Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə53/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   181

GUNM Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. Şeriatta ise ganimet, küffardan anveten, yani harben alınan maldır. Binaenaleyh, velevse harbin neticesi olsun bir sulh ve ahd ile alınan mallara ganimet denilmez. (E.T.)

GUNNE Genizden söylemek, sesi burnundan çıkarır gibi okumak. Burundan gelen ses.(Tecvidde harfin vasıflarındandır) (Bak: İdgam)

GUNYA f. Geometride kullanılan bir âlet. Gönye.

GUNYAN Kimseye ihtiyacı olmayıp müstağni olmak.

GUNYAT Kudret, zenginlik.

GUNZ Tasa, keder. * Zahmet, meşakkat.

GUNYET Zenginlik.

GUR Kabir, mezar. * Meşhur pehlivan Rüstem-i İraninin lâkabı. * Yaban eşeği.

GURAB (C: Garbân-Egribe) Karga.

GURAB-ÜL BEYN Alaca karga.

GURABE f. Kubbeli türbe.

GURAF Büyük ölçek.

GURBET Gariblik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el.

GURBET-ZEDE f. Memleketinden başka yerde bulunan, gurbete düşmüş olan.

GUREBA (Garib. C.) Garibler.

GUREBA-İ YEMİN İbrahim paşa, Galata ve Edirne saraylarından çıkanlarla, harpte fevkalâde yararlık gösteren yabancılar ve yeni Müslüman olmuşlardan teşkil olunan iki süvari bölüğünden birinin ismidir. Bu iki bölüğe birden "Gureba-i Yemin ve Yesar Bölükleri" denildiği gibi "Garip ve Yiğitler Bölükleri" veya "Aşağı Bölükler" de denilirdi. Gureba-i Yemin'in bayrakları sarı ile beyaz idi. (O.T.D.S.)

GUREF (Gurfe. C.) Köşkler, kasırlar, çardaklar.

GUREMA (Gerim C.) Düşmanlar, adüvler, hasımlar, rakibler. * Alacaklılar.

GURER Her ayın ilk üç gecesi.

GURFE Yüksek, âli bina. * Yüksek derece. * Cennet köşkleri.

GURFE-İ ÂLİYE Yüksek çardak. Yüksek köşk. * Balkon, cumba.

GURGURE Atın alnında olan beyazlık. * Ulu, şerif kimse.

GUR-HANE f. Türbe.

GURİSTAN f. Mezarlık, türbe. Kabristan.

GUR-KEN f. Mezarcı, mezar kazan.

GURL Sünnet olmamış kimse.

GURLE Sünnet olunacak deri.

GURM Bir kimse üzerine eda edilmesi, yerine getirilmesi lâzımgelen şey. Borç ve diyet gibi. (Garâmet de olur)

GURMUL (C: Garâmil) Erkek eşek. * At zekeri.

GURR Beyaz leke.

GURRAN f. Haykıran, gürleyen, homurdayan.

GURRE Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar. * Fık: İskat edilen (düşürülen) bir ceninden dolayı verilmesi icab eden malî bir tazminattır. Hanefîlerce 500, Şafiîlerce 600 dirhem gümüştür.

GURRE-İ GARRA Bir günlük hilâl.

GURRE-İ MUHARREM Arabi aylardan olan Muharrem ayının birinci günü ve gecesi.

GURRENDE f. Hiddetle bağıran, şiddetle gürliyen.

GURUB Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak. * Uzaklaşmak. Irak olmak.

GURUB-U ŞEMS Güneşin batması.

GURUR Kibir. Boş yere güvenmek. * Kıymetsiz şeylere güvenip mağrur olmak.(Evet, gurur ile insan maddi ve mânevi kemalât ve mehâsinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemâlâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malumat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslâf-ı izamın irşâdat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama mâruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki eslâf-ı izâmın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar. M.N.)

GURVE Burnun ucundaki kıkırdaktan yapılmış yumuşak kısım.

GURZ (GURZA) (C: Guruz-Ağraz-Guraz) Su taksim olunan yer. * Eyer kolanı.

GURZE (C.: Guruz) Pamuklu elbisede kullanılan kaba dikiş.

GURZUF Kıkırdak. * Yumuşak olan kemik.

GUSA' Sel köpüklerine karışmış çürük ağaç yaprakları tortusu, köpüğü.

GUSALE Yıkama suyu.

GUSALE f. Dana, buzağı. Sığır yavrusu. * Kösele.

GUSAS (Gussa. C.) Kederler, hüzünler, kaygılar, tasalar.

GUSFEND f. Koyun. (Bak: Guspend)

GUSL (Bak: Gusül)

GUSN Saç örgüsü.

GUSN Ağaç dalı. Budak. * Tıb: Damar ve sinir gibi ayrılan bedenin cüzleri.

GUSN-İ MEKSUR Kırılmış dal.

GUSN-İ ŞECER Ağaç dalı.

GUSNE Tek dal.

GUSPEND f. Koyun, ganem.

GUSPEND-GÜŞÂN f. Kurban bayramı.

GUSRE Yeşile benzer bozrak renk.

GUSS Leîm, zayıf adam. * Bir şeyi beğenmeyip ayıplamak.

GUSSA Keder. Tasa. *Gam. * Boğaza takılan yemek. * Ağaç, diken.

GUSSADÂR f. Kederli, tasalı. Kaygılı. Gussalı.

GUSSANÂK f. Kederli, hüzünlü, tasalı, kaygılı.

GUSUN (Gusn. C.) Filizler, ağaç dalları.

GUSÜL Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, manevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir.

GUSV Zulmet, karanlık.

GUŞ f. Kulak. * Mc: İşitmek.

GUŞ-İ CAN Can kulağı.

GUŞ-İ HUŞ Akıl kulağı. Can kulağı.

GUŞ-İ KABUL-İ CAN Candan kabul ile dinlemek.

GUŞAB f. Pekmez.

GUŞANE Düşürülmüş hurma. * Hurma ağacı altına düşüp toplanan hurma.

GUŞ-ASB f. Rüya. * İhtilam. Uyurken cenabet olmak.

GUŞ-DAR f. "Kulak tutan." Sözü tam mânasıyla dinleyen, kulak veren.

GUŞE f. Köşe, kenar, bucak.

GUŞE-BEND f. Köşebent. * Ciltli kitaplarda kapağın dört köşesine yapılan süsleme.

GUŞE-GÎR f. Bir köşeye çekilen.

GUŞE-İ DEHAN Ağzın iki tarafı.

GUŞE-İ UZLET Tenha ve ıssız köşe.

GUŞE-NİŞİN f. Köşeye çekilen, münzevi, insanlardan uzaklaşan.

GUŞETMEK İşitmek. Dinlemek, kulak vermek, mesmu' olmak.

GUŞ-HURDE f. Kulağı bükülmüş, terbiye edilmiş.

GUŞİŞ f. Çabalama, uğraşma, çalışma.

GUŞMAL f. Yola getirme, te'dib etme, kulak bükme, ihtar etme.

GUŞT f. Et, lahm.

GUŞTİN f. Etten, etten ibâret, etten meydana gelmiş.

GUŞ-VAR f. Küpe, kadınların kulaklarına taktıkları mücevher.

GUŞ-ZED f. Kulağa çarpan, işitilen.

GUTAT Sabahın erken saatleri.

GUTE f. Su içine bir defa dalıp çıkma, suya dalma.

GUTE-HÂR (Gute-hor) f. Suya dalan.

GUTGUTA (C: Gatâgıt) Yeni doğmuş kuzu.

GUTME Pelteklik, kekemelik.

GUVAS Feryâd edip, "imdat!" diye bağırmak.

GUVAT (Gavi. C.) Azgınlar, sapkınlar.

GUVL (C: Agvâl-Gaylân) Cinden bir tâife.

GUVR Bir ölçek. (12 senc miktarıdır: Senc: 24 batmandır.)

GUVTA Şam diyarında suyu çok olan ağaçlık bir yer.GUY : f. Söyleyen, konuşan, söyleyici. * Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir cins oyun topu. * Baykuş.

GUYÎ f. Söyleyiş, söyleme.

GUYUB (Gayb. C.) Hazırda olmayanlar. Kayıplar.

GUYUM (Gaym. C.) Bulutlar.

GUYUS (Gays. C.) Yağmurlar.

GUZAME Bir miktar süt.

GUZAT (Gazi. C.) Din için harbedenler. Gaziler.

GUZAT (Bak: Gudat)

GUZBE Tez gadaplanan, çabuk kızan.

GUZE f. Koza.

GUZN (C.: Guzun) Derinin büklümü.

GUZR Çokluk, kesret. * Devenin sütünün çok olması.

GUZRUF (C.: Gazârif) Kulak kemiği. * Kıkırdak.

GUZUZA Taze olmak.

GUZZ Oğuz Türkleri.

GÜCÜK Kuvvetsiz, zayıf, gevşek.

GÜDAHTE f. Erimiş.

GÜDAZ f. Mahveden, yakan, eriten mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Takat-güdaz $ : Takati mahveden.

GÜDAZENDE f. Eriten, eritici.

GÜDAZİŞ f. Yakılma, yanma.

GÜFT f. Dedi, söyledi. * Söz, kelâm.

GÜFTAR f. Sözler, lâkırdılar.

GÜFTE Her hangi bir makama göre bestelenen manzume. * Farsça "söylemek" demek olan "güften" mastarından gelen bu tabirin mânası, söylenmiş söz demektir.

GÜFT Ü GU Dedi kodu. Kîl ü kal.

GÜFT Ü ŞENÎD İşitilen şeyler, duyulan şeyler.

GÜHERÇİLE Barut yapmaya yarıyan bir madde.

GÜHER-FÜRUŞ f. Mücevher satan.

GÜHER-PARE f. Mücevher parçası.

GÜHER-RÎZ f. Cevher döken, cevher saçan.

GÜL f. Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır.

GÜL-İ HAMRÂ Kırmızı gül.

GÜL-Ü MUHAMMEDÎ (A.S.M.) Kırmızı renkte bir gül çeşitidir. ("Keşfül Hafa" isimli hadîs kitabının 1, cilt, 302. Sahifesinde, mezkur gül hakkındaki rivayetlerin sıhhatleri üzerinde durulmaktadır.)

GÜL-İ RUHSAR f. Gül yanaklı. * Mc: Mânevi çok güzellik sahibi. Çok sevilen.

GÜLAB Gülsuyu.

GÜLABDAN İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap. Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi.

GÜL-BAĞ f. Gül bahçesi, gülistan.

GÜLBANK (Gülbang) f. Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir.

GÜLBANK-İ MUHAMMEDÎ (A.S.M.) Ezan.

GÜLBEDEN f. Vücudu gül gibi nâzik ve lâtif olan.

GÜLBİZ Gül serpen.

GÜLBÜN f. Gül yetişen yer, gül köşkü.

GÜLÇE (Gül-çe) f. Küçük gül, gülcük, çiçekçik.

GÜLÇEHRE Çehresi gül gibi lâtif olan, çehresi gül gibi olan.

GÜLÇİN f. Gül devşiren, gül toplayan.

GÜLDAN f. Vazo, içine çiçek konan kap, gül mahfazası.

GÜLDEHAN (Güldehen) f. Ağzı gül gibi güzel ve lâtif olan.

GÜLDESTE Çok güzel şeylerden bir tutam. * Gül demeti. * Müzikte makam adı.

GÜLE f. Zülüf. Bükülmüş ve kıvrılmış saç.

GÜLEFŞAN (Gül-efşân) f. Gül saçan.

GÜLENDAM f. Güzel endâmlı, boyu gül gibi nâzik ve lâtif olan.

GÜLFAM f. Rengi gül gibi kırmızı olan, gül renkli.

GÜLFEŞAN f. Gül saçan, gül dağıtan.

GÜLGEŞT (Gül-geşt) f. Gül gezintisi, gül seyri.

GÜLGONCE f. Henüz açılmamış gül.

GÜLGUN f. Pembe, açık kırmızı. Gül renkli.

GÜLGUNE f. Gül renkli. * Gül yanaklı. * Kadınların kullandıkları gül rengindeki düzgün.

GÜLHANE İstanbulda Sarayburnu'ndan Topkapı Sarayı'nın duvarlarına ve bir taraftan Çizme Kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle sıra ile gül bahçeleri bulunduğundan bu isim verilmiştir.

GÜLHANE HATT-I HÜMAYUNU Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Paşa'nın elinde zebun olacak bir dereceye düşmüştü. Memleketin bu halini gören ve Avrupa'da elçiliklerde bulunması itibariyle Avrupa devletlerinin memleket hakkındaki fikirleriyle zamanın cereyanlarını yakından müşahede eden Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, memleketin selâmeti ancak idare usulünün ıslahında ve tebaaya salâhiyet ve hukuk verilip mes'uliyet esasının te'sisinde olduğunu iddia ederek yeni padişah olan Abdülmecid'e 3 Kasım 1839 Pazar gününde bir hatt-ı hümayun sudur ettirdi. Reşit Paşa'nın bu hat'la açtığı devir, tarihte Tanzimat namıyla anılmaktadır. Bu fermana göre memlekette bundan sonra herkes mal, can ve ırz emniyetine sahib olacak, vergiler ve asker toplanması belirli nizamlara bağlanacak, memuriyetlere lâyık olanlar getirilecek ve memurlara muayyen bir maaş tâyin olunacak, rüşvet alınmayacak, bir mahkeme kararı olmadan kimse mahkum edilmeyecek, bütün Osmanlı tebaası aynı kanunî ve hukukî haklara sahip olacaklardı. Bu ferman, bilhassa Hristiyan tebaa için te'min ettiği eşit haklar yüzünden Avrupa'da çok iyi karşılanmıştır. (O.T.D.S.)

GÜLHÎZ f. Gül yetiştiren.

GÜLÎ f. Gül renkli. Gül gibi.

GÜLİSTAN (Gülsitân) Gülyeri, gül bahçesi.

GÜLİZAR f. Gül yanaklı, alyanaklı.

GÜL-İ ZEMİN Meşveret meclisi.

GÜLLABİCİ Tar: Akıl hastahanelerindeki gardiyanlar. Bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü tavır takınanlara da mecaz yoliyle güllâbici denilirdi.

GÜLLE Top mermisi. (Vaktiyle demirden veya taştan yuvarlak olarak yapılırdı. Şimdi çelikten, silindir biçiminde ve ucu sivri olarak yapılmaktadır.)

GÜLNAHL f. Gül fidanı.

GÜLNAK f. Hisar ve kale.

GÜLNAR f. Narçiçeği.

GÜLNEFESÎ f. Lâtif ve hoş sözlülük. * Güzel kokulu olmak.

GÜLNİHAL f. Gül fidanı.

GÜL-NİKAB f. Yüzü gülle örtülü, pembe yüzlü.

GÜLPUŞ f. Gül örtülü, pembe yüzlü.

GÜLRENG (Gül-reng) f. Gül renkli, pembe renkli.

GÜLRÎZ f. Gül serpen, gül saçan. * Meşhur bir cins lâle.

GÜLRU(Y) f. Yüzü gül gibi güzel ve kızıl renkli olan. Al yanaklı.

GÜLRUH (Gül-ruhsar) f. Güzel yanaklı güzel, yanakları pembe olan güzel.

GÜLSİTAN (Bak: Gülistan)

GÜLŞEN f. Gül bahçesi. Güllük.

GÜLŞEN-ÂRÂ f. Gül bahçesini süsleyen.

GÜLŞEN-GÂH f. Gül bahçesi.

GÜLTEN f. Gül gibi lâtif ve nâzik vücutlu.

GÜLU f. İnsan veya hayvan boğazı.

GÜLUBEND f. Boyna sarılan sargı, boğaz sargısı.

GÜLUGÎR f. Boğazda kalan, boğazdan zor geçen (şey). * Ahlat armudu.

GÜLVE f. Fırın bacası.

GÜL-VEND f. En çok ceviz, incir, fıstık gibi şeylerden yapılan hediye, armağan.

GÜLZAR f. Gül bahçesi. Gül tarlası.

GÜM f. Yitik, kayıp, zâyi.

GÜMAN f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe.

GÜMAŞTE (C.: Gümaştegân) f. Vekil, vezir.

GÜMGEŞT f. Kaybolmuş, yitirilmiş.

GÜMKERDE (Gümkerdepey) f. İzi kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş. * Yaptığı işi kimseye sezdirmeyen.

GÜMNAM f. Eseri kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş.

GÜMRAH f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür.

GÜMRAHÎ f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma.

GÜMŞÜDE f. Telef olmuş, zâyi olmuş, kaybolmuş.

GÜMÜŞ KOZAK Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine gönderilen nâme-i hümayunlara mahsustu. (O.T.D.S.)

GÜNA GÛN f. Türlü. Çeşitli nevilerde olan. Çeşit çeşit. Renk renk.

GÜNAH f. Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı iş. Allah'ın emirlerine uymayan hareket. (Bak: Kebâir-Cünha)(Evet günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kurt değil belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor. Meselâ: Utandıracak bir günahı gizli işliyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicab ettiği zaman melâike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor. L.)

GÜNAHKÂR f. Günah işleyen, günahlı.

GÜNAHKÂRÎ f. Günahkârlık.

GÜNAHPİŞE (C: Günahpişegân) Günah işlemeyi âdet haline getiren.

GÜNAHPİŞEGÂN f. Günah işlemeyi âdet haline getirenler.

GÜNAŞIRI t. İki günde bir. Bir gün olup ertesi gün olmayarak ve böylece sürüp giderek.

GÜNBED f. Kümbet, kubbe, üst tarafı yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı.

GÜNBED-İ ÂB Su kabarcığı.

GÜNBED-İ AZRAK Gökyüzü.

GÜNBED-İ EKVAR Gökyüzü.

GÜNBED-İ HADRA Yeşil kubbe. * Mc: Gökyüzü, sema.

GÜNC f. Hazine. Köşe. Zâviye.

GÜNCAYİŞ f. Sığışma, sığma.

GÜNCÎDE f. Bir şey veya zarf içine sığmış olan. Sıkıştırılmış.

GÜNCÎDEN f. Sığmak, girmek.

GÜNCİŞK f. Serçe kuşu, usfur.

GÜNG Dilsiz.

GÜNGÖRMEK Mc: İkbal, refah, saadet, mutlu olarak yaşamak.

GÜNGÖRMÜŞ Tecrübeli, iyi günler yaşamış.

GÜRAZ f. Azgın erkek domuz.

GÜRBE f. Kedi.

GÜRBE-İ DEŞTÎ Yaban kedisi.

GÜRBÜZ f. Yaşından fazla gösterişli, serpilmiş, vücutlu, genç irisi. * Cerbezeli. * Anlayışlı. İdrakli. * Kahraman, yiğit.

GÜRCÜ (GÜRCÎ) Güney Kafkasya'nın Gürcistan ahalisinden olan ve Gürcüce konuşan kimse.

GÜRD f. Cesur, kahraman, yiğit, bahadır.

GÜRDAS f. Gaddar, zalim.

GÜRDE f. Böbrek.

GÜRG (C.: Gürgân) f. Canavar, kurt, zi'b.

GÜRGZADE f. Kurt yavrusu.

GÜRİHTE f. Kaçkın, kaçmış, kaçak.

GÜRİSNE (C.: Gürisnegân) f. Aç, fukara, fakir.

GÜRİSNEÇEŞM f. Pinti, cimri, hasis. Aç gözlü.

GÜRİSNE-GÂN (Gürisne. C.) f. Açlar, fakirler, yoksullar.

GÜRİSNEGÎ f. Açlık, sefalet.

GÜRİZ f. Kaçma. * Kaçan. * Edb: Kasidelerde mevzuya girmeden evvel söylenen beyit.

GÜRİZAN f. Kaçan, kaçıcı.

GÜRİZENDE (C: Gürizendegân) f. Kaçan, kaçıcı.

GÜRİZGÂH (Girizgâh) f. Kaçacak yer. * Edb: Bir bahisten diğer bahse, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet te'sis eden söz. Nedim'in:Bu şehr-i stanbul ki, bîmisl ü behadırBir sengine yekpâre Acem mülkü fedadırmatla'lı kasidesindeki:İstanbul'un evsafını mümkün mü beyan hiç Maksad hemen sadr-ı keremkâre duadır.Beyti gibi. * Kast olunan şeye münasebet peyda eden söz.

GÜRMİH f. Çivi. * Hayvan bağlanan büyük kazık.

GÜRS f. Kir, leke, pas. Açlık, sefâlet. * Zülf, kâhkül.

GÜRUH f. Bölük. Cemaat. Takım. Kısım. * Fevc.

GÜRUH-İ EŞKİYA Eşkiya takımı, haydut güruhu.

GÜRZ Silâhın icadından evvel kullanılan bir harp âleti. Gürz, yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. Gürzün Türkçesi "bozdoğan" dır. Bozdoğan bir cins yırtıcı kuştur. Gürz, bozdoğanın kafasına benzediği için bu adla anılmıştır. Gürzün baş kısmı çivili veya düz olurdu. Altı yüzlü olanlara "şeşper" denilirdi.

GÜSAR f. Yiyen, yiyici. İçen, içici manalarına birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Gam-güsar $ : Dert ortağı, arkadaş.

GÜSİSTE f. Kopmuş, kırılmış. * Sökülmüş, çözülmüş, gevşemiş.

GÜSİSTE-MEHAR (Güsisteinan) Yuları kopmuş. * Mc: Kayıtsız, mes'uliyetsiz, başıboş.

GÜSN(E) f. Açlık, sefalet.

GÜSTAH f. Arsız, edepsiz, küstah, saygısız.

GÜSTERDE f. Döşenmiş, yayılmış.

GÜŞA f. Açıcı, açan mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-güşa $ : Gönüle ferahlık veren. Gönül açan.

GÜŞAD f. Açılış, açılma, açma. * Bir cins ok atma şekli.

GÜŞAD-I DİL Gönül açılması. Gönlün refaha kavuşması.

GÜŞADE f. Ferah, şen, Açılmış, açık.

GÜŞADE-DEST (C: Güşadedestân) f. Civanmert, cömert, eli açık.

GÜŞADE-DESTÂN (Güşadedest. C.) f. Cömertler, civanmertler, eli açıklar.

GÜŞADE-DİL f. Gönlü şen.

GÜŞADE-EBRU f. Güler yüzlü. Mütebessim. şen.

GÜŞADE-HATIR f. Gönlü rahat.

GÜŞADNAME f. Padişah fermanı. * Boşanma vesikası.

GÜŞAYENDE f. Açan, açıcı.

GÜŞAYİŞ f. Açıklık, açılış, açılma.

GÜŞAYİŞ-İ HÂTIR Gönül ferahlığı, iç açıklığı.

GÜŞAYİŞ-İ HEVÂ Havanın açıklığı.

GÜŞTA f. Cennet, firdevs.

GÜŞUDE f. Açılmış.

GÜVA f. şahit, delil.

GÜVAH f. Şahit. Gören. Bilen. Tanıyan.

GÜVAHÎ f. şahitlik. şahitlik etmek.

GÜVAR (GÜVARA) Hazmı kolay olan ve zaikaya hoş gelen, nefsin meylettiği şey.

GÜVARAÎ Tatlılık, hoşa gitme.

GÜVARENDE f. Hazmedilmesi kolay.

GÜVARİŞ f. Sindirime yarıyan şeyler, hazme yardımı olan şeyler.

GÜVAŞ(E) f. Boya, renk.

GÜVEÇ Yemek pişirmeye mahsus toprak kap.

GÜVERTE Geminin anbar veya kamaralarının üstü, gezilecek kısmı.

GÜYA f. Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet. * Söyleyen.

GÜYAN f. Söyleyen.

GÜYEM f. Söylerim (mânâsına fiil).

GÜYENDE f. Söyleyici. Söyleyen. Kail olan.

GÜZ Sonbahar.

GÜZAF f. Boş, bîhude. Lüzumsuz.

GÜZAR f. Geçiş, geçme. * Beceren, halleden, yapan. * Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar $ : Zaman geçiren, vakit öldüren.

GÜZAR-I BÂ-ŞİTAB Hızla geçiş.

GÜZARE f. Rüyâ tâbir etme, düş yorma.

GÜZARENDE f. Geçen, geçici. Geçiren, geçirici.

GÜZARİŞ f. Rüya tâbir etme.

GÜZARİŞ f. Geçiş, geçme.

GÜZAŞTE f. Geçmiş, geçmiş olan.

GÜZER Geçiş, geçme. * Geçici, geçen.

GÜZERAN f. Geçen, geçici. * Geçme. Geçiş.

GÜZERGÂH f. Geçit yeri. Geçilecek yer.

GÜZERNAME f. Geçiş tezkeresi.

GÜZEŞT f. Geçme, geçiş. Geçen.

GÜZEŞTE f. Geçen. Geçmiş. Geçmiş olan.

GÜZEŞTE-GÂN (Güzeşte. C.) Önden gelmiş olanlar, geçmişler.

GÜZÎDE (Güzin) f. Seçilmiş. İntihab edilmiş. Beğenilmiş.

GÜZÎDE-GÂN (Güzide. C.) f. Seçkinler, beğenilmişler, seçilmiş olanlar.

GÜZÎDE-SUHEN f. Beğenilmiş söz söyleyen, seçkin sözler konuşan.

GÜZÎDEN f. Seçmek. İntihab etmek.

GÜZÎN (Bak: Güzîde)

GÜZÎNİŞ f. Seçiş, seçme.

GÜZÎR f. Derman, çare, deva.

GABANE Kişinin fikir ve tedbirinin zayıf ve eksik olması.

GABARİ Fr. Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü.

GABAVET Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı)

GABAVET-İ MÜCESSEME Büyük ahmaklık.

GABB Sıtmanın gün aşırı tutması.

GABE Sık ormanlar, balta girmemiş koru ormanı.

GABEN Rey ve tedbirin zayıf ve eksik olması.

GABER Büyük meşakkat.

GABERE Ağaçlık yer. * Bir şey üzerine çökmüş toz.

GABES Karanlık gece. * Biraz bulanık renkte olan beyazlık.

GABEŞ (C.: Agbâş) Gecenin sonu.

GABGAB (C.: Gebâgıb) Çifte gerdan çene altı. Şakak.

GABÎ Ahmaklık eden, budalalık eden.

GABÎ Anlayışsız, ahmak, bön.

GABÎBE Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt.

GABİN Aldatıcı, hilekâr, alışverişte hile eden.

GABİR İstikbal. * Gr: Gelecek zaman. * Kalan.

GABÎSE Keş ile karıştırılmış yağ.

GABÎT (C: Gubut) Çukur yer. * Bir dere ismi. * Üstüne mıhfe bağlanan çok kuvvetli hayvan.

GABİYY Zekâsı az olan. Geri zekâlı.

GABN Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş.

GABN-I FÂHİŞ Bir alışverişde veyahut ticari anlaşmada taraflardan birisinin nisbetsiz şekilde fazla aldanması.

GABN Aldatmak. Hud'a. * Noksan etmek, noksanlaştırmak.

GABR Bâki olmak, ebedi olmak. * Memede kalan süt bakiyyesi.

GABRA Yeryüzü, toprak, arz. * Nebat envâından bir nev'i. * Kuraklık, kıtlık. * Çok tuzlu. * Toprak rengi.

GABS Karıştırmak.

GABT "Koyun semiz mi" diye el ile yoklamak.

GABTA (Bak: Gıbta)

GABYE Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.

GAD (Gadâ, gaden) Yarın, ertesi.

GAD Gelen, gelici.

GADA (Gazâ) (Gadat. C.) Dağ armudu ağaçları. Dikenli ağaçlar. * Ateşi uzun müddet devam eden seksek ağacı.

GADA Öğle yemeği. (Bak: Gıda)

GADAB (Bak: Gazab)

GADAİR (Gadire. C.) Saç örgüleri.

GADAK Çok fazla, bol, kesir.

GADARÎF (Gudruf. C.) Kıkırdak kemikleri, kıkırdaklar.

GADAT Sabahın erken zamanı. Sabah vakti.

GADDAR Kahredici, öldürücü. Ahdine vefâ etmeyip hıyânet eden. Hâin, zâlim, çok zulmeden.

GADDARANE f. Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine.

GADDARE Arapların cenbiyesine benzer pala nev'inden bir silâh.

GADE Bedeni yumuşak olan kadın.

GADEN Yarın, yarınki gün.

GADİR (A, uzun okunur) Gadreden, fenalık eden, zulmeden, hıyanet eden.

GADİR-İ NEFS Nefse fenalık eden.

GADÎR Durgun su, gölcük, sel suyu birikintisi.

GADÎRE (C: Gadâir) Saç örgüsü. * Çulha çukuru.

GADİRÎ (Gadiriyye) Gölde yaşayan hayvan veya bitki.

GADİYYE (C.: Gadiyyât) Tan ağarmasıyla güneş doğması arası, sabahın erken saatleri.

GADN Sarkık ve sülpük olmak.

GADR Hâinlik, vefâsızlık, merhametsizlik. Muâmelede aldatmak.

GADR-I MUTLAK Mutlak gadr, zulüm.

GADRDÎDE f. Gadir görmüş, kendisine haksızlık edilmiş olan.

GADVE Sabahtan öğle vaktine kadar yürümek.

GAF Fr. Beceriksizce ve yersiz söz yahut davranış.

GAF Ağaç cinslerinden bir nevi.

GAFA Her şeyin kemi ve yaramazı. * Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)

GAFAK Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.

GAFFAR (Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok. * Kullarının günahlarını afveden Cenâb-ı Hak (C.C.)

GAFFAR-ÜZ-ZÜNUB Günahları örten, affeden Allah (C.C.)

GAFÎ Her şeyin kemi, yaramazı, kötüsü.

GAFİL Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber. (Niyazi-i Mısrî)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   49   50   51   52   53   54   55   56   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin