladıkları ip.

SİNA İki kere iâde olunan nesne.

SİNAD Muhkem, dayanıklı, kuvvetli dişi deve. * Yüce. * Yüce yer, yüksek yer.

SİNAN (C.: Esinne) Mızrak, süngü.

SİNAN-İ ÜMMİ (Vefatı: Hi: 1075) Halveti Tarikatı Yiğitbaşı kolu ileri gelenlerinden olup Kutb-ül Meâni adında Türkçe mensur bir eseri ile matbu ve müretteb bir divanı vardır. Muhammed Sinan-ı Ümmi, Konya vilâyeti dahilinde Elmalı'dan olup orada dâr-ı bekaya hicret etmiştir. (R. Aleyh) (Osmanlı Müellifleri sh: 187)

SİNAYE Yünden ve kıldan yapılan ip.

SİNDAN Örs.

SİNDİBAN Pelit ağacı.

SİNE Uyuklama, uykuya dalma başlangıcı. Uyku ile uyanıklık arası. (O anda insan, sesi duyduğu halde anlamaz.)

SİNE An. Bir lahzacık. * İki ağızlı balta.

SİNE f. Göğüs. Sadır. Kalb.

SİNE-BEND f. Göğüs bağı, sütyen.

SİNE-ÇÂK Göğsü, yüreği yaralı.

SİNE-GÂH f. Göğüs.

SİNEMATOĞRAF Fr. Hareket yazmak demek olup kısaltılmış şekliyle sinema demektir.

SİNEPÜRYAN (Sinebiryan) Kalbi yanmış, sinebiryan olmuş, çok hasret çekmiş.

SİNESAF f. Sarılıp kucaklaşmış.

SİNESUZ f. Yürek yakan.

SİNET Uyuklamak.

SİNH (C.: Esnâh) Her nesnenin aslı ve kökü.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   142   143   144   145   146   147   148   149   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin