KA'M (C.: Kiâm) Devenin ağzını bağladıkları şey. * İçinde silah saklanan kap. * Bağlamak. * Öpmek.
KAMA İki tarafı keskin, ucu sivri ve enli bıçak. * Duvara veya keresteye çakılan büyük tahta çivi. * Ağaç, kütük ve sâireyi yarmak için kullanılan ucu ince, arka tarafı kalın ağaç veya demir takoz.
KAMAKIM (Kumkuma. C.) İçlerine mürekkep, zemzem gibi şeyler konulan yuvarlak testiler.
KAMAME Süprüntülük.
KAMARA Vapurlarda mevki sayılan odalar ve salonlar. * Gemide kaptan gibi erkâna mahsus odalar. * Buğday ve arpa gibi mahsul demetlerinden harman yerinde yapılan küme. * Avrupa devletlerinde millet meclisi.
KAMARÎ (Kumriye. C.) Dişi kumrular.
KAMAROT Vapurlarda kamaraların hizmetini gören adam.
KAMATIR (KAMTARİR) Katı, sağlam.
KÂMBAHŞ f. Herkesin isteğini yerine getiren. * Bağışçı, ihsan edici.
KAMBER (Bak: Kanber)
KÂMBİN f. Merâmına erdiren. İsteğine kavuşturan.
KÂM-BİNAN (Kâm-bin. C.) f. Bahtiyarlar, mesutlar, mutlu kimseler.
KÂM-BİNÎ f. Bahtiyarlık, saadet, mutluluk.
KAMCERE Islah etmek.
KÂMCU f. İsteğini ve meramını arıyan. Maksadına ve gayesine ulaşmak isteyen.
KÂME f. Arzu, istek, meram, gaye, maksad.KAM'E $ (Kumu') : Hakaret.
KAME (C.: Kumme) Başını sudan kaldıran davar.
KAMEA (C.: Kamâ) Büyük gök sinek. * Gözün kirpikleri diplerinde çıkan sivilceler.
KAMED Binanın temeli.
KAMEL Bitli kişi. * Karnın büyük olması.
KAMEN Lâyık.
KAMENCER Yaycı, kavvas.
KAMER Gökteki ay. Hilâl. * Ay ışığında uyumayıp uyanık durmak.
KAMER SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 54. Suresinin ismi olup İktarabet Suresi de denir. Mekkîdir.
KAMERÎ Ay ile alâkalı.
KAMERÎ SENE Arabi aylara göre olan yıl. Senesi 360 gün olan yıl. (Bak: Hicret)
KAMERİYYE Çardak. Bahçelerde, mehtaplı gecelerde oturmak üzere yapılıp, etrâfı sarmaşık v.s. çiçeklerle örtülü bulunan yer. Küçük köşk.
KAMERVARİ f. Ay gibi, kamere benzercesine.
KAMES Suya daldırmak ve batırmak. * Hareket edip acı çekmek.
KAMET (A, uzun okunur) Namaza başlama işâreti, namaz kılmak için okunan ezan. * Boy. Boy-bos. Endam.
KAMET-İ BÂLÂ Uzun boy.
KAMET-İ KIYMET Kıymet ve değerinin mertebesi. Manevî büyüklük.
KAMET-İ MEVZUN Düzgün ve yakışıklı boy.
KAMET-İ NÂMİYE Gelişme ve büyüme kabiliyetinde olan endam, boy.
KAMET-İ ÖMR Ömür boyu. Bütün hayat müddetince.
KAMET ALMAK Namaza başlamak için, hususen farz namazından önce ezan okumak.
KAMEZ Menfaatsiz, hor hakir nesne.
KÂMGÜZAR f. İsteğini elde edebilen. Arzusuna kavuşabilen.
KAMH Buğday. * Yukarı kaldırmak.
KAMH Yemeğe iştihâsı az olmak. * Suya dalmak. * Davarın başını sudan kaldırması.
KAMHA Kasap merhemi adı verilen ilaç.
KAMIH Kam' eden, ezip kıran, mahveden, perişan eden. Kahreden, yok eden. Alçaltan, zelil eden.
KAMIH Tarhana. * Kokutup ekşitilmiş şey.
KAMIH Suyu içmeyip, başını kaldırıp duran davar.
KÂMİL (Kemal. den) Bütün, tam, olgun, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz. Kemal ve fazilet sâhibi. * Resul-i Ekrem'in de (A.S.M.) bir vasfıdır. * Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü kimse. * Âlim, bilgin kişi. * Bir aruz kalıbı ismi.(Büyük görünme küçülürsün...Kâmillerde, büyüklük mikyasıdır küçüklük, Nâkıslarda küçüklük mizanıdır büyüklük. S.)
KÂMİL-İ UKALÂ Kemalde olan mükemmel akıl sâhibleri. Akılların kâmili.
KÂMİLEN Noksansız, eksiksiz olarak. Tam olarak. Kâmil olarak. Bütünü ile. Tamamen.
KAMİM Tere otunun kurusu.
KÂMİN(E) Saklı. Gizli. Belirsiz. Pusuda duran.
KÂMİNUN (Kâmin. C.) Saklı ve gizli olanlar.
KAMİS Gömlek. * Döl yatağını kaplayan ince deri. * Bâzı nebatlardaki ince zar.
KAMİT Bağlanmış. * Tam olgun, kâmil.
KAMKAM (C.: Kumâkım) Ulu, şerif kimse. *İyi, keskin kılıç. * Büyük deniz. * Çok adet. * Saç dibine düşen yavşak. * Küçük kene.
KAMKAME (C.: Kamkâm) Büyük, derin deniz.
KÂMKÂR f. İsteğine ulaşmış. Matlubunu elde etmiş. Hedef ve gayesine varmış. * Mutlu, bahtiyar, mes'ud.
KÂMKÂRANE f. Mutlu olan bir kimseye yakışır şekilde, mutlulukla.
KÂMKÂRÎ f. Mutluluk, saâdet, bahtiyarlık. Murada ermeklik.
KAML(E) Bit, kehle.
KAMLUL Yabâni hıyar.
KAMM Evi süpürmek.
KAMMAS Suya dalan.
KAMMAŞ Külhancı.
KAMME Süpürmek.
KÂM NA KÂM f. İster istemez.
KAMP Karargâh. Kırda asker, izci veya talebelerin kurdukları karargâh. * Esirler karargâhı.
KAMPANYA Sıkı bir iş ve çalışma devresi. * Maksatlı uğraşma. Bir maksad için faaliyete geçme.
KÂM-PERVER (C.: Kâmperverân) Emel besleyici.
KAMR Göz kamaşmak.
KAMRA Ay ışığı olan gece.
KÂMRAN f. Arzusuna nâil olan, bahtiyar, mes'ud.
KÂMRANÎ f. Mutluluk, kâmranlık. İsteğine, arzusuna kavuşmuş olma.
KÂMREVA f. İsteğine erişen. Arsuzuna kavuşan. Gayesine ulaşan.
KAMS (KIMÂS) Hareket ettirmek. * Davar önüne sıçramak.
KAMŞ Bir şeyi şundan bundan toplamak.
KAMT Kuş, dişisine cima etmek. * Doğan çocuğu beze sarmak.
KAMTARİR Çatık suratlı.
KAMU (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen.
KAMUFLAJ Fr. Gizlenme, örtme. Aldatma gayesiyle yapılan tertibat. Daha ziyade harp zamanlarında araçlar ile insanların, bulundukları mekâna göre kılığa girmeleri.
KÂMURAN (Bak: Kâmran)
KAMUS Deniz. Derya. * Denizin ortası, derin yeri. * Büyük Lügat Kitabı.
KAMUS-İ ARABÎ Arapça lügat kitabı, Arapça sözlük.
KAMUS-İ OSMANÎ Osmanlıca sözlük.
KAMUS-İ TÜRKÎ Türkçe lügat kitabı, Türkçe sözlük. * Şemseddin Sâmi'nin yayınladığı Türkçe lügat.
KAMUS Arslan, esed.
KÂMVER f. İsteğine kavuşmuş. Gaye ve maksadına vâsıl olmuş. Mutlu, bahtiyar.
KÂMVERÂN (Kâmver. C.) f. Mutlular, bahtiyarlar, arzularına kavuşmuş olanlar.
KÂMYAB İsteğine kavuşmuş. Murâdına ermiş olan.
KÂN f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse.
KÂN-I KEREM Kerem, lütuf ve ihsan menbaı.
KÂN-I MERHAMET Merhamet kaynağı.
KÂN f. Ahmak, ebleh. Câhil. İdraksiz, düşüncesiz.
KANA Süngüler.
KANAAT Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sa'yine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet)
KANAATBAHŞ f. Kanaat verici, inandırıcı.
KANAATKÂR f. Kanaat sâhibi. Kanaat edip az şeyle iktifâ eden.
KANAATKÂRANE f. Kanaat sâhibi bir kimseye yakışır tarzda.
KANADİL (Kandil. C.) Kandiller.
KANAFİZ (Kunfuz. C.) Kirpiler. * Dağ fareleri.
KANAH (C.: Kanevât-Kınâ-Kınaâ) Yer altında olan su yolu. * Kendir ağacı.
KAN'AR Büyük, kaba budaklı ağaç.
KANAS Av yeri.
KANAT (C.: Kanavât) Yeraltına döşenmiş olan künk. Küçük kanal, su borusu. * Sopa, mızrak.
KANATA ing. Bol ağızlı su testisi. * Sıvı koymaya mahsus kap. * Bazan ölçü gibi de kullanılır.
KANATİR (Kantar. C.) Kantarlar.
KANATİR (Kantara. C.) Taştan yapılan kemerli büyük köprüler. Kantarlar.
KANAVAT (Kanât. C.) Yeraltına döşenmiş olan künkler. Su yolları. * Mızraklar, sopalar.
KANAZI' (Kunzua. C.) Uzamış saç. * Baş traş edilirken yer yer bırakılan saç.
KANBER Hz. Ali'nin (R.A.) sâdık, vefakâr ve sevgili kölesinin adı. * Mc: Bir evin gediklisi. * Herşeye burnunu sokan, her düğün ve eğlencede bulunan bir adamdan kinâye olarak kullanılır.
KAND Şeker, şeker kamışının donmuş suyu.
KANDAL Büyük başlı.
KANDAVE Yaramaz huylu. * Gıdası olmayan taam. * Büyük iri.
KANDEFİR Yaşlı kimse, acuz.
KANDÎ şekerimsi, şekerle ilgili, şekerden.
KÂNE (Kevn. den) İdi, oldu...mânasında, fiilin geçmiş zamanı.
KANEF Kulağın küçük ve kalın olması.
KANEME Kir. * Yağdan gelen pis koku.
KANEŞVERE Hayız görmez kadın.
KANFA Kulakları küçük ve kaba olan kadın. (Müz: Aknef)
KANFAŞ Yaşlı, ihtiyar.
KANFESE Tesbih böceği.
KANH Suyu içip kandıktan sonra başını kaldırmak.
KANGREN Yun: Canlı vücudun belirli bir kısmında hücrelerin ölmesiyle meydana gelen bir hastalık.
KANIS Avcı.
KANIT Ümidi tamamen sönmüş. Ye'se düşmüş, ümitsiz, kederli, hüzünlü.
KANIT (Bak: Delil)
KANİ' (A, uzun okunur) Kanaat eden. Kendinde olan helâla razı olup, başkasının hiçbir şeyine göz dikmeyen. * Kanmış. İnanmış. Tatmin olmuş.
KÂNİ (Kinaye. den) Dokunaklı ve iğneli söz söyleyen. Kinayeli konuşan.
KANİB İnsan topluluğu.
KANİF İnsan cemaati. * Çok yağmur ve bulut. * Geceden bir parça.
KÂNİF Udul eden, dönen, yoldan çıkan.
KANİSA (C.: Kavânıs) Taşlık denilen ve kuşlarda olan bir organ.
KANİT (A, uzun okunur) (Kunut. dan) Kunut ve duâ eden. * İtaatlı. * Sükût eden.
KANİTÎN Kunut ve duâ edenler. Allah'a itaat ve ibadet edenler.
KÂNİZ Defneden, gömen.
KANKAL Büyük kile.
KANKANE Yol göstermek.
KANKARİS Börek.
KÂNKEN f. Madenci. Maden kazıcısı.
KANNAD şeker yapan, şekerci.
KANNAS Avcı, seyyad.
KANNİS Avcı, av.
KANNUR Başı büyük kişi.
KANS Av. Av avlama.
KANSA (Kuşlarda) Kursak.
KANTAR Ağırlık ölçüsü âleti. * Binikiyüz dinar, onikibin okiyye, yüz okiyye gibi hudutsuz bir vezindir. * Kırk okka.
KANTARA Taştan yapılan, kemerli büyük köprü.
KANTARİYYE Kantar ücreti. Tartma parası.
KANTİN Fr. Kışla, fabrika, mekteb gibi yerlerde bakkal veya aşcı dükkânı.
KANU' Kanaat sâhibi. Kanaatkâr, kanaatli. Hakkına razı olan.
KANUN (C.: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar. * Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.
KANUN-U ASKERÎ Askerlik kanunu.
KANUN-U ESASÎ Temel kanun. Temel ve esasa ait kanun. Bir bünyenin aslını ve mahiyetini teşkil eden kanun. (Bak: Teşkilât-ı esasiye)
KANUN-U KADİM Eski âdet.
KÂNUN Ocak. Ateş yanan yer. Zaman. * Kış mevsimi. * Sakil, ağır adam. * Kış mevsiminin ilk iki ayı. * Mangal. Soba.
KÂNUN-U DEHA Dehâ kaynağı. Dehâ ocağı, akıl, zekâ kaynağı.
KÂNUN-U EVVEL, KÂNUN-U SÂNİ Aralık, Ocak.
KANUNEN Kanuna göre. Kanunca. Kanuna uyarak. Kanun yolu ile.
KANUNİ Kanuna dâir. Kanuna ait. * Avrupavâri kanuna vesile olan Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman'ın bir nâmı. (Bak: Sultan Süleyman Han)
KANUNİYET Kanunluluk. Kanun haline gelmek.
KANUNNAME f. Kanun kitabı. Anayasa.
KANUNŞİNAS f. Kanun ve nizam koyan, kanunun inceliklerini bilen.
KANVA' Büyük burunlu kadın.
KANZAA İbik.
KAPASİTE Fr. İçine alma, ihtiva etme kabiliyeti. * Kabiliyet, bilgi.
KAPÇAK Tar: Eski zaman muharebelerinde muhasara edilen kalelerin duvarlarına tırmanmak için kullanılan büyük çengel.
KAPIKULU Osmanlı devletinin daimi ordusunu teşkil eden yaya ve atlı askerlerin bütününe verilen addır.
KAPLICA Üstüne bina yapılmış sıcak maden suyu, üstü örtülü kaynarca, ılıca.
KAPORA (Kaparo) Pey olarak verilen para.
KAPRİS Geçici heves. Maymun iştahlılık. İnsanın zayıf tarafı. Evham.
KAPTAN-I DERYA Vaktiyle bahriye nâzırı. Deniz kuvvetleri komutanı.
KAPUT Fr. Askerlerin üstlük elbisesi, yağmurluğu. * Otomobillerin motor kısmını örten kapak.
KAR' (KUR') (C.: Ekrâ) Cem'etmek, toplamak. * Okumak, kıraat.
KA'R Derinlik. Dip. Her şeyin dibi. Nihâyet. * Yemeği dipten yemek. * Çalmak. koparmak.
KA'R-I NÂ-YÂB Dibi bulunmayacak derecede derin olan.
KÂR f. İş. Güç. Amel. Fiil. Temettü'. * Kazanç.
KÂR-I AKIL Aklın kabul edeceği iş. Akıllıca iş.
KÂR-I KADİM Eski zaman işi.
KÂR-I REVÂ İşe yarar, kullanılabilir.
KÂR f. (Kelimeye bir ek olup, isimleri sıfat yapar) Eden, edici, yapan mânâlarına gelir ve li, lı, cı, ci gibi eklerin de karşılığıdır. İtaat-kâr, hilekâr, isyan-kâr, hamur-kâr, kanaatkâr...gibi.
KAR' Vurmak. Çakmak. Kapı çalmak. * Savt. Avâz. Ses. * Kabak. * Gülsuyu kabı. * Eti soyulmuş kemik.
KAR'-UL ASÂ Doktorun, hastanın bedenine vurup muâyene etmesi. * Mc: Hatayı hatırlatmak için işaret vermek ve ikaz etmek.
KAR (C.: Kur-Kirân) Zift, kara boya. * Deve. Dağ keçisi. * Ses çıkmasın diye ayağın kenarıyla yürümek. * Küçük tepe. * Kara taşlı yer. * Kara büyük taş.
KA'R Karnı yemekten dolmak. * Arkası yağlı olmak.
KARA' (Kar'. C.) Su kabakları. * Gülsuyu kapları.
KARA' Deve yavrusunda çıkan beyaz bir sivilce ve kabarcık. * Baştaki saçların hastalıktan dökülmesi.
KARA (C.: Ekrây-Karvât) Bahçe ve bostan içindeki su arkı. * Su ile karışmış süt.
KARA (C.: Ekrâ) Arka.
KARABASAN t. Kâbus. Sıkıntılı ve korkunç rüya. * Bir kimsenin içine düştüğü pek sıkıntılı ruh durumu.
KARABE Kırba. Büyük testi.
KARA'BELANE Karnı büyük, yassı bir böcek.
KARABET Soyca yakınlık. Hısımlık. Akrabalık.
KARABET-İ KALB Kalb yakınlığı, gönül yakınlığı.
KARABET-İ NESEBİYYE Aynı soydan gelmek suretiyle olan asli hısım ve akrabalık.
KARABET-İ SIHRİYYE Kız alıp vermekle meydana gelen akrabalık, yakınlık, hısımlık.
KARABİN (Kurban. C.) Kurbanlar. Allah için kesilen koyun, sığır ve deve gibi hayvanlar.
KARABORSA Piyasadan çekilen eşyanın, yüksek fiatla satıldığı gizli pazar.
KARAFİ (Şihâbüddin Ahmed El-Karafi) Maliki Mezhebi'nin büyük âlimlerindendir. Milâdi 1285 de vefat etmiştir.
KÂR-ÂGÂH f. İşbilir, uyanık.
KÂR-ÂGÂHÎ f. Uyanıklık, iş bilirlik.
KARAH (C.: Akriha) Bina ve ağaç olmayan arazi.
KARAİB (Karib. C.) Yakınlar, hısımlar. Akraba.
KARAİN (Karine. C.) Karineler, ip uçları.
KARAKTER yun. Huy. Mizac. Seciye. Bir şeyi benzerlerinden ayırdetmeğe yarayan temel hususiyet.
KARAMİL Örülüp ucu sarkıtılan saç bağı.
KARAN Mekke arzı.
KARANFUL (KARANFÜL) Yaprağı, çiçeği ve kokusu güzel ve uzun olan budaklı bir nebat. Karanfil.
KARANİTIS Kişiyi sersem eden dimağ dolgunluğu.
KARANTİNA İtl. Bulaşıcı bir hastalığın yaygın olduğu bir ülkeden gelen kişileri, gemileri veya malları geçici olarak tecrit etme şeklinde alınan tedbir. * Hastahanede yatması gereken hastaların kayıt ve kabul işlerinin yapıldığı yer. * Bir bulaşıcı hastalığın yayılmasını önlemek üzere hasta olup olmadığı bilinmeyen insan ve hayvanlarla temasın menedilmesi.
KARAR Değişmez hâle gelmek. * Sabit ve sakin olmak. * Ne az ne çok olan tam ölçü. Ölçülülük. * Gitmeyip kalmak. * Oturaklı yer. Sâkin olacak yer. * Anlaşılan ve sabit hâle gelen son karar sözü. * Mahkemece verilen son söz ve neticeye bağlama. * Dolanmak. * Ayakları kısa ve çirkin yüzlü bir cins koyun.
KARAR-I KAT'Î Dâvâyı neticelendiren kesin karar.
KARAR-I SERİ Acele karar, seri karar.
KARARDÂDE f. Durgun hâle gelmiş. * İstikrar bulmuş. Kararlaşmış. Karar verilmiş.
KARARET Kısa ayaklı ve çirkin yüzlü bir cins koyun. * Düz yuvarlak yer.
KARARGÂH f. Karar verilen yer. Karar yeri. * Askerî birlikte kurmay heyetinin toplandığı yer. Merkez.
KARARGİR f. Karara bağlanmış. Kararı verilmiş.
KARARİT (Kırat. C.) Kuyumcu tartıları. Kıratlar.
KARARNAME f. Bakanlar Kurulu'ndan çıkan resmî emirler. * Verilen karârı bildiren yazı.
KARARYAB f. Karar bulan. * Bir yerde oturup dinlenen.
KARAŞİME Maymunların gece çıkıp yattığı bir ağaç.
KÂR-AŞİNA İş bilir. İşten anlar.
KARATİS (Kırtâs. C.) Kâğıtlar, sahifeler. Kâğıt tabakaları.
KARAVANA Bakırdan yayvan yemek kabı. * Kışla, okul, hastahane gibi müesseselerde tevzi edilecek yemeği içine koydukları kap. * İnce ve yassı elmas. * Atışta hedefe vuramama.
KARAVOL f. Karakol.
KÂRAZMA f. Görgülü, tecrübeli.
KÂR-ÂZMAYÎ f. Görgülülük, iş bilirlik, tecrübeli oluş.
KÂR-AZMUDE f. Görgülü, tecrübeli, görmüş geçirmiş.
KÂRBAN f. Kervan.
KÂRBAN-SARAY f. Kervansaray. Şehirlerde veya yol üzerlerinde kervanların ve yolcuların gecelemelerine mahsus büyük han.
KARBON Lât. Basit olup kömürleşmiş hâlde bulunan bir temel unsur. Kömür. Billurlaşmış halde kömürleşmiş cisim.
KARBONİK Fr. Bir karbonla, iki oksijenin birleşmesi ile meydana gelen gaz.
KARBUS (C.: Karâbis) Eğerin ön ve arka kaşı. * Saç.
KÂRD f. Bıçak.
KÂRDAN f. İşten anlar, iş bilir.
KÂR-DANÎ f. Uyanıklık, iş bilirlik.
KÂRDAR f. İşi elinde tutan.
KÂR-DARAN (Kârdar. C.) İşi elinde tutanlar, iş tutanlar.
KARDED Kaba mekan. Düz arz.
KÂRDİDE (C.: Kâr-didegân) f. Uyanık, tecrübeli, iş bilir, görgülü.
KARDİNAL Fr. Katolik mezhebinde en büyük pâye.
KARE (C.: Kâr-Kur) Dişi ayı. * Meşe. * Yüksek yer. * Kabile ismi.
KARE Anasından gözsüz doğan. Kör olarak dünyaya gelen. * Koyun sürüsü.
KÂRE Arka yükü.
KAREF Hastalara yakın olmak.
KAREH Kişinin gövdesi kirli olmak. Vücut kirliliği.
KAREM Et arzu etmek. * Deniz içinde biten çınar ağacına benzer bir ağaç.
KAREN (C.: Akrân) Ok mahfazası. * Kılıç. * Ok. * İki deveyi biribirine çattıkları ip. Başka deveye çatılmış deve. * Çatık kaşlı olmak. * "Yakınlık" mânâsına mastar. * Necid ahâlisinin mikâtı olan mevzi.
KARENBA Ayakları uzun bir böcek.
KARF Töhmet etmek, ayıplamak. * Ayıp isnad etmek. * Dibâgat olunmuş deriden yapılan dağarcık gibi bir kap.
KÂRFERMA f. Amir, iş buyuran.
KÂRGÂH f. Fabrika, iş yeri. Atölye.
KÂRGER f. İş yapan, işleyen. * Etki yapan, tesir eden, nüfuzlu.
KÂRGİL f. Kerpiçten yapılmış bina.
KÂRGİR f. Taş veya harçla yapılmış olan. * İş tutan, iş yapan.
KARGÜZAR f. Becerikli. İş yapabilen. Elinden iş gelen.
KARH Yaralama. * Hasta olmak. * Bedende çıkan yara. * Su olmayan yerde kuyu kazmak. * Yanlış ve yalanla hakkı değiştirmek ve battal etmek.
KARHA (C.: Kuruh) Yara, ceriha. Ülser.
KARHA-İ ÂKİLE Tıb: Etrâfını yiyip, genişleyerek büyüyen yara.
KÂRHANE f. İş yeri, iş yapılan yer. * Süt satılan yer. Süt fabrikası.
KARHEB Yaşlı, ihtiyar. * Yaşlı öküz. * Çok kıllı keçi. * Ulu ve şerefli kişi.
KARIK Düz yer.
KARIS Ekşi yoğurt.
KARISA (C. Kavâris) İncitici söz.
KARİ (A, uzun okunur) Köyde sâkin olan, köylü.
KARİ' (Kari'e) (A, uzun okunur) Okuyucu. Okuyan. * Âbid ve zâhid olan. * Kur'anı tecvide göre okuyan.
KARİ' Ulu kişi, seyyid.
KARİA (A, uzun okunur) Ansızın gelen belâ. Kıyâmet. * Belâ ve musibetten hıfz-ı İlâhiye dâir okunan dua ve âyetler. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) düşman üzerine saldığı asker grubu. * Pek şiddetli rüzgâr.
KARİA SURESİ Kur'an-ı Kerim' in 101. Suresidir ve Mekkîdir.
KARİAT (Karie. C.) Okuyan kadınlar. Kıraat eden kadınlar.
KARİB Çok yakın. Yerce ve mekânca uzak olmayan. * Yakın hısım.
KARİB-ÜL AHD Yakın zamanda.
KARİB (KAREB) (C.: Kavarib-Ekrub) Gemi sandalı.
KÂRİBAN f. Kervan.
KARİBEN Bir zaman sonra, yakın vakitte. Çok zaman geçmeden. * Sülâlece ve soyca yakın olan.
KARİE (C.: Kariât) Okuyan kadın. Kırâat eden kadın.
KARİH Yaralı, cerihalı. * Çıbanlı.
KARİH (C: Kuruh-Kavârih) Kesbedici, kazanan. * Dişleri tam olan davar.
KARİHA Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı. * Akıldan hâsıl olan fikirler. Her şeyin evveli. * Kuyudan çıkarılan ilk su.
KARİHA-ZÂD f. Karihadan doğan, karihadan meydana gelen.
KARİKATÜR Bir insanın veya bir şeyin gülünç bir tarzda yapılan resmi. * Kaba, âdi ve mizahi resim.
KARİN Yakın. Hısım. Akraba. * Arkadaş. Yaşı aynı olan arkadaş. Refik. Komşu. * Bir şeyi elde eden, nâil olan. * Pâdişahın daimi surette yakınında bulunan. Mâbeynci.
KARİN-İ EVVEL Baş mâbeynci.
KARİN Kılıcı ve oku olan. * Hacla umreyi birlikte yapan.
KARİNE Bilinmeyen bir şeyin anlaşılmasına yarayan ip ucu. Anlaşılması zor olan hususun hak ve hakikatına dâir cüz'i delil olan şey. İşaret.
KARİNE-İ MÂNİA (Bak: Karine-i mecaz)
KARİNE-İ MECAZ Mecaza ait işaret. Kelimenin mecaz olmasını gerektiren, hakiki mânasında alınmasına mâni olan kayıt. Buna Karine-i mânia da denir.
KARİNE-İ TAAYYÜN Belli edici ve tâyine yardım eden iz, işâret, delil.
KARİR Mesrur, sevinmiş, memnun. Beşâret ve müjde sebebi ile parlayan göz.
KARİR-ÜL AYN Memnun, mesrur, gözü aydın.
KARİS Donmuş, câmid. * Pıhtı. Sirke ile pişmiş balık.
KARİYE (C: Kavâri) Uzun burunlu, kısa ayaklı, arkası yeşil bir kuş. * Süngü demirinin keskin yeri. * Kılıcın ve ona benzer şeylerin keskin yeri.
KARİYER Fr. Bir insanın kendisini hasretmiş olduğu meslek. * Bir meslekte alınan merhalelerin bütünü.
KARK Tavuk gıdaklaması.
KARKAF şarap, hamr.
KARKAL (C: Karâkıl) Kadın gömleği. * Yeleksiz elbise.
KARKAR Kilim veya halı ucu. * Hışımla gürleyerek çağır demek.
KARKAR (C: Karâkır) Düz açık yer.
KARKARA Karın gurultusu. * Kumru kuşunun ötmesi. * Kahkaha ile gülmek. * Su içerken bardağın guruldayıp ötmesi.
KARKİSYUN (KARKİSYA) Kebâbe dedikleri devâ.
KARLAYL (Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.Carlyle (Karlayl) şöyle diyor:Kur'anı bir kere dikkatle okursanız, Onun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kur'anın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kur'anın başlıca hususiyetlerinden biri, Onun asliyetidir. Benim fikir ve kanaatıma göre Kur'an, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır.(Karlayl)
KARM (C.: Kurum) Değerli insan. Kıymetli insan.
KARMELE Yapraksız küçük ağaç.
KARMEŞE Cem'etmek, toplamak.
KARN Zaman, devre. * Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene. * Yüz yıllık zaman. Asır. * Boynuz. Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç.(Karn, iki mânaya gelir. Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki, "hayrul kuruni karni" hadis-i şerifi bu mânayadır. Bunda sivrilmek veya mukarenet etmek manası vardır. Bu mukarenet veya efradın yekdiğerine mukareneti veya bir peygamber, bir âlim, bir reis gibi büyük bir şahsiyete mukareneti mülâhaza olunur.Diğeri de müddet-i zamanın kendisine denir ki, asır gibi ekseriyetle yüz sene takdir edilmiştir.) (E.T.)
KARN-I EVVEL Hicretin birinci asrı.
KARN-I ZABY Geyiğin başındaki çatal boynuz.
KARNABİT Karnıbahar.
KÂRNAME f. Usta çıkacak kişilerin ustalıklarını göstermek için yaptıkları iş örneği.
KÂRNEDAŞTE f. İş bilmez, acemi, işten anlamaz.
KARNESA Doğan kuşunun, avının ardına düşmesi.
KARNEYN İki boynuz.
KÂR-NÜMA f. Menfaat gösteren. * Usta çıkacak olan çırakların, ustalıklarını göstermek için yaptıkları örneklik iş.
KÂRPERDAZ f. İş düzenliyen. * Konsolos, şehbender.
KÂRPERVERD f. Becerikli, iş yapan, elinden bir iş gelen.
KARR Durma. * Karar verme. * Su dökmek. * Kulağına söylemek. * Mahfe.
KARRA' (C.: Karrâun) Güzel okuyan.
KARRA' Ağaçkakan kuşu.
KARRA Bir kimsenin kulağına söylemek. * Soğuk su dökmek.
KARRAUN (Karrâ. C.) Güzel okuyanlar.
KARRE Soğukluk, soğuk.
KARS İki parmağıyla çimdiklemek. * Karıncanın ısırması.
KARS Şiddetli soğuk.
KARS Küçük ibrik.
KARSA (KARİSÂ) Bir hurma cinsi.
KARSA' Deve kuşunun erkeği.
KARSAA Buruşup büzülmek. * Yazıyı sık yazmak.
KÂRSAZ f. Becerikli, elinden iş gelen.
KARSEL Kısa boylu adam. (Müe: Karsele)
KARŞ Kesbetmek, kazanmak. * Toplamak, cem'etmek.
KARŞAME Atmaca kuşu.
KÂRŞİNAS f. İşten anlar, iş bilir.
KART Tazeliği geçmiş, katılaşmış. * Gençliği geçmiş, geçkin, yaşça büyük.
KARTA' Gözünün birisine sürme çekip diğerini unutan ve gömleğini ters giyen budala kadın.
KARTABAN Karısı ile nâmahrem kimseyi gördüğü hâlde aldırış etmeyen.
Dostları ilə paylaş: |