HECACE (C.: Hecâcât) Kurbağa.
HECAGÛ f. Nazım veya nesir yoluyla birinin aleyhinde bulunan. Birini zemmeden, bir kimseyi hicveden.
HECCAV Çok hicveden. Hiciv söyleyen. (Bak: Hicv)
HECE (Hecâ) Bir defada söylenebilen, bir veya birkaç harfden meydana gelen sözcük. * Harfleri birer birer söyleyerek okuma.
HECEF Yaşlı devekuşu. * Ağır ve boş kimse.
HECEMAT Hamleler, taarruzlar, hücumlar.
HECENNA' Uzun ve şişman gövdeli kimse. * Başı dazlak, yaşlı kimse. * Başı dazlak olan devekuşu.
HECES Gönüle düşen hatıralar.
HECE VEZNİ Türklerin eskiden kullandıkları nazım âhengi ölçüsüdür ki, buna "parmak hesabı" da denir. Parmak hesabı, Türk edebiyatının başlangıcından XI. yy. a, yani Türklerin aruz veznini öğrenmelerine kadar Türk nazmının yegâne âhengi idi. Aruz vezni kabul edilmekle beraber, hece vezni terkedilmeyerek yine halk edebiyatında kullanılagelmiştir. Hece vezninin 3 den 16 ya kadar muhtelif heceli ölçüleri vardır. En çok kullanılanları 7, 8, 11 ve 14 lü hecelerdir.
HECHECE Çağırmak.
HECİ' Yer yarığı. * Derin dere.
HECİL İki dağ arasındaki çukurca kısım. Vâdi.
HECİME Tulukta biriktirilip ekşitildikten sonra içilen ve köremez denilen süt. * Yoğurt.
HECİN Pek hızlı yürüyen bir cins deve. * Arap atı ile diğer cins attan doğmuş melez at.
HECİR Yaz mevsiminde öğle vaktindeki sıcaklık. * Otun kuruması. * Büyük havuz.
HECL İki dağ arasındaki çukur ve düz yer. * Atmak.
HECM Hamle etmek. Saldırmak. * Büyük kadeh.
HECME şiddet, sertlik.
HECMET-ÜŞ-ŞİTÂ Kışın şiddeti. Soğuğun sertliği.
HECMEC Koç.
HECR Ayrılık, firak. * Tıb: Sayıklamak. Hezeyan. (Bak: Hicr) * Çok sıcak günlerde öğle vakti.
HECR-İ CEMİL Kalben ve fikren onlardan uzak durup fiillerinde onlara uymamakla beraber, kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsamaha, idare ve güzel ahlâk ile hüsn-i muhalefet etmek. (E.T.)
HECS Gönüle düşen hâtıralar.
HECV (Hicv) Medh ü senânın zıddı. Kötüleme. Birisi hakkında kötülemek için söylenen söz veya manzume. (Bak: Heccâv)
HEDA Sakin olmak.
HEDAD Yemen'de bir kabile.
HEDAHÎD (Hüdhüd. C.) Hüdhüdler, çavuş kuşları, ibibikler.
HEDAYA (Hediye. C.) Hediyeler. Lütuf ve ihsanlar. Bağışlar.
HEDB Meyve toplamak. * Davar sağmak.
HEDBE Ufak tesbih böceği.
HEDCAN Yavaş yürüyüş.
HEDD Binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. Çok ihtiyarlayıp düşkün hâle gelmek. * Zayıf ve korkak.
HEDDAM Çok keskin kılıç.
HEDDE Duvarın yıkılmasından çıkan gürültü.
HEDEB Ensiz, uzun ve ince yaprak. * Servi yaprağı.
HEDEF Nişan noktası. * Emel. Varılmak istenen gaye. * Yüksek, bülend. * İri vücudlu adam. * Bir işe yaramayan, tembel ve uykucu olan. (L.R.)
HEDEF-İ ÂMÂL Gaye-i hayâl. Ulaşmak istenilen hedef.
HEDEL Devenin dudağının sarkık olması. * Bir şeyi aşağı indirmek.
HEDEM Binadan yıkılan taş ve kerpiç.
HEDER Boşa gitme. Yok yere faydasız giden. * Ölüme giden.
HEDHED Suâl etmek, sormak. * Ötmek. * Çocuk sallamak.
HEDHEDE Bağırma, ötme. * Devenin bağırması, kuşun ötmesi.
HEDÎ (C.: Hevâdî) Mürşid. * Boyun.
HEDÎL Erkek güvercin. Güvercin sesi.
HEDÎR Güvercin kuşlarının ötmesi. * Aygırın kişnemesi.
HEDİYE Parasız verilen, bağışlanan şey. Armağan.
HEDİYE-İ DENDÂN Diş kirası.
HEDİYETEN Armağan olarak, hediye olarak.
HEDİYY (Hediye. C.) Atiyyeler, hediyeler.
HEDK Kırmak.
HEDLAK Dudakları sarkık olan.
HEDM Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek. * Birisine vurup belini kırmak. (Râgibâ, düşmanın aldanma tevazularına.Seyl, divârın ayağın öperek hedmeyler.)(Râgıp Paşa)
HEDM (HİDM) (C.: Ehdâm) Eski elbiseler.
HEDMELE (C.: Hedmelât) Ağacı çok olan kumlu yer.
HEDN Vakar, ciddiyet.
HEDNE Sükun, sessizlik, durgunluk.
HEDR Galeyan etmek. * Ot büyümek. * Güvercin ötmek.
HEDS Sürmek. * Reddetmek. * Haykırıp bağırmak.
HEDUC Eserken gümleyen rüzgâr.
HEDY Cenab-ı Hakk'ın rızası için veya ihramda iken yapılması yasak olan herhangi bir fiili işlemekten dolayı kusurunu affettirmek ricasiyle, keffaret olarak Harem-i Şerif'e götürülen veya kendisi veya parası gönderilen kurban.
HEFAF Hafif berrak nesne.
HEFAFE Parlamak.
HEFEVAT (Hefve. C) Yanlışlıklar, yanılmalar. * Ayak kayması. Sürçmeler, kaymalar.
HEFFAT Ahmak.
HEFHAF Yeynicek, hafif mizaçlı kimse.
HEFHEFE İnce belli olmak.
HEFÎF Sür'atli seyir.
HEFT Hafiflik sebebiyle uçup dağılmak. * Hafif mizaçlı olup, her dile geleni söylemek. * Vurmak.
HEFT f. Yedi sayısı.
HEFTÂD f. Yetmiş. 70
HEFT-AHTER f. Yedi gezegen. Yedi seyyâre.
HEFTAN Zırhın altına giyilen pamuklu elbise. * Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)
HEFT-ASMAN Yedi kat gök.
HEFT-DANE Aşure adı verilen bir cins tatlıyı yapmakta kullanılan yedi çeşit tahıl.
HEFT-DERYA Yedi deniz. Pasifik okyanusu, Atlas okyanusu, Karadeniz, Akdeniz, Taberiye, Aral ve Hazer.
HEFTE Yedi günlük müddet olan hafta.
HEFT-ELVAN Yedi renk. * Türlü yemeği.
HEFT-ENDAM Vücudumuzda yedi organ.
HEFT-GÂNE f. Yedi türlü olan. Yedi tane.
HEFT-HUN f. Cehennemin yedi tabakası.
HEFT-KALEM Yedi çeşit yazı. Tâlik, sülüs, tevki, muhfak, reyhanî, rik'a ve nesih.
HEFT-KÂR f. Yedi türlü iplikle dokunmuş kumaş.
HEFT-MERD f. Yedi büyükler. (Kutub, gavs, ebdâl, ahyâr, evtâd, nücebâ, nukabâ)
HEFT-RENG f. Yedi renk.
HEFTÜM f. Yedinci.
HEFV Açlık.
HEFVAN Yanılma, yanlışlık. * Süratle gitme, hızla gitme. * Ayak kayıp sürçme.
HEFVE (C.: Hefevât) Sürçme, ayak kayması. * Mc: Hata, yanılma. Zelle.
HEGEMONYA yun. Kuvvetle ve kıymetli vasıflarla olan üstünlük. * Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı.
HEHCA' Kerim, cömert kimse.
HE'HE' Deveyi yulafa çağırmak. * Gülegen adam.
HE'HEE Deveyi yulafına çağırıp hey hey demek.
HEJDEH f. Onsekiz sayısı.
HEK'A Menazil-i Kamer'den bir yıldız. * Atın göğsü üstündeki dâire.
HEKHEKA Az birşey verme. * şiddetli seyir.
HEKİM (Bak: Hakîm)
HEKİR Taaccüp eden, şaşıran.
HEKK şiddetli yağmur. * Kılıçla vurmak.
HEKM Halka şerle taarruz etmek.
HEKR Taaccüp etmek, şaşırmak.
HEKTAR Fr. Yüz ar değerinde ölçü birimi.
HEKTOMETRE Fr. Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi.
HEKUR Uzun, tavil.
HEL Arapçada soru cümlesinin başına gelen bir harf olup; em bel kad edatları yerinde ve ceza mânasına emri ve bazan isbat, bazan da nehiy için kullanılır.
HEL' (HİL') Oğlak. (Müe: Hel'a)
HELA' Korku. * Feryad. * Hırs.
HELAHİL (Hülhül. C.) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu.
HELAHİL-RİZ f. Öldürücü zehir saçan.
HELAK Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr.
HELAKET Yıkılma. mahvolma. Felâket.
HELAL Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan. * İhramdan çıkan hacı.
HELALÎ Bürüncük ve pamuk karışımından yapılan bir cins yeli bez. * Yaldızlı bakırdan vaya tahtadan mahfazası olan eski sistem saat. * Helâl ile alâkalı olan.
HELALLI Zevce, karı, menkuha. Nikâhlı kadın.
HELAL-ZADE Helâl doğmuş, meşru ve nikâhlı ana-babadan dünyaya gelmiş çocuk. * İyi adam, fenalık yapmaktan çekinen. Sâlih, afif, nâmuskâr.
HELC İtimat etmeyecek söz söylemek.
HE'LE (HÂLE) (C.: Hâlât) Ay ağılı, dâire-i kamer.
HELECAN (Bak: Halecan)
HELEK İki dağın arası.
HELEKE Helâk. * Düşen.
HELEL Örümcek ağı. * Korku. * Yağmur evveli.
HELESAYA ÇIKMAK Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
HELEZON Saat zenbereği gibi gittikçe daralan daire şekli. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan.
HELEZONÎ Helezon şeklinde olan. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan, gittikçe darlaşır daire biçiminde olan.
HELHEL Seyrek, ince, dakik şey. * Öldürücü zehir.
HELHELE Okuyucunun tesirli nağmeyi tekrar etmesi. * Unu seyrek elekten elemek. * Teenni ile encamını beklemek. * Bir şeye pek yaklaşıp çatmak.
HELÎCE Saçaklı seccade.
HELİKOPTER Fr. Pervanesi tepesinde bulunan ve olduğu yerde durabilen, dikine kalkış ve iniş yapabilen bir uçak.
HELÎLE Tıb: Tohumları tıbda müshil olarak kullanılan bir bitki.
HELÎME Buğday ve pirinç gibi bazı hububatın kaynamasıyla hâsıl olan koyu ve yapışkanlı su.
HELKAM Yaşlı kadın, acuze.
HELKES Alçak adam.
HELLAB (HELLÂBE) Yağmurlu soğuk rüzgâr.
HELLE (C.: Hilâl) Azıcık sesi yükseltmek.
HELLÜM Beri gel (mânasına gelir.)
HEL MİN MEZİD Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır.
HELS Cemaat, topluluk.
HELS Çok hayır. * Gizlemek, saklamak.
HELSAS Cemaat, topluluk.
HELTAT Cemaat, topluluk.
HELTÎ Bir ot cinsi.
HELU' Sabrı az, hırsı çok olan. Sabırsız olup her halini halka şikâyet eden insan.
HELUK Helâk olucu, helâk olan. * Fâcire kadın. Kötü hayata alışmış kadın.
HELÜMM "Tez getir" mânasına gelir.
HELÜMME CERRA (Helümme cerren) "Var kıyas eyle... Çek beri getir." gibi kinâye için söylenen bir tabirdir.
HELVA' Hızlı yürüyüşlü davar.
HELVA-GER f. Helvacı.
HELVA-HANE f. İçinde helva pişirilen genişçe ve derinliği az tencere. * Tar: Saray için her türlü tatlı yiyeceklerin yapılmasına yarayan saray mutfağının bir bölümü.
HELVA SOHBETLERİ Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantanalı ve hayli masraflı olurdu. Bu sohbetlere zamanın şairleri, edebiyatçıları, nükte ve sohbetleriyle meşhur olmuş kişiler, sazende ve hanendeler davet edilirdi. Kışın en soğuk kırk günü olan erbain'i sağ ve sağlıklı olarak geçirenler kurbanlar keser ve helva sohbetleri bundan sonra düzenlenirdi. Sohbetin en renkli eğlencesi keten helvası yapımıydı. (O.T.D.S.)
HELVAYÎ Helva satan. Helvacı.
HELYOSTAT Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat.
HELYOTERAPİ Fr. Güneşle tedavi.
HEM (HEMM) Gaile, müşkül iş. * Tasa, gam, keder, hüzün.
HEM f. Birlikte, beraber olmak mânasını ifade eder.
HEM-AHENG f. Uygun, münasib, denk.
HEMAHİM (Hemheme. C.) Üzüntüler, kederler, dertler, tasalar.
HEMAL f. şerik, ortak, eş, benzer, nazir.
HEMALUŞ Kara balçık.
HEMAN f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda.
HEMAN (HUMÂN) İnce zayıf süngü. * Huysuz ve kötü insan.
HEMANA f. Sanki, güya. * Aynen, tıpkı, tamamen.
HEM-AN-DEM f. Hemen, derakab, derhal, o anda, çarçabuk.
HEMANEND f. Benzer, gibi.
HEM-AN-GÂH f. Hemen, o anda.
HEM-ARAMİŞ f. Birlikte dinlenen, beraber istirahat eden.
HEMARE Her zaman, her an, dâima.
HEM-ASIL f. Aynı asıldan.
HEM-ASIR Aynı asırda olan. Bir asırda beraber olanlar.
HEM-AŞİYAN f. Bir yerde beraber bulunan, bir yuvada birlikte olan.
HEM-AVER f. Efendileri aynı olan köleler. * Arkadaş, refik.
HEM-AVERD f. Savaşan iki kişiden herbiri.
HEM-AVİZ f. Harpte karşılaşan iki kişiden biri.
HEM-AYAR f. Eşit, denk, müsavi.
HEMAZÎ Sür'at, hız.
HEM-BAR f. Aynı yükü yüklenmiş olan, aynı yükü taşıyan.
HEM-BER f. Beraber olan, birlikte oturan.
HEM-BU f. Kokusu bir, aynı kokuda. * Mc: Âdet ve tarzları aynı.
HEM-CA(Y) f. Aynı yerde oturan. Hemşehri.
HEM-CENAH f. Denk, eşit, müsâvi.
HEM-CENB f. Akran.
HEM-CİNS Aynı cinsten olan.
HEM-CİVAR Aynı yerde oturan, komşu.
HEM-ÇÜ f. Onun gibi.
HEM-ÇÜNAN f. Böylece.
HEM-DAMAN f. Bacanak.
HEMDE Ölümle haşir arası.
HEM-DEM f. Canciğer arkadaş.
HEM-DERD f. Dert yoldaşı, dert arkadaşı. Aynı dert ve kedere düçar olanların beheri.
HEM-DEST (C.: Hemdestân) f. Birlikte çalışan, müttefik, arkadaş. * Ortak, şerik.
HEM-DESTÎ f. Berâberlik, birlik. * Ortaklık, şeriklik.
HEM-DEST-İ VİFAK Bir fikir ve mes'elede anlaşarak elele vermek, hep birden aynı sözü söylemek.
HEM-DİH f. Köyleri aynı olan. Aynı köyden olan.
HEM-DİL f. Fikirleri, düşünceleri aynı olanların her biri. Bir maksad ve istekte bulunanları beheri.
HEM-DUŞ f. Omuz omuza gelen, eşit olan, müsavi olan.
HEME f. Cümle. Hep. Bütün.
HEMEC Kıymetsiz, değersiz. * Şaşkın. * Övez (denen at sineği).
HEMECE Zayıf koyun.
HEME EZ OST Herşey ondandır.
HEMEGAN f. Cümlesi, tamamı, bütünü, hepsi.
HEMEL Çobanı olmayan deve.
HEME OST Hepsi odur.
HEMERCEL Yorga at.
HEMEYAN Akmak, seyelân etmek.
HEMEZAT (Hemeze. C.) Kuruntular, vesveseler, şüpheler, tereddütler.
HEMEZE Vesvese. Şeytanın desisesi. Kuruntu.
HEM-FİKR f. Aynı düşüncede ve aynı fikirde olan. Kafadar.
HEM-FİRAŞ f. Zevce. Karı.
HEMGER f. Çulha dokuyucu.
HEM-GİNAN f. Bütün insanlar, bütün nev'-i beşer.
HEM-GUŞE f. Komşu.
HEM-HAH f. Arzu ve talebleri aynı olan, aynı istekleri olan.
HEM-HAL f. Aynı halde olan. İkisi beraber.
HEM-HANE f. Bir evde oturanların beheri. Arkadaş, refik.
HEMHEME Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler. * Aslan bağırması. * Deve sesi.
HEM-HUDUD f. Hudutları bir olan, sınırları birbirine bitişik olan memleket veya arazi.
HEM-HUY f. Bir ahlâk ve tabiatda bulunan. Huyları bir olan.
HEMÎ f. Tıpkı bu, bu bile.
HEMÎ' Ölüm, mevt.
HEMİCEK Şehre köyden yeni gelip bir şey bilmez şaşkın ve kaba adam.
HEMÎM Ağır ağır gitmek. * Otun tazeliğinden dolayı parlaması.
HEMÎME Yumuşak rüzgâr. * Ufak taneli yağmur.
HEMÎSA' Kuvvetli adam.
HEMÎŞE f. Dâima. Her zaman.
HEMK Bir kimseyi bir işle meşgul etme. Birini bir işe daldırma. * İnat etmek. * Sa'y etmek, çalışmak. * Cür'et etmek.
HEMK Yumuşak. Kof.
HEM-KADD f. Boyları birbirine eşit olan, uzunlukları aynı olan.
HEM-KÂR f. Aynı işi yapan, aynı işte olan.
HEM-KIRAN f. Aynı yaşta olan, yaşıt. * Kuvvette müsavi olan.
HEM-KIYMET f. Aynı kıymette olan, kıymetleri eşit olan.
HEM-KİTAB f. Aynı dersi gören, talebe, öğrenci. * Aynı dinde olan, din kardeşi.
HEM-KÜN f. Aynı cins işte çalışan, işleri ve meslekleri aynı olan. Meslekdâş.
HEML (HEMELÂN) Gözden yaş akmak.
HEMLA' Seri. * Kurt (canavar.)
HEMLECE (HİMLÂC) Atın yorga olması.
HEMM Gam, keder, tasa, hüzün.
HEMMAME Zehirli hayvan. Akrep.
HEMMAS Yavuz arslan.
HEM-MATLA' Güneş ve ay gibi gök cisimlerinin ufakta doğdukları yerin veya zamanların aynı oluşu. Aynı meridyen üzerinde olup ay ve güneşi aynı saatlerde gören ülkeler.
HEMMAZ Koğucu.
HEM-NAM f. İsimleri aynı olan, adaş.
HEM-NEBERD f. Savaş arkadaşı, muharebe arkadaşı. * Rakib.
HEM-NEFES f. Arkadaş, musâhib.
HEM-NESL f. Aynı sülâle ve soydan, aynı nesilden, soydaş.
HEM-PA f. Ayakdaş. Arkadaş. Yoldaş.
HEM-PAYE (C.: Hempâyegân) f. Bir pâye ve rütbede olanların beheri.
HEMR Su dökmek. * Göz yaşı akıtmak. * Süt sağmak. * Atâ etmek, hediye vermek.
HEMRACE Karıştırmak.
HEM-RAD f. Kahramanlık ve cömertlikte müsavi olan kimseler.
HEM-RAH (C.: Hem-râhân) f. Yol arkadaşı, yoldaş.
HEM-RAZ f. Sırdaş. En yakın arkadaş.
HEM-RENG f. Rengi bir olan, aynı renkte olan. * Mc: Huyları bir olan.
HEM-REV f. Yol arkadaşı, beraber giden, yoldaş.
HEM-RİŞ f. Bacanak. İki kızkardeşle evlenen erkekler.
HEMS Gizli ses. Çok gizli. Sesi gizlemek. * Ağzı açmadan lokma çiğnemek. * Fütursuz olarak geceleyin yola gitmek. * Peçe. * Sıkmak. * Kırmak.
HEM-SABAK f. Ders arkadaşı. Aynı dersi okuyanların beheri.
HEM-SAZ f. Uyan, uygun, muvafık, münâsib. * Arkadaş, refik, arkadaşlık.
HEMSEN Gizli sesle. Gizli ses. Savt-ı hafi.
HEM-SENG Aynı ölçüde, aynı mizanda, bir tartıda.
HEM-SER f. Arkadaş, Karı kocadan her biri.
HEM-SIFAT Aynı vasıf ve nitelikte olan.
HEM-SOHBET f. Birbiriyle konuşan, sohbet eden, arkadaş.
HEM SUÇLU HEM GÜÇLÜ Suçlu olduğu hâlde suçunu bilmez ve suçsuz olduğunu iddia eder kimse hakkında kullanılan bir tâbirdir.
HEM-SUFRE f. Aynı sofraya oturan, sofra arkadaşı.
HEMŞ Ameli seri olan, hızlı, hareketleri çabuk olan.
HEMŞEHRİ f. Aynı şehirden. Aynı memleketli olan.
HEM-ŞERR f. Kötülükte beraber olan, kötülüğü birlikte yapan.
HEM-ŞİKEM f. İkiz çocuk.
HEMŞİME Kuru odun. Kurumağa yüz tutmuş ağaç. Ağaçları kurumuş yer.
HEMŞİRE f. Aynı sütü emen kızkardeş. Abla, bacı. * Hastabakıcı kadın veya kız.
HEMŞİRE-ZÂDE f. Kızkardeş çocuğu.
HEMT Karıştırmak. Değerini anlamadan almak.
HEMTA f. Eş denk. Benzer.
HEMU' Göz yaşı akmak.
HEM-VARE f. Her zaman, dâima.
HEM-VARÎ f. Düzlük, düzolma.
HEMYAN f. Kese, torba, çanta, dağarcık.
HEMZ Dürtme, kakma. * Parmaklarla sıkma. * Yere çalma, vurma. * Isırma, dişleme.
HEM-ZANU f. Diz dize oturup konuşan, yan yana oturan.
HEMZE ( ) Elif veya elif yerine kullanılan işaret. Elif, vav, ya, he üzerine konulan ve "e" diye okutan işaret. * Parmakla sıkma, dürtme, sıkıştırma.
HEM-ZEBAN Aynı dili konuşan, lisanları aynı olan.
HEM-ZEN f. Beraber vuran. Birlikte olan.
HEM-ZEMAN f. Aynı zamanda işleyen. * Çağdaş, muâsır. Aynı çağda yaşayan insan veya geçen hâdiselerin her biri.
HEMZEND f. Beraber olanlar. Beraber çalışanlar.
HEN'A Devenin boynunun altına konan işaret. * Menazil-i Kamer'den bir menzil.
HENABİK Halka nasihat edip, dediğini kendi yapmayan kimse.
HENAE Yemeğin sindirilip hazmolması.
HENAZÎR Hınzırlar, domuzlar.
HENB Vehamet. * Ağırlık.
HENBELE Topal sırtlanın yürümesi.
HENBER Kısa boylu kimse.
HENBERÎT Sırf yalan.
HENCAM f. Elinden iş gelmeyen, beceriksiz kimse.
HENCAR f. Kaide, kural, yol, usul.
HEND İmsak etmek.
HENDEK (Bak: Handek)
HENDELÎN Sözü çok olan kimse.
HENDEME Bir şeyi yerli yerince yapmak.
HENDESE Geo: şekil bilgisi. * Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu.
HENDESE-İ MÜLKİYE MEKTEBİ Osmanlı İmparatorluğu devrinde mühendis yetiştirmek gayesiyle açılan mekteb. XIX. yy. sonlarına kadar memlekette belediye ve mimarî işlerde vazife alacak mühendis bulunmuyordu. Nafia Nezareti bu ihtiyacı nazar-ı itibara alarak bir mühendis mektebi kurulmasının lüzumlu olduğunu ileri sürünce, padişahın emriyle 1884 yılında mekteb açıldı. Ve ilk mezunlarını1888 yılında verdi. 1909 tarihinde ise okulun adı, Mühendislik Mektebi olarak değiştirildi.
HENDESEHANE f. Eskiden mühendis mektebi, teknik üniversitesi. * Bayındırlık ve belediye gibi dairelerin mühendislere mahsus şubesi.
HENDESEHANE-İ BAHRÎ Bahriye Mektebinin ilk adıdır. Abdülhamid zamanında miladi 1773 yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın teşebbüsüyle Tersane içinde açılmıştır. Okulun ilk baş muallimi, Türk riyaziyecisi Gelenbevi İsmail Efendi'dir.Şimdiki ismiyle "Gemi İnşa Mühendisliği" olan Bahriye Mektebi, 1795 senesinde daha muntazam ve mükemmel halde yeniden açılmıştır.
HENDESÎ Muntazam şekli ile alâkalı ve hendeseye dâir. Geometrik şekle dâir. * Geometri ile alâkalı ve müteallik.
HENENE Bir cins kirpi.
HENGÂM f. Zaman, devir, çağ,sıra, vakit, mevsim.
HENGÂM-I BAHAR Bahar mevsimi.
HENGÂM-I SABAVET Çocukluk zamanı.
HENGÂM-I ŞEBAB Gençlik zamanı, delikanlılık çağı.
HENGÂM-I ŞİTA Kış mevsimi.
HENGÂME f. Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata.
HEMGÂME-İ AZAB Azab zamanı.
HENGÂME-GİR f. Meddah, oyuncu. Hikâye söyleyici, hokkabaz. * Diş macunu, leke tozu gibi şeyler satan çığırtkanlar. * Kavgacı, gürültücü.
HENF Sür'at yapmak, hız yapmak.
HENÎ Hazmı kolay olan, faydalı ve sıhhate uygun.
HENÎE şiddetli emir.
HENÎEN Sıhhat ve afiyet olsun.
HENÎEN LEKÜM Size âfiyet olsun, şifa olsun. Helâl olsun. * Tebrik ederiz.
HENÎN Ağlamak.
HENİYYE Kolaylık, sühulet.
HENK Darlık. Güçlük zorluk.
HENK Katı yağmur.
HENME Gizli ses.
HENN Ağlamak. * Ayıptan kinayedir.
HENNE Kişinin kendi karısı.
HENT Bir nevi kirpi. * Göz içinde olan yağ.
HENÜZ f. Daha, yeni, şimdiye kadar, ancak.
HEPTEN Bütünüyle, tamamıyla.
HER f. Bütün, hep, tamamen.
HER' şiddet. * Etin iyi pişmesi.
HER'A Küçük bir canavar. * Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın.
HERAB Kaçmak, firar etmek.
HERAS Dikenli ağaç.
HERAVE (HİRAVE) Ağır, yoğun asâ (baston).
HER-AYİNE f. Mutlaka, elbette. Behemehal, zaruri, herhalde.
HER-BAR f. Her defa, her kere.
HERC f. Karışıklık.
HERC İnsanların arasında meydana gelen fitne, fesad. * Söze dalıp çoğaltmak. Haltetmek. Sözü karıştırmak. * Kapıyı açık bırakmak. * İnsanların işlerinin karışması. * Seğirtmek. * Katletmek.
HER-CA f. Her yer.
HERCAÎ (Hercâyî) Her yerde bulunur, kendine mahsus belirli bir yeri bulunmayan. Serseri, derbeder. * Kararsız, sebatsız, vefasız, dönek, mütelevvin.
HERCÂYÎ MENEKŞE Bir cins menekşe.
HERCAN Uzun ve kalın olan şey. * Hayvanın yab yab yürümesi.
HERCELE Karışık yürümek.
HERC Ü MERC f. Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak.
HERÇ Karışıklık, gürültü. Nizamsızlık.
HER-ÇEND f. Her ne kadar. Her ne zaman.
HERÇİ BAD ABAD f. Her ne olursa olsun. İster istemez.
HERD Deve kuşunun dişisi. * Yarmak. * Kat'etmek, kesmek.
HER DEM f. Her zaman, her dakika. Dâimâ.
HER DEM TAZE Parlaklık ve tazeliğini dâima muhafaza eden. * Mc: Daima genç görülen, gençliğe heveskâr.
HEREB Kaçma, firar. * şiddetli üzüntü, keder.
HEREC Sıcaklığın fazlalığından devenin gözünün kararması.
HEREK Asmaları, fidanları, fasulye gibi tırmanıcı nebatları bağlamak için yanlarına dikilen sırık, değnek.
HEREM Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak. * Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri. * Geo: Mahrutî şekil, piramit.
HEREMDÎDE f. Yaşlanmış, kocamış, ihtiyarlamış.
HERF Acele. Sür'at, hız Hezeyan.
HERGÂH f. Her vakit, her an, her zaman.
HERGELE Binilmek ve yük taşımak için alıştırılmamış at, kısrak, beygir veya merkep sürüsü. * Böyle bir sürüye dahil olan hayvan. * Mc: Terbiye ve görgüden büsbütün mahrum adam. * Bir işe yaramaz işçi kalabalığı.
HERGİZ f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.
HERHERE Su çağıltısı. * Koyunu çağırmak. * Aktığında sesi ve çağıltısı işitilecek kadar çok olan su.
HERHÎR Bir nevi yılan.
HERİ' Acele, sür'at. * Akıcı kan. * Korkak kimse. * Zayıf kimse.
HERİF (Bak: Harif)
HERİFÇİOĞLU Kızılan kimse hakkında zamir gibi kullanılan argo bir tabirdir.
HERİM Çok ihtiyarlamış ve kocamış kimse.
HERİME Dişi arslan.
HERÎR Köpek uluması. * Köpek hırlaması.
HERİSE Keşkek yemeği.
HERÎT Ağzı büyük kişi. * Ferciyle dübürü bir olan kadın.
HERKELE İncelik, nezafet, hoşluk, letâfet. * İnce, zarif, lâtif, hoş.
HERKÜL yun. Cesaretiyle meşhur olup, efsaneleşmiş bir Yunanlının adı. (Onlarda kuvvet sembolüdür)
Dostları ilə paylaş: |