HUNFEŞAN f. Kan saçan, kan serpen.
HUNHAH f. İntikam alıcı, öç alıcı, kan isteyen.
HUNHAR f. Kan içici. Zâlim. Kan akıtan. Öldüren, öldürücü.
HUNHARANE f. Kan içercesine. Çok zâlimce. Öldürerek.
HUNÎ f. Kanlı, kan dökmeye meyilli.
HUNİ yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.
HUNÎN f. Kana bulanmış, kanlı.
HUNKÂR f. (Bak: Hünkâr)
HUNKE Tecrübe etmek, denemek, sınamak.
HUNNAK Tıb: Boğaz hastalıkları.
HUNNE Sözü burun içinden söylemek.
HUNNES-KÜNNES Hunnes, Hânis'in; Künnes de Kânis'in çoğuludur. Kânis, süpüren mânasınadır. Umumiyetle, akıp akıp yuvalarına giden veya aynı yollarında gidip gelen yıldızlar demektir. Bazılarınca gündüz gaib, gece zâhir olan yıldızlara denir. Ekseriyetle yedi seyyar yıldızlara denmiştir. (Zuhal, Müşteri, Merih, Zühre, Utarid, Uranüs, Neptün)
HUNPAŞ f. Kan döken, kan saçan.
HUNRÎZ f. Kan dökücü, kan döken, kan akıtan.
HUNSA Hem erkek, hem de dişi olan. * Erkeklik ve dişilik alâmetlerini birlikte taşıyan bitki.
HUNTUF Sakalını yolan.
HUNU' Horluk, zelillik, alçaklık.
HUNUS Rücu etmek, vazgeçmek, geri dönmek. * Örtülü olmak. * Tehir etmek, sonraya bırakmak.
HUNUT Mumyalama. * Bir ölünün uzun zaman çürüyüp kokmaması için kullanılan eczalar.
HUNUZ Kokup fenâ olmak.
HUNÜK f. Ne güzel! Ne hoş! Ne mutlu!
HUNYÂ f. Şarkı söyleme.
HUNYÂGER f. Şarkı söyleyen, şarkıcı.
HUNZUB Şişman gövdeli, boş konuşan kadın.
HUNZUL Uzun boynuz. * Uzun zeker.
HUNZUVANE Kin tutmak. * Büyüklenmek, kibirlenmek.
HUNZÜB (C.: Hanâzıb) Erkek çekirge.
HUNZÜBA' Kuru. * Yellengen böceği.
HUR Noksan, eksik.
HUR' (C.: Hurü') Kuş tersi, necis.
HUR f. Güneş, şems.
HUR f. Güneş. * Yiyecek şey.
HUR f. Güneş, şems.
HUR (Ahver. C.) Ahu gözlüler. Gözleri iri ve siyah kısmı pek siyah; beyaz kısmı pek beyaz olan kızlar. * Cennet kızları, huriler.
HUR-İ ÎN Cennet'te âhu gözlü çok güzel kızlar. (Bak: Huri)
HURA' Devenin delirmesi.
HURAC Tıb: Bedenin çeşitli yerlerinde çıkan çıbanlar.
HURACE Çıban. * İrinlenme.
HURAFAT (Hurafe. C.) Aslı esası olmayan, bâtıl rivayetler. Bâtıl inanışlar. Hurafeler.
HURAFE Uydurma, bâtıl inanış. Masal. Efsane. Yalan hikâye.
HURAFE-VARÎ f. Hurafeye benzer. Hurafe gibi uydurulmuş.
HURAK(A) Kav dedikleri nesne. * Tuzluk.
HURAN (Hur. C.) f. İri gözlü. * Cennet kızları.
HURAŞE Ufak parça, küçük şey.
HURBE (C.: Hureb) Kalça kemiğinin deliği. * Her yuvarlak delik.
HURC Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında en lüzumlu eşyayı içlerine doldurup pencereden atmak suretiyle kurtarma işlerinde kullanılmak üzere konaklarda da bulundurulurdu. (O.T.D.S.)
HURC Uzun dişi deve.
HURCÜL Uzun.
HURD f. Küçük. Ufak. İnce. * Kırık. * Ehemmiyetsiz, önemsiz.
HURD (Hurdenî) f. Yiyecek, azık.
HURD U HÂB Yiyecek ve uyku.
HURDA (Bak: Hurde)
HURDE f. Bir şeyin küçüğü, ufağı. * Ufak şey, ufak parça. Ufak ve kırıntıdan ibaret olan. * Pek ince ve küçük.
HURDE-HÂŞ f. Param parça, kırık dökük.
HURDE f. Yenilmiş.
HURDEBÎN (Hurde-bîn) Mikroskop. Çok küçük, ufak şeyleri, mikropları gösteren âlet.
HURDE-BÎNANE İnceden inceye. Kılı kırk yararak.
HURDE-BÎNÎ Gözle görülmeyecek derecede küçük. Mikroskopik.(Gözle görülmeyen hurdebinî bir hayvanın ne kadar keskin duyguları var ki, arkadaşının sesini işitir, rızkını görür, gayet hassas ve keskin hisleri vardır. Şu hâl gösteriyor ki; maddenin küçülüp inceleşmesi nisbetinde âsar-ı hayat tezayüd ediyor, nur-u ruh teşeddüd ediyor. Güya madde inceleştikçe, bizim maddiyatımızdan uzaklaştıkça ruh âlemine, hayat âlemine, şuur âlemine yaklaşıyor gibi hararet-i ruh, nur-u hayat daha şiddetli tecelli ediyor. İşte hiç mümkün müdür ki; bu madde perdesinde bu kadar hayat ve şuur ve ruhun tereşşuhatı bulunsun; o perde altında olan âlem-i bâtın ziruh ve zişuurlarla dolu olmasın...S.)
HURDEDAN f. Nükteleri ve incelikleri anlayan, bilen.
HURDEDANÎ f. Nükte ve inceliği anlıyan, dikkatli kimse.
HURDEFURUŞ f. Ufak tefek şeyler satan kimse.
HURDEGİR f. Sözün içinde tenkid edilecek noksan arayan.
HURDENGÂH f. Yemek odası.
HURDENÎ f. Yiyecek şey.
HURDEŞİNAS f. Dikkatli. İncelikleri ve nükteleri anlayan.
HURDE TEZYİNAT Tezhibde küçük süsleme motiflerine verilen genel isim.
HURDEVAT f. Kırık dökük, eski püskü şeyler, öteberi. Hırdavat.
HURDSAL f. Genç. Yaşı küçük.
HURD Ü MÜRD f. Parça parça. Ufak tefek kimse.
HURF Üzerlik tohumu.
HURFE Mahrumiyet, mahrumluk. Bedbaht oluş.
HURFE Bir yere toplanmış yemiş. * Baklet-ül hamkâ otu.
HURFET-ÜL CENNET Cennet bahçesi.
HURİ (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri tarif ve tavsif edilemiyecek derecede güzel olan Cennet kızları. (Bak: Hur - Hur-i în) (Sual: Ehadiste denilmiş: "Huriler yetmiş hulleyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor." Bu ne demektir? Ne mânası var? Nasıl güzelliktir?Elcevab: Mânası pek güzeldir ve güzelliği pek şirindir. Şöyle ki: Şu çirkin, ölü, câmid ve çoğu kışır olan dünyada; hüsün ve cemal, yalnız göze güzel görünüp, ülfete mâni olmazsa, yeter. Halbuki: Güzel, hayatdar, revnakdar, bütün kışırsız lüb ve kabuksuz iç olan cennette; göz gibi bütün insanın duyguları, lâtifeleri cins-i lâtif olan hurilerden ve huriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennet'teki nisâ-i dünyeviyeden ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler. Demek, en yukarı hullenin güzelliğinden tut, tâ kemik içindeki iliklere kadar, birer hissin birer lâtifenin medar-ı zevki olduğunu hadis işaret ediyor. Evet, "Hurilerin yetmiş hulleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi" tâbiriyle hadis-i şerif işaret ediyor ki: İnsanın her ne kadar hüsün perver ve zevk-perest ve zinete meftun ve cemale müştak duyguları ve hassaları ve kuvaları ve lâtifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrı ayrı okşayıp mes'ud edecek, maddi ve mânevi her nevi zinet ve hüsn-ü cemale huriler câmidirler. Demek, huriler Cennet'in aksam-ı zinetinden yetmiş tarzını, bir tek cinsten olmadığından birbirini setretmiyecek surette giydikleri gibi; kendi vücudlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemalin aksamını gösteriyorlar. S.)
HURİYE Huri gibi.
HURK Akılsız, bilmezlik. * Dehşet, şiddet.
HURKA Yanmak. * Hararet. * Yanık çıban.
HURKAT Cehalet, câhillik, akılsızlık, bilmezlik.
HURKAT Yangın. Yanma. Yanıklık. * Bir nevi çıban.
HURKUF Zayıf davar.
HURKUS Pire gibi bir böcek (Az olarak kanatlanır uçar).
HURLİKA f. Çok güzel, huri yüzlü.
HURMA f. Bir sıcak iklim meyvesi. * Hurma şeklinde yapılan hamur tatlısı.
HURMAT (Huremât - Hurumât) Haramlar. Dinin, yapılmasını menettiği şeyler. İşlenmesi günah olan işler.
HURMET (Bak: Hürmet)
HURNUB Keçiboynuzu dedikleri yemiş.
HURPEYKER f. Huri yüzlü.
HURRAS (Hâris. C.) Muhafızlar, bekçiler, nöbetçiler.
HURRE (C.: Harâyir) İyi. * Câriye olmayan kadın.
HURREM f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü.
HURREMGÂH f. Kalbi ferahlandıran yer.
HURREMÎ f. Mesruriyet, sevinç, sürurlu ve sevinçli olma.
HURS(A) Hurma budağı. * Şey.
HURS (HIRS) (C.: Hursân) Altından ve gümüşten olan halka. * Kulağa taktıkları küçük halka.
HURS(E) Çocuk doğuşunda yapılan yemek.
HURSEND f. Kısmetine râzı olan, kanaatkâr, tokgözlü.
HURSENDANE f. Kanaatkârâne, tokgözlülükle.
HURSENDÎ f. Tokgözlülük, kanaat edicilik. Göz tokluğu.
HURSÎ Ev eşyası. * Her nesnenin fenâsı.
HURSÎS Metâ, mal. Kumaş.
HURŞÎD f. Güneş. Afitab. Hur. Mihr. şems.
HURŞUN (C.: Harâşın) Ufacık bıtırak. (Davarların tüyüne yapışır.)
HURT (C.: Hurut-Ahrât) Balta. İğne deliği, balta deliği, kulak deliği.
HURTUM (C.: Harâtim) Burun. * şarap.
HURU' Tanelerinden hintyağı çıkartılan ağaç. * Sütleğen otu. * Yumuşak ot.
HURUB (Harb. C.) Harpler, savaşlar, muharebeler.
HURUB Keçiboynuzu adı verilen yemiş.
HURUC Çıkma. Dışarı çıkma, çıkış. * Ayaklanma, isyan etmek.
HURUC-İ BİSUN'İHİ Namazdan kendi isteği ile çıkmak.
HURUC-İ FÂHİŞ Haddini aşmak. * Büyük isyan hareketinde bulunmak.
HURUC ALESSULTAN Meşru hükümete karşı kıyam ve isyan etme.
HURUF (Harf. C.) Harfler. İsim ve fiil olmayan kelimeler. (Bak: Harf)
HURUF-U ÂLİYAT Tas: Gayb ve gaybîlikte olan Cenab-ı Hakka mahsus şuunat.
HURUF-U ASLİYE (Bak: Harf-i aslî)
HURUF-U CÂZİME Cezmeden harfler: lem, lemmâ, lâm-ül-emir, lâ-ün-nâhiye (nehyeden lâ edatı). Şart edatları da câzimdir. (Bak: Câzim)
HURUF-U CERRE (Bak: Harf-i Cer)
HURUF-U HALK Sesi boğazdan çıkan harfler. (Hâ, hı, ayn, gayn, he, hemze gibi)
HURUF-U HECÂ Alfabe sırasına göre dizili harfler. * Kelimelerdeki harflere ayrıca ses katan elif, vav, he, yâ harfleri.
HURUF-U İMLÂ Gr: Sesli harfler. (A, E, I, İ, O, Ö, U, Ü, harfleri.)
HURUF-U İTBAK Gr: İtbak harfleri. (Bak: İtbak)
HURUF-U KAMERİYE Gr: Arapçada kelimenin başında harf-i tarif olduğu vakit, harf-i tarifin lâmı okunan harfler. Meselâ: El-Kamer, El-İnsân, El-Bedi' kelimelerinde olduğu gibi. Burada kelime başında "kaf, elif, bâ" harfleri kameriyeden olduğu için aynen okunuyor. (Bunlar: Elif, bâ, cim, hı, hâ, ayın, gayn, fe, kaf, kef, mim, vav, he, yâ harfleridir.)
HURUF-U LEYYİN "Vav, ayn ve elif" harfleri. (Bak: Lîn)
HURUF-U MECHURE Cehr ile okunan harfler. (Zı, lâm, kaf, vav, ra, bâ, dad, hemze, zel, gayın, ze, elif, cim, nun, dal, mim, tı, yâ, ayın.)
HURUF-U MU'CEME (MENKUTA) Gr: Kur'an-ı Kerim harflerindeki noktalı harfler.
HURUF-UL MUKATTAA Gr: Kur'an-ı Kerim'de sure başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı hafler. Elif Lâm Mim, Yâ Sin, Elif Lâm Râ... gibi. Bunlar İlahî birer şifre olup, mânalarını anlayanlar Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ve O'nun vârisleridir.
HURUF-U MUNFASILA Gr: Kendisinden sonra gelen harflere bitişmeyen (vav, rı, dal, hemze, ze, zel) gibi harfler.
HURUF-U MUTTASILA Gr: Kendisinden sonra gelen harflerle bitişip yazılan harfler.
HURUF-U MÜSTA'LİYE Tecvidde: Harf ağızdan çıkarken dilin üst damağa yapışması halinde veya üst damağa doğru gitmesiyle çıkan harfler: Kaf, tı, zı, dat, hı, sad, ayın, gayın, Bu harflerin mukabili "istifâle" harfleridir.
HURUF-U NÂSİBE Gr: Muzari (geniş zaman) fiilinin başına getirildiğinde o fiili nasbeden harfler. (En), (Len), (İzen), (Key) harfleri gibi.
HURUF-U ŞARTİYE (Bak: Şart edatları)
HURUF-U ŞEDİDE (Bak: şiddet)
HURUF-U ŞEFE Dudaktan çıkan harfler. "Be, Fe, Mim" gibi.
HURUF-U ŞEMSİYE Gr: "El" harf-i tarifinin "lâm" harfi ile yan yana geldiğinde, kendisi okunmayıp "Lâm" harfine kalboluyorsa, o harflere "huruf-u şemsiye" harfleri denir. (Te, se, dal, zel, rı, ze, sin, şın, sad, dat, tı, zı, lem, nun harfleri) Meselâ: El-turab yazılıyor, etturab okunuyor. El-şems yazılıyor, eşşems okunuyor. El-Duâ, Edduâ okunuyor.
HURUFAT (Harf. C.) Harfler. Matbaada kullanılan dökme harfler.
HURUFİYE Fazlullah-ı Hurufi adında birinin kurduğu bâtıl bir meslektir. Harflerden kendilerince manalar çıkarıp, dine aykırı iddiaları olan bir dalâlet fırkasıdır.
HURUM İhram.
HURUR Düşmek, sukut.
HURUS f. Horoz.
HURUŞ f. Coşma. Gürültü. şamata. Telâş.
HURUŞAN f. Çağlıyarak, coşarak, * Coşan, çağlayan.
HURY Değirmen deliği.
HURZ Oranlamak, yâni tahminle bir şeyin miktarını söylemek.
HURZE (C.: Hurez) Dikiş.
HUS Bir kavim üzerine nâzil olan umur.
HUS Dikmek. * Darlık vermek. * İki şeyi bir araya getirmek.
HUSA Hurma yaprağı.
HUSA (Husye. C.) Erkeklik bezleri, hayalar.
HUSAF Hasad, hasad mevsimi. * Ekin biçme.
HUSAFE Düşmanlık, adavet. Gizli kin, hased.
HUSAKE Düşmanlık, adavet. Hased, gizli kin.
HUSALE Kırıntı, ufalanmış şey.
HUSALE Harman yerinde arta kalan tane.
HUSAM Keskin kılıç.
HUSAME Keskinlik.
HUSARE Arpa, buğday ve pirinç gibi hububâtın kabuğundan düşen parçalar. * Her kabuklu nesnenin, kabuğundan ayrılıp temizlenmesi. * Şirâ sıkıntısı. * Her nesnenin fenâsı.
HUSAS Sür'atle gitmek, seğirtmek, koşmak.
HUSBAN Hesab. * Azab. * Sıkıntı. * Şer. * Koltuk yastığı.
HUSEMA' (Hasım. C.) Muhalifler, karşı taraflar, hasımlar. * Adüvler, düşmanlar.
HUSF Her bir şeyin içi.
HUSHUS Mübâlağa ile kandırmak.
HUSLET Kıldan bükülmüş nesne.
HUSM (C.: Ahsam) Çuval ve heybe bucağı.
HUSN Perhizkârlık, iffet.
HUSR Zarar. * Ele avuca girmemek. * Dalâlete gitmek. * Noksan. * Sapıtmak.
HUSR Tıb: Peklik, kabızlık, inkıbaz. * İdrar tutulması.
HUSRAN Mahrumiyet. Kayıp. Çok büyük ziyan.
HUSREV f. Hükümdar, şah.
HUSS Karışmadık, sâfi olan. * Ayrı bir kavim.
HUSS Za'feran. * Hurma yaprağı. * Eğrelti otu.
HUSS (C.: Husas) Kamıştan yapılmış ev.
HUSSAD Hased edenler. Kıskananlar.
HUSSER Cübbesi ve zırhı olmayanlar. Çıplak kimseler.
HUSUF Ay tutulması. Perdelenmek. Dünya gölgesinin ay üzerine gelmesi. * Bir şeyin nuru ve ışığı gitmesi.
HUSUF-İ CÜZ'Î Ayın bir kısmının tutulması.
HUSUF-İ KÜLLÎ Ayın tamamen tutulması.
HUSUL Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
HUSUL-PEZİR Hâsıl olmuş, meydana gelmiş.
HUSUL-YÂFTE f. Husule gelmiş, meydana çıkmış, hâsıl olmuş.
HUSUM (Hasim. C.) Uğursuzluk. * İdman. Birbiri ardınca devam üzere olmak. * Bir şeyi kökünden kesip dağlayanlar. * Fırtına.
HUSUM (Hasım. C.) Hasımlar, düşmanlar.
HUSUMET Düşmanlık. Hasımlık. Kincilik. Zıddiyet. Çekişmek. Dâvacı olmak.
HUSUN (Hısn. C.) Kaleler. Korunacak sağlam yerler.
HUSUN-İ REFÎA Yüksek kaleler.
HUSUR Yorulmak. * İncinmek.
HUSURE Yoğunluk, kalınlık. Sütün yoğurt olması.
HUSUS İş. Mevzu. Yol. Usul. Keyfiyet. Madde. Şey. Bir şeyin sairlerinden ayrıldığını ve temyizini bildiren cihet ve keyfiyet.
HUSUSA Ayrıca, hususen, başkaca.
HUSUSAT (Husus. C.) Hususlar, bakımlar, işler. Tarzlar, şekiller. Mes'eleler. Maddeler.
HUSUSEN Bilhassa. Ayrıca. Başkaca. Buna mahsus olarak.
HUSUSÎ Bir şeye aid olan. Herkese âid olmayan.
HUSUSİYAT Hususi olan şeyler. Hususiyyetler.
HUSUSİYET Ahbaplık, tanışıklık, yakınlık. * Hususilik.
HUSVE Kap içinde bir içim su.
HUSVE Topraklı yer.
HUSVE Haya, husye.
HUSYE Erkeklik bezi. Haya. Erkeğin yumurtalığı.
HUSYET-ÜS SEMEK Balık yumurtası.
HUSYETAN f. Hayalar, çift haya. Erkeklik bezlerinin her ikisi.
HUŞ f. Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi. * Ruh, can. * Ölüm, * Zehir.
HUŞ Vahşi hayvanlar.
HUŞ'A Alçak küçük tepe.
HUŞAM Kalın burunlu. * Uzun dağ burnu.
HUŞAR Avaz, ses.
HUŞARE Bir yere giderken bırakılan faydasız şeyler. * Her şeyin kötüsü.
HUŞDAR f. Akıllı, uslu.
HUŞE f. Salkım. * Başak, sümbül.
HUŞE-İ ENGUR Üzüm salkımı.
HUŞE-İ HURMA Hurma salkımı.
HUŞE ÇÎN f. Başak toplayan. Salkım toplayan.
HUŞEF Yeşil sinek.
HUŞENK f. İdrak, akıl, iz'an.
HUŞK f. Kuru, yâbis. * Kaba, soğuk.
HUŞK U TER Kuru ve yaş.
HUŞKAR İri öğütülmüş un. O undan olan ekmek.
HUŞKCAN f. Kalın kafalı, câhil kimse.
HUŞKÎ f. Kuruluk, yubuset.
HUŞKLEB f. Dudağı kurumuş, susamış.
HUŞKMAĞZ f. Boşkafalı, câhil.
HUŞKSAL f. Kuraklık ve kıtlık yılı.
HUŞKSER f. Ahmak, salak.
HUŞMEND (C: Huşmendân) f. Akıllı, aklı başında.
HUŞMENDÂN (Huş-mend. C.) Aklı başında olanlar, akıl sâhipleri.
HUŞMENDÂNE f. Akıllıca, aklı başında olarak.
HUŞNE Haşinlik.
HUŞRÜBA f. Akıl kapan, aklı baştan alan.
HUŞRÜBUDE f. Aklı kapılmış, aklı başından gitmiş.
HUŞŞ (C.: Huşuş) Hâcet mevzii; helâ, tuvâlet. * Necâset mahreci.
HUŞŞA' (Haşi') Huşu içinde olanlar. Gözleri korku ve saygı ile düşkün bir hâlde olanlar.
HUŞŞA' Kulak ardındaki yumruca kemik.
HUŞŞAF Yarasa kuşu.
HUŞU' Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül.
HUŞUF (C.: Huşef) Seri, eli çabuk, hızlı. * Geceleyin yola giden deve.
HUŞUNET Kabalık, sertlik, inatçılık.
HUŞUNET-İ MİZÂC Mizâc sertliği, huy ve tabiat sertliği.
HUŞUNET-İ TAB' Tabiat ve huy kabalığı.
HUŞYAR (Bak: Hüşyar)
HUT Balık. Büyük balık. * Şubat ayı içinde güneşin girdiği ve semanın cenub yarısındaki burcun ismi.
HUTAB (Hutbe. C.) Hutbeler.HUTAE : (C.: Hatâit) Kısa boylu kimse.
HUTAF (C.: Hatâtif) Demir çengel. * Makaranın iki tarafında olan eğri demir.
HUTÂM Kuru cisim kırıntısı. * Yumurta kabuğu. * Çerçöp.
HUTÂM-I DÜNYA Bu fani dünyanın muvakkat ve boş malı mülkü.
HUTAME Cehennemin beşinci tabakası. İnatçı münkirlerin yeri olup, Gayya Kuyusunun bulunduğu kısım.
HUTAME Sofrada kalan yemek artığı.
HUTAT Dökülmüş ve saçılmış olan şey.
HUTBE İlâhi emir ve nehiyleri cemaate beyan ve ihtar etmek. Cuma veya bayram namazlarında müslümanlara hatibin İlâhi ve şer'i emirleri hatırlatan sözleri. (Hatib, bu hutbeyi söylemeye Halife veya İslâm Devlet Reisinden vazife ve salâhiyet almıştır.)
HUTBEHAN f. Hutbe okuyan, hatib.
HUTEBÂ Hutbe okuyanlar. Hatibler.
HUTEBÂ-İ UMUMÎ f. Herkese hitâbeden, umuma ders verenler.
HUTM Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler.
HUTRE Bina için verilen yemek. * Tatmak.
HUTRUŞ Kısa.
HUTT Emir. * Kıssa.
HUTTA Darp, vurmak. * Zor iş. * Başın önünde olan saç örgüsü.
HUTTA Haslet, huy.
HUTTAF (C.: Hatâtîf) Kırlangıç kuşu.
HUTU' Gitmek.
HUTUB Zorluk, güçlük. * (Hatb. C.) İşler, maslahatlar. Mes'eleler.
HUTUB Erkek çekirge.
HUTUF (Hatf. C.) Ölümler, vefatlar.
HUTUN (Hutunet) Evlenme, tezevvüc, teehhül. * Damatlık, damat olma.
HUTUR Akla gelmek. Hatırlamak.
HUTUR ETMEK Hatıra gelmek.
HUTUT (Hatt. C.) Yazılar. Çizgiler * Yollar.
HUTUT-U ŞEMSİYE Işıklı güneş yolu.
HUTUVAT (Hutvât-Hutevat) (Hutve. C.) Adımlar. İzler. Yollar. Eserler. * Şeytanın aldatmaları.
HUTUVAT-I SİTTE Altı adım. (Kur'an-ı Kerim'deki "Hutuvat-üş şeytan" tabirinden istifaze ile, şeytanların ve onların insî mümessilleri olan şerir insanların fitnekâr ve dalâlete sevkedici adımları, izleri ve desiseleri gibi mânalarla alâkalı olarak "bir mühim eser"e verilen isim) Şeytanın altı desisesi.
HUTVE Adım atıldığı zaman iki ayak arasındaki mesafe. * İz. (Bak: Hatve)
HUULE Dayılık.
HUVA Tembel olmak.
HUVAKA Süprüntü.
HUVAR Bağırış, çığlık, sayha, avaz.
HUVAR (C.: Ahvire-Hırân-Hurân) Anasından ayrılmayan deve yavrusu. (Anasından ayrılsa "fasil" derler.)
HUVASE (C.: Huvâsât) Karışık cemaat.
HUVELA' Çocuk anasından doğduğunda beraber çıkan ince nâzik deri. (Onda yeşil ve kızıl hatlar olur.)
HUVEYN Hayvancık. Çok küçük canlı.
HUVEYNAT Çok küçük hayvancıklar. Mikroplar.
HUVEYSAL (C.: Huveysalat) Tıb: Ciltte peyda olan bir takım kabarcık.
HUVEYZA İshal, iç sürgünü.
HUVTA Arpa, buğday gibi hububat için yapılan avlu veya anbar.
HUVVAN (Hâin. C.) Hıyanet edenler, hâinler.
HUVVARA Ağartılmış yemek.
HUVVE Karalık. Siyahlık.
HUY Boş ve hâli olmak.
HUY f. Mizac, tabiat, ahlâk, âdet. * Ter.
HUY-İ BED Fenâ huy.
HUYELA' Kibir, ucub.
HUYGERDE f. Terlemiş. * Adet edinmiş, huy hâline getirmiş, alışmış.
HUYUL (Hayl. C.) Atlı alaylar. * Atlar. * Kötülerin meydana getirdiği kalabalık.
HUYUT (Hayt. C.) İpler. İplikler. Lifler. Teller.
HUYUT-İ RAKÎKA İnce iplikler.
HUZ Al. (Ahz: Almak mastarından) Al emri.
HUZ' Alçaklık yapmak.
HUZ Tuz ağacı dedikleri nesnedir ve denize yakın yerlerde posası denize düşüp rüzgârla dalga döve döve kehribar olur.
HUZA'BÎL (C.: Huz'a) Batıl şeyler. Halkı güldürecek boş şeyler, nesneler.
HUZAFE Sahtiyan kırpıntısı. * Bez kırpıntıları.
HUZAHIZ Suyu ve ağacı çok olan yer. * Şişman kimse.
HUZAKA Kıymetsiz ve rağbetsiz olan şey.
HUZAKİYY Lisanı fasih, konuşması açık olan kimse. * Eşek sıpası.
HUZALE Saman ufağı.
HUZAMÎ Lavanta çiçeği.
HUZANE Kendileri sebebinden gam ve tasa çekilen çoluk çocuk.
HUZ Bİ-YEDÎ Elimi al, elimden tut, bana yardım et (mânasında).
HUZE Miğfer.
HUZEM (Huzme. C.) Demetler, desteler, huzmeler.
HUZENE Kulak.
HUZ MÂ SAFÂ, DA'MÂ KEDER "Safâ olanı al, keder vereni bırak", "Allahın müsaadesi olan ve neticesi safâ veren şeyi al, sonu keder vereni bırak", "İyisini al, kötüsünü bırak" meâlindedir.
HUZME Demet. Deste. Bir kucak şey. * Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.
HUZNE (C.: Huzen) Sağlam ve sert olan.
HUZRE Arka zahmeti.
HUZRET Yeşillik. Ter ü tazelik.
HUZRUF (C.: Hazârif) Fırıldak. * Değirmen çarkının birisi. * Pervâne.
HUZU' Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli.
HUZUB(E) Semiz olmak, besili olmak.
HUZUK Adımları birbirine yakın olan kısa boylu kimse.
HUZUKA Ekşilik.
HUZUNET (C.: Huzen) Sağlamlık. Kabalık, sertlik.
HUZUR Hazır olmak. Mevcud bulunmak. * Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak. * İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı.
HUZUR-U KALB Kalb huzuru, gönül rahatlığı.
HUZUR-AVER f. Huzur ve rahatlık verici, sükunet veren.
HUZUR Ü HAB Rahat ve uyku.
HUZUR Ü SÜKUN Rahatlık ve eminlik.
HUZUZ (Hazz. C.) Memnuniyetler. Hazlar. Zevkler. Hoşlanmalar.
HUZUZ (C.: Hızzân) Erkek tavşan.
HUZUZ Acı bir devânın adı.
HUZUZÂT (Huzuz. C.) İnsanın hoşuna giden şeyler.
HUZUZÂT-I NEFSÂNİYE Nefse hoş gelen şeyler.
HUZVA Bir yere toplanıp tepe gibi olan kum yığını.
HUZVANE Büyüklenmek, kibirlenmek.
HUZVE Parça.
HUZYA Ganimet malından vermek.
HUZYE (C.: Huzâyât) Küçük ok.
HUZZÂK (Hâzık. C.) İşinin ehli olanlar, ustalar, mütehassıslar. Hazâkatli kimseler.
HUZZÂK-I ETİBBÂ Doktorlar içinde en ehil olanları.
HUZZÂN (Hâzin. C.) Hazine muhafızları, hazinedarlar.
HUZZÂR (Hâzır. C.) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar.
HUZZÂR-I MECLİS Mecliste hazır bulunanlar.
HÜBAŞE (C.: Hübâşât) Kesbetmek, kazanmak, çalışmak.
HÜBEL Cahiliyet devrinde Kureyşlilerin en büyük putu.
HÜBU' Uyumak. * Eşek gibi yürümek. * Boynunu uzatmak.
HÜBU' (C.: Hebât) Doğum vaktinin sonunda doğmuş deve yavrusu. * Devenin boynunu uzatarak yürümesi.
HÜBUB Esme. Üfürme. Rüzgârın hafif hafif esmesi.
HÜBUB-İ RİYÂH Rüzgârların esmesi.
HÜBUR Çukur. * Büyük tas.
HÜBUT Aşağı inme. İnmek. (Suudun zıddı) * Uyuşma, anlaşma.
HÜBUT-U ÂDEM Hz. Âdem'in (A.S.) Cennet'ten dünyaya inmesi.
HÜBÜK (Habike. C.) Samanyolları. * Çizgiler.
HÜBÜVV Ateşin sönmesi.
HÜCCAB (Hâcib. C.) Perdeciler. * Kapıcılar.
HÜCCET Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid.
HÜCCET-İ DÂFİA Bir şeyi isbata değil, ancak taleb ve iddiayı defetmeğe yarıyan hüccet.
Dostları ilə paylaş: |