İKTİRAN-I KEVAKİB Ast: İki gezegenin zâhiren birbirine yakın bir mevziye gelmeleri veya aynı burçta bulunmaları.
İKTİRANÎ KIYAS Man: Neticenin aynı veya nakizı, mukaddemelerinin birisinde bilfiil zikredilmeyen kıyastır. Meselâ: "Her cisim muhdestir". Ve nakizı olan: "Bazı cisimler muhdes değildir" kaziyeleri, ne birinci ve ne de ikinci mukaddemede hey'et-i mecmuası ile zikredilmiş olmadığından iktirânidir.
İKTİRAS Bir işe ehemmiyet verme, bir şeyi mühimseme. * Kederli ve hüzünlü olma.
İKTİRAZ (Karz. dan) Borç alma.
İKTİSA Giyinmek, giymek.
İKTİSA Biriktirme, toplama, yığma.
İKTİSA-İ NUKUD Para biriktirme.
İKTİSAB Kazanmak. Tahsil etmek. Elde etmek.
İKTİSAB-I ŞAN Ü ŞÖHRET Şan ve şöhret kazanma, meşhur olma.
İKTİSABAT (İktisab. C.): İktisablar, kazanmalar, elde etmeler ve edinmeler.
İKTİSAD Tutum, biriktirme. Her hususta itidal üzere bulunmak. Lüzumundan fazla veya noksan sarfiyattan kaçınmak. * Edb: Beyit veya kasideyi birbirine vasl ile uzatmak.(İktisad ve hıssetin çok farkı var. Tevâzu, nasıl ki ahlâk-ı seyyieden olan tezellülden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Ve vakar, nasıl ki kötü hasletlerden olan tekebbürden mânen ayrı ve sureten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de: Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizâm-ı hikmet-i İlâhiyye'nin medarlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama'kârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münasebeti yok. Yalnız, sureten bir benzeyiş var. Bu hakikatı te'yid eden bir vâkıa:Sahabenin abâdile-i seb'a-yı meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki: Halife-i Resulullah olan Fâruk-u Azam Hazret-i Ömer'in (R.A.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zat-ı mübârek çarşı içinde, alış verişte, kırk paralık bir meseleden iktisad için ve ticaretin medarı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Ruy-i zeminin Halife-i Zişânı olan Hazret-i Ömer'in mahdumunun kırk para için münakaşasını acip bir hısset tevehhüm ederek o imamın arkasına düşüp, ahvâlini anlamak ister. Baktı ki Hazret-i Abdullah hâne-i mübârekine girdi. Kapıda bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra hanesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: "İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?" Herbirisi dedi: "Bana bir altın verdi." O sahabe dedi: "Fesübhânallah... Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hanesinde ikiyüz kuruşu kimseye sezdirmeden kemâl-i rıza-yı nefisle versin!" diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer'i gördü. Dedi: "Ya İmam! Bu müşkülümü hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hanende de şöyle yapmışsın." Ona cevaben dedi ki: "Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadâkatın muhafazasından gelmiş bir hâlettir; hısset değildir. Hânemdeki vaziyet kalbin şefkatinden ve ruhun kemalinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır."İmam-ı Azam, bu sırra işaret olarak: "Lâ isrâfe fi-l hayri kemâ lâ hayre fi-l isrâfi" demiş. Yani: "Hayırda ve ihsanda (fakat müstahak olanlara) israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur..." L.)(İktisad, lügatta "amelde i'tidal" demektir ki, kasıddan me'huzdur. Çünkü matlubunu iyi tanıyan bir kimse, onu hiç eğilip bükülmeden istikamet üzere kasdeder. Maksudunun mevzi ve mevkiini bilemiyen ise tahayyür içinde kalır. İfrat veya tefrit ile kâh sağa, kâh sola bocalar, çabalar durur. İşte bu sebeple iktisad, maksada müeddi olan amel demek olmuştur. Umur-u maliyedeki iktisadın da esası budur.) (E.T.)
İKTİSADÎ İktisada ait, tutumla alâkalı. Ekonomik.
İKTİSADİYAT İktisad bilgisi. İktisad ve tutumla alâkalı olan işler.
İKTİSAM (Kısım. dan) Bölüşmek, paylaşmak.
İKTİSAR (Kasr. dan) Sözü kısa kesmek. Kısaltmak.
İKTİSAR (Kesir. den) Paralamak. Kırılmak.
İKTİSAS Birinin izinden, ardından gitmek. * Kısas istemek. İntikam almak. * Kıssa. * Hikâyeyi veya bir haberi doğruca söylemek.
İKTİSAS Çekip koparma veya koparılma.
İKTİTA' Almak. Bir şeyin bir kısmını koparıp almak.
İKTİTAB Yazılmış olan bir şeyin kopyasını çıkarma, suretini alma.
İKTİTAF Edb: Sözün özünü almak. * Ağaçtan meyve toplamak. Toplanma. Toplama. * Bir uğraşma sonucunda faydalanma.
İKTİTAF-I ESMAR Meyve toplama.
İKTİTAL Birbirini öldürme.
İKTİTAM (Ketm. den) Ketmetme, gizleme, saklama. * Sararma.
İKTİVA' Dağlama. Kızgın demirle vücudun bir yerine dağ vurma.
İKTİVA' Kuvvetlenme.
İKTİYAD Tutup götürme veya götürülme.
İKTİYAD Hile yapma, dalavere ve oyun etme.
İKTİYAL Kile veya ölçek ile ölçme.
İKTİYAS Benzerini bulma. * Ölçme, kıyas tutma.
İKTİZA Lâzım gelme, gerekme. * Lâzım, ihtiyaç. Gerek. * İşe yarama.
İKTİZA-Yİ HAL Halin ve durumun gösterdiği lüzum.
İKTİZAZ Bozulup buruşma.
İKVAL Bir kimsenin, söylemediği halde bir sözü söyledi diye iddia etme.
İKZA Azarlama, sövme, hakaret etme.
İLA Son, nihâyet, dek, değin,...ye,...ye kadar (mânâlarına gelir, harf-i cerdir.)
İ'LA (Ulüv. den) Yükseltmek. Bir şeyin yukarısına çıkmak. Yukarı kaldırmak. Şânını yüceltmek. Şöhretini artırmak.
İ'LA-YI KELİMETULLAH Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.(Bu zamanda her bir mü'min i'lâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. H.)(Eskiden beri i'lâ-yı Kelimetullah ve beka-yı istiklâliyet-i İslâm için farz-ı kifâye-i cihadı deruhde ile, kendini yek-vücud olan Alem-i İslâma fedaya vazifedâr ve hilâfete bayrakdar görmüş olan bu devlet-i İslâmiyenin felâketi; Alem-i İslâmın saâdet-i müstakbelesiyle telâfi edilecektir. Zira şu musibet, mâye-i hayatımız ve âb-ı hayatımız olan uhuvvet-i İslâmiyenin inkişaf ve ihtizazını harikulâde ta'cil etti. R.N.)
İLA' Çok istekli ve tâlib kılma, haris etme.
İLA' Sıkıntı ve derde uğramak. * Karısına yaklaşmamak için erkeğin yemin etmesi.
İLÂ-ÂHİR Sona kadar, diğerleri de böyledir ve başkaları... (manalarına gelir.)
İL'AB Oynatma, oynatılma.
İLAC İçeri sokma, idhal etme, girdirme.
İLAC Derde devâ olan şey. Hastayı veya yaralıyı iyi etmek için içmek veya sürmek üzere verilen şey. * Devâ, mualece. * Mc: Tedbir, çare, tavsiye, derman. * Hastaya bakma, iyi olmasına çalışma.
İLAC NÂ-PEZİR f. Tedavisi mümkün olmayan, ilâç kabul etmeyen. * İmkânsız, çaresiz.
İLAC-PEZİR f. Çaresi bulunabilen. * Tedavi edilebilen, ilâç kabul eden.
İLAD (Veladet. den) Doğurma, tevlid etme. * Doğurtma.
İLAF Ülfet etmek. Alıştırmak. Ülfet ettirmek. * Bir adedi bine çıkarmak.
İ'LAF (Alef. den) Hayvana yem verme.
İLAH Kendine ibadet edilen, Allah (C.C.) Her şeyden çok sevilen, tâzim ve tesbih edilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri.(Eğer her şey Cenab-ı Hakk'a isnad edilmezse, bir an-ı vâhidde, gayr-ı mütenahî ilahların isbatı lâzım gelir; ve bütün zerrat-ı kâinattan daha çok olan şu ilahların herbirisi, bütün ilahlara hem zıd hem misil olması lâzım geliyor. Ve aynı zamanda, herbirisi, bütün kâinata elini uzatmış tasarrufatta bulunuyor gibi bir vaziyet alması lâzım gelir. Meselâ: Bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü bütün kâinata câri ve nâfiz olması lâzımdır. Zira o bal arısı, kâinatın unsurlarına nümunedir; eczasını kâinattan alıyor. Halbuki, vücud sahasında mahal ve makam, yalnız ve yalnız Vacib-ül Ehad'a mahsustur. Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, herbir zerreye bir uluhiyet lâzımdır. Meselâ: Ayasofya'nın bânisi inkâr edildiği takdirde, herbir taşı bir Mimar Sinan olması lâzım geliyor. Öyle ise, kâinatın Sânia olan delâleti, kendi nefsine olan delâletinden daha vâzıh, daha zâhir, daha evlâdır. M.N.)
İLAH Arabçadaki "ilâ âhir" kelimesinin kısaltılmışı. "Sonuna kadar, böylece devam eder" demektir.
İLAHE Müşriklerin kadın heykeli şeklindeki putları. Bâtıl mâbud.
İLAHÎ Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik. * Ey Allahım, ey İlâhım! (meâlinde duâ içinde söylenir). * Edb: Tasavvufî şairler tarafından dinî ve İlâhî fikirleri havi olmak üzere yazılmış olan ve makamla okunan şiirler.
İLAHİYAT Hikmet ilminin dinden ve sadece Cenab-ı Hak'tan bahseden kısmı. Filozoflarca fikir olarak ileri sürülen dine dâir nazariyeler, düşünceler.
İLAHİYYUN İlâhiyatçılar. * Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar. (Bak: Feylesof)
İ'LAK (Alak. dan) Sülük yapıştırmak.
İ'LAL Harf-i illetlerin kolaylık için başka harfe değiştirilmesine denir. ( ) nin ( ) olduğu gibi.
İLALLAH-İL MÜŞTEKA Şikâyet Allah'adır. Allaha şikâyet edilir.
İ'LAM Bildirmek. Belli etmek. Anlatmak. * Mahkeme hükmünü bildiren resmi karar yazısı.
İLAM Elem vermek. Rencide etmek. * Düğün yemeği.
İ'LAMAT (İ'lam. C.) Bir dâvânın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî vesikalar.
İ'LAMAT-I NİZAMİYE Huk: Nizamiye mahkemelerinden çıkan ilâmlar.
İ'LAMAT-I ŞER'İYE Huk: Şer'iye mahkemelerinden nafaka, nikâh vs. ye dâir verilen i'lâmlar.
İ'LAMAT-I ŞER'İYE MÜMEYYİZİ Şeyh-ül İslâm kapısındaki fetvahanenin üç kaleminden biri olan "İlâmat Odası"nın başındaki memurun ünvanı idi. Kadılar tarafından verilen ilâmları tetkik vazifesiyle mükellef olduğu için, bu memuriyete, ulemadan tanınmış olanlar tâyin edilirdi. (O.T.D.S.)
İ'LAN (İLÂN) Belli etmek. Yaymak. Herkese duyurmak. * Gazetelerde veya sokaklarda duvarlara kâğıt yapıştırarak ticari bir iş, bir adres veya başka bir şeyi herkese bildirme. * Açığa vurma, yayma, meydana çıkarma.
İLÂN-I HARB Savaş açma. Harb ilân etme.
İLÂN-I İFLÂS Tüccarın işinde güçsüzlüğünü yani iflâs ettiğini resmî olarak söyleyip açığa vurması.
İLÂN-I TEKVİNÎ Umumi âfetler ve gök taşları düşmesi gibi Cenab-ı Hakk'ın tekvinî âyetleri ve ibretli hâdiseleri ile hakaik ve hikmet-i İlâhiyesini ilân edip bildirmesi.
İ'LANAT İlânlar.
İLANE Yumuşatmak.
İ'LANEN İlân ederek, ilân yoluyla.
İLA-NİHAYE Sona kadar, nihayete kadar. Böylece devam eder.
İ'LANNAME f. İçinde ilân yazılı olan kâğıt. * Bir hususun herkese ilân edilmesi için hükümetçe hazırlanıp bastırılan resmi kâğıt.
İLAS Kinâyeli ve iğneleyici sözler söyleme.
İLAVAT (İlâve. C.) İlâveler, ekler, katmalar.
İLAVE (C.: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam. * Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil. * Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı. * İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
İLÂVETEN İlâve olarak, ekliyerek, katarak, arttırarak.
İLA-YEVM-İL KIYAME Kıyamete kadar.
İLBAD Yamama, yırtıkları kapatma. * Yapıştırma veya yapıştırılma.
İLBAS (Lebs. den) Giydirme veya giydirilme. * Örtme yahut örtülme.
İLBAS-I HIRKA Bir tarikata intisab ile mutad olan menzilleri geçerek irşad mertebesine yükselenlere, şeyhlerinden gördükleri yolda başkalarını irşad ile izin verme salâhiyetini ihtiva eden "İcazetname: hilâfetname" verme.
İLBAS-I HİL'AT Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.) (O.T.D.S.)
İLBAS Durdurma, mâni olma, alıkoyma.
İLCA' Mecbur etme. Zorlama. Muztar kılma. * Tefviz eyleme.
İLCAAT Zorlamalar. * Lüzumlu şeyler.
İLCAAT-I ZAMAN Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.
İLCAC Feryad etme, bağırma.
İLCAM Gemleme, gem takma. Gemlenme.
İLÇE t. İdarî bakımdan vilâyetten sonra gelen yer. Kaza. Kaymakamlık.
İLEL (İllet. C.) İlletler. Esaslar. Temeller. Sebebler. * Sakatlıklar. Hastalıklar.
İLEL-İ MUHTELİFE Türlü illetler ve sebepler, çeşitli hastalıklar.
İLEL-İ MÜSTEVLİYE Tıb: Salgın hastalıklar.
İLEL-İ MÜTESELSİLE Zincir gibi birbirine bağlı olup devam eden sebepler, illetler.
İLEL-İ SÂRİYE Tıb: Bulaşıcı hastalıklar. Sâri illetler.
İLE-L-AN Şimdiye kadar, bu âna kadar.
İLE-L-EBED Ebede kadar. Nihayetsiz.
İLEL Ü EMRAZ Hastalıklar ve sakatlıklar.
İ'LEM ( $ masdarından emirdir.) "Bil!" mânasına gelir.
İLEYH Ona. (Erkek olan tek kimse için)
İLEYHA Ona. (Kadın olan tek kimse için)
İLEYHİM Onlara. (Erkek olan çok kişi için söylenir.)
İLEYHİMA Onlara. (Erkek olan iki kişi için söylenir)
İLEYHİNNE Onlara. (Kadın olan çok kişi için söylenir.)
İLGA Kaldırmak. Hükümsüz bırakmak. Lağvetmek. Bâtıl eylemek.
İLGAZ (Lugaz. dan) Sözde maksadı gizleme.
İLH "İlâ âhir" sözünün kısaltılmışı.
İLHA' Boş şeylerle meşgul etmek. Gaflet.
İLHAB Tutuşturma, alevlendirme. * İltihaplandırma, şişirip kızartma.
İLHAD Dinden çıkmak. Dinsizlik. Dinden dönmek. Allahın varlığına, birliğine inanmamak. İmânsızlık.
İLHAD Zulüm yapma, eziyet etme.
İLHAF İstemekle ısrar etme, zorlama.
İLHAH Zorlamak. Israr etmek. Bir şeyin kabulü için son derece üstüne düşmek.
İLHAHAT (İlhah. C.) Direnmeler, zorlamalar.
İLHAK İlâve etmek, eklemek. Katmak.
İLHAM Allah tarafından kalbe gelen mâna.(İlhamın ekserisi vasıtasız olarak kalbe gelir. İlhamın en cüz'îsi ve basiti hayvanat ilhamıdır. Sonra avâm-ı nâsın ilhamatıdır. Sonra melâikenin ilhamatıdır, sonra evliya ilhamatıdır, sonra melâike-i izam ilhamatıdır... S.) (Bak: Vahiy)(İlham, aslında bir şeyi bir defada yutmak mânasına "lehm" den if'al olup, lahzada yutturmak mânasınadır. E.T.)
İLHAM Söverek ve hakaret ederek onur kırma.
İLHAMAT İlhamlar. Allah tarafından kalbe gelen mânalar.
İLHAMÎ İlham ile elde edilen ve nâil olunan. İlham ile alâkalı. * Erkek adı.
İLHAN Tar: Cengizlilerin İran kolunun Hülâgu hanedanının hükümdarlarına verilen ünvan.
İLHANÎ İlhanlık. İlhanla alâkalı. İlhanın idare ettiği devlet şekli, imparatorluk. Bu idareye bağlı memleketler. İlhan olma hâli.
İLHANLILAR İlhanlılar hanedanı ve bu hanedanın idare ettiği XIII. asrın sonu ve XIV. asrın ilk yarısında yaşayan bir yakındoğu imparatorluğu.
İLHAZ Yan bakışla bakma.
İLİK t. Elbisenin düğme geçmeye mahsus deliği. * Kemiğin içinde bulunan madde.
İLİM (Bak: İlm)
İLKA' Koymak, bırakmak. Terk etmek. Öne atmak.
İLKAAT Zararlı sözlerle şaşırtmak. * Bırakmalar, terk etmeler.
İLKAH Döllenmek. Döllemek. Gebe bırakmak. Aşılamak. * Tıb: İki ayrı cins hücrenin birleşmesi.
İLKAHAT (İlkah. C.) İlkahlar, döllemeler, gebe bırakmalar.
İLKAM Yutturma, boğazından geçirtme.
İLKAN Çabuk ezberleme.
İLKBAHAR t. Mart, nisan ve mayıs aylarını içine alan mevsim.
İLKE (Bak: Unsur - Umde - Mebde')
İLKEL (Bak: İbtidâi)
İLKTEŞRİN Ekim ayı. Teşrin-i evvel.
İLL Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir. (E.T.)
İLLÂ (İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).
İLLÂHU Ancak O. Allah (C.C.)
İLLE (İllet) Esas sebeb. Vesile. * Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye.(...Göz ile görünmeyen bir mikrob, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i İlâhiyeyi hâvidir. O makina mümkinattan olduğundan vücud ve ademi mütesavidir. İlletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiği zaruridir. İ.İ.)
İLLE-İ GAİYE Elde edilmesi için çalışılan gaye, maksad ve netice. Vazifeye terettüb eden maslahat, fayda, semere, iş.
İLLE-İ IZTIRARÎ Kabul edilmesi mecburi görülen sebeb.
İLLET-İ TÂMME Herhangi bir şeyin var olması için lâzım gelen sebeblerin tamamı. Bu sebebler var olunca neticesinin vücuda gelmesi bizzarure ve bilvücub iktiza eder.
İLLÎ Sebebe ait. Neden ve sebeple alâkalı.
İLLİYET Sebeb ile alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış.
İLLİYYE (Ulliyye) En şerefli, yüksek.
İLLİYYUN (İlliyyîn) (Aliyyu. C.) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
İLLİZYON Lât. Cisimleri yanlış idrak etme. Meselâ su borusunu yılan gibi görme.
İLM (İlim) Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak'la elde edilen malumat. Bilmek. İdrak etmek.(İlim, hakikatı bilmekten ibarettir. İlim, marifetten daha umumidir. Marifet, tefekkürle bilmek mânasına olmakla beraber, Cenab-ı Hakk'a nisbeti câiz olmaz. Gerek huzurî olsun (ilm-i İlâhî gibi) ve gerek husulî olsun (ilm-i ibad gibi) ve vech-i dikkat üzere bilmeye de denir. Şuur, fıtnat gibi. İlmin zıddı "cehil"dir. Marifetin zıddı ise "inkâr"dır.) * İlm-i Kelâm'da: İlim; bilmek, idrak etmek sıfatıdır. Cenab-ı Hak ilim sıfatı ile de muttasıftır. O'nun ilmi, mahlukatın ilmi gibi basit ve mahdut olmayıp, bütün kâinatı muhittir. Hiç bir şey onun ilminden gizlenemez ve haricinde kalamaz. Allah'ın ilmi mutlaktır. Allah, Alîm-i Mutlak'tır.İlim mâluma tâbidir. Yani: İlim sıfatı varlıkları icad etmez ve hâdiseleri meydana getirmez. Belki, varlıkları ve hâdiseleri bilmekle ilim olur.Cenab-ı Hak ilmi ile, olmuş ve olacak herşeyi ezelî ve ebedî olarak bilir. Böylece o eşya, ilm-i İlâhîde bilinmesiyle vücud-u ilmîye mazhardır. Fakat maddî vücutlarının icadı, kudret-i İlâhiyeye istinad eder. Yani mahlukatın maddî vücudunu ilim icad etmez, kudret icad eder. Bu itibarla malumun yani mahlukun icadı, ilme değil, kudrete tâbidir. (Bak: İrfan, Ulum)
İLM-İ ÂDÂB Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
İLM-İ AHBÂR (Bak: İlm-i hadis)
İLM-İ AHLÂK Ahlâk bilgisi.
İLM-İ AHVÂL-İ CEVV Meteoroloji.
İLM-İ ARZ (İlm-ül arz) Yer bilimi. Jeoloji.
İLM-İ ÂSÂR (Bak: İlm-i hadis)
İLM-İ BEDEN (İlm-ül ebdân) Hekimlik bilgisi, tabâbet.
İLM-İ BEDİ' İlm-i beyânın üç bölümünden üçüncü bölümüdür ki, bediiyat da denir. Muktezâ-yı hâle uygun bir kelâmın lâfız ve mânâ bakımından daha da güzelleştirilmesinin kaidelerinden bahseder. Bu kaidelere Edebî San'atlar da denir.Her şeyin güzellik cihetlerinden bilhassa Arabi terkiblerden bahseder, kelâmın güzelliğini ve muktezâ-yı hâle mutabakatını ve vuzuh-u delâletini işitmeğe ve ruha mülâyim ve hoş gelecek surette intisak, insicam, tertib ve intizamını bildiren usul ve kaidelerin ilmidir. Cemi olarak hepsine ulum-u bedi'a dendiği gibi, İlm-i bedi' diye de söylenir. İki kısma ayrılır.1- Muhassınât-ı mâneviye : Kelâmın mânâsına ait san'atlar. Tevriye, hüsn-ü ta'lil, üslub-u hakim..gibi.2- Muhassınât-ı lâfziyye : Kelâmın lâfzına ait san'atlar. Seci', cinas gibi. (Bak: Bedi')
İLM-İ BELÂGAT Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
İLM-İ BEYAN Belâgat ilminin, yâni edebiyatın, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinaye kısımlarından bahseden ilim dalıdır.
İLM-İ CİFİR Harflerin sayı değerlerinden mânâ çıkararak elde edilen ilim. (Bak: Ebced)
İLM-İ FİTEN Asr-ı saadetten sonra zuhur eden hâdiselere, fitnelere dâir olan hadis-i şeriflere, ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Fiten denilmektedir.
İLM-İ HADİS (İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir. (Bak: Hadis)
İLM-İ HÂL İbadet usullerini, din kaidelerini bildiren kitap.
İLM-İ HESAB Hesap bilgisi, aritmetik, matematik.
İLM-İ HEY'ET Gökler ve yıldızlar ilmi. Astronomi.
İLM-İ HURUF Gr: Harflerden mâna çıkarıp tefsir etmek ilmi. (Ebced hesabında olduğu gibi)
İLM-İ İCTİMAÎ İçtimaî hayat ilmi. Toplu yaşayış ve cemiyet bilgisi. Sosyoloji.
İLM-İ KELÂM Cenab-ı Hakk'ın zât ve sıfatlarından ve nübüvvet ve itikada ait mes'elelerinden İslâmî esaslar dairesinde bahseden ilim. Usul-üd din de denir. Bu hususlara çalışan İslâm allâmelerine "Mütekellimîn" denir.
İLM-İ KIRAAT Usul ve kaidesine uygun olarak Kur'an-ı Kerimin okunması ilmi. Bak: (Kıraat) ve (Kıraat-ı seb'a) ve (Fenn-i kıraat)
İLM-İ LEDÜN (Bak: Ledün)
İLM-İ MEVALİD Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.
İLM-İ NÜCUM (İLM-İ TENCİM) İlm-i Ahkâm-ı Nücum da denir. Yıldızların ahvalinden, hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak ve araştırmak ilmidir.
İLM-İ RİVAYET (Bak: İlm-i Hadis)
İLM-İ RUH Ruh ilmi. Psikoloji.
İLM-İ TABAKAT-ÜL ARZ Arzın tabakalarından bahseden ilim. Jeoloji.
İLM-İ TEVHİD Allah'ın varlığı ve birliğini isbat ve izah etme ilmi. * Akaide müteallik hadis-i şeriflere ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Tevhid tabir edilir.
İLM-İ USUL Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
İLM-İ USUL-ÜD DİN (Bak: İlm-i Kelâm)
İLMA Çalma, hırsızlama, sirkat.
İLMA' Parlatma. * İşaret etme.
İLMAH Hemen gösterip çabucak yok etme. * Bir şeyi parlatma. * Güzel simalı bir kadın veya kız, yüzünü gösterip hemen çekilme.
İLMAM İki şey birbirine yaklaşma. * Küçük günah işleme.
İLMÎ İlimle, bilgi ile alâkalı. İlme ait ve müteallik. Câhilce ve tetkiksizce olmayan.
İLMİYE Fıkıh ve şeriat ilimleri, iman ve Kur'an hakikatları ve tahkiki iman dersleri ile iştigal eden zatların mensub oldukları yol. Alimlerin mesleği.
İLMİYE KIYAFETİ İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin, "İlmiye" maddesinde yazılı, resmi günlere mahsus kıyafetleri de vardı. (O.T.D.S.)
İLMİYE RİCALİ İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
İLMİYE RÜTBELERİ İlmiye denilen ulema sınıfına mahsus rütbeler. Rütbeler, aşağıdan üste doğru şöyle idi: Müderrislik, kibar-ı müderrisîn, mahreç mevleviyeti, bilâd-ı hamse mevleviyeti, Haremeyn-iş şerifeyn mevleviyeti, İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği.
İLMÜHABER (İlm-i haber) Resmi bir daireye verilmek üzere hazırlanan ve bir adamın ahvâli hakkında bilgileri ihtiva eden kâğıt. Resmi vesika. * Para, evrak vs. teslim olunduğunu gösteren ve bunları getiren adamın eline verilen pusula.
İLSAK Yapışmak. Bitişmek. Ulaşmak. Yapıştırılma. Kavuşturulmak.
İLTİAB Oynama. Oyun oynama.
İLTİAK Rengi bozulma, rengi değişme.
İLTİAN (Bak: Lian)
İLTİBAS Birbirine benzeyen şeyleri şaşırıp birbirine karıştırmak. Yanlışlık. Karışıklık. * Tereddüt. Şüphe.
İLTİCA Sığınmak. Melce' ve penaha varmak. Birinden himâye istemek.
İLTİCAC Karışık olma, karışma. * Sığınma. İltica etme.
İLTİCAGÂH f. Sığınılacak yer. Sığınacak şey. Sığınak.
İLTİDA' Yalvarma.
İLTİFAF Örtünme, sarınma. * Çiçeklerin katmerleşmesi.
İLTİFAT Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek. * Dikkat, itina. * Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecekŞüheda gövdesi, bir baksana, dağlar taşlar.O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,Bir hilâl uğruna ya Rab ne güneşler batıyor! Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker,Gökten ecdad inerek öpse o pâk alnı değer.Mehmed Akif Ersoy)
Dostları ilə paylaş: |