HERKÜL BURCU Gök küresi kuzey cihetinde isim verilen bir takım yıldız kümesi. (Bak: Büruc)(...Hem şemse kendi mihveri üstünde cazibe denilen manevî ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi, bir Kadir-i Zülcelal'in emriyle döndürüp, o seyyaratı o manevî iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyaratıyla saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür'atle, bir tahmine göre Herkül Burcu tarafına veya Şems-üş Şümus cânibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed sultanı olan Zât-ı Zülcelal'in kudretiyle ve emriyledir. S.)
HERM Bir ot cinsi.
HERMELE Yolmak.
HERNA' Ufak bit.
HERR Köpek uluması, köpek hırlaması.
HERRU "Ne olursa olsun. Ya batar ya çıkar." mânâsındaki "ya herrû ya merrû tâbirinde geçer.
HERS Tokmak ile dövmek. * Mersin ağacı. * Arslan. * Kedi.
HERS Ufak kurt.
HERSEME Arslan, gazanfer, esed, haydar. * Burun.
HERŞ (HERÂŞ) Yırtmak. * Çekişmek.
HERŞEBE Yaşlı kuru kadın.
HERŞEFE Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.) * Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın. * Çok eski olan kova.
HERT Dokunaklı söyleme, iğneleyici bir şekilde konuşma. * Yırtma. * Dürtme.
HERUS Eski elbise.
HERV Dövme, sopalama. * Pişirme. * Afganistan'da bir şehrin adı.
HERVELE Yürüyüş. * Koşma.
HERYA' Ağaç hışırtısı.
HERZ Yırtmak.
HERZE f. Boş söz. Saçmasapan söz. Boş lâkırdı.
HERZEDERAY f. Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan.
HERZEGÛ f. Saçma sapan konuşan. Lüzumsuz ve mânasız söz söyleyen.
HERZEHAYÎ f. Mânâsız konuşma, saçmasapan söyleme.
HERZEKA Çirkin gülmek.
HERZEKÂR f. Saçma sapan konuşan, mânasız sözler söyleyen.
HERZEKÂRANE f. Saçma sapan konuşarak. Boş ve lüzumsuzca uydurmalarla, abuk sabukça.
HERZEVAT (Herze. C.) Herzeler, mânâsız ve boş sözler.
HERZEVEKİL f. Kendine vazife olmayan şeylere karışan. Fodul, boşboğaz. Her şeye burnunu sokan.
HESAR (HESUR) Arslan.
HESB şeref. * Kifayet.
HESHESE Karışıp görüşme.
HESİS Gizli ses, gizli kelâm. * Ezilmiş, ufalanmış nesne.
HESM Kaba yemek. Bütün bütün yutmak. * Kesmek. * Toplamak, cem'etmek.
HESM Kırmak. * Kesmek.
HESMELE Gizli söz.
HESR İki kat edip eğmek. * Kırmak.
HESS Dövmek. * Kırmak, ufalamak.
HESS Öldürmek, katl.
HESS Sıkmak.
HESTÎ f. Varlık. Var olma. Mevcudiyet.
HEŞAŞ (HEŞUŞ) Açık yüzlü şen yeynicek kişi. * Sağan kimseye sevip sütünü veren koyun.
HEŞAŞE(T) Şâdlık, hafiflik, irtiyah. * Gevreklik.
HEŞEME (C.: Heşemât) Dağ keçisinin oğlağı.
HEŞHEŞE Şâdlık etmek, neşeli olmak.
HEŞÎLE Sahibinin izni olmayarak bir adamın bindiği deve.
HEŞÎM Ufalanmak. Kırılmış, ufalanmış olmak. * Kırılmış, ufalanmış kuru ot.
HEŞM Kırmak veya kesmek.
HEŞŞ Gevrek, kolayca kırılabilir olan. * Keyifli, şen.
HEŞT f. Sekiz.
HEŞTAD f. Seksen.
HEŞTÜM f. Sekizinci.
HET' Dikkatle bakmak. Acele etmek.
HETALAN Akmak. * Göz yaşı ve yağmur pespeşe gelmek.
HETALLA' Uzun ve iri vücutlu erkek.
HETEPETE Kekeleme. Konuşurken şaşırıp tereddüd etme.
HETEROJEN yun. Kim: Cinsi ayrı olan. Türlü özellikteki taneciklerden yapılan maddelerdir.
HETF Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak.
HETIL Akıcı, akan.
HETÎT Birbiri ardınca tez tez gitmek.
HETK Yırtma Yarma. Perdeyi yırtmak. Rezil olmak. Rezil etmek.
HETK-İ HİCAB-I İSMET Namus perdesini yırtma.
HETL Ulaştırmak. * (Yağmur) çok yağmak.
HETLAN Sürekli yağan hafif yağmur.
HETM Ön dişleri kökünden kırmak.
HETMA' Dişsiz olup kurban edilemeyen hayvan.
HETME Çok kelâm, çok söz.
HETMELE Gizli kelâm, gizli söz.
HETN (HÜTUN) Yağmur yağmak.
HETR Bunama, alıklaşma. Ateh getirme, ihtiyarlıktan çocuk gibi olma. * Sersemleşme, aptallaşma. * Birisini kötüleme. * Acib emir. * Zahmet, meşakkat. * Enine yarmak.
HETR Ağaçla vurmak.
HETT Yırtmak. * İkiye büküp kırmak. * Dökmek.
HETTAK Yırtıp parçalayan, paramparça eden.
HETTAL Dağ ismi.
HETTAN Hafif kimse.
HETUL Çok miktar akmak.
HEV' Himmet.
HEV' Kötü hırs.
HEVA İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
HEVA VÜ HEVES Zevk ve şehvetler. Boş ve geçici şeyler.
HEVA (Bak: Hava)
HEVA (C.: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı. * Yer ile gök arası. * Yukarıdan aşağıya inmek. * Her bir boş, ıssız yer.
HEVACİ' Geyik.
HEVACİR (Hâcire. C.) Günlerin en sıcak olan anları. * Göçenler, göç yapanlar, hicret edenler. * (Hücr. C.) Hezeler, hezeyanlar, boş ve mânasız sözler.
HEVACİS (Hâcise. C.) Vesveseler, kuruntular. Akla gelen kötü düşünceler.
HEVADAR f. Hevalı. Nefsine uymuş. Küstah. * Etrafı açık, havalı yer.
HEVADE Yavaşlık. * Yumuşaklık. * Kavmin içinde salah ve muvâfakata sebep olması mümkün olan kimse.
HEVADÎ (Hâdî. C.) Rehberler, deliller, kılavuzlar. * Hidayet edenler, istikametli ve selâmetli yolu gösterenler.
HEVADİC (Hevdec. C.) Kadınların binip oturmaları için devenin üzerine konulan küçük mahfeler.
HEVAHAH f. Sevilen, muhib, dost.
HEVAHAT Ahmak adam.
HEVAHÎ Bâtıl nesne.
HEVAÎ f. Ciddi şeylerle alâkasız. Nefsine düşkün. Nefsine ve şehvetine mağlub. Hevâ ve hevese âit ve müteallik.
HEVA-İ NESİM f. Güzel, lâtif, hoş hava. Lâtif mânevi gıda. * Hava (Atmosfer.)
HEVAİYE Hava gibi hafif ve lâtif karakterde olan şeyler.
HEVAKÂR f. Günahlı işlere hevesli. Hevâ ve hevesine bağlı.
HEVAMM Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.
HEVAN Hakaret, zillet, alçaklık, zelillik, aşağılık, horluk.
HEVAPEREST f. Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil.
HEVAS Çok yiyen kişi.
HEVATİF (Hâtif. C.) Hâtifler. Gayıptan işitilen sesler. * Nidâ eden melekler.
HEVAYA Zayıflık.
HEVB Yol, tarik. * Ateş alevi. * Karışık sözlü kimse.
HEVBER Kırmızı gül.
HEVC (C.: Hüvüc) Uzun boylu ve akılsız olmak. * Rüzgârın sert esmesi.
HEVCELE Hiçbir işaret ve alâmet olmayan ev veya sahrâ. * Yürügen deve. * Uzun boylu, ahmak erkek.
HEVD Tevbe etmek.
HEVDA' Deve kuşunun erkeği.
HEVDE Bağırtlak kuşu.
HEVDEC (C.: Hevâdic) Kadınların binmesi için devenin sırtına konulan ufak mahfel.
HEVEK Ahmaklık.
HEVES Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ile olmayıp nefis ile olan istek.
HEVESAT f. Arzu ve nefsâni emeller. Boş, bâtıl ve günahlı şeylere dâir olan istekler. Hevesler.
HEVESÂT-I NEFSÂNİYE Nefsin hevesleri, arzuları ve kötü istekleri.
HEVESDAR f. Hevesli.
HEVESKÂR f. Hevesli istekli, arzulu. Meyli ve arzusu olan, heves eden.
HEVESKÂRÂN (Heveskâr. C.) İstekliler, hevesliler.
HEVESKÂRÎ f. Heveskârlık, heveslilik.
HEVESNÂK f. Hevesli, heves edici, istekli.
HEVESNÂKÂN (Hevesnâk. C.) Hevesliler, heves edenler.
HEVESPERVER f. Hevesli, heveskâr.
HEVEŞ (Karın) Göçük olmak.
HEVHEVE f. Ağacın yapraklarının rüzgâr esmesi ile çıkardığı sesler.
HEVL Korku. Korku verici. * Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.
HEVL-ÂVER f. Korkunç, korku getiren, korku veren.
HEVL-ENGİZ f. Korkunç korkulu.
HEVL-NÂK f. Korkulu, korkunç.
HEVLUL Hafif adam.
HEVM Uyuklayıp başını her tarafa eğmek.
HEVN Kolaylık, sühulet. * Vakar. Teenni. * Sükunet. Sekine. Rıfk. * Ufak şey. Hor ve zelil olmak.
HEVR Birisini itham etmek, töhmet. Zan. Takdir ve tahmin etmek. * Binayı yıkmak, yıkılmak. * Sulu, ağaçlı yer. * Koyun sürüsü.
HEVRE Dövmek. * Çok fazla yemek.
HEVS Bir şeyi vurarak kırmak. * İfsad etmek. * Dolaşmak. * Davarı yavaşça ileri sürmek.
HEVŞ Çok miktar.
HEVTE Suya gidecek yol.
HEVZEB Yaşlı deve.
HEVZELE Depretmek, hareket.
HEY' Gönül dönmek. * Yaramaz gönüllü olmak. * Korkak olmak.
HEY'A Yere dökülen birşeyin akması. * Korkutucu ses.
HEYAKİL Heykeller.
HEYÂKİL-İ KADÎME Eski heykeller.
HEYAM Hayranlık hâli. * Çok yumuşak kum.
HEYAMOLA Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir. * Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini sağlamak için hep bir ağızdan "hayemola, yelesa, heyamo heyamo" diye bağırırlardı.
HEY'ARE Bir yerde karar etmeyen kadın.
HEY'AT Hey'etler. Ayrı ayrı mânalar. Kısımlar.
HEYATİLE Hind taifesinden bir kavim.
HEY'ATIN FELETÂTI Birini taklit eden kimsenin taklitçiliğini gösterip ilân eden sürçmeleri, falsoları. Kemalât-ı ruhiye veya mükemmelliğin iktizası olan umum ahvaldeki fıtrîlik ve müvazeneyi o seviyede olmayanın sun'î taklitteki gayr-ı fıtrîliği.
HEYBAN Korkunç, korku getiren. * Çok utangaç çekingen. * Korkak. * Çoban.
HEYBE Eşya koymaya mahsus iki taraflı küçük torba.
HEYBET Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
HEYBUB Korkak.
HEYC Heyecan, telaş. * Galeyan, tahrik. * Kavga, harp, savaş, cenk.
HEYCA Cenk, cidal, vuruşma, birbirini öldürme, kıtal.
HEYCAGÂH f. Muharebe meydanı, savaş yeri.
HEYCEMANE Büyük inci.
HEYD Depretmek. * Zahmetli olmak.
HEYD f. Ekinci yabası.
HEYDEB Yere yakın olan bulut.
HEYDEBÎ Atın bir çeşit yürümesi.
HEYECAN Birden bire şiddetle hislenme. Ürperme. * Coşkunluk. Coşmak.
HEYEF İnce belli olmak.
HEYELAN Toprak kayması.
HEYEMAN (Heym) Şaşkınlık. Tutkun olmak, âşıklık.
HEY'ET Şekil. Suret. Görünüş. * Birlik teşkil eden şahısların mecmuu. * Gök ve yıldız ilmi. Astronomi. * Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti.
HEY'ET-İ ASLİYE Aslındaki şekil ve suret.
HEY'ET-İ A'YÂN Senato. * Mertebesi yüksek ve itibar edilenlerin heyeti.
HEY'ET-İ HÂKİME Hâkimler hey'eti.
HEY'ET-İ İÇTİMAİYE İçtimaî heyet. Topluluğa âit heyet. Toplantı heyeti.
HEY'ET-İ MECMUA Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.
HEY'ET-İ TEMSİLİYE Temsil hey'eti. * Tar: Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini alan cemiyetin nizamnamesi iktizasınca seçilen şahıslardan teşekkül etmiş olan hey'et. (6 Ağustos 1919)
HEY'ET-İ UMUMİYE Umumi hey'et. Bir şeyin teferruatları nazara alınmadan olan umumi durumu.
HEY'ET-İ VEKİLE Vekiller hey'eti, icra vekileri hey'eti. Bakanlar Kurulu. Başbakanın riyaset ettiği heyet.
HEY'ETŞİNAS f. Astronomi bilgini. Sema ve ecramın ahvâline vâkıf olan.
HEYF Sıcak rüzgâr.
HEYG Çoğaltmak.
HEYHA Deveyi yulafa çağırmak.
HEYHAT Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.
HEYÎ f. Varlık, madde.
HEYKEL Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli. * Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide. * Mc: Soğuk ve duygusuz kimse. * Güzel ve yakışıklı kişi.
HEYKELTRAŞ Heykel yapan kimse.
HEYL Dökmek. * Bir şeyi ölçüsüz def'etmek.
HEYLELE "Lâ ilâhe illâllah" demek.
HEYLEMAN Çok, kesir.
HEYLULET (Bak: Haylulet)
HEYM (Heyemân) Şaşkınlık. * Âşık olma, tutkun olma. * Yüzü yere koymak.
HEYMERE Koca avret. İhtiyar kadın.
HEYN (Heyyin) Kolay. Rahat. * Vakar. Sükunet.
HEYNE Tıb: Kolera hastalığı.
HEYNEME (C.: Heynem) Gizli ses.
HEYR Rüzgâr adı. * Sağlam ve sert taş.
HEYRA' Korkak, ahmak kimse.
HEYREA Çoban düdüğü. * Meyyitin kabrine toprak dökmek.
HEYRUN Bir nevi hurma.
HEYS Atâ etmek, vermek, bağışlamak. * Hareket.
HEYS Yürümek.
HEYSAM Arslan. * Kısa boylu kişi.
HEYSAR Arslan.
HEYSEM Toy kuşunun yavrusu. * Tavşancıl yavrusu. * Akbaba yavrusu. * Kurt eniği.
HEYŞ Hareket. * Davar sağmak. * Fitne. * Iztırab, acı.
HEYŞE (C.: Heyşât) Husumet, hasımlık. * Çekişmek, nizâ etmek.
HEYŞER Ot. * Ağaç.
HEYŞUR Ot. * Ağaç.
HEYTAL Tilki.
HEYTALE (C.: Heyâtıl) Helva kazanı.
HEYTELEK "Gel" mânasınadır.
HEY'UA Kusmak, kay. * Yavaşlık.
HEYUB Azametli, heybetli, gösterişli.
HEYULA Zihinde tasarlanan korkunç hayal. * Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey. * Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde. (Bak: Esir)
HEYULÂNİYYUN Maddeciler.
HEY'URUR Meşakkat, zahmet.
HEYYİN Kolay, sühuletli.
HEYZ Kırık kemik sarılıp ovulduktan sonra tekrar kırmak.
HEYZA Fazlaca kusma, istifra etme. * Tıb: Kolera hastalığı.
HEYZALE İnsan sesleri. * Cemaat, topluluk. * Çok asker. * Büyük deve. * Belinden aşağısı şişman olan kadın.
HEYZAM Bahâdır, kahraman.
HEYZÜM f. Kuru odun.
HEYZÜM-PÂRE f. Odun parçası.
HEZ Eğlence. Ciddi olmayan söz.
HEZ' Kırmak.
HEZABİR (Hizebr. C.) Arslanlar, esedler. * Yiğitler, kahramanlar.
HEZAR f. Bin. (1000) * Pek çok. * Bülbül.
HEZARAN f. Binler. Binlerce. Pek çok. * Bülbüller.
HEZARDASTEN (Hezârdestân) f. Bülbül.
HEZAREN Sıcak memleketlerde yetişen; ve baston, sandalye gibi şeyler yapmakta kullanılan bir cins kamış.
HEZARFENN f. Çok bilen, bir çok san'atı birden çok yüksek derecede yapabilen. * Minâre ustası.
HEZARMÎH f. Bin yerinden yamalı derviş hırkası. * Çok süslü. * Gök yüzlü.
HEZARPA f. Çok ayaklı, bin ayaklı. * Kırkayak.
HEZARPARE f. Bin parça, çok ufak.
HEZARTABE f. Güneş, şems.
HEZARYAR f. Bin defa. Bin kerre.
HEZAZÎK Süratle kat'etmek, çok çabuk kesmek.
HEZB (C.: Hizâb-Ehazıb) Yağmur damlası birbiri ardınca damlamak.
HEZBE (C.: Hüzub-Hizâb Hizabât) İri katreli yağmur. * Otu az olan yüksek tepe.
HEZEC Gök gürültüsü. * Güzel sesle şarkı söylemek.
HEZECAT (Hezec. C.) Yağmur çisiltisi. Yağmur sesi.
HEZELİYAT (Hezl. C.) Ciddi olmayan sözler. Saçma sapan konuşmalar. Deli saçması.
HEZEYAN Kötü sözler. Soğuk şakalar. * Sayıklama. Saçma sapan konuşma.
HEZEYANAT (Hezeyan. C.) Sayıklamalar. * Saçma sapan ve mânâsız konuşmalar.
HEZF Yaşlı devekuşu.
HEZHAZ Keskin kılıç.
HEZHAZ Aygırları boyunlarından sıkıp zebun eden yavuz aygır.
HEZHEZE Cisimlerin, hava yahut başka bir şey dokunmasiyle titremesi.
HEZÎ Ahmak. * Vakit, saat.
HEZÎC Ahmak kimse. * Süratle yürüyen kimse.
HEZÎL Zayıf, arık. Bitkin.
HEZÎM Sağanaklı yağmur. * Gök gürültüsü. * Koşarken kişneyen at.
HEZÎMET Bozgunluk, mağlubiyet.
HEZÎZ Deprenmek.
HEZK şiddetli gök gürültüsü. * Uçurmak. * Yuvarlamak.
HEZL Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak. * Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.
HEZLÂMİZ Şaka ile karışık söz. Mizahlı kelâm.
HEZL-GÛ Şakacı. Lâtifeci, mizahlı söz söyleyen.
HEZLİYÂT (Hezl. C.) Mizah ve şakayla ilgili söz veya şiirler.
HEZM Çok çabuk kesmek. * Sür'atle yemek.
HEZM Bozma, mağlub etme, hezimete uğratma. * Sıkıştırma, sıkma, bir şeyi sıkıp ezme.
HEZM Seğirtmek. * Taze olmak. * Kırmak.
HEZME Elle basıldığında veya sıkıldığında oluşan çukur.
HEZMELE Bir cins yürüyüş.
HEZR Saçmasapan, boş ve mânâsız söz.
HEZRA (C.: Hezrât) Vurmak.
HEZREME Sür'atle okumak. Sür'atli kelâm.
HEZZ Hızlı okumak. * Süratli kesmek.
HEZZ Hareket ettirmek. Depretmek. Tahrik.
HEZZ Vurmak, dövmek. * Isırmak.
HEZZA İnsan topluluğu, hayvan sürüsü.
HEZZAM Keskin.
HEZZAR Devamlı saçmalayan adam.
HEZZUZ Keskin.
HI Arabça alfabede dokuzuncu harftir. Ebced hesabına göre 600 sayısına işaret eder.
HIBA' Atâ, bahşiş, hediye.
HIBA Yağmurdan korunmak için kurulan çadır. Tente.
HIBAB Sevişmek, muhabbet.
HIBAB (C.: Havâbibe) Hısımlık, yakınlık, akrabalık, karâbet.
HIBALE Kement.
HIBAT Yüzde olan dağ ve nişân. * Davarın ayağında ve uyluğunda yapılan işâret.
HIBAZET Ekmek yapma mesleği, ekmekçilik.
HIBB Muhabbet. * Habib. Yoldaş.
HIBB Bahadırlık, kahramanlık. * Gammazlık.
HIBBE Hımhım otunun tohumu.
HIBHER Galiz, kaba.
HIBIK Uzun, tavil. * Hızlı yürüyüşlü at.
HIBK Yellenmek.
HIBNE (C.: Hıben) Büyük çıban.
HIBRAK Yellenme.
HIBRE Tecrübe etmek, denemek, sınamak.
HIBRE (HABRE) (C.: Hıber-Hıberât) Yemeni, alaca renkli bez.
HIBSE Yaramaz, habis nesne.
HIBTE Azıcık süt. * Bir içim su.
HIBVE (HUBVE) (C.: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut. * Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak. * Bele takılan şey.
HICCE (C.: Hıcec) Bir kere haccetmek. * Sünnet.
HIÇKIRIK t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması. * Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.
HIDA' Hile.
HIDAC Eksik, noksan.
HIDANE (Bak: Hızane)
HIDARE Oturma, ikamet.
HIDEB şişman gövdeli kimse.
HIDEMAT (Bak: Hidemat)
HIDEMM Bahşişi çok olan kimse.
HIDÎV f. Vezir, âsaf. * Kral nâibi. * Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine ilk olarak Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu olan İsmail Paşa'ya verdi. (8/6/1867) İsmail Paşadan sonra oğlu Tevfik Paşa, daha sonra da Abbas Hilmi Paşa, Mısır Hıdîvi oldular. Mısır hıdîvleri protokol bakımından şeyhülislâm ve sadrazam ile aynı derecede idiler.
HIDÎVÂNE f. Bir vezire veya Mısır hıdîvine yakışır şekil ve surette.
HIDK Kesmek. * İhâta etmek, kaplamak, içine almak.
HIDN Koltuk altından yan başına varana kadar, kucak. * Nahiye. * Canip, taraf.
HIDR Mâni, engel. * Perde, hâil.
HIDRELLEZ (Hıdırellez) Rumi Nisan ayının 23. gününe verilen addır. Bu tarih 6 Mayıs'a tekabül eder. Doğrusu Hızır ve İlyas'tır.
HIFA' Her şeyin örtüsü ve perdesi. * Kırba örtüsü.
HIFAF Yeyni, hafif.
HIFAZ Gayret. * Vefalılık.
HIFAZ Gelin düğünü.
HIFF Hafif, zayıf nesne.
HIFFE Yeynilik.Hafiflik, zayıflık.
HIFRÎ Bir otun adı.
HIFŞ Küçük ev.
HIFY(E) Yalın ayak yürümek.
HIFZ Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. * Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.
HIFZ-I BİLAD U İBAD Şehirlerin ve şehir ahalisinin korunması.
HIFZ-I EMANET Canı muhafaza etme. * Bırakılan emaneti koruma.
HIFZ-I HUKUK Hak ve hukukları muhafaza etme.
HIFZ-I KUR'AN Kur'an-ı Kerim'i tamamıyla ezberleme.
HIFZ-ÜL LİSAN Dili, günah ve lüzumsuz olan sözlerden korumak. Kötü ve fena sözlerden dilini muhafaza etmek. (İhtiyaçtan fazla söz söylememek mendubdur.)
HIFZE (C.: Hafâyiz) Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Gayret etmek.
HIFZISSIHHA (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi. * Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.
HIKAB Arap kadınlarına mahsus bir nevi kumaştır, onu bellerine kuşanıp süslerini ve zinetlerini ona takarlar.
HIKB (C.: Ahkâb) Uzun zaman, dehr.
HIKBE (C.: Hıkeb) Yıl, sene. * Seksen yıl.
HIKD Kin, buğz, adâvet. * İntikam almak için fırsat beklemek.
HIKF Kumun bir yere toplanıp yığılarak tepe gibi olması.
HIKK(A) (C.: Hukuk - Hıkâk) Üç yaşını tamamlayıp dördüne girmiş deve.
HIKMIK ETMEK t. Bir işten veyahut bir suale cevap vermekten kaçınmak için esassız bahaneler ileri sürmeye çalışmak. Tereddütlü davranmak.
HILA' Göze çekilen sürme.
HILAB Yırtıcı hayvan veya yırtıcı kuş pençesi.
HILABE Aldatmak, hud'a.
HILACE Hallaçlık.
HILAF (C.: Ahlâf) Söğüt ağacı. * Muhalefet etmek, karşı gelmek.
HILAL (C.: Ahılle) Diş arasını ayıklamakta kullanılan nesne. Dostluk.
HILAS Kara ile ak arasında olan çocuk.
HILAS Her nesnenin dibine çöken ağırlığı.
HILB Kalble karın arasında olan perde.
HILBİD Küçük deve.
HILF Birbirine yardım etmek. * Ahdetmek.
HILF Meme başı.
HILFE Muhalefet etmek, karşı gelmek. * Biri gidip diğeri geriye gelmek. * Biçildikten veya yandıktan sonra biten ot. * Sonra biten yemiş.
HILK Boğaz balgamı.
HILK Hükümdar mührü. * Çok mal.
HILKID Kötü ahlâklı ve ağır ruhlu kimse.
HILKÎ (Bak: Hilkî)
HILL Helâl. * Kâbe ile mikat arası.
HILLE Mekân ismi. "Büluğ" mânâsına mastar.
HILLE Kılıç gediği.
HILLÎFÎ Bir kimseyi yerine bırakmak.
HILM Dost.
HILS (C.: Ahlâs) Yünden veya kıldan yapılan ve palas denilen döşek. * Büyük ve kuvvetli olan dişi deve.
HILT Bir şeye karışık, karışmış bulunan. * Eski tıbda: Ahlât-ı erbaa (Kan, salya, safra, dalak) dan birisi. * Soyu, nesebi karışık kimse.
HILT-I MAHMUD Vücudun sağlam ve sağlıklı oluşu.
HILT-I REDÎ Vücudun hastalanmasına sebebiyet veren madde. * Bir şeye karışmış olan şey.
HILTA İşret. * Muaşeret.
HILYE Güzel sıfatlar, iyi hasletler. * Süs, zinet. * Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (A.S.M.) evsafı ve bundan bahseden kitab.
HIM' Kurt. * Hırsız.
HIMA Kimsenin giremediği mahfuz otlak. * Sultan için korunup hıfz edilen çayır.
HIMAM Ölüm, mevt.
HIMAR (C.: Hamir - Humur) Eşek.
HIMAR (C.: Humr-Humur) Kadınların başlarına sardıkları bez.
HIMARE (C.: Hamâyir) Ayak üstü. * Havuzun etrafına koydukları taş. * Avcıların av vurmak için çevrelerine ev gibi dizdikleri taşlar.
HIMAS Karnı aç kimseler.
HIMASA İnce bellilik.
HIMBIL Budala ve miskin.
HIMDID Havuz dibinde olan döşeme.
HIMHIM Burundan konuşan. Sesleri burnundan çıkararak konuşan kimse. * Burnundan çıkan ses gibi boğuk. * Arap diyarında biten bir ot. * Çok siyah.
HIMLAK (C.: Hamâlik) Gözün etrafı.
HIMRE Bir şeyin bozulup şekil değiştirmesi.
HIMS Üç gün deveyi susuz bırakıp, dördüncü günü su vermek. * Alaca yemeni bez.
HIMTAT Ot arasında olur bir nakışlı böcek.
HIMVE Hastanın yemek yememesi.
HIMYE Tıb: Hastanın, hekim tarafından verilen ilaçlarla kanaat edip ve tavsiyelerine uyup o hududun dışına çıkmaması.
HIMYET Yemek yememek. Perhiz yapmak.
HINA (HINNÂ) Kına.
HINAF Devenin yulardan burnunu çözmesi. * Deve bileğinde olan yumuşaklık.
HINAÎ Kına satan, kınacı.
HINAK (Hanak. C.) Kızmalar, darılmalar, kin tutmalar, haset etmeler.
HINAK İdam ederken boyna geçirilen ip.
HINAS (Hünsâ. C.) Kendisinde hem erkeklik ve hem de dişilik özelliği taşıyanlar.
HINAT (Hınta. C.) Buğdaylar.
HINATA Buğday satmak.
HINAYE Burun ucu.
HINC Her nesnenin aslı. * Meyl ettirmek, eğmek, yöneltmek.
HINCAHINÇ Ağzına kadar ve tıka basa dolu. Dopdolu. (Bu tabir bir yer veya taşıt için kullanılır.)
HINCER (C.: Hanâcir) Hançer.
HINDELİS Ağır yürüyüşlü deve.
HINDİS (C.: Hanâdis) Katı karanlık.
HINEZKAR Kısa boylu kişi.
HINN Cinden bir tâife.
HINNA Kına. Saça, sakala veya kadınların, parmaklarının uçlarına sürdükleri sarımtırak pembe boya ve bunun esası olan toz.
Dostları ilə paylaş: |