Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə75/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   181

ITRA' Bir kimseyi mübalağa ile medhetmek. En güzel şekilde sena etmek.

ITRAB (Tarab. dan) şevke getirme, keyiflendirme.

ITRAD Bir kimseyle birlikte bahse girişme.

ITRAH (Tarh. dan) Çıkarma, tarhetme, dışarı atma.

ITRAK Sükût etmek, susmak. Gözünü yere dikip bakıp durmak.

ITRAR Kandırmak, igra.

ITRET Zürriyet. Nesil. Ehl-i beyt. * Gerdanlık. * Güzel kokulu şey.

ITRÎ Itra mensub, ıtır gibi kokan. * Müzik ilminde bir üstaddır. Asıl adı Mustafa'dır. Bayramlarda okunan tekbirin ilâhi ve kuvvetli bestesi onundur. Bestelere âid Segâh, Ayin-i Şerif gibi 25 eseri olduğu söylenir. Osmanlı padişahı IV. Mehmed'in nedimlik ve esirler kethüdalığında bulunmuştur. Vefatı Mi: 1711'dir. İstanbul'ludur. * Tezhib ıstılahlarındandır. Bir cins yaprak şekli. Bu şekil ıtr yaprağına benzediği için bu ismi almıştır.

ITRİF Habis, hilekâr, kötü, pis.

ITRÎH Devenin hörgücü.

ITRÎS Hiddetli, cebbar kimse. * Kuvvetli, dayanıklı deve.

ITRİYYAT (Itr. C.) Güzel kokulu yağ, esans gibi maddeler.

ITRİYYE Erişte aşı.

ITRNAK f. Güzel ve hoş kokulu.

ITTILA' (Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma. * Yukarıdan aşağı bakmak.

ITTILA Kokulu şeyler sürünme.

ITTILAAT (Ittılâ'. C.) Bilmeler, ıttılâlar, öğrenmeler, haberli olmalar.

ITTILAK İnşirahlı olma, ferahlı ve sevinçli olma.

ITTIRAD İntizamlı, uygun şekilde. Saat gibi intizamlı hareket. Sıra ile birbirini takib eden. Ritmik.

ITVAL Uzatmak. Uzatılmak.

ITYA' Avdet etmek, dönmek.

IVAZ (Bak: İvaz)

IVEC (Bak: İvec)

IYADET Hastayı ziyaret edip hatırını sormak, gidip görmek.

IYADETEN Hastaya hatır sorarak.

IYAF Gönül dönmek. * Mütereddit olmak, kararsızlık, tereddüt etmek. * Tiksinmek, iğrenmek.

IYAL Fık : Bir adamın üzerine nafakasını vermek vacip olan, kendilerini geçindirdiği kimseler.

IYALULLAH Halk, insanlar.

IYAN (Bak: Ayân)

IYAZ Sığınma. İltica.

IYAZEN Sığınarak.

IYD (Bak: Îd)

IYŞ (Bak: Îş)

IZ (C.: Uzuz-A'zâz) Çok zekâlı kötü adam. * Dikenli ağaçların küçüğü.

IZA Nasihat, öğüt, vaaz.

IZAA Bir şeyi zâyi etmek. Zâyi olmak. Kaybetmek. Mahvetmek, mahvedilmek.

IZAET Parlatmak. Işıtmak. Işıklı olmak. Aydınlık etmek.

IZ'AF Bir şeyin üstüne bir misli koyma. * Zayıflama.

IZAHET (C.: Izât) Dikenli büyük ağaç. * Yalan, sihir, bühtan.

IZAM (Bak: İzâm)

IZAT Yalan. Sihir. Bühtan. * Dikenli büyük ağaç.

IZAT (C.: Izât) Nasihat, öğüt.

IZAZ Berk muhkem yer.

IZAZAT Noksanlık.

IZBANDUT Eskiden Rum korsanlarına verilen addır. * Haydut, yolkesen, şaki, eşkiya. * İri vücutlu, korkunç.

IZCA' Yırtma. * Yatarken vücudun yan tarafı üzerine yatma.

IZFAR Biri tarafından tırnaklanma. Bir kimseyi tırnaklama.

IZÎN (İze. C.) Her biri bir fırkaya mensub. Parça parça, fırka fırka. Müteferrik hâlde.

IZK (C. Azâk) Hurma salkımı.

IZLAK Süçtürüp kaydırma.

IZLAK-I AKDÂM Ayakların sürçüp kayması.

IZLAL (Bak: Idlâl)

IZLAL Gölgeli olma, gölgelendirme.

IZLAM Karanlık, zulmet. * Zulmetme, karanlıkta bırakma.

IZMAME (C.: Ezâmim) Cemaat, topluluk.

IZMAR (İzmâr) Kalbde gizlemek, saklamak. Belli etmemek.

IZMAR-I GAYZ Kin saklama.

IZMAR-I KABL-EZ ZİKR Edb: Bir kelimenin zikrinden önce ona âit zamiri kullanmak.

IZNAN Bir kimseyi kabahatlı çıkarma.

IZRA' Zelil etmek, hor hakir etmek, alçaltmak.

IZRAF Zarflamak. Zarfa koymak.

IZRAM Ateşi tutuşturma, ateşi alevlendirme.

IZRAR Zarar vermek. Zarara uğratmak.

IZRAT Yellendirmek.

IZTICA' Namaz kılarken secdede koltukları sıkarak göğsü yere değdirme. * Yan üstüne yatma.

IZTILAM Koparmak. Kat'etmek, kesmek.

IZTIMAR Atı, idman yaptırarak yola dayanabilecek şekilde kuvvetlendirme. * İnce belli olma.

IZTINA' Sıkılma, utanma, kızarma.

IZTIRAB Acı, elem, sıkıntı, vesvese, azab.

IZTIRAB-ÂVER f. Iztırab veren, elem çektiren.

IZTIRABAT (Iztırâb. C.) Elemler, acılar, sıkıntılar, azablar. Vesveseler.

IZTIRAM Saç ve sakala kır düşme. * Alevlenme.

IZTIRAR Çâresiz olmak. Mecburiyet. İhtiyaç.

IZTIRARÎ Çaresizlik içinde oluş. Mecburiyet.(Lisan-ı ıztırariyle bir duâdır ki; muztar kalan her bir ziruh kat'i bir iltica ile duâ eder, bir hâmi-i mechulüne iltica eder. Belki Rabb-i Rahimine teveccüh eder. S.)

IZTIRARİYAT (Iztırarî. C.) Mecburi olarak yapılan şeyler, mecburiyetler.İA' $ Bir nesneyi kab içine koyup saklamak.


İA' Koyun sürmek, koyun gütmek.

İAB Kökünden koparmak.

İAD Korkutmak, tehdit etmek. Vaidde bulunmak.

İADE Geri vermek. Eski haline getirme. * Mukabilini yapma. Karşılığını yapma. * Avdet ettirmek. * Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı. İade'li şiire "muâd" da denmektedir.Ey vücud-u kâmilin esrar-ı hikmet masdarıMasdarı zatın olan eşyâ sıfatın mazharıMazharı her hikmetin sensin ki kilk-i kudretinSafha-i eflâke nakşetmiş hutut-ı ahteriAhteri mes'ud olan oldur ki tâb-ı pâkinin Kabil-i feyz ola nutkundan safâ-yı cevheriCevheri ma'yub olan nâkıs benim kim muttasılSadedir hattın hayalinden zamirim defteriDefter-i a'malimin hattı hatadandır siyâhKan döker çeşmim hayâl ettikçe hevl-i mahşeriMahşeri eşkim verir seylâba ger ruz-i cezaOlmasa makbul-i dergâhın sirişkin gevheri Gevheridir ışık bahrinin Fuzulî ab-ı çeşmLiyk bir gevher ki Lütf-u Hak ânadır müşteri.Fuzulî gazelinde olduğu gibi.

İADE-İ ÂFİYET Hastalıktan sonra âfiyetin iadesi. İyileşme.

İADE-İ İTİBAR Ticarette iflâstan kurtulma. * Kaybedilen itibarı tekrar kazanma. Şerefini kurtarma.

İADE-İ MÜCRİMÎN Suçluların kendi memleketlerine iade edilmesi.

İADE-İ ZİYARET Ziyarete gelenin ziyaretine gitmek.

İADETEN Geri vermek üzere.

İALE Çoluk çocuğun nafakasını te'min etme. Evlâd u iyâlin maişetini tedarik etme. * İyali çoğalmak, çoluk çocuğu artmak.

İANAT (İâne. C.) İaneler.

İANE Yardım. İmdat. Yardım için istenen, toplanan şey.

İANE-İ ASKERİYE Tanzimattan sonra cizye yerine Hristiyan tebeadan alınan vergi. Bu vergi sonradan "bedel-i askerî" adını almış ve 1908 Temmuz inkılâbına kadar devam etmiştir.

İANE-İ CİHADİYE Muharebe zamanında harbin icab ettirdiği fazla masrafları karşılamak ve yardım olmak için halktan alınan paralar. Miktarı, her mahallin iktidarı derecesine göre kaza ve liva üzerine merkezden tertib ve "tevzi defterleri"ne maktu' miktar olarak konulurdu. Bu çeşit vergi ve ianeler Tanzimat'tan sonra kaldırılmıştır.

İANET (Avn. dan) Yardım.

İANETEN İane suretiyle, yardım olmak üzere.

İARE Emaneten vermek. Bir malın kullanılmasından karşılık istemiyerek meccanen başkasına vermek.

İARE-İ MUKAYYEDE Bir mülkün kayıd ve şartlarla birine ödünç olarak verilmesi.

İARE-İ MUTLAKA Bir mülkün, bir eşyanın sâhibi tarafından hiç bir şart ve kayda bağlı kalmayarak başka birine ödünç verilmesi.

İARETEN İare olarak. Emaneten.

İAŞE Geçindirmek. Beslemek. Yaşatmak. Diriltmek.

İAZ İşaret etmek.

İAZA (İvaz. dan) Bedel ve karşılık vermek. Bedel vermek.

İAZE Sığındırmak. Muhafaza etmek. İltica.

İBA' Çekinmek. Tiksinmek. * Kabul etmemek, bir işe razı olmamak. * Doymadan yemekten çekilmek.

ÎBA' Tiksindirmek, iğrenme.

İ'BA' Hazırlık.

İBABE Yol, tarik.

İB'AD Uzaklaştırmak. Sürmek. Kovmak.

İBAD Tıb: Bacaklarda diz mafsalının iç kısmındaki büyük damar.

İBAD (Abd. C.) Kullar. Allah'ın kulları.

İBAD Devenin ayağını bağladıkları ip.

İ'BAD Kul etmek, köle yapmak.

İBADAT (İbâdet. C.) İbâdetler.

İBADE Helâk etmek.

İBADET Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye. (Bak: Târik-üs-salât)(... İbadet'in ruhu ihlâstır. İhlâs ise yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse o ibadet bâtıldır. Faydalar, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar. İ.İ.)(İbadetin mânası şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyyetin ve kudret-i Samedaniyyenin ve rahmet-i İlâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yâni, rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, pâklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu, tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.Hem de rububiyetin kemal-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za'fını ve mahlukatın aczini görmekle kudret-i Samedaniyyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu Ekber deyip huzu ile rükua gidip O'na iltica ve tevekkül etsin.Hem rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlukatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisaniyle izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmatını, şükür ve sena ile ve Elhamdülillâh ile ilân etsin. Demek, namazın ef'âl ve akvâli, bu mânaları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz'edilmişler. S.)

İBADETGÂH f. Kanunlarla tanınmış bir dine, bir mezhebe ait ibadetlerin icrasına tahsis olunan yerler. Mabet, ibadethane.

İBADETHANE f. İbadetgâh. Allah'a ibadet edilen yer.

İBADETKÂR f. İbadet yapan. İbadete düşkün.

İBADULLAH Allah'ın kulları.

İBAET Bir şeyi diğer bir şeye ircâ etme.

İBAG Helâk etmek.

İBAH İtibar etmek, ehemmiyet vermek. Hürmet etmek.

İBAHA (İbahe) Sevab veya günah olmamak. Bir şeyin yasak ve haram olmaktan çıkması. * İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak. * Bir şeyi izhâr etmek.

İBAHA Ateşi söndürme.

İBAHAT (İbâhe. C.) Mübahlar. Günah ve sevab olmayan işler.

İBAHÎ Herşeyi mübah sayan.

İBAHİYYE Sevab veya günah olduğunu kabul etmeyen bâtıl ve dalâlete saparak dinden çıkan bir fırka veya bu fırkadan olan kimse.

İBAHİYYUN İbaheciler. Her şeyi mübah sayan bâtıl bir zümre.

İBAK Bir esirin, bir köle veya câriyenin sebepsiz olarak, sahibini bırakıp kaçması.

İBALE Kuyu bileziği. * Hayvanları muhafaza etme. * Küçük çocuklara def-i hacet ettirme. * Devenin hallerini ve huylarını iyi bilmek.

İBANE Irak etmek, uzaklaştırmak. * Ayırmak. * İzhar etmek, göstermek.

İBAR Eritilmiş kurşun. * (İbre. C.) İğneler, ibreler.

İBARAT (İbare. C.) İbareler. Bir ifadeyi meydana getiren kelime ve cümleler.

İBARATÜNA ŞETTÂ Bizim ibarelerimiz çeşit çeşittir, muhteliftir, dağınıktır.

İBARE Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. Parağraf. * İbretli ders veren söz. (Bak: İbaret)

İBARE Helâk etmek.

İBARE-SENC f. Düzgün konuşan, akıcı söz söyleyen.

İBARET Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir halden bir hale tecavüz eylemek. * Rüya tabir etmek.

İB'AS Yeniden yaratmak, göndermek. Hayat vermek.

İBAS Kurutmak.

İBASE Tedkik ve teftiş etme.

İBAT (İbt. den) Bohça, koltuğun altına alınan şey. Paket.

İBATE Bir yerde barındırma. Gece yatırma.

İBATE VE İAŞE Barındırma ve besleme.

İBAVET Yabancı bir adamın bir çocuğa baba gibi olması, babalık yapması.

İBB Zâyi ve telef etmek.

İBBÂN Uygun zaman, vakit. Her şeyin mevsimi.

İBBÂN-ÜL FÂKİHE Meyva mevsimi.

İBCAL Büyük saygı, tâzim ve tekrim. (Bu mânâlarda kullanılırsa da tebcil şeklinde kullanılması doğrudur.)

İBCAM Huzur ve rahatını bozma. Rahatsız etme.

İBDA' İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. * Yaratmak. Nümunesiz şey yapmak.

İBDA' Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı. * Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.) * Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.

İBDA-I SAN'AT Benzeri olmayan mükemmellikte san'at eseri. İbda' yapabilene mübdi', eserlerine bedi'a denir.

İBDA' (İbzâ') Parça parça etmek. * Sorulan şeye güzel cevab vermek. * Kandırmak. * Birisine, kâr tamamen kendine âit olmak üzere sermaye vermek.

İBDAD Uzaklaştırma, teb'id. * Bir şeyi uzatma.

İBDAL Değiştirmek. Tebdil ve tahvil eylemek. Birinin yerine diğerini getirmek.

İBDAN Kısrak. * Câriye, kız veya kadın esir.

İBEK f. Put, sanem, haç.

İBER (İbret. C.) İbretler, ders alınacak şeyler.

İBER (İbre. C.) İbreler, iğneler.

İBGAZ (Buğz. dan) Buğzetme, nefret etme, hoşlanmama, sevmeme.

İBHA Kesilme, inkıtâ'.

İBHAC Sevindirme, sürur ve sevinç verme.

İBHAH Sesini boğuk bir şekilde çıkarma.

İBHAK Gözünü çıkarma, kör etme.

İBHAL Kendi hâline bırakma, salıverme.

İBHAM Mübhem, kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen olmayan. * Edb: Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde kapalı olması, vâzıh olmayışı. * Baş parmak.

İBHAMAT (İbham. C.) Mübhem şeyler, açıklanmayan mes'eleler, üstü kapalı sözler.

İBHAMVARÎ f. Belli etmeyerek, âşikâr surette tanıtmıyarak, gizli bir şekilde, mübhem olarak.

İBHAR (Bahr. dan) Deniz yolculuğu.

İBHİRAR Gece yarısı olma.

İBİBİK Çavuşkuşu, hüdhüd.

İBİK Horozun başındaki kırmızımsı bir renkte uzanmış et parçası.

İBİL (Bak: İbl)

İBİŞ Hımbıl, salak. * Orta oyunu ve kukladaki şahıslardan biri.

İBKA Ağlatmak.

İBKA Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek. * Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi. * Mc: Sınıfta bırakmak.(... Madem her şey elimizden çıkacak, fâni olup kaybolacak. Acaba bâkiye tebdil edip ibka etmek çaresi yok mu? deyip, düşünürken birden semavî sadâ-yı Kur'an işitiliyor... S.)

İBKAEN İbka suretiyle.

İBKAEN TA'YİN İşinden ayrılan bir memuru tekrar eski işine getirme.

İBKA FERMANI Tâyinleri bir sene müddetle yapılan memurların vazifelerinde devam edeceklerine dâir gönderilen ferman.

İBKAL Yerde ot bitmesi. Ramis adı verilen otun yeşermesi.

İBKAR Fecirden kuşluğa kadar olan vakit. * Tehir etmek, sonraya bırakmak.

İBL (İbil) Dişi deve. * Deve sürüsü.

İBLA' Yutturma, emdirme.

İBLAG Bildirmek. Yetiştirmek. Haberdar etmek. Göndermek.

İBLAK Alaca olmak. Kapı açmak.

İBLAN İki sürü deve.

İBLAS Mahzun olmak, ümitsiz olmak.

İBLÎ Deveci.

İBLİM Anber. * Bal.

İBLİS İnsanları Allah yolundan çıkarmağa çalışan şeytan. (Bak: Hannas, Şeytan)

İBLİSANE Şeytanca. İblisçesine, müfsidane.

İBN Oğul.

İBN-İ ABBAS (Bak: Abdullah İbn-i Abbas)

İBN-İ ARZ Garip, gurbette bulunan.

İBN-ÜL BETÛL Hz. İsâ (A.S.). Hz. Meryem'in oğlu. (Bak: Betûl)

İBN-İL CELLÂ Meşhur kişi. Namlı ve şöhretli adam.

İBN-İ CERİR-İ TABERÎ (Bak: Taberî)

İBN-İ CEVZÎ (Hi: 508-597) El-Muğni isimli Kur'an-ı Kerim tefsiri vardır. Hanbelî fıkhı ve tarihî bilgilerde muhakkik âlimlerdendir. Ebu-l Ferec İbn-i Cevzî diye de meşhurdur.

İBN-İ DEHALİZ Hırsız.

İBN-İ HACER-İ ASKALANÎ (Hi: 773-852) Büyük hadis âlimidir. Şafiî mezhebinin meşhur fukahasından olup hadis üzerine çok eserleri vardır.

İBN-ÜL HABBE Ekmek.

İBN-İ HURRE Dürüst, doğru ve namuslu insan.

İBN-İ HÜMAM (Hi: 788-861) Hanefî fukahasından meşhur bir zattır. Şer'î ilimlerde, edebiyatta mütehassıs idi.

İBN-İ IRS (C: Benât-ı ırs) Gelincik dedikleri küçük hayvan.

İBN-İ İSHAK (Ebu Abdullah Muhammed) Medine'de büyümüştür. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) hayatına dair vak'aları derin bir alâka ile toplamağa başladı. Daha sonra Mısır'a, oradan da Irak'a gitti. Hi: 151 veya 152 tarihinde Bağdat'ta vefat etti. Siyere dair iki eser vücuda getirmiştir.1. Kitab-ül Mübtedâ ve Kısâs-ul Enbiya. 2. Kitab-ül Magazi.

İBN-ÜL MÂ' Su kuşu.

İBN-İ MES'UD Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mekke'de Kureyş'e duyuran, Makam-ı İbrahim'de "Rahman" Suresini açıktan okuyan, bu zâttır. Ashab-ı Kiramın büyük fakih ve müçtehidlerindendir. Bünyesi çok zayıftı. Resul-i Ekrem (A.S.M.) bir gün Ashab-ı Kirama hitaben: "Siz İbn-i Mes'ud'un vücudca zayıf olduğuna bakmayınız. Mizanda hepinizden ağırdır." buyurmuşlardır.Bir gün kendisine: Hangi ilim mu'teberdir diye sormuşlar. "Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif ilmini çok severim" cevabını vermiştir. Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) 840 hadis rivayet etmiştir. Hicri 32 tarihinde 60 yaşını mütecaviz olduğu halde ebedî hayata kavuşmuştur.

İBN-İ MİKRAZ Sansar.

İBN-İ ÖMER (Bak: Abdullah İbn-i Ömer)

İBN-İ RÜŞD (Kadı Muhammed Bin Ahmed) (Hi: 514-595) Endülüs Devleti zamanında yetişen bir filozoftur. Kurtuba'da doğmuştur.(Kur'an vahiy olmakla beraber delâil-i akliye ile te'yid ve tahkim edilmiş. Evet kâmil ukalânın ittifakı buna şâhiddir. Başta ulema-i ilm-i Kelâmın allâmeleri ve İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi felsefenin dâhileri müttefikan esasat-ı Kur'aniyeyi usulleriyle, delilleriyle isbat etmişler. M.)

İBN-İ SEBİL Yolcu. Seyyah.

İBN-İ SİNA (Hi: 370-428) Buhara'lı olup zamanının en büyük âlimi, doktor ve filozofudur. Avrupa'da, Avicenna diye tanınmıştır.

İBN-İ TEYMİYE (Hi: 661-728) Diğer adı Ahmed bin Abdülhalim Harranî'dir. Hanbelî fıkıh ve hadis âlimi olarak bilinir. Bazı mes'elelerde ifrata kaydığından cumhur-u ulemaca hüsn-ü kabul görmemiştir.

İBN-İ UYEYNE (Hi: 107-198) Ebu Muhammed Süfyan bin Uyeyne, ikinci derecede tâbiinden olup aslen Kufeli olduğu hâlde Mekke-i Mükerreme'de kalmıştır. Hadisde, tefsirde ve bilhassa Hadis-i Şerifleri tefsir etmede derin âlim olup yedi bin Hadis-i Şerif nakletmişti. Zâhid, müttaki ve sâlih bir zât olup kuru arpa ekmeği ile beslendiği meşhurdur. (Rahmetullahi aleyh)

İBN-ÜL ÜNS Dost.

İBN-İ ÜSBUAYN Çok güzel genç. * Ayın ondördü.

İBN-ÜS-SEBİL Misâfir.

İBN-İ VAKT Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı. * Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.

İBN-İ VERDÂN Hamam içinde olan kara çekirge.

İBN-İ ZÜKÂ Sabah.

İBN-ÜZ ZAMAN Zamanın çocuğu. Devrin adamı.

İBN-ÜZ ZİNÂ Zinâ sonucu meydana gelen çocuk. Piç.

İBNE Kız çocuğu. Veya teennüs eden oğlan.

İBRÂ (Ber'. den) Temize çıkarmak. Borçtan kurtarmak. Sağlamlaştırmak.

İBRÂ-İ ÂMM Huk: Bir kimsenin zimmetini bütün haklardan, dâvâlardan temize çıkarmak.

İBRÂ-İ HÂS Huk: Bir kimsenin zimmetini belirli bir haktan, hususi bir dâvâdan veya bir kısım haklardan beri kılmaktır.

İBRÂ-İ ISKAT Huk: Bir kimsenin diğer bir kimsedeki hakkını, tamamen veya kısmen terketmesi.

İBRÂ-İ İSTİFA Bir kimsenin, başka birisindeki hakkını aldığına dair ikrar etmesi.

İBRAD Güçsüzleştirme, âciz bırakma. * Soğutma.

İBRAHİM İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. Bu da İbranilerle Arapların yakınlıklarına delildir.

İBRAHİM (A.S.) Halilullah ve Halil-ür Rahman da denir. Peygamberlerden İshak ve İsmâil'in (A.S.) babasıdır. Yirmi sahifelik kitap kendisine nâzil olmuştur. Süryanice konuşurdu. Peygamberimizin de (A.S.V.) ceddi idi. Urfa'da doğduğu da rivayet edilir. Zamanın kralı Nemrud tarafından ateşe atılmak istendi, mu'cize olarak ateş onu yakmadı. En şiddetli zamanda dahi Allah'tan başka kimsenin dostluğunu kabul etmediğinden, sadece ondan meded beklediğinden kendisine Halilullah denilmiştir. Sonra Mısır'a ve Kenan iline gitti. Oğlu İsmail (A.S.) ile birlikte Kâbe-i Muazzama'yı yeniden inşa' ettiler. Kudüs'te medfun'dur.( $ Ayet-i Kerimesinin delâletine göre, Hazret-i İbrahim ateşe atıldığı zaman, ateşin harareti burudete inkılâb etmesi, beşerin keşfettiği yakıcı olmayan mertebe-i nâriyeye örnek ve me'hazdır. İ.İ.)(Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın Nemrud'a karşı imate ve ihyâda Güneş'in tulu' ve gurubuna intikali, cüz'î imate ve ihyadan küllî imate ve ihyâya intikaldir ve bir terakkidir. O delilin en parlak ve en geniş dairesini göstermektir. Yoksa bir kısım ehl-i tefsirin dedikleri gibi, hafî delili bırakıp, zâhir delile çıkmak değildir. M.)

İBRAHİM BİN EDHEM Babası Belh Şehrinin Pâdişahı idi. Hicri 2. asırda yetişmiş büyük bir veliyullahtır. Bir çok kerametleri görülmüş, Allah rızası yolunda dünya saltanatını terk ederek fakirliği kabul etmiş ve bütün ömrünü ibadet ve taat ile geçirmiştir. Kerametleri dillere destandır.

İBRAHİM DESUKÎ Büyük âlim ve mutasavvıflardan olup büyük makam sâhibi bir zâtdır. Pek meşhur ve çok güzel sözleri ve mev'izaları vardır. 676 tarihinde 43 yaşında Şam'da vefat etmiştir. (K.S.)

İBRAHİM HAKKI (K.S.) : Hi: 12. asırda yaşamış büyük âlim ve mutasavvıftır. Hasankale'li olup en son Tillo'da yaşamıştır. Marifetname isimli meşhur eseri vardır.

İBRAHİM-VARİ f. İbrâhim (A.S.) gibi. Fani, gelip geçici şeylere kalbini bağlamamak sureti ile.

İBRAK Av hayvanlarını ürkütüp korkutmak. * Koyun kurban etmek. * Şimşek çakmak.

İBRAK Deveyi çökertmek.

İBRAM Israrla rica etmek. Usandırıncaya kadar üzerine düşmek. * Usandırmak, yıldırmak. * İpi sağlam bükmek. * Muhkem kılmak.

İBRAMAT (İbram. C.) Yalvarmalar, ısrar etmeler, rica etmeler, zorlamalar.

İBRANAME Alacaklı kimse tarafından alacak ve verecek kalmadığına dair verilen kâğıt. İbrâ senedi.

İBRANİ Eski Yahudi Sülâlesi veya o soydan olan.

İBRAR Yapılan yeminin doğru olduğu tasdik edilme.

İBRAZ Göstermek. Meydana koymak.

İBRAZ-I FAZL U HÜNER Hüner ve fazilet gösterme.

İBRE İnce iğne gibi âlet. * Saatlerde veya pusuladaki rakamlara işâret eden ince âlet. * Çam gibi ağaçların yaprağı.

İBRE-İ HAYYAT Kendi işlerini bırakıp başkasının işlerini halledip düzeltmeye çalışan adam. * Terzi iğnesi.

İBRET Uyanıklığa sebeb olan ders. * Çok çirkin ve düşündürücü. * Tuhaf, acâyip.

İBRET-İ ÂLEM İÇİN Bütün âleme ibret olsun diye. Herkese ibret olsun için.

İBRETAMİZ (İbret-âmiz) f. İbret öğreten. Ders verici hâdise.

İBRETBAHŞ f. İbret veren, ibreti iktiza eden.

İBRETBİN f. İbret almış, ders almış.

İBRETEN İbret olmak üzere, intibah ve ibret vesilesi olmak için.

İBRETFEŞAN f. İbret dağıtan, çok mühim ders verici hâdise.

İBRETNÜMA f. İbret gösteren. İbret veren.

İBRETNÜMUN f. İbret olan, ders olan.

İBRÎ (İbriyye) İğne yapan veya satan kimse. * İğne veya ibresi olan.

İBRÎ Yahudi, İbrani.

İBRİC Yoğurdu yayıp ayran yapmağa yarayan âlet. Yayık.

İBRİK (C.: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı. * Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar. * İyi ve parlak kılıç.

İBRİKDAR Eskiden sarayda büyük devlet adamlarının konaklarında su döken ve leğen ibrik işlerine bakan kimse.

İBRİN Yüzü çok parlak ve güzel olan sevgili.

İBRİNŞAK Ağaçta çiçek açmak.

İBRİŞİM İpek ipliği, bükülmüş ipek. * İbrişimden yapılmış.

İBRİYE Baş konağı.

İBRİYY İğne yapıcı veya satıcı.

İBRİYYUN Yahudiler, İbraniler.

İBRİZ Halis altun, saf altun.

İBS Sevinmek, ferah.

İBSAL Bir şeyi sipariş etme. * Men etme.

İBSAN Bir kimsenin huyunun veya yüzünün güzel olması.

İBSAR Dikkatle bakmak, tetkik etmek.

İBSAS Sırrı açıklama. * Yayma, dağıtma.

İBSİ'RAR At yarışlarında koşuşma.

İBŞAR (Büşr. den) (C.: İbşarât) Müjdeleme, tebşir etme, sevinçli bir haber bildirme.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin