LEBTEŞNE (C.: Lebteşnegân) f. Susamış.
LEBUN Sütlü hayvan. Sütü bol olan hayvan.
LEBUS Her giyecek ve örtünecek nesne.
LEBVE Dişi arslan.
LEBZ Vurmak. * Yemek.
LEC f. Tepme.
LECA Su boğası.
LECA' Sığınmak. * Saklanmak, gizlenmek. * Zaruret.
LECAC (Lecâcet) Çekişme, inad etme, ayak direme (düşmanlıkta). Taannüd.
LECC Dar şey. * Düşmanlıkta ve husumette inad edip ayak direme.
LECCAC İnatçılık. Muannidlik. * İnatçı, inad edip ayak direten. Muannid.
LECCE Avaz, ses, savt.
LECEB Avaz, ses, savt.
LECEBE (C.: Elcâb-Licâb-Lecebât) Doğurduktan dört ay sonra sütü çekilmiş davar.
LECEM Cemaat, topluluk.
LECEN Bir şeye musallat olmak, ilişmek.
LECİN Ağaçtan yaprak dökmek.
LECLAC Sözü tutuk söyliyen. * Satranç oyununun icatçısı. * Bir harfi iki kere söyliyen.
LECLEC Tereddüt olunan.
LECLECE (Sözde) karasızlık, tereddüt. * Lokmayı ağızda döndürmek ve çiğnemek.
LECM Şahmed-ül arzdan büyük bir tepenin adı.
LECN Yalamak. * Deve için yem yapmak.
LECNE Bir mes'ele için toplanan cemaat.
LECUN Halsiz, yaşlı davar.
LECÜC Pek inadçı ve hasım olan. * Suyu çok olan yer.
LECZ Köpeğin kab kacak yalaması.
LECZ Ulaşmak, varmak. * Yapışmak.
LEÇ f. Yanak. * Yüz.
LEDA (LEDE) Sırasında, yapıldığında (mânâsına kullanılır). * Yan, nezd. (Bak: Ledün)
LEDE-L-HÂCE İhtiyaç görüldüğü zaman. Hacet ânında.
LEDE-L HAVALE Havale olunduğu zaman.
LEDE-L-İHTİYAÇ İhtiyaç halinde. Hacet ânında.
LEDE-L-İKTİZA İktiza edip gerektiği zaman.
LEDE-L-MÜTALAA Mütâlaa edilip okunduktan sonra.
LEDE-L-MÜZAKERE Müzakere anında, konuşma sırasında.
LEDE-S-SUÂL Soruldukta, sorulduğu anda.
LEDE-T-TAHKİK Tahkik olundukta.
LEDA Beden.
LEDD Düşmana galip olmak. * Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
LEDDAM Eski elbiseleri yamalıyan.
LEDED Katı husumet, şiddetli düşmanlık.
LEDEM Akrabadan nikâhı haram olan.
LEDEYK Senin yanında. Senin indinde.
LEDG (Teldag) Yılan veya akrep sokması. * Mc: Sözle birini incitmek. * Ekşilik.
LEDÎD Derenin iki tarafı.
LEDÎG Yılan veya akrep gibi hayvanlar tarafından sokulmuş kimse.
LEDÎM Yamanmış eski elbise.
LEDÎS Tenbel kimse.
LEDM Taşı taşla vurmak. * Yere düşen taştan çıkan ses. * Kaftana yama vurmak. * Defetmek, kovmak.
LEDN (C.: Lidân-Ledun) Taze ve yumuşak olan ağaç budağı.
LEDS Yalamak. * Davarın ayağına nal vurmak. * Yırtık dikmek.
LEDÜD (C.: Elidde) Hastanın ağzına dökülen ilâç. * Çok husumet, şiddetli düşmanlık.
LEDÜN İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kelimesine mukarin olur. "Ledâ" kelimesinde ise, ibtidâ mânası lâzım değildir. Ve "inde" kelimesinin "min" yerinde tasarrufu daha umumidir. "Ledün" kelimesi mâba'dını izâfetle cerr eder. (L.R.)
LEDÜNN (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı izâm (A.S.) ve Ehlullâh-i Kiram Efendilerimiz Hazretleridir.
LEDÜNNÎ Ledünn ilmine mensub ve müteallik. Ledünne dair ve ait.
LEDÜNNİYAT (Ledünn. C.) Allah Teâlâ Hazretleri tarafından hususi vecih üzere bâtınan ihsan olunanlar. (L.R.)
LEF' Örtmek, setr etmek. * şâmil olmak.
LEFA Vurmak. * Soymak.
LEFAİF (Lifafe. C.) Sargılar, örtüler. Zarflar.
LEFAZ Dinleyenin anlayamadığı belirsiz sesler.
LEFC (Lefce) Kalın dudak.
LEF'E Kemiksiz et.
LEFEF Pelteklik, kekemelik. * Yorgunluk. * Besililik, semizlik.LEFEHAN : Vurmak.
LEFF Sarma. Dürme. İçine toplama. İliştirme. Rabtetme.
LEFFAF Çok konuşan, çok lâf eden. Pek fazla söyliyen. Can sıkan.
LEFFAT Yaramaz huylu, ahmak adam.
LEFFEN Beraber sararak. İliştirilmiş olarak. Rabtedilmiş olarak.
LEFF Ü NEŞR Edb: Bir yazı veya şiirde söz simetrisi yapma san'atıdır. Önce iki veya daha fazla kelimeyi sıralamak, sonra da onlarla alâkalı şeyleri söylemek. İki çeşidi vardır;1- Leff ü Neşr-i Müretteb (Düzenli leff ü neşir) : Birinci cümlede sıralanan kelimelerle ikinci cümlede söylenen kelimelerin aynı sırayı takib etmesidir. Misâl:(Bu karışık mevcudat, dâr-ı fâniden dâr-ı bekâya akıp gidiyor. Elbette nasıl ki; hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet'e akar. Öyle de: Şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem'e yağar. Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur)2- Leff ü Neşr-i gayr-i Müretteb (Düzensiz leff ü neşir) : Birinci cümlede söylenen şeylerle, ikinci cümlede söylenen şeylerin ters olarak sıralanmasıdır. Misâl:(Cevr-i dilber, ta'n-ı düşman, suz-i firkat, za'f-dil Dürlü dürlü dert için halketmiş Allah'ım beni.)Avni (Fatih)
LEFH Yakmak. * Vurmak. * Fakirlik, fakir. * İflas. * Tavşancıl kuşu. * Karga.
LEFİF Sarılmış, dürülmüş. * Gr: Kökü üç harfli olduğunda iki harfi "elif" veya "yâ" nın yan yana olduğu kelime.
LEFİF-İ MAKRUN Kökündeki "elif" veya "ya" nın yan yana olduğu kelime.
LEFİF-İ MEFRUK Harf-i illetin aralarında başka bir harfin bulunduğu kelime.
LEFK Giymek. * Örtünmek. * İki parçayı birbiri üstüne koyup dikmek.
LEFK Hamâkat, ahmaklık.
LEFT Yüz döndürmek.
LEFTİYE Şalgam.
LEFÜT Evvelki kocasından çocuğu olan ve daima çocuğuna iltifat eden evli kadın.
LEFZ (C.: Elfâz) Atmak. * Söz.
LEGABE Hamâkat, ahmaklık. * Zayıflık, zaaf.
LEGAT Sesler kelâmla karışık olmak.
LEGORN ing. Çok yumurtlayan bir tavuk cinsi.
LEGUB Fikri, re'yi zayıf olan. Ahmak.
LEH (LEHU) Hakkında, onun için, onun faydasına veya zararına.
LEHA (Lehât. C.) Küçük diller.
LEHA (Lehu. nun müennesidir) Hakkında. O kadın için.
LEHAA Zayıflıktan dolayı âzâların sülpük ve sarkık olması.
LEHAK Yetişmek.
LEHAK Çok beyaz olan.
LEHAK Çok beyaz. * Öküz, sevr.
LEHAME Etlilik, semizlik.
LEHAN Akıllılık.
LEHAS Susuz kişi.
LEHAT (C.: Lehâ ve Lehevat) Küçük dil.
LEHAZ Gözucu.
LEHAZA Gözucu ile bir şeye dikkatlice bakmak.
LEHBAN Susuz kişi. (Müe: Lehbâ)
LEHBET Susuzluk.
LEHC Haris olmak.
LEHCE Bir beldenin konuşma şekli, dil. Konuşma tarzı.
LEHCEM Geniş yol. * Büyük kadeh.
LEHD Def'etmek, kovmak. * Ağır etmek, ağırlaştırmak.
LEHEB Ateşin alevlenmesi. Ateş alevi. Havaya yükselen toz.
LEHEB-ÜN NÂR Ateşin alevi.
LEHEB SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 111. suresi olup "Tebbet, Mesed" Suresi de denir. Mekkîdir.
LEHEBAN Ateşin alevlenmesi.
LEHEF Kaybolan bir şeyden dolayı müteessir olup üzülme.
LEHESAN Susuzluk.
LEHEVAT (Lehât. C.) Küçük diller.
LEHF Yok olan şey için hasret çekip üzülmek.
LEHFAN Kalbi yanık, hasret çeken. Özleyen.
LEHHAN Okurken çok yanlışlık yapan kimse.
LEHİB Açık yol.
LEHÎB Eti az deve, zayıf deve.
LEHÎD Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve.
LEHÎDE Koyu olan bulamaç.
LEHÎF (Lehfân) Mahzun, hüzünlü, üzüntülü, kederli.
LEHİNDE t. Onun faydasına, aleyhinde olmadan. Onun için, iyiliğine.
LEHÎRE Kısa boylu kötü huylu kadın.
LEHİV (Lehv) Günahlı, şehevi, nefsâni meşguliyet. Kadınla yabancı erkeğin oynaması. * Eğlence, oyun.
LEHK şiddet. * Meşakkat, zahmet. * Birbiri içine girmek.
LEHLE Süst ve zayıf nesne. * Seyrek dokunmuş bez. * Fusaha indinde makbul olmayan şiir ve söz.
LEHM Bir şeyi hemen yutma.
LEHS Nefesi kesilip dili dışarı çıkarma.
LEHS Yalamak.
LEHSAN Susuz.
LEHT f. Bir bütünün cüz'ü. Bir şeyin parçası.
LEHT-İ CİĞER Ciğerden kopma parça.
LEHT Vurmak. * Atmak.
LEHT Bir nevi yürüyüş.
LEHU (Bak: Leh)
LEHUM Obur, çok yiyici.
LEHÜM Onlar için. Onlara.
LEHÜMA (Tesniye) O ikisi için. İkisi hakkında.LEHV : (Bak: Lehiv)
LEHVİYYAT f. (Lehv. C.) Lehivler, kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar. Nefsanî gayr-i meşru oyun ve eğlenceler.
LEHZ Vurmak. * Dürtmek. * Karıştırmak.
LEİM Alçak, deni, rezil, zelil, levm edilen. Cimri. * Mayası bozuk ve kötü.
LEİMAN (Leim. C.) Alçak, zelil ve aşağılık kimseler. Pinti ve cimri insanlar.
LEİMANE Alçakça. Zelilane bir tarzda.
LEİN Vallahi eğer.
LEK' Vurmak.
LEK (LEKE) Sana, senin için, senin hakkında.
LEK f. Ahmak, ebleh, sersem. * Yüzbin. * Kırmızı boya çıkarmaya yarayan bir maden.
LEK' Isırmak. * Yapışmak. * Kir.
LEKA' (Lek'â) : Yaramaz, hakire kadın.
LEKALİK (Laklak. C.) Leylekler.
LEKALİK Büyük, etli, şişman kadın. * Büyük deve.
LEKANET Zeki ve anlayışlı olma.
LEKE t. Benek. Kir izi. * Kusur.
LEKED f. Çifte, tepme.
LEKED Yapışmak. * Lâzım olmak.
LEKEDAR f. Lekeli, ayıplanmış. * Pislenmiş. * İttiham edilmiş.
LEKEDHAR f. Çifte yiyen.
LEKEDKUB f. Çifte yiyen. Hayvanların ayakları altında ezilen.
LEKEDZEDE f. Çifte yiyen.
LEKEDZEN f. Tepme veya çifte vuran. Çifte atan.
LEKEN (C.: Elkân) Leğen.
LEKİ' Hor ve hakir kimse.
LEKÎF Dolu havuz.
LEKÎK (C.: Likâk) Zayıf ağaç. * Kemik aralarında olan et.
LEKÎTA (Bak: Lakita)
LEKLEKE Yoğun gövdeli ve şişman olmak, etli olmak.
LEKM Yumrukla vurmak.
LEKZ Vurmak.
LEM (Arabçada cezm harfidir) Muzari fiilinin başına getirilirse, nefyeder, cezmeder, sâkin okutur. "Gelir" fiilini "gelmedi" yaptığı gibi. (Bak: Lem-yezel)
LEM' Terk etmek, bırakmak.
LEM' Parıldama, parlama. Parlayış.
LEM'A (C.: Lemâat) Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak. * El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek.
LEM'A-NİSAR Parlaklık saçan.
LEM'A-PAŞ f. Parıldayan, parlayan.
LEM'A-RİZ f. Parlayan, parıldayan.
LEMEAN Parlama, parıldama.
LEMEAT (Lem'a. C.) Parlayışlar, parıltılar.
LEMEAT-I İ'CAZİYE İ'caza dair lem'alar. İ'caz, insanları âciz bırakma, hayrete düşürme parıltıları.
LEMEAT-I MÜTEFERRİKA Muhtelif, parça parça olan parlayışlar.
LEMEAT-I ŞEMS Güneşin parıltıları.
LEMEHAT (Lemha. C.) Bir defa göz atmalar. * Parıltılar, çakmalar.
LEMEM Günaha yakın olmak. * Küçük günahlar. * Delilik, cünun. * Musibete yakın olmak.
LEMH Göz atma, bir defa bakış. * Parlama, parıltı.
LEMH-İ BASAR (Lemhat-ül basar) Göz atma. Bakma. Çabuk bir bakış. * Çok az bir zaman.
LEMHA Bir göz atmak. * Şimşeğin bir defa çakışı.
LEMHA-İ BASAR Pek az bir zaman. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen zaman.
LEMÎS Câriye ismi.
LEMK Yazmak. * Bozmak, mahvetmek. * Vurmak.
LEMLEME Bir şeyi evvel yapmak.
LEMM Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek. * Islâh etmek. * Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek. * Şiddet ve meşakkat. * Az şey. * Konmak. Nâzil olmak.
LEMMA (Harf-i cerdendir) Vaktâki, o zaman (mânâsındadır.) İstisna için: "İllâ" yerinde de olur.
LEMME (C.: Lemmât) şiddet. Meşakkat, zorluk. * Az şey.
LEMS Dokunmak, el ile tutmak, ellemek, yapışmak. * Beş duygudan biri, dokunma duygusu.
LEMS Yalamak.
LEMSA Pürüzsüz, düz.
LEMSÎ Hissedilmeğe, dokunma ile duymağa ait ve müteallik.
LEMSİYET Bir cisme veya bir mâdene parmakla dokunmaktan gelen his.
LEMY Dudak içinde olan siyahlık.
LEM-YEZEL Zâil olmaz, bâki, zeval bulmaz. Daimî olan.
LEM-YEZELÎ Devamlılık, bâkilik, zeval bulmazlık.
LEMZ Ayıplamak. Dil ile tân etmek.
LEMZ Ağızda olan yemek artığını dil ile araştırmak.
LEMZE Göz veya kaşla işaret etmek.
LEN Gr: (Muzâri fiilini nasbeden edatlardan birisi). Bir işin aslâ olamıyacağını ifade eder: $ cümlesinde; kâfirler aslâ Cennete giremezler, derken olduğu gibi. (Bak: Huruf-u nâsibe)
LENC f. Edâ, naz ve cilve ile salınma.
LENF (Lenfâ) Tıb: İnce damarların içinde dolaşan beyaz kan. Kanın esasını teşkil eden sıvı. * Eski tıbba göre; ahlât-ı erbaa'dan birisi. (Bak: Hılt)
LENFİSAM Aslâ kırılmaz, kopmaz.
LENG f. Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması. * Tenasül organı.
LENGÂNE f. Topalcasına. Topallıyarak.
LENGER f. Gemiyi yerinde sâbit kılmak için denize atılan zincir ucundaki büyük demir çapa. * Bakırdan yayvan ve kenarları genişçe sahan veya tepsi.
LENGER-ENDAZ f. Lenger atan, demir atan. Demir atmış olan gemi.
LENGERÎ f. Büyük bakır sahan, lenger.
LENG-FAHTE f. Topal güvercin.
LENGER-HANE f. Lenger yapılan yer. Lenger imal edilen yer.
LENGÎ f. Aksaklık, topallık.
LEN-TERANÎ Beni aslâ göremezsin (meâlinde).
LERZAN f. Titrek, titreyerek.
LERZE f. Titreme, titreyiş. Sallantı.
LERZEBAHŞ f. Titreme veren, titreten.
LERZEDÂR f. Titrek, titreyici.
LERZENÂK f. Titrek, titreyici. Titremeğe tutulmuş.
LERZENDE f. Titreyen, titrek.
LERZERESAN f. Titreme veren, titreten.
LERZİŞ f. Titreme, titreyiş.
LES' Yılan ve akrep gibi hayvanların sokması.
LESA Islak ayakla bir şeye basmak. * Yaş olmak, ıslanmak.
LESA' Kolayca çocuk doğurmak.
LESAK Yaşlık, ıslaklık.
LESAS Hırsızlık yapma. Sirkat.
LESASET Hırsızlık.
LESB Vurmak. * Yalamak. * Yapışmak. Cem'etmek, toplamak.
LESD Yalamak. Emmek.
LESEN Fesâhat. Düzgün, güzel ve akıcı konuşma.
LESİN Ülfet, alışkanlık.
LESK Yapışmak.
LESLESE Men'etmek, engel olmak.
LESM İlzam etmek, susturmak.
LESM Ağzını örtmek. * Öpmek. * Kırmak.
LESME Yüzörtüsü, peçe.
LESS Dâim olan. Devamlı olan.
LESS Yemek. * Yalamak.
LEST f. Güzel, hoş, iyi. Kuvvetli, kavi.
LESU' (Akrep veya yılan gibi hayvanlar) sokmuş.
LESUS (Lesusiyet) Hırsızlık, sirkat. Hırsızlık yapmak.
LEŞKER f. Asker.
LEŞKER-İ ARAMREM Çok asker.
LEŞKERGÂH f. Ordu yeri.
LEŞKERÎ f. Askere ait. Askerle alâkalı.
LEŞKERİYAN (Leşker. C.) f. Askerler, leşkerler.
LEŞKERKEŞ f. Asker çeken. Askerleri idare eden. Kumandan.
LEŞKERŞİKÂF f. Düşman askerini kıran.
LEŞKERŞİKEN f. Düşman askerini kıran.
LEŞKERŞÜKÛF f. Düşman askerini kıran.
LET f. Dayak, kötek. * Dövme, vurma. * şiddetle çarpma.
LET' Atmak. * Doğurmak. * Cima etmek.
LETAC Vahşi sığır, yabani sığır.
LETAFET Hoşluk, lâtiflik. * Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek. * Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
LETAİF Lâtif duygular. (İman yalnız ilim ile değil, imanda çok letaifin hisseleri var. Nasıl ki; bir yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkisam edip tevzi olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hakeza.. letaif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa, noksandır. M.)
LETAİF-İ AŞERE On lâtif duygu. On adet lâtifeler.(Letaif-i aşere; İmam-ı Rabbani, kalb, ruh, sır, hafi, ahfa, insanda anasır-ı erbaanın herbir unsurdan o unsura münasib bir lâtife-i insaniye tabir ederek, seyr ü sülukta her mertebede bir lâtifenin terakkiyatı ve ahvalinden icmalen bahsetmiş. Ben kendimce görüyorum ki, insanın mahiyet-i camlasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letaif var. Onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükema ve ulema-i zahiri dahi o letaif-i aşerenin pencereleri veyahut nümuneleri olan havass-ı hamse-i zahire, havass-ı hamse-i batına diye o letaif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hatta avam ve havas beyninde taarüf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letaif-i aşeresi ile münasebettardır. Meselâ vicdan, a'sab, his, akıl, heva, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letaifi kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letaif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letaifden başka saika, şaika ve hiss-i kabl-el vuku gibi çok letaif var. R.N.)
LETB Gitmek. * Devretmek. * Bir şeyden ayrılmayıp, ona bağlanmak.
LETEYYA Büyük emir.
LETF Sık olmak. * Bahçede ağaçların sık bitmesi. * Yaraşıklı olmak.
LETHAN Karnı aç olan kişi.
LETHURDE f. Dayak yemiş, dövülmüş, kötek yemiş.
LETM Davarın boğazlanacak yerine bıçak çalmak.
LETRE f. Parça parça. Paramparça. * Eski, yırtık.
LETT Bağlama. * Karıştırma. * Vurma, dövme, dayak atma. * Yanaşma, yaklaşma.
LETTA Büyük emir.
LEUS Çok yeyici kişi, obur.
LEÜM (LEİM) (C.: Liâm) Aslı alçak yaramaz kişi.
LEV Gr: (Şart edâtı) Dahâ ziyade, olsa bile (manâsına gelir.) "İnne" gibi mâzi mânâsını muzariye çevirmeyip aksine muzâriyi de mâziye çevirir. Temenni edâtı ve vasıl edâtı olur. Meselâ : Lev-câe Aliyyun leraeytühu: Ali gelse idi, elbette görürdüm.
LEV' Yanma. * Yakma.
LEV'-İ GARÂM Aşk ile, sevgi ile yanma.
LEV'A (C.: Leveât) Gönül acısı, kalb acısı. Yürek yanıklığı.
LEV'A-İ KALB İç yanıklığı, gönül acısı.
LEVA Bulgar parası.
LE'VA Şiddet. * Maişet darlığı, geçim zorluğu.
LEVAHIK (Lâhık. Lâhıka. C.) İlâveler, ekler. Lâhıkalar.
LEVAİC (Lâice. C.) Kalbleri aşk ateşiyle yananlar.
LEVAİH (Levâyih) (Lâyiha. C.) Lâyihalar.
LEVAİM (Lâime. C.) Bir kimsenin yüzüne karşı çekiştirmeler, levmetmeler. Zemmetmeler. Başa kakmalar.
LEVAMİ' (Lâmia. C.) Parıldayan şeyler, nurlar, parıldamalar.
LEVAZIM İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde. * Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.
LEVAZIMAT (Levazım. C.) Lüzumlu maddeler.
LEVBAN Siyah taşlı yer.
LEVC Ağız içinde lokma veya başka bir şeyi döndürüp çevirme.
LEVCA' Hâcet, ihtiyaç.
LEVEAT (Lev'a. C.) Sevgiden ve mecazî aşktan gelen iç yanıklıkları. Yürekten gelen acılar.
LEVEND (Levent) f. Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen bir isim. Asker. * Mc: Boylu boslu, yakışıklı, çevik kimse.
LEVENDÂN (Levend. C.) f. Leventler, askerler.
LEVENDÂNE f. Leventçesine, hızla, süratle.
LEVG Ağızda bir cismi çiğneyip sonra dışarı tükürmek. * Yalamak.
LEVH Görünen ibretli manzara. * Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. * Seyredilen yerin çizili sureti. * Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey. * Şimşek çakmak. * Susamak. * Zâhir olmak. * Çalıp almak.
LEVH-İ HÂTIR Hâfıza.
LEVH-İ KAZÂ VE KADER Kader ve kazanın levhası, yani: Olmuş ve olacak her bir şeyin ilm-i İlâhîdeki vücudları; yani, ilmen mevcudiyyetleri.(Alem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mevcudatın dahi mânen hayatdar bir vücud-u mânevileri ve ruhlu birer sübut-u ilmîleri vardır ki, levh-i kaza ve kader vasıtası ile o mânevi hayatın eseri, mukadderât nâmı ile görünür, tezahür eder. L.)
LEVH-İ MAHFUZ Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.
LEVH-İ MAHV Mahvolma levhası, bir şeyin harab oluşu ve yıkılışını gösteren manzara.
LEVH-İ MAHV VE İSBAT Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz. Bu hale mahv diyoruz. Kudret-i İlâhî ile tekrar aynı eski hale gelmesi, havanın yağmurlu, bulutlu, şimşekli manzarasına dönmesi keyfiyyetine de İsbât diyoruz. Cenâb-ı Hakk'ın tekrar mahlukatı dirilteceğine bir işâret olarak bu vaziyete de İsbat deniyor, Cenab-ı Hak levhayı yazıyor, bozuyor.(...Hem zihayatların yaşamasına en lüzumlu rızkı ve istifadece en kolayı ve nefesleri vermek ve nüfusları rahatlandırmak gibi çok vazifeler ile tavzif edilen rüzgârlar dahi; cevvi, âdetâ bir hikmete binâen "levh-i mahv ve isbat" ve yazar, ifâde eder, sonra bozar tahtası" suretine çevirmekle, Senin faaliyyet-i kudretine işâret ve Senin vücuduna şehadet ettiği gibi, Senin merhametinle bulutlardan sağıp zihayatlara gönderilen rahmet dahi; mevzun, muntazam katreleri, kelimeleriyle, Senin vüs'at-ı rahmetine ve geniş şefkatine şehadet eder!... Ş.)
LEVHA Üzerinde yazı veya resim bulunan, duvara asılacak kâğıt. * Bir sayfanın üzerindeki kalın yazı.
LEVİD f. Çok büyük tencere. Kazan.
LEVÎSE Çeşitli topluluklardan bir yere toplanmış olan kimseler.
LEVİYYE Bir kimse için ayrılıp saklanan yiyecek.
LEVK Çiğnemek.
LEVKA Ceviz ağacı.
LEVLAKE Eğer sen olmasaydın (meâlindedir).( $ beyanında "Bu hitab zâhiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'a müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevilhayata râcidir." fıkrası, ta'dile muhtaçtır. Çünkü: Küllî hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) hem hayatın hayatı, hem kâinatın hayatı, hem ism-i âzamın tecelli-i âzamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitab, doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder. R.N.)
LEVLEB Makara deliğine soktukları ip.
LEVM Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
LEVMA (C.: Levâyim) Azarlama.
LEVME Kınanmaya ve çekiştirilmeğe sebep olacak şey.
LEVN Renk, boya. Sıfat, nev', çeşit, tür. Bir şeyi diğerinden ayıran alâmet.
LEVS Pislik, murdarlık. Kir. * Zor. Kuvvet. * Tam olmayan, zayıf beyyine. * Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek. * Deprenmek. * Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık. * Cerâhet, yara.
LEVS-İ FÂNİ Gelip geçici murdarlık, pislik. Dünyanın fâni, faydasız eğlenceleri.
LEVS-ÜL KATL Birisini katletmekle müttehem olan şahısta, katlin nişânesi veyahut maktul ile aralarında zâhir bir düşmanlık bulunması gibi alâmet ve karineler.
LEVSİYYÂT Kirli ve pis şeyler.
LEVS Kapı aralığından veya örtü ve perde kenarından bir nesneyi görmek.
LEVŞEB Kurt, zi'b.
LEVT Gizlemek, saklamak. * Sorduklarını değil de başkasını haber vermek.
LEVT Yapışmak. * Varmak, ulaşmak.
LEVV (LÜVV) "Mürr" dedikleri acı Yemen zamkı.
LEVVAH Yakıcı ve bozucu.
LEVVAM (Levvâme) Levm ve itâbedici. Zemmeden, çekiştiren, dedikodu yapan. Serzenişte bulunan. Başa kakan, paylayan.
LEVY Bükmek. * Eğmek, meylettirmek. * Karın ağrısı. * Mide fesadı.
LEVZ Sığınma, himâyesine girme.LEVZ : Bâdem.
LEVZAÎ Akıllı, zarif kimse.
LEVZE Bir tek bâdem. * Tıb: Bâdemcik.
LEVZETÂN İki bâdemcik, bâdemcikler.
LEVZETEYN Bâdemcikler, iki bâdemcik.
LEVZÎNE f. Bâdemli helva. * Bâdem helvası.
LEVZÎNEC Bâdemli helva.
LEVZİYYAT Bademle yapılmış tatlılar.
LEY f. Kab, zarf, mahfaza. * Çamur.
LEYAİL (Leyl. C.) Geceler.
LEYAL (Leyâli-Leyâil) (Leyl. C.) Geceler.
LEYAL-İ AŞR Arabi aylardan Zilhiccenin ilk on gecesi. On geceler.
LEYAL-İ HASRET Hasret geceleri.
LEYAN Huzur ve rahatta olan.
LEYAN f. Parlıyan, parıldıyan. Parlayıcı.
LEYG İyi huylu olmak. * Sözü açık ve fasih söyleyememek.
LEYH Örtünmek, bürünmek.
LEYK f. Ammâ, lâkin, fakat.
LEYK Lâyık olmak.
LEYKİN f. Lâkin, ammâ, fakat.
LEYL Gece. (Bak: Leyle)
LEYL-İ DİMAĞ Dimağın bozukluğu. Zihnin iyi çalışmaması.
LEYL-İ MÜNEVVER Gündüze benzeyen gece. Nurlanmış gece.
LEYL-İ SERD Soğuk gece.
LEYL-İ TÂRIK Karanlık gece.
LEYL Ü NEHAR Gece ve gündüz.
LEYL SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 92. Suresinin ismidir.
LEYLA Çok karanlık gece. * Arabi ayların son gecesi. * Leylâ ile Mecnun hikâyesinin kadın kahramânı.
LEYLAK Salkım şeklinde mor ve beyaz renkli çiçekleri olan bir nebat adı.
LEYLAKÎ f. Leylak renginde olan. Mor renk.
Dostları ilə paylaş: |