KURME İşaret için devenin burnundan bir miktar deri kesip tam ayrılmadan yine burnu üstüne yapıştırmak.
KURMUD Dağ keçisinin erkeği.
KURMUS (C: Karâmıs) Avcıların dağda olan kulübesi veya soğuktan sakındıkları küçük çukur yer.
KURNAS Dağın burnu.
KURNE Sivri veya tümsek şey. * Hamam kurnası. Kurna.
KURNEVE Boya otu.
KURNUK Yumuşak bedenli delikanlı.
KURR Karar. * Soğukluk.
KURRA (Kari'. C.) Okuyucular. Kur'ân-ı Kerimi usul ve tecvidine göre okuyanlar. Dindar ve sâlih kimse.
KURRASA (C: Kırâs) Papatya çiçeği.
KURRE Parlaklık. Tâzelik. Gözün parlak ve nurlu olması. * Ağlamaktan sonraki serinlik. * Dilşâd olmak. * Bir atımlık şey. * Kurbağa.
KURRET-ÜL A'YUN Gözlerin nuru. * Çok sevilen ve göz aydınlığına sebeb olanlar.
KURS (KURSA) Kelepçe. * Çevrik nesne. * Yuvarlak. Tekerlek şeklinde olan.
KURS-U ŞEMS Güneş yuvarlağı.
KURŞUM (KIRŞÂM) Büyük kene.
KURT(A) (C.: Kırta-Kırat) Küpe.
KURTAN At'ın arkasına vurdukları keçe.
KURTAT Eyer altına konan bir nesne. * Boyun.
KURTUBÎ Kılıç. Halid bin Velid'in kılıcı.
KURTUM (C: Karâtım) Usfur otunun tohumu.
KURTUM Mestin burnu.
KURUH (Kurha. C.) Yaralar.
KURULTAY (Bak: Meclis)
KURUM (Karm. C.) Değerli insanlar. Kıymetli ve değeri büyük kişiler.
KURUN (Karn. C.) Asırlar. Devirler. Çağlar.
KURUN-U ÂHİRE Son asırlar. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından zaptedildiğinden sonraki zaman. Hicri 857, Mi. 1453 yılından sonraki devir.
KURUN-U SÂLİFE Geçmiş asırlar.
KURUN-U ULÂ Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılması zamanına kadar olan eski devir. İlk çağ.
KURUN-U VUSTÂ Eski Roma Devleti'nin ikiye ayrılmasından, İstanbul'un Müslümanlar tarafından zabtedildiği tarihe kadar olan zamandır. Orta asırlar.
KURUNE Nefis.
KURUR Gözün parlak olması.
KURUT Küpeler. Kadınların kulaklarına taktıkları mücevherler.
KURUT Kuruluk.
KURUZ (Karz. C.) Borçlar. Ödünç olarak verilen paralar.
KURZUB Fakir kimse.
KURZUM Kavafların ve kunduracıların üzerinde gön ve sahtiyan kesip düzelttikleri yuvarlak tahtalar.
KURZÜL Kadınların başına örttükleri nesne. * Kayıt. * Kötü kimse. * At ismi. * Bel, sulb.
KÛS f. Kös. Eskiden muharebelerde deve veya araba üstünde taşınarak çalınan büyük davul.
KÛS-İ GAZA Savaş davulu. Muharebe kös'ü.
KUSA Zayıflık. * Nâhiye.
KUSAKIS Çok acı olan sarmısak.
KUSALE Buğday ve arpa kesmiği.
KUSAME Kassamlara verilen taksim ücreti.
KUSARA İsteğin ve arzunun son derecesi.
KUSARE Hususi hücre. * Gemilerde güvertelerin en üstündeki yarım güverte.
KUSAS Saçın önünde ve ardında nihayeti.
KUSASA Tırnak kırpıntısı. * Az miktar, az şey.
KUSB (C: Aksâb) Göden bağırsak denilen büyük bağırsak.
KUSBE (C: Kuseb) Göden bağırsak.
KUSE f. Köse.
KUSEC f. Köse.
KUSEYBE Bronşcuk.
KUSEYRA İyeği kemiklerinin altındaki kemik.
KUSFEND f. Koyun.
KUSKUS (KUSKUSA) (C: Kusâs) Kaba, kısa boylu erkek.
KUSLUB Kuvvetli, dayanıklı, sağlam.
KUSRE Yakın, karib.
KUSSA Alın saçı.
KUSSABE (C: Kısâb) Kamış boğumu. * Düdük.
KUSSAS Bir demir madeninin adı.
KUSS İBN-İ SAİDE İslâmiyetten önce Arabistan'da yaşamış İyâd Kabilesinin ileri gelenlerinden, mühim hakikatlı bir şâirdir. Cârud gibi hakperesttir. Henüz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm genç iken Suk-ı Ukaz panayırındaki hitabeti ile meşhurdur. Hitabesinde bir Hak Peygamber geleceğini ve onun en güzel bir din üzere olacağını müjdelemiştir. (K. En. Sh. 61)
KUST Topalak dedikleri ot.
KUSTAR (KISTÂR) Kesedar. Sarraf. * Tüccar, tâcir. * Mizan, ölçü. * Bir şehre veya bir beldeye vâli olan kimse.
KUSTAS Büyük terazi.
KUSU Uzaklık, ırak olmaklık. * Son olmaklık.
KUS'UL Yaramaz, leim, lânet edilen kimse. * Kurt eniği.
KUSUR Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik. * Cem' olmalar. * Pahalanmak. *Eksilmek. * Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması. * Bereketlenmek. * İmtina', âciz olmak. * Bir hesabın üstü. Artan kısım. * (Kasr. C.) Kasırlar. Saraylar. Köşkler.(Şeytanın mühim bir desisesi : İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, tâ ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; âdeta taksiratdan takdis etsin. Evet şeytanı dinliyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de, yüz te'vil ile te'vil ettirir. $ sırriyle, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan , $ dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir. Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstahak olur. L.)
KUSUR-İ CİNAN Cennet'teki köşkler.
KUSURE Acizlik, güçsüzlük.
KUSUT Haktan sapmakla cevr ve zulmetmek. * Birşeyi kısımlara ayırmak, tefrik etmek.
KUSVA Son derecede bulunan. * Son, nihayet. * Son sınır. Erişilecek olan en son nokta.
KUŞ'AM (C: Kaşâım) Yaşlı ihtiyar, koca kimse. * Belâ. * Arslan. * Sırtlan. * Örümcek. * Karınca yuvası.
KUŞAM (KUŞÂME) Sofrada artan yemekler.
KUŞ'AMAN Büyük erkek akbaba.
KUŞ'AR Hıyar.
KUŞA'RİRE Titreme. * Tavuk derisi gibi ürperip kabarmış deri.
KUŞE Köşe.
KUŞE-İ FERAG İnsanın, herşeyden feragat edip çekildiği köşe.
KUŞE-İ NİSYAN Unutma köşesi, nisyan köşesi.
KUŞİŞ f. Çalışma, çabalama, gayret sarfetme, uğraşma.
KUŞUR (Kışr. C.) Kabuklar, kışırlar.
KUŞUR-İ EŞCAR Ağaç kabukları.
KUŞUTA Burnun çökük ve yassı olması.
KUT Yaşatacak gıda, rızık. * Kuvvetlendirmek.
KUT-I LÂ-YEMUT Ölmeyecek kadar olan rızık, yiyecek.
KUT-I MESİH Hurma. * Şarap.
KUT'A Bir hurma cinsi.
KUTA' (C: Kutâ-Kutevât) Atın arkalaşacak yeri. * Bağırtlak kuşu.
KUTA' (KUTU') Düş yormak, rüya tâbir etme. * Su kesilmek.* Başka yere gitmek.
KUTAA Bir şeyin kesintisi ve kırıntısı.
KUTAFE Toplarken düşüp dökülen üzüm ve yemiş döküntüsü.
KÛTAH (Kuteh) Kısa, boysuz.
KÛTAH-ÂSTİN f. Aslında kötü olduğu hâlde iyi gibi görünen kimse.
KÛTAH-BÎN f. Neticeyi göremiyen, basiretsiz, kısa görüşlü.
KÛTAHTER f. Pek kısa, çok ufak.
KÛTAH-TERİN f. En çok kısa.
KUTAR Kebap kokusu. Ot kokusu.
KUTB (Kutub) Dünyanın şimâl veya cenub uçları. (Güney ve kuzey taraflarının son kısımları.) * Elektrik cereyânını meydana getiren veya mıknatısın uçlarından her biri. * Dini bir meslek veya grubun başı. Bir çok müslümanların kendisine bağlandıkları azim ve büyük evliyaullahtan zamanın en büyük mürşidi.
KUTB-U CENUBÎ Güney kutbu.
KUTB-U DEVRAN Halife ve bu sıfatı alan Osmanlı padişahı.
KUTB-UL AKTAB Kutubların başı. Hilafet-i mâneviye-i Muhammediye (A.S.M.). Velâyet-i mâneviye makamlarının en yükseği, nübüvvet-i Muhammediyeye (A.S.M.) veraset makamı olup, bu makama ancak Cenâb-ı Hakkın bir atiyyesi olarak nâil olunur. Bu makamda bulunan zât, Hakikat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) mazharı ve Esmâ-i İlâhiyenin câmi'idir. Her asırda bir tane bulunan bu zatların sonuncusu mezkur sıfatların en ekmeline mazhardır. Bu makam hakkında Gavs ve Kutbiyyet-i Kübrâ tâbirleri de kullanılır.
KUTB-UL ÂRİFÎN Ariflerin en ileri geleni, en büyüğü. Maddi, mânevi ve İlâhi ilim sahiblerinin başı. Ariflerin kutbu. (Bak: Aktâb)
KUTB-U RİSALET Risaletin başı. * Hz. Muhammed (A.S.M.)
KUTB-U ŞİMALÎ Kuzey kutbu.
KUTB-UD DİN Dinin kutbu.
KUTB-UZ ZAMAN Zamanın en ileri gelen ve en büyük ârif ve mürşidi. (Bak: Aktâb)
KUTBE Nişan okunun temreni. * Erkek ismi. * Nişanlara atılan ufak ok.
KUTBEYN İki kutub. Şimal ve cenub kutbu. Kuzey ve güney kutubları.
KUTBÎ (Kutbiye) Dünya kutuplarına ait. Onlarla alâkalı.
KUTBİYE Deve ve koyun sütünün birbirine karışması.
KUTBİYET (Bak: Kutb-ul aktab)
KÛTEH (Kutâh) f. Kısa, boysuz.
KÛTEHBÂL f. Kısa boylu.
KÛTEHBÎN f. Kısa görüşlü. İleriyi göremez.
KÛTEHDEST f. Kısa elli. Elli kısa olan. * Mc: Hasis, cimri, tamahkâr, keremsiz.
KÛTEHENDİŞ f. Sonunu ve istikbali düşünmeyen. Kısa görüşlü.
KUTELA' (Katil. C.) Öldürülmüş kimseler, maktuller.
KÛTÎ Kısa boylu adam.
KUTİLE (Katil. den) Katledildi, kahroldu veya kahrolası meâlindedir.
KUTME Bozluk ve kızıllık olan renk. (O renkte olana "aktem" derler.) (Müe: Katmâ)
KUTN (C: Aktân) Pamuk.
KUTNE Geviş getiren hayvanların midelerinin bir bölümü. Şirden.
KUTNİYE Aşure tatlısı.
KUTR (KUTUR) Taraf. Canib. * Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti. * Çap. * Bölük. Bölge. * Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.
KUTR-U DÂİRE Geo: Dairenin kutru. Çap.
KUTRE Avcılar kümesi.
KUTRENÎ Kutur itibariyle, çap olarak.
KUTRUB Bir kuş.
KUTRUTÎ Kısa boylu küçük adam.
KUTTA' (Katı'. C.) Kesiciler, kat' ediciler, kesenler.
KUTTA-İ TARİK Yol kesenler, eşkiyalar, haydutlar.
KUTTAL (Katil. C.) Katiller, öldürücüler, öldürenler. Katledenler.
KUTTAN (Katın. C.) Yerliler, oturanlar, sâkinler.
KUTU' Sudan veya bir yoldan geçme. * (Kuşlar) göç etme. * (Kat'. C.) Kesintiler.
KUTU' Zelil olmak. Hakarete uğramak.
KUTUB (Kutb. C.) Kutublar.
KUTUR Pintiliğinden dolayı ailesini sıkıntı içinde bırakan adam.
KÛTVAL f. Kale muhafızı. Dizdar. * Belediye reisi. Şehir ağası.
KUUD Cülus. Oturmak. * Namazın oturarak kılınan kısmı. Secdede iken kalkıp oturmak.
KUULE Ayağının arkasıyla yerden toprak saçmak.
KUUR (Ka'r. C.) Dipler, derinlikler. Nihâyetler.
KUVÂ (Kuvvet. C.) Güçler. Kuvvetler. * Hisler. Hasseler. Takatler. * Şeriatın birer hükmü.
KUVÂ-İ DİNİYE Dinî kuvvetler.
KUVÂ-İ HAMSE Beş duygu.
KUVÂ-YI MİLLİYE Milli kuvvetler. Bir milletin sahib olduğu kuvvetleri. * İstiklâl harbinde Anadoluda kurulan hükümet ve bu hükümetin askeri kuvvetleri.
KUVÂ-YI SELÂSE Üç kuvvet. (Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye.)
KUVÂ-YI UMUMİYE Umumi kuvvetler.
KUVA' Erkek tavşan.
KUVAM Koyunun ayaklarını tutan bir hastalık.
KUVARE Yuvarlak parça (ki gömlek yakasından veya kavun, karpuz başından keserler.)
KUVB Yavru.
KUVVAD Kumandanlar, seraskerler, komutanlar.
KUVVE Kuvvet. Güç. * Salâhiyyet. İktidar. * Fikir. Niyet. * Hasse. His. Duygu. Meleke. * Kabiliyyet. (Za'fiyyetin zıddı)
KUVVE-İ AN-İL-MERKEZİYE Merkezkaç kuvvet. Cisimlerin kendi mihveri üzerine hareketi zamanında merkezinde hâsıl olan kuvvete denilir. Merkezde dönen bir tekerleğin etrafında yapışık veyahut üstünde taşıdığı cisimlerin etrafa yayılıp dağılmasıyla bu kuvvetin mevcudiyyeti anlaşılır.
KUVVE-İ AZM f. Azim kuvveti. Emele muvaffak olmak için gösterilen azim, cehd kuvveti.
KUVVE-İ BÂSIRA f. Görme duygusu, görme kuvveti.
KUVVE-İ CÂZİBE Kendine çekici kuvvet. Dünyanın câzibe, yani çekme kuvveti.
KUVVE-İ DÂFİA Zararlı şeyleri men'etme ve onlardan korunma hissi. İtme kuvveti.
KUVVE-İ GALİBE Üstün ve ezici kuvvet.
KUVVE-İ HÂFIZA f. Zihinde hıfzetme, belleme kuvveti.
KUVVE-İ HAMSE-İ BÂTINA İçteki beş his, beş duygu. (Bak: Havâs)
KUVVE-İ İLE-L MERKEZİYE Muhitten (etraftan) merkeze doğru gelen çekme kuvveti. (Kuvve-i anil-merkeziyenin zıddıdır.)
KUVVE-İ İSTİNAD Dayanma ve istinad etme kuvveti.
KUVVE-İ KUDSİYE Evliyâ kuvveti. Cenab-ı Hakk'ın yardımına mazhar olan kuvvet. Hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeyi gayet ince ve derin bir firaset ve dirayetle anlayabilme kuvveti.
KUVVE-İ LÂMİSE Dokunma ve hissetme duygusu. Sertliği ve yumuşaklığı anlama duygusu.
KUVVE-İ MUHASSALA Muhtelif kuvvetlerin ağırlık merkezi.
KUVVE-İ MUSAVVİRE Cenâb-ı Hakkın izni ve kanunu ile maddiyatın şekil ve suretini alma kabiliyeti (Bak: Madde-i musavvire)
KUVVE-İ MUTASARRIFA Mütehayyile vasıtasıyla zihinde hazırlanan şeyleri tertib kuvveti.
KUVVE-İ MÜDRİKE İdrak kuvveti. Beş duygunun, hissin zihinde duyulması, anlaşılması.
KUVVE-İ MÜMEYYİZE İnsanın iç âleminde hissedilenleri birbirinden ayırdetme kudreti. * Hayır ve şerri anlayıp ayıran bir duygu ve kuvvet.
KUVVE-İ MÜTEHAYYİLE Hissolunan şeyin gıyabında resim ve tasvir kuvveti. Hayâl kuvveti.
KUVVE-İ MÜVELLİDE Tevlid edici kuvve, meydana getirci kuvvet.
KUVVE-İ NÂTIKA Konuşma, güzel ifade etmek kudreti.
KUVVE-İ SEBUİYE İnsanda başkalarına hücum ve zararları defetmek kuvvesi.
KUVVE-İ SEBUİYE-İ GADABİYE Zararlı şeyleri def'e sevkeden his ve kuvvet.
KUVVE-İ ŞÂMME Koku alma, koklama duygusu. Burun.
KUVVE-İ ŞEHEVİYE Cinsi istek kudreti. Yemek, içmek, konuşmak, uyumak gibi kabiliyetler.
KUVVE-İ TEŞRİİYE Kanun vaz'etme kuvveti. şeriata uyan düsturlar yapma kuvveti. * Büyük Millet Meclisi.
KUVVE-İ VÂHİME Vehim ve hayâl duygusu. Kuruntu hâssesi.
KUVVE-İ ZAHRİYE Yardımcı ve imdatçı kuvvet.
KUVVE-İ ZÂİKA Dildeki tad alma duygusu. (Bak: Dil)(Ağızdaki kuvve-i zâika bir kapıcıdır; mide, cesedin idâresi noktasında bir efendi ve bir hâkimdir. O saraya veyahut o şehre gelen ve sarayın hâkimine verilen hediyenin yüz derece kıymeti varsa, kapıcıya bahşiş nev'inden ancak beş derecesi muvafık olur.. fazla olamaz. Tâ ki; kapıcı gururlanıp, baştan çıkıp, vazifeyi unutup, fazla bahşiş veren ihtilâlcileri saray dahiline sokmasın. İşte bu sırra binâen, şimdi iki lokma farzediyoruz. Bir lokma, peynir ve yumurta gibi mugaddi maddeden kırk para; diğer lokma, en âlâ baklavadan on kuruş olsa.. bu iki lokma ağıza girmeden, beden itibariyle farkları yoktur, müsâvidirler; boğazdan geçtikten sonra, cesed beslemesinde yine müsâvidirler. Belki, bazan kırk paralık peynir, daha iyi besler. Yalnız, ağızdaki kuvve-i zâikayı okşamak noktasında yarım dakika bir fark var. Yarım dakika hatırı için kırk paradan on kuruşa çıkmak, ne kadar mânâsız ve zararlı bir israf olduğu kıyas edilsin. Şimdi, saray hâkimine gelen hediye kırk para olmakla beraber, kapıcıya dokuz defa fazla bahşiş vermek, kapıcıyı baştan çıkarır, "hâkim benim" der. Kim fazla bahşiş ve lezzet verse; onu içeriye sokacak. İhtilâl verecek, yangın çıkaracak, "Aman doktor gelsin, hararetimi teskin etsin, ateşimi söndürsün." dedirmeye mecbur edecek. İşte, iktisad ve kanaat, hikmet-i İlâhiyyeye tevfik-ı harekettir. Kuvve-i zâikayı kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise; o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikiyi kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden gelen sun'i bir iştiha-yı kâzibe ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder. L.)
KUVVE-İ ZÂKİRE Hafıza. Ezberleme kuvveti. Ezber edici kuvvet.
KUVVET Sükunette bulunan cisimleri harekete, hareket ettikleri sükunete getirmeğe muktedir olan sebeb. (Kuvvet, te'sir ettiği cisimlerin hâricindedir.)
KUVVET-İ DEVLET Devletin kuvveti.
KUVVET-ÜZ ZAHR Arka veren kuvvet. Yardımcı, imdadcı kuvvet. Geriden gelen yardımcı. * İcabında arkadan yardımcı olacak asker kuvveti. İmdâda hazır asker.
KUY f. Karye, mahalle, sokak. * Yol. Semt.
KUYA Çok kusmak.
KUYDAŞ f. Aynı köyden olanlar. Köyleri aynı olan kimseler.
KUYUD (Kayd. C.) Kayıtlar. Resmi muâmelelerin veya her hangi bir şeyin kayıtları, deftere geçirilmeleri, yazılmaları.
KUYUD-U İHTİRAZİYYE Korunmak için ilerisine âid tedbir kayıtları. Bazı hakları kullanabilme şartı.
KUYUDAT Kayıtlar.
KUYUDAT-I ATİKA Eski kayıtlar.
KUZ Bardak, kadeh. * Tas, çanak.
KUZ f. Kambur.
KUZA' Hırka parçası.
KUZA' Ağız ağrısı.
KUZAH Mevzi ismi. * şeytan ismi. (Bak: Kuzeh)
KUZAKIZ Yırtıcı ve paralayıcı yavuz arslan.
KUZA'MEL Büyük şişman deve.
KUZA'MELE Kötü huylu, kısa boylu kadın. * Şey.
KUZAT Şeriat nâmına hükmeden hâkimler. Kadılar. (Bak: Kudât)
KUZAZAT Ok yeleği kırpıntısı. * Altın parçaları.
KUZE f. Su testisi.
KUZE-GER f. Çömlekçi, bardakçı.
KUZEH Renk renk çizgiler. * Bulutları idâreye me'mur bir melek ismi.
KUZEHİYE Gözün renkli olan tabakası. İris.
KUZFE (C.: Kuzuf-Kuzefât) Yüksek yer.
KUZHA (C: Kuzeh) Yol, tarik.
KUZU' Evmek, acele.
KUZZ Yeleksiz oklar.
KUZZE (C: Kuzze) Ok yeleği. * Pire, bürgus.
KÜAYT (C: Ki'tân) Bülbül.
KÜBAB Bir yere toplanmış kum.
KÜBAD Tıb: Karaciğer iltihabı.
KÜBAS Başı büyük olan erkek.
KÜBBE (C: Kübb) At sürüsü. * İplik yumağı.
KÜBBENE Bahil kişi.
KÜBERA (Kebir. C.) Büyükler. Ulular.
KÜBERA-YI ÜMMET Ümmetin uluları, büyükleri.
KÜBKÜBE İnsan topluluğu. * At sürüsü.
KÜBR Yakınlık.
KÜBRA (Ekber'in müennesi) Büyük, daha büyük, en büyük. * Man: İkinci kaziye (İkinci önerme). Yâni, hadd-i ekberin bulunduğu cümle (Bak: Hadd-i ekber).
KÜBUD (Kebed. C.) Karaciğerler.
KÜCA f. Nereye? Nasıl?
KÜDA Mekke-i Mükerreme'de Bâb-ı Umre'nin yolu.
KÜDADE Çömlek dibinde kalan yemek.
KÜDAME Her nesnenin bakiyyesi.
KÜDAS Hayvan aksırığı.
KÜDS Dövülmemiş harman.
KÜDÛ Yerin otu geç bitmek.
KÜDU' Soğuğun bitkilere zarar vermesi.KÜDUR : (Keder. C.) Kederler, hüzünler, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
KÜDURET (Keder. den) Bulanıklık. * Koyuluk, kesiflik. * Kaygı. Tasa. Kederlilik.
KÜDÜRR Azâsı çok şişmiş olan yiğit.
KÜDYE Kazılması güç olan sert yer.
KÜF Yetiştiği satıhta kimyevî değişikliklere sebep olan küçük boylu mantarlara verilen umumi ad. * Maddelerin oksitlenme neticesinde dış tarafını kaplayan tabaka. Pas.
KÜFAE Davarın bir yıllık dölü, sütü, yoğurdu, yünü ve yapağısı.
KÜFALE Zammetmek, artırmak. * Boynuna almak.
KÜFAT (Küfv. C.) Eşitler. * Denkler, müsaviler.
KÜFE f. Taze dallardan veya kamıştan örülmüş, derin ve çeşitli boyda kaba sepet.
KÜFFAR (Kâfir. C.) Gâvurlar. Hak din olan İslâmiyeti inkâr edenler. Kâfirler.
KÜFFE (C: Küfât) Kaftan nigendesi, kaftan zencifi.
KÜFİYYUN Eski arabça âlimlerinin ayrıldığı iki büyük şubeden biri olup diğerine Basriyyun denirdi. (O.L.)
KÜFNE Ağaç, şecer.
KÜFR Örtmek mânâsınadır. Kalbe âit bir sıfattır. Hak dini inkâr edip, hakkı inkâr edene ve gizleyene "kâfir" denilir. Kâfirliğin sıfatı küfürdür. * Allaha inanmamak. Hakkı görmemek. İmansızlık. * Allaha (C.C.) yakışmıyan sıfatlar uydurmak. Müslümanlığa uymayan şeylere inanmak. * Nankörlük, dinsizlik, günah, kaba ve ayıp söz. (Bak: Kebâir - Kâfir)
KÜFR-İ CUHUDÎ Kalb ve dil ile ikrar etmemektir. (şeytan gibi)
KÜFR-İ İNADÎ İnadî dinsizlik, inadî küfür. Hakikat isbat edildiği halde yine imana gelmemek. Bilip de kabul etmez olmak.
KÜFR-İ İNKÂRÎ Aslâ Cenab-ı Hakk'ı tanımayıp, İslâmiyet hakikatlarını ikrar ve tasdik etmemektir. (Evet küfr, mevcudatın kıymetini ıskat ve mânasızlıkla ittiham ettiğinden; bütün kâinata karşı bir tahkir ve mevcudat âyinelerinde cilve-i esmayı inkâr olduğundan; bütün esmâ-i İlâhiyeye karşı bir tezyif ve mevcudatın vahdaniyete olan şehadetlerini reddettiğinden; bütün mahlukata karşı bir tekzib olduğundan; istidad-ı insâniyi öyle ifsad eder ki: Salâh ve hayrı kabule liyakati kalmaz. Hem, bir zulm-ü azimdir ki: Umum mahlukatın ve bütün esmâ-i İlâhiyenin hukukuna bir tecavüzdür. İşte şu hukukun muhafazası ve nefs-i kâfir hayra kabiliyetsizliği; küfrün adem-i afvını iktiza eder. S.)(Deniliyor : Deve kuşuna demişler : "Kanatların var, uç!" O da kanatlarını kısıp, "Ben deveyim" demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler; "Mâdem deveyim diyorsun, yük götür!" O zaman kanatlarını açıvermiş. "Ben kuşum" demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş... Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş. Aynen onun gibi; kâfir, Kur'anın semâvi ilânatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: "Madem mevt ve zevali, bir idam-ı ebedi biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde... Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır?" O adam, Kur'anın umumi vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: "Mevt idam değil, ihtimal beka var." Veyahud, deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın!.Elhasıl : O meşkuk küfür vasıtasiyle deve kuşu gibi mevt ve zevali, idam mânâsında gördüğü vakit, Kur'an ve semâvi kitabların iman-ı bil'âhiret'e dair kat'i ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: "Mâdem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniyye meşakkatini çekmek gerektir!" O adam şekk-i küfri cihetiyle der: "Belki yoktur; yok için neden çalışayım." Yâni: Vaktâ ki o hükm-ü Kur'anın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle idam-ı ebedi âlâmından kurtulur ve meşkuk küfrün verdiği ihtimâl-i adem cihetiyle tekâlif-i diniyye meşakkati ona müteveccih olur; ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek bu nokta-i nazarda, mü'minden ziyade bu hayatta lezzet alır, zannediyor. Çünki; tekâlif-i diniyyenin zahmetinden ihtimâl-i küfri ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden, ihtimâl-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü, gayet sathi ve faidesiz ve muvakkattır. L.)
KÜFR-İ MEŞKUK Küfürde ve itikatsızlıkta şüpheli olma.
KÜFR-İ MUTLAK Hiç bir imâni hükmü olmamak, dine âit hiç bir hakikatı, Allah'ın varlığına âit hiç bir delili kabul etmemek. İhsan ve inayet-i İlâhiyyeye karşı şükür etmiyerek fiilen ve kavlen inkâr etmek. ("Neuzü billâh" dine söğmek gibi) Küfr-ü icabettiren bazı çirkin sözlere de "küfür" denilmiştir.(Bir müslüman bir hakikat-ı imaniyeyi inkâr etse, küfr-ü mutlaka düşer. Çünkü başka dinlerin icmallerine mukabil İslâmiyette tam izahat verilmiş. Rükünler birbiriyle zincirlenmiş. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı tanımayan, tasdik etmeyen bir müslüman, Allahı da (sıfatıyla) daha tanımaz ve âhireti bilmez. Bir müslümanın imanı o kadar kuvvetli ve sarsılmaz hadsiz hüccetlere dayanıyor ki, inkârda hiçbir özür kalmıyor. Adeta akıl, kabulde mecbur oluyor. S.)
KÜFR-İ NİFAKÎ Dil ile imanı ikrar edip kalb ile itikad etmemektir.
KÜFRAN Nankörlük etmek. Allah'ın ihsan ve inayetine mukabil teşekkür etmeyip fiilen veya kavlen inkâr etmek.
KÜFRAN-I Nİ'MET Cenâb-ı Hakkın ihsan ettiği ni'metleri bilmemek ve hürmetsizlikte bulunmak. (Bak: Tahdis-i ni'met)(Bazan tevâzu, küfrân-ı ni'meti istilzâm ediyor; belki küfrân-ı ni'met olur. Bazan da tahdis-i ni'met iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çare-i yegânesi ki, ne küfrân-ı ni'met çıksın ne de iftihar olsun. Meziyyet ve kemalâtları ikrâr edip, fakat temellük etmiyerek, Mün'im-i Hakikinin eser-i in'âmı olarak göstermektir. M.)
KÜFRİYYAT Küfre sebep olan işler ve sözler.
KÜFR Ü DALAL Kafirlik ve sapıklık. Dinsizlik.
KÜFUF (Keff. C.) Avuçlar, el ayaları.
KÜFÜRBAZ f. Küfür sözü söyleyen. Ahlâksız. Küfrü âdet edinmiş olan.
KÜFÜV (KÜFV) şerik. Nazir, akran, denk, eş, benzer, misil. Hemtâ. (Bak: Kefâet)
KÜFYE Ancak geçinebilecek kadar olan yiyecek.
KÜH (Bak: Kûh)
KÜHBE Kırmızılığa yakın olan beyaz renk.
KÜHEN f. Eski, zamanı geçmiş. Demode olmuş. Yıpranmış.
KÜHENPİR f. Yaşı ilerlemiş. Çok yaşlı, ihtiyar.
KÜHENSÂL f. Yaşlanmış, ihtiyarlamış, kocamış. Eskimiş.
KÜHEYLAN Cins arab atı. (Gözü sürmelidir.)
KÜHHAN (Kâhin. C.) Kâhinler, falcılar.
KÜHİSTAN f. Dağlık yer, dağı çok olan mevki.
KÜHKÜM Oturak yeri kemiği.
KÜHL Sürme. Göz için sürme boyası.
KÜHLE Sığırdili denilen ot.
KÜH-SAR f. Dağ tepesi. Dağlık.
KÜHUF (Kehf. C.) Mağaralar.
Dostları ilə paylaş: |