İŞTİCAR Zıdlaşma. * Elini çenesine koyarak, dirseğinin üzerine dayanma.
İŞTİDAD (Şiddet. den) Şiddetlenme. * Sertleşme, katılaşma. * Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme.
İŞTİFA' İyi olma, şifa bulma.
İŞTİGAL Bir iş işlemek. Uğraşmak. Çalışmak. Meşgul olmak.
İŞTİGALAT (İştigal. C.) Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.
İŞTİHA Meyil. Haz. Fazla istek. Arzu. * Açlıktan gelen yemeğe karşı fazla isteklilik.
İŞTİHAB Ağarma, beyazlama, kırlaşma.
İŞTİHA-ENGİZ f. İştiha açıcı, iştah verici.
İŞTİHAR Meşhur olma. Tanınma. Ün alma.
İŞTİKÂ' (Şekva. dan) Şikâyet etme, şekvada bulunma.
İŞTİKAK Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri. * Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. * Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddib olmalı. İk.M.)(Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem. Mehmed Akif)
İŞTİMAL İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak.
İŞTİMAM Gereği gibi koklamak. Koku duymak.
İŞTİN Toprak kandil.
İŞTİRA Satın almak. Mübayaa etmek.
İŞTİRAK Ortak olmak. Ortaklık etmek. Bir işde yer almak. Hissedâr olmak. * Bir lâfızda çok mânalar müşterek olması. Meselâ: "Ayn" kelimesi. Hem göz, hem de kaynak mânasına gelir.
İŞTİRAK-I LİSAN Lisan ortaklığı. Aynı dili konuşma keyfiyeti.
İŞTİRAKÎ Ortaklığa ait, ortaklıkla alâkalı. * Komünist.
İŞTİRAKİYYE Komünistlerin bir nazariyesi olan sosyalistlik.
İŞTİRAKİYYUN Komünist sosyalistler.
İŞTİRAT (Şart. dan) Şarta bağlama, şarttlaşma.
İŞTİTAT Dağılma. Perişan olma.
İŞTİTAT Zulmetme. Haksızlık etme. Hükümde ve sair işlerde eziyet etme.
İŞTİVA' Kızarma, pişip yenecek duruma gelme.
İŞTİVA-YI LAHM Etin kızarması.
İŞTİYAK Fazla arzu ve şevk. Tahassür. Hasret çekmek. Özlemek. Göreceği gelmek.
ÎŞ U NÛŞ Yiyip içme. Sefahet. İşret ve eğlence.
İŞVE Güzellerin gönül çeken naz ve edâsı. Gönül çekici tavır.
İŞVEBAZ f. Naz edici, edâ yapan, cilveli. * Meşhur bir cins lâle.
İ'TA Vermek. Bahşetmek. İhsan etmek.
İ'TA-YI MA'LUMAT Malumat verme. Bilgi verme.
İTA Edb: Kafiyenin bir mânada olarak aynen tekrar edilmesi.
İTAAT Alınan emre uymak. Söz dinlemek. İnkıyad etmek. Boyun eğmek. Âmirin meşru emirlerini dinleyip ona göre hareket etmek.
İTAB Kolsuz ve yakasız kadın gömleği.
İTAB Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.
İT'AB Yormak. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek.
İ'TAB Öldürme, katletme. Helâk etme.
İ'TAB Şikâyeti kendisinden def' ile razı ve hoşnud etmek. Hoşlandırmak. * Hışım etmek.
İTABNAME f. Azarlama mektubu.
İTAD Kazık çakma.
İTAD İnekten süt sağarken, hayvanın ayağına geçirilen ip.
İTAHA Bir şeyi tamamlama, yapıp bitirme, hazır etme.
İ'TAK Esir, köle veya cariyeyi serbest bırakma.
İTALE Uzatmak. Sözü uzun etmek. Tatvil-i kelâm etmek. * Birini zemmetmek, ayıplamak.
İTALE-İ DEST El uzatma, hıyânet etme.
İTALE-İ LİSÂN Dil uzatma, kötü şeyler söyleme.
İTALİK Fr. Üstten sağa doğru yatık matbaa harfi.
İT'AM Yemek yedirmek. Doyurmak. Taam vermek.
İT'AM İkiz doğurma.
İT'AMİYYE Bazı vakıf müesseselerinde fakirlerin doyurulması için ayrılan tahsisat.
İTAN Vatan sayma, yurt kabul etme.
İTAR(E) Bir şeyin peşini bırakmayıp tâkib etme. * Dikkat ve hiddetle bakma.
İTARE (Tayerân. dan) Uçurma veya uçurulma. * Hızla gönderme, yollama. * Otomobil tekeri.
İTARE-İ KEBUTER Güvercin kuşu uçurma.
İTARE-İ NAME Sür'atle ve hevesli bir şekilde mektub yollama.
İT'AS Öldürme, katletme.
İTAŞ (Atş. dan) Susuz bırakma, susuz olma.
İTAT Düşmanlık, zıtlık, adavet, muhasame.
İTAVE (C.: Etâvâ) Rüşvet verme.
İTBA' Tâbi' kılmak. Ardına katmak. * Gr: Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme nev'inden mânasız söz. (Yazmak mazmak, Okumak mokumak gibi.)
İTBAK (Itbak) Kaplamak. Kapamak. Kapaklamak. * İttifak etmek. * Tecvidde: Harf okunduğunda, dilin üst damağa kapanması. (Bu halde okunan harfler sad, dât, tı, zı harfleridir. (Bak: İdbak)
İTBAL Kederlenme, kederlendirme. Derde, hüzne ve kedere düşürme.
İTDAN Islanma veya ıslatma.
İTFA' Söndürme. Bastırma. Dindirme. * Bir borcu ödeyerek bitirme. * Fizikte: İntizamlı ve eşit zamanlarla sallanan bir hareketin yavaş yavaş azalarak sıfıra inmesi.
İTFA-Yİ HARİK Yangının söndürülmesi.
İTFAİYYE Yangın söndürme birliği, teşkilâtı.
İTFAL İnsan vücudunun fenâ bir şekilde kokması.
İTHAF Hediye etmek. Armağan vermek. * Edb: Birisinin nâmına eser yazmak.
İTHAFNAME f. Bir eserin bir kimse adına olduğunu gösteren yazı.
İTHAM Kabahatli görmek. Suç isnad etmek. Töhmetlendirmek. Kabahatli görünmek. Töhmetli olmak.
İTHAMÎ İthamla ilgili.
İTHAMNAME f. İddianame.
İTİ Keskin, kesen. * Mc: Sert, acı.
İ'TİBAR (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek. * Taaccüb etmek. * Şeref, haysiyet. * Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri. * Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
İ'TİBAR-I SURET Surete itibar etme, görünüşe değer verme.
İ'TİBARAT (İ'tibar. C.) İ'tibarlar, şeref ve haysiyetler. * Var sayılan şeyler, faraziyeler.
İ'TİBAREN ...den beri, ... başlıyarak, ... den başlıyarak, ...den (yerinde kullanılır.)
İ'TİBARÎ (İtibarî) Hakiki kıymeti olmayıp kıymeti var kabul edilme. Farazî ve izafî olan. Varlığı, başka şeylere nisbet edilmesi halinde bilinen.
İ'TİDA Sesini yükseltmek. * Zulmetmek. * Haddinden geçmek.
İ'TİDAD Yardım isteme. İmdât isteme. * Bir şeyi kol üzerine alma.
İ'TİDAL Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak. * Yumuşaklık. Uygunluk. * Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması. * Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.
İ'TİDAL-İ DEM Soğukkanlı davranış. Heyecanlanmadan, acele etmeden, düşüne düşüne ve tedbirli hareket.
İ'TİFA' Bağış dileme, afvedilmesini isteme.
İ'TİFAR Yere vurma. Kavrayıp yere çarpma. Üzerine atılıp kavrama.
İ'TİKAB Veresiye vermeme. Bir malı borç olarak satmama. Parasını almadıkça malı teslim etmeme.
İ'TİKAD İnanmak. İnanç. Sıdk ve doğruluğuna kalben kararlı olmak. Gönülden tasdik ederek inanmak. Dinin temelini meydana getiren şeylere inanmak. (Bak: İltizam)
İ'TİKAD-I FÂSİD Bozuk inanç.
İ'TİKADÂT (İ'tikad. C.) İnanışlar. Bağlanışlar ve inançlar.
İ'TİKADÂT-I BÂTILA Bâtıl, hak olmayan, asılsız şeylere inanışlar.
İ'TİKADÎ İtikad ve inançla alâkalı.
İ'TİKADİYAT İtikada ait mes'eleler.
İ'TİKÂF Bir şeye devam etmek. * Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
İ'TİKÂL (Ekl. den) Kemirme, kemirerek yeme. * Dalgaların, deniz kenarlarındaki karaları döğerek aşındırması. * Tıb: Yaranın, vücudu yemesi. Yaranın büyümesi.
İ'TİKÂL-İ SEVÂHİL Kıyıların aşınması.
İ'TİKAL Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma. * Devenin dizini büküp bağlama. * Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.
İ'TİKAL Zorlaşma, müşkilleşme.
İ'TİKAM Biriktirme, yığma.
İ'TİKAR Birbirine karışıp sayılamama.
İ'TİKAS Tersine dönme, akislenme.
İ'TİLA (Ulüv. den) Yükselmek. Yukarı çıkmak. * Yüksek rütbelere çıkmak.
İTİLAF Anlaşmak. Görüşmek. Uyuşmak. Muvafakat. * Cem' olmak, birikmek.
İ'TİLAF Yem yeme.
İ'TİLAFAT (İ'tilaf. C.) Uyuşmalar, anlaşmalar.
İ'TİLAK Âşık olma, birinin sevgi ve muhabbetine tutulma.
İ'TİLAL (İllet. den) Hasta olma. * Hastalanma. * Bahane etme. * Her şeyden vazgeçip tek bir şeyle meşgul olma.
İ'TİLAM Öğrenme, bilme.
İ'TİLAN Aşikâr ve meydanda olma. İlân olunma, meydana çıkma. * Doğum esnâsında çocuğun görünmesi.
İ'TİMAD (İtimad) Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek. Bir şeye kalben güvenip dayanmak.
İ'TİMAD-ÜD DEVLE Devletin itimadı, güveni. * Tar: Safevî sadrazamlarına verilen ünvan.
İ'TİMAD-I KAVÎ Sağlam itimad, kavi güveniş.
İ'TİMADEN İtimad ederek, dayanarak, güvenerek.
İ'TİMADNAME f. İtimad yazısı, itimad bildiren yazı.
İ'TİMAK Derinine varma, derinliğine inme.
İ'TİMAM (İtimam) Başına sarık sarmak. * Ortalık yeşillenmek. * Miğfer giymek.
İ'TİMAN Emniyet etme, emin bulunma.
İ'TİNA (İtinâ) Çok dikkat etmek. Özenmek.
İ'TİNAK (Unk. dan) Birbirlerinin boyunlarına sarılma. * Kucaklama. * Sıkıca kavrayıp alma.
İ'TİNAN Bir kimsenin içyüzü meydana çıkma. * İnsanın önüne durma.
İ'TİRAF (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.
İ'TİRAF-I CÜRM Maznunun yaptığı suçu söylemesi, itiraf etmesi.
İ'TİRAF-I KUSUR Kusurunu söyleme, itiraf etme.
İ'TİRAZ (İtiraz) Kabul etmediğini bildirmek. Bir fikir veya işin olmasını kabul etmemek. * Men' eylemek. Men' olmak.
İ'TİRAZİYE İtiraza, kabul etmediğine dair yazı. * Edb: Cümlenin esasından olmayıp yalnız bir husus hakkında söylenen ibare. (Bak: Cümle-i mu'terize)
İ'TİSA Asâya dayanma, baston kullanma.
İ'TİSAB Sinirlenme, asabileşme. * Kanaat etme.
İ'TİSAF Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak. Haksızlık.
İ'TİSAM İstediğini vermek.
İ'TİSAM Günahlardan sakınmak. * Pâk olmak. * Bir şeye yapışarak sıkı tutmak ve korunmak.
İ'TİSAR Suyunu çıkarmak için bir şeyi sıkma.
İ'TİSAR Zorluk, güçlük, meşakkat.
İ'TİSAS Gece gezip dolaşma, devriye vazifesini görme.
İ'TİŞA' Akşam vakti yola çıkma.
İ'TİTAF Bir şeye örtünme, bürünme.
İ'TİVA Bükme veya bükülme.
İ'TİYAD (İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.
İ'TİYAK Alıkoymak, engel olmak, mani olmak.
İ'TİYAN Dik dik bakma, gözünü dikme. * Yardım etme.
İ'TİYAŞ Geçinme. İdareli yaşama.İ'TİZA' : Bir kavim veya kimseye bağlı bulunma.
İ'TİZAD Yardım etme. Muavenette bulunma. * Yardım ve imdat isteme. * Bir şeyi kol üzerine alma.
İ'TİZAL (İtizal) Bir şeyi işlemeğe tamamen kasd ve teveccüh eylemek. * Nefsine müracaatla cürüm ve hatasını itiraf etmek.
İ'TİZAL Ehl-i Sünnet olan hak mezhebden ayrılıp hakka aykırı başka yola sapmak. Mu'tezile olmak. (Bak: Mutezile)
İ'TİZAM (İtizam) Büyüklük kazanmak. Azametlenmek. Büyüklenmek.
İ'TİZAM Azim ve kasdeylemek. Gitmek üzere olmak. Fütursuz ve kasd üzere olmak.
İ'TİZAR Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (Takdire şayan güzel bir haslettir.)
İ'TİZAZ Kendini aziz, izzetli saymak.
İTKÂ' Koltuk altına yastık veya dayak koyma. Dayanacak bir şey kullanma. * Yaslanma.
İTKAN Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.
İTKAN-I MUHKEM Bütün açıklığıyla bilerek sağlam yapmak.(...Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem, bir insicam-ı ahkem görünüyor. Mâdem şu biçare, perişan küremiz, sergerdan zeminimiz bu kadar hadd ü hesaba gelmez zevil-hayat ile, zevil-ervah ile ve zevil-idrak ile dolmuştur. Elbette sâdık bir hads ile ve kat'i bir yakîn ile hükmolunur ki: Şu kusûr-u semaviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine münasib zihayat, zişuur sekeneleri vardır. S.)
İTKAN-I SAN'AT San'atın sağlam, mükemmel ve pürüzsüzlüğü.
İTLA' Başkasını geçme. * Te'hir etme.
İTLAF Ziyan etmek. Telef etmek. Bozmak. * Öldürmek.
İTLAL Hayvanı yedeğinde götürme. * Damlatma.
İTMAM Tamamlamak. Bitirmek. İkmal etmek. Tekmil etmek(...Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmâm ettikten sonra; yine onları gönderen Hâlik-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerimlerine kavuşacaklar!... M.)
İTMİNAN Emniyet içinde olmak. İnanmak. Mutlak olarak bilmek. Kararlılık.
İTMİNAN-I KALB Kalbden ve gönülden inanma.
İTMİNANKÂRANE f. İtminan göstermek suretiyle.
İTNAB (Bak: Itnab)
İTNAN (Çocuk) hastalıkdan dolayı gelişememe.
İTRA' Doldurma.
İTRAB Toprak serpme. Topraklama.
İTRAK Bırakma, vazgeçme, terkettirme.
İTRAZ Kurutma veya kurutulma.
İTTİAD Randevu verme.
İTTİAS Öldürme, helâk etme.
İTTİAZ (Va'z. dan) Nasihat ve öğüt dinleme.
İTTİBA' Tabi' olma. Arkasından gitme. İtaat etme. Tebaiyyet ve imtisal etme.(Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzun reçetesi: İttiba-ı Kur'andır! M.)(Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibaını istilzam edip intac ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibaından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip, bid'alara giriyor! L.)(Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa, Habibullah'a ittiba' edilecek. İttiba' edilmezse, netice veriyor ki, Allah'a muhabbetiniz yoktur! L.)
İTTİBAEN Tâbi olarak, ittiba ederek, uyarak.
İTTİCAH Bir cihete gitmek, yönelmek. Teveccüh etmek.
İTTİCAR Ticaret yapma. * İlâç kullanma.İTTİFAK : Beraber hareket için sözleşmek. İttihad ve muvafakat etmek. Söz birliği etmek. Anlaşmak. (Bak: İhtilaf, Ehakk)(İttifak hüdâdadır, hevâda ve heveste değil.)
İTTİFAKA Rast gelme.
İTTİFAKAN Birleşerek, anlaşarak.
İTTİFAKAT (İttifak. C.) İttifaklar, sözleşmeler, ittihadlar.
İTTİFAKÎ (İttifakiyye) Birleşmeye, sözleşmeye, ittifaka veya uyuşmaya ait. Tesadüfle, rastgele.
İTTİFAKİYYAT Tesadüfle olan şeyler.
İTTİFAKPEZİR f. İttifak ve ittihad kabul eden.
İTTİHAB (Hibe. den) Karşılıksız olarak verilen bir bağışı kabul etme.
İTTİHAD Birleşmek. Birlik üzere âmil olmak. Birlik. Aynı fikirde olmak. (Bak: İhtilaf)
İTTİHAD-I ÂRÂ Rey ve fikir birliği.
İTTİHAD-I İSLÂM İslâm birliği. (Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tâli'siz bir devletin, değerli sâhibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır. M.)İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için:1- İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak.2- İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek.3- İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunlar en ehemmiyetli sebeplerinden üç tanesidir.
İTTİHAD-I MENAFİ' Menfaatlerin bir ve ortak oluşu. İş birliği.
İTTİHAD-I MUHAMMEDÎ CEMİYETİ Süheyl Paşa, Mehmed Sadık, Ferik Rıza Paşa, Derviş Vahdeti ve arkadaşları tarafından İstanbul'da 5 nisan 1909 tarihinde kurulan bir cemiyettir.
İTTİHAD-I UMUMÎ Umumi ittihad. Bütün insanların birleşmesi.
İTTİHAD VE TERAKKİ 1918 tarihine kadar devam eden ve Osmanlı Devletinin son zamanlarında mühim rol oynamış bir siyasî parti. (Bak: Tanzimat)
İTTİHAM Suç altında bulunmak. Suçlamak. Töhmet altında olmak. Suçlandırmak. (İtham yerine de kullanılır)
İTTİHAZ Edinmek. Kabullenmek. "Öyle" diye bakmak. Kabul etmek.
İTTİKA Sakınmak. Çekinmek. Günahlardan ve bütün kötülüklerden kendini çekmek. Takvâ ile amel etmek. (Bak: Amel-i salih)
İTTİKÂ' Dayanmak. Yaslanmak. * Oturmak.
İTTİKÂL Allah'a tevekkül etme, güvenme, dayanma.
İTTİKAN Muhkem yapılmak. Esaslı ve şüphesiz yakından bilmek.
İTTİKAR Vakar, gurur ve büyüklük gelme.
İTTİRA' Dolma, nemalanma. * Solma.
İTTİRAD (Bak: Ittırad)
İTTİSA Bollaşmak. Genişlik kazanmak. Genişlemek. Vüs'at.
İTTİSAF Vasıflanmak. Muttasıf olmak. Sıfat sahibi olmak. Bir hâl takınmak.
İTTİSAFKÂRANE f. Vasıfları belli olur surette. Bir hal takınarak.
İTTİSAH Paslanma, kirlenme.
İTTİSAK Dizilmek. Bir nizam dahilinde sıralanmak. * Beraber olmak. * Tamam olmak. Toplanmak.
İTTİSAL Ulaşmak. Bitişmek. * Birbirine dokunmak. Yakınlık. Bağlılık. Kavuşmak.
İTTİSAM (Vesm. den) Damga ve nişan vurma. * Dağlama, süsleme.
İTTİTAN Bir memlekette veya bir şehirde yerleşme. Vatan edinme.
İTTİZA' Alçak gönüllülük, tevazu, mütevazilik. * Devenin, boynuna basarak üstüne binebilmek için, başını aşağı eğme.
İTTİZAH Vazıh olmak. Açık olmak. Aşikâr olmak.
İTTİZAH-I DELİL Delilin açık, vazıh ve aşikâr olması.
İTTİZAN Ölçülü olmak. Vezne girmek.
İTYAN Delil getirmek. * Gelmek. * Vermek. * Vüsul, vasıl. * Vârid olmak. * Zikir ve isbat ve takrir eylemek.
İVA' Barındırma, kondurma. Yerleştirme, oturtma, iskân ettirme.
İVAD İlk işine dönme. * Âdet edinme.
İVAR İkindi vakti, ikindi zamanı.
İ'VAR Bir gözünü kör etme, tek göz bırakma.
İVAZ Karşılık olarak verilen şey. Bedel.
İVAZ f. Hazırlanmış, düzülmüş.
İVAZAN Karşılık olarak, mukabilinde, karşılığında.
İVEC Eğrilik, çarpıklık, yanlışlık. * Hakkı ve hakikatı eğri büğrü heveslerle tahrif etmek, gayr-i müstakim şekle getirmek.
İVEDİ Aceleci, savruk. Çabuk.
İVEZZE (C.: İvezz) Kaz. Ördek. * Gövdesi bodur olan. Bodur gövdeli olan.
İVGEN Koşan, acele eden.
İ'VİCAC Doğru davranmamak, eğri büğrü olmak. Hamlık. * Hakkı bâtıl, bâtılı hak göstermek.
İVZ Ördek. Kaz. * Gövdesi bodur olan kimse.
İYAB Avdet eylemek, geri dönmek.
İYAB Ü ZEHAB Gidiş - geliş.
İYAD Kuvvetlendirme, takviye etme. * Takviye eden âlet.
İY'AD (Bak: İ'âd)
İYADET (Bak: Iyâdet)
İYAL (Bak: Iyâl)
İYALET İdare etme, valilik yapma. * Bir valinin idare ettiği belde. * Vadi.
İYAN (Bak: Ayân)
İYANÎ Ayân olana ait, âşikâr ve belli olana dair.
İYAS Yeis hali. Ümidsizlik ve kederli oluş.
İYASE Ye'se düşürme.
İYAZ (Bak: Iyâz)
İYD (Bak: Îd)
İYN (Bak: În)
İZ (İZİN) "Hem, vakt, yevm, hîn" gibi kelimelerden sonra ek olarak kullanılır. Meselâ: Hîneizin: O vakit ki. Yevmeizin: O gün ki, kelimelerinde olduğu gibi. * Mâzi fiillerinden evvel "iz" gelirse: İzküntü muallimen: Muallim olduğum zaman mânasına geliyor. (iz) Yazılmasa mânası, muallim idim olur.
İZA Arabça kelimelerin başında kullanılırsa; birdenbire, bir de bakılır ki, gibi mânalara gelir. İsim cümlesinin evvelinde bulunur.
İZA' Hiza, sıra. * Bolluk ve refah sebebi.
İZA' İyiliğe, iyilikle mukabele etme. * Korkma, havfetme.
İZA İncitmek, eziyet etmek. İncitilmek. (İza-i mü'min haramdır)
İZAA (Izâat) Açığa vurma, belli ve âşikâr etme. * Yüksek sesle bildirme, ilân etme. * Radyo.
İZAA-İ ESRAR Gizli sırları açığa vurma, açıklama.
İZAA (Bak : Izaa)
İZAAT İlân etmek, açığa vurmak. Sesle neşriyat yapmak.
İ'ZAB Suyu temizleme. * Vazgeçme. * Azaba düşürme veya düşürülme.
İZABE Eritmek, eritilmek. Su gibi akıcı hale koymak. Yumuşatmak. Islah etmek.
İZABE-İ NÜHAS Bakırın eritilmesi.
İZ'AC Rahatsız etmek. Bunaltmak. * Yerinden koparıp ayırmak.
İZADE Ailesini koruması için bir kimseye yardım etme.
İZAE (İzâet) (Zû. dan) Işık verme, aydınlatma, ziya verme. (Bak: Izaet)
İZ'AF Zayıflatmak, kuvvetsiz hale getirmek. * İki kat etmek. İki misline çıkarmak.
İZAFAT (İzâfet. C.) İzafetler, isim takıları, isim tamlamaları. * Gr: Zincirleme isim tamlaması.
İZAFE(T) Bir şeyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etmek, yakın etmek. İsnâd etmek. Katmak, katıştırmak. * Bir şey üzerine meylettirmek, havale olmak, bağlanmak. * Mal etmek. * Gr: İki isimden meydana gelen bağlılık tamlaması.
İZAFET-İ MAKLUB Ters çevrilmiş terkib. Muzaf-un ileyh ile muzafın yer değiştirmesi olup, böylece birleşik isim ve sıfatlar yapılır. Bu terkibler semâidir; işitilmekle öğrenilir, bir kaideye bağlı değildir. Her terkib bu şekle sokulmaz. Meselâ: Tâb-ı meh: Meh-tâb: Ay ışığı. Çeşm-i âhu: Ahu-çeşm: Ceylân gözlü. Nazar-ı haram: Haram-ı nazar... gibi.)
İZAFET-İ MAKTU' Kesik tamlama. Terkib-i izafet-i maktu'da denir. Esre'yi kaldırmağa da fekk-i izafet denir. Yani izafetin kaldırılması demektir. Meselâ: Câme-hâb $ : Yatak. Câme-i hâb $ : Uyku elbisesi. Ser-rişte $ : İp ucu, vesile, tutamak. Ser-i rişte $ : İpin ucu.
İZAFETEN İsnad etmek suretiyle, isnad ederek, ona bağlıyarak.
İZAFÎ İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak suretiyle. Alâkalı göstererek.
İZAFİYYE Münasebet. Bağlı oluş. Alâkalılık.
İZAFİYYET Alâka mahiyeti. Bağlılık.
İZAH Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.
İZAHA Bir şeyin çevresini dolaşma.
İZAHAT (İzah. C.) İzahlar, açıklamalar.
İZAHE Bir şeyi ayırma. * Kurtulma. * Yok etme.
İZAHEN Açıklayarak, izah ederek.
İZAKA (Zevk. den) Tattırma veya tattırılma. Lezzet ve zevk hissettirme.
İZALE Zevale erdirmek. Gidermek. Ortadan kaldırmak. Mahvetmek.
İZALE-İ ŞÜYU' Ortaklığı giderme.
İZALE Halsiz bırakma. * Uzun etekli elbise. * Kadın yaşmağını açma. * Sarığın ucunu uzatma.
İ'ZAM Büyük görmek, büyük bilmek. Bir hâdiseyi büyük göstermek, büyütmek.
İ'ZAM Göndermek. Yollamak.
İZAM (Azim. C.) Büyükler. Büyük kimseler. * (Azm. C.) Kemikler.
İZAM-I REMİME Çürümüş kemikler.
İZA-MA Gr: Zaman zarfı olan "izâ"ya müsavidir. Müzari fiilinden evvel gelirse onu cezm eder.
İZ'AN Basiret. Anlayış. * Teslim olup itaat etmek. * Akıl. Zekâ. İnanç. İdrak. Bilmek. (Bak: Dimağ)
İZ'AN-RÜBA f. Anlayışı şaşırtan. Aklı oynatan. Çok hayret ve taaccüb veren. Aklı alan.
İZ'AN-RÜBA-İ KÂİNAT Kâinatın aklı alan vechesi, herkese hayret ve şaşkınlık veren yüzü.
İZAN Bildirmek. * Ezan okumak.
İZAR Yanak. İnsanın yüzündeki yanak kısmı.
İZAR Peştemal. Futa. Göğüsten aşağı örtülen elbiseler. * İsmet, iffet. * Zevce.
İZAR f. Suyun dibi.
İZARE Ziyaret ettirme.
İZARE Bir kimseyi kuşkulandırıp vesveseye düşürme.
İ'ZAZ Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galip gelmek.
İ'ZAZEN İkram ederek, ağırlayarak.
İZBAD Köpüklenme. * (Ağaç) çiçek açma.
İZBAR Yazma. Yazma ile bildirme.
İZBE Kuytu. Loş. Pis ve nemli yer.
İZCA' Defetme, kovma.
İZDİCAR Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma.
İZDİHAM Kalabalık bir yerde halkın çok birikmesinden meydana gelen sıkıntı.
İZDİRA' Tahkir etme, hakir ve âdi görme.
İZDİRA' Ekin ekme, zirâat yapma.
İZDİRAD Yutma.
İZDİRAM Lokmayı iri iri yutma.İZDİVAC : Çift olmak, birbirine eş olmak. Meşru nikâhla evlenmek.
İZDİYAD Ziyadeleşmek. Çoğalmak. Artmak.
İZDİYAL Kaybetme, yok etme.
İZDİYAN Süslenme, bezenme.
İZDİYAR Ziyâret etme, gidip görme.
İZEM Büyüklük.
İZEN Gr: O halde, o takdirde, öyleyse. (Bak: Huruf-u nasibe)
İZFAF Gelin gönderme.
İZHAB Gönderme. * Giydirme veya giydirilme. * Altun kaplama.
İZHAC Oturma, ikamet etme.
İZHAF Yalan söyleme. * Hıyanet etme, verdiği sözünü tutmama. * Hayrette bırakma, şaşırtma.
İZHAK Yok etme, mahvetme. * Öldürme. * Oku, nişandan ayırma.
İZHAL Hatırdan çıkarma, unutma.
İZHAR Açığa vurma. Meydana çıkarma. * Göstermek. Zâhir ve âşikâre ettirmek. * Yalandan gösteriş. * Tecvidde, iki harfin arasını birbirinden ayırıp açarak ihfâsız, idgamsız olarak okumaya denir. Bu sıfatın harfleri Huruf-ı halk denilen harflerdir.
İZHAR-I BELÂGAT Belâgat gösterme.
İZHAR-I HAK Hakkı izhar etmek. Hakkı açıklama.
İZHAR-I TECELLÜD İnad edip kafa tutma, yalandan cesaretlilik gösterme.
İZHAR-I TEESSÜR Teessür gösterme.
İZHAR Toplayıp biriktirme.
İZİN (Bak: İzn)
İZK Ağaç dalı. * Hurma salkımı.
İZKÂM Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma.
İZKÂR Hatıra getirmek, andırmak, hatırlatmak.
İZLAF Yakın etmek. Toplamak, cem' etmek.
İZLAK (Bak: Zelâka)
İZLAL (Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek.
İZLAL (Züll. den) Alçaltmak. Haysiyetsiz ve hakir etmek.
Dostları ilə paylaş: |