LEYLE Bir tek gece, bir gece. * Gece. (Bak: Leyl)
LEYLE-İ BEDR Ayın ondördüncü gecesi.
LEYLE-İ BERAT (Bak: Berat gecesi)
LEYLE-İ ERBAA Haftanın dördüncü gecesi olan çarşamba gecesi.
LEYLE-İ KADR Ramazân-ı mübârekin ve senenin en kudsi ve kıymetli gecesi. Kur'ân âyetlerinin ilk defa vahiy ile gelmeye başladığı gece. (Bak: Ramazan)
LEYLE-İ Mİ'RAC Mirac gecesi. (Bak: Mi'rac)
LEYLE-İ REGAİB (Bak: Regaib gecesi)
LEYLE-İ SÜVEYDA Gece karanlığı. Geceye benzeyen siyahlık.
LEYLEN Geceleyin, gece vakti.
LEYLÎ Gececi. Geceleyin kalan. Yatılı. Geceye âit. Geceye mensub.
LEYM İnsanlar arasında sulh etmek, barış yapmak. * Salâh. * Bir nârenciye meyvesi.
LEYMUN (Leymon) Limon.
LEYNET Yumuşak koltuk yastığı.
LEYS Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. (Bunun aslı "lâyese" idi. Yâ'yı tahfif için "leyse" oldu.) Hükemâlar arasında "eys" vücud, "leys" adem mânâsında kullanılmıştır. (L.R.) * Gaflet. * Bahâdırlık, kahramanlık. * Yük çekici olmak.
LEYS (LÂYİS) (C.: Lüyus) Arslan. * Sinek avlayan örümcek. * Arasında yaş ot bitmiş olan kuru ot. * Birbirine girmiş ot. * Semiz ve şişman kimse.
LEYSE Olmadı (meâlinde fiil-i müşebbehtir)
LEYSE KEMİSLİHİ ŞEY'ÜN Ne zâtında, ne sıfâtında, ne de ef'âlinde naziri yoktur, şebihi olamaz!.
LEYT Sarfetmek, harcamak. * Hapsetmek.
LEYT Ulaşmak, varmak.
LEYTAN şeytan.
LEYTE "Keşke olsa idi. Ne olaydı" meâlinde olan huruf-u müşebbeh bir fiildir. İsimlerini nasbeder, (yâni, üstün okutur), haberini ref'eder (yâni ötre okutur). (Bak: İnne)
LEYY Def'etmek, kovmak. * Harcamak, sarfetmek. * İlaç yapmak. * Aciz olmak. * Bir nesneyi dürüp boğazına tıkmak.
LEYYA Sudan uzak olan yer.
LEYYAN Def'etmek, kovmak. * Sonraya bırakmak, tehir etmek.
LEYYİN Yumuşak. Mülâyim. Hafif. Yavaş olan.
LEYYİN-ÜL CÂNİB Görüşülmesi kolay, mütevâzi, kibirsiz kimse. Kanı sıcak insan.
LEZ' Davarı iyi gütmek.
LEZ' Yakmak.
LEZA (Bak: Lazâ)
LEZAİZ Lezzetler. Zevk duyulan, eğlendirici, hoşa giden şeyler.(Lezaiz çağırdıkça, "Sanki yedim" demeli, "Sanki yedim"i düstur yapan sanki yedim namındaki bir mescidi yiyebilirdi; yemedi. M.)
LEZAİZ-İ DÜNYEVİYE Dünyâ lezzetleri ve zevkleri.
LEZAM Lâzım ve gerekli olma. * Hiç ayrılmama.
LEZBE (C: Lezbât) Şiddet. * Kıtlık.
LEZC Yapıştırma. Yapışmak. Sıvanıp yapışmak.
LEZC (LÜZUCE) Kaypak olmak. * Çekilip uzamak.
LEZEN Şiddet. * Darlık. * Halkın kuyu veya ırmak kenarında kalabalık meydana getirmesi.
LEZEZ Yapışmak.
LEZİM (Bak: Lizâm)
LEZÎR f. Akıllı, zeki.
LEZİZ (Lezize) Lezzetli. Tatlı, hoş. Tadı hoş ve güzel. (Lezzet umumidir, hâlavet ise hususidir.)
LEZK Bir şeyin diğer bir şeye vasıl olması.
LEZK Yaranın iyileşmesi, onulması.
LEZLAZ Kurt. (Canavar)
LEZN Darlık. Şiddet. Sıkıntı.
LEZZ Uyku, nevm. * Sözü güzel olan, tatlı konuşan kişi. * Tatlı, leziz, lezzetli.
LEZZ Bağlamak.
LEZZAT (Lezzet. C.) Tatlılıklar. Lezzetler. Tadı hoş ve güzel olan şeyler.
LEZZAZ(E) Lezzetli, tatlı, leziz.
LEZZET (C.: Lezzât) Tad, çeşni. Hoş ve güzel olan şey.(Dünyanın âkıbeti ne olursa olsun, lezaizi terketmek evlâdır. Çünki, âkıbetin ya saadettir, saadet ise şu fâni lezaizin terkiyle olur. Veya şekavettir. Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi? Dünyasının âkıbetini küfür sâikasiyle adem-i mutlak olduğunu tevehhüm eden adam için de terk-i lezaiz evlâdır. Çünki, o lezaizin zevaliyle vukua gelen hususi ve mukayyed ademlerden adem-i mutlakın elîm elemleri her dakikada hissediliyor. Bu gibi lezzetler, o elemlere galebe edemez. M.N.)
LEZZET-İ İLM İlmin lezzeti.
LEZZET-ŞİNAS f. Tad alan, lezzet alan.
LEZZET-YÂB f. Lezzet bulan, tad bulan, lezzetlenen.
LIKF Kuyu ve havuz kenarları.
LIKS Boğazına düşkün, obur. * Lokma sezdiği yere can atan kimse.
LIKVE Cimanın evvelinde gebe olan kadın. * Tez yüklü olan deve. * Kova.
LISB Küçük kaya yarığı. * Derenin dar yeri. Dar olan her cins madde. * İçi zorla çıkan ceviz.
LISS (C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız.
LIST Hırsız.
Lİ Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.
LİAB (Bak: Lüâb)
LİAM (Leim. C.) Alçak, aşağılık ve zelil kimseler. Pinti ve cimri insanlar.
LİAME (C.: Liem-Lüum) Kadın gömleği.
LİAN Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi. * Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer'i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
Lİ-AYNİHÎ Kendisi ile bir. Aynı ile. * Allah tarafından emrolunan bir şeydeki güzellik, ya li-aynihi bir hüsündür veya li-gayrihi bir hüsündür. Ya kendi zatındaki bir güzellikten dolayı hasendir veya başkasında sabit bir güzellikten dolayı bir hasendir. Meselâ: Biz iman ile me'muruz. İmandaki hüsn, bir hüsn-ü zâtidir. Bu hüsün başkasından alınmış değildir. Öyle ise iman bizâtihi hasen olan bir durumdur. Biz cihad ile de me'muruz. Cihad hadd-i zatında insanları tazib, beldeleri tahribe sebeb olacağı için li-zatihi güzel değildir. Belki dini ihyaya, İslâm yurdunu muhafazaya vesile olduğu için güzeldir. Binaenaleyh cihad li-aynihi değil, li-gayrihi güzeldir, hasen'dir. (Ist.Fık.K.)
Lİ-AYNİHÎ HARAM Fık: Aslında herkes için haram olan şey.
LİBA' Hayvan doğurduktan sonra gelen süt. Avuz (Ağuz)
LİBAB (Lebib. C.) Akıllılar, zeki kimseler.
LİBAÇE f. Elbise, libâs.
LİBAN Kadın sütü, insan sütü. * Süt emzirme.
LİBAS Giyilecek şey. Elbise. * Karı ve koca. * Mc: İctima'. * Şübhe kabul eden söz.
LİBAS-I FERSUDE Eskimiş elbise.
LİBAS-I TAKVA Takva elbisesi. Sâlih ameller.
LİBD (C.: Lübud) Yün. * Keçe.
LİB'E (C: Libâ) Ağuz denilen koyu süt. (Her dişi davar doğurduğunda önce olur.)
LİBERAL Fr. Ferdî hürriyet lehinde, hürriyete elverişli. Ferdî teşebbüs ve hürriyet haklarını korumak için en iyi vasıta, devletin salâhiyyetlerini mümkün olduğu kadar tahdid etmek fikri. Rusya'daki dinsiz sosyalistliğin zıddı. (Bak: Sosyalizm)
LİBS Kâbe-i Muazzama'ya örtülen örtü.
LİBSE Elbise giyme. Giyiş.
LİCAC İnat ve düşmanlığı devam ettirme. Hasımlığı sürdürme.
LİCAF Kapının üst eşiği.
LİCAM (Ligâm) f. Dizgin. Gem.
LİDAD Husumet etme. Dâvacı olma.
LİDAM Eski elbiseye yapılan yama.
LİDER Şef. Başkan. Siyasi bir topluluğun başı.
Lİ-EB Baba bir (kardeşler).
Lİ-EBEVEYN Ana ve babaları bir olan kardeşler.
Lİ-ECLİ ...için, meram ve maksadı ile.
Lİ-ECLİLLAH Allah için, Allah rızası için. Allah rızası dairesinde.
Lİ-ECL-İT-TAHSİL Okumak için, tahsil yapmak için.
LİF Hurma çöpü.
LİFA' Örtünecek nesne. Yorgan.
LİFAFE (C.: Lefâif) Sargı. * Kefen. Ölünün sarıldığı bez katlarının herbiri. * Bazı çiçeklerin etrafını çeviren değişik yapraklar.
LİFAM Eskiden kadınların burun örtüsü.
LİFF (C: Elfâf) Sıklığından yanındaki ağaca girmiş ve dolaşmış olan ağaç.
LİFT Şalgam. * Parça, bölük.
LİGAM f. Dizgin, gem.
LİGAT Ses, sedâ.
LİGAYRİHÎ HARAM Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.
LİHA (Lihye. C.) Lihyeler, sakallar.
LİHA' (Lehât. C.) Küçük diller.
LİHA Ağaç kabuğu, kışr. * Çekişmek, niza edişmek, kavga etmek.
LİHAF (C.: Lühuf) Örtünecek ve sarınılacak şey. * Yorgan. Sargı. * Kabuk, zar.
LİHAF (Lahfe. C.) Yumuşak beyaz taşlar. * Yufka kaymak.
LİHAK Yetişip ulaşma. Erişme. Vâsıl olma.
LİHAM Lehimleme. * Lehim. * (Lahm. C.) Etler.
LİHAT (LEHÂT) (C: Lehâ-Lehevât-Leheyât-Lihâ') Boğaz ağzında olan dilcik.
LİHAZ Düşünme, mülâhaza etme. * Riâyet etme, uyma. Söylenen sözü kabul edip yerine getirme.
LİHAZA Bundan dolayı, buna binaen, bunun için.
LİHEVÎ Lihye ile alâkalı. Sakala ait, sakalla alâkalı.
LİHİKMETİN Bir hikmete mebni olarak. Bir hikmetten dolayı.
LİHYANÎ Uzun ve kaba sakallı olan.
LİHYE Sakal.
LİHYE-İ ŞERİF Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.M.) âit sakaldan bazıları. Sakal-ı Şerif.(Lihye-i Şerife hakkındaki suali münasebetiyle diyorum ki: Hadisçe sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Lihye-i Saadetinden düşen saçların taneleri mahduttur. Otuz kırk tane veya elli altmış tane gibi az bir miktarda iken, binler yerde Lihye-i Saadetin saçları bulunması, beni bir zaman çok düşündürdü. O vakit hatırıma gelmiş ki: Lihye-i Saadet, yalnız Lihye-i Şerif'in saçlarından ibaret değil, belki re's-i mübarekinin traş oldukça hiçbir şeyini kaybetmiyen Sahabeler, o nurlu ve mübarek ve daimî yaşayacak saçları muhafaza etmişler. Onlar binlerdir. Şimdiki mevcuda müsavi gelebilirler. Yine o vakit hâtırıma geldi ki: Acaba her câmide bulunan, sened-i sahih ile bu saç Hazret-i Risalet'in saçı olduğu sabit midir ki, ona karşı ziyaret mâkul olabilsin? Birden hâtıra geldi ki: O saçların ziyareti, vesiledir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'a karşı salâvat getirmeye sebeb ve bir hürmet ve muhabbete medardır. Vesilelik ciheti o şeyin zâtına bakmaz, vesilelik cihetine bakar. Onun için eğer bir saç hakiki olarak Lihye-i Saadet'ten olmazsa, madem zâhir hale göre öyle telâkki edilmiş ve o vesilelik vazifesini yapıyor ve hürmete ve teveccühe ve salâvata vesile oluyor; kat'i sened ile o saçın zâtını teşhis ve tâyin lâzım değildir. Yalnız, aksine kat'i delil olmasın, yeter. Çünki: Telâkkiyat-ı âmme ve kabul-ü ümmet, bir nevi hüccet hükmüne geçer. Bazı ehl-i takva böyle işlerde, ya takva veya ihtiyat veya azimet noktasında ilişseler de, hususi ilişirler. Bid'a da deseler, bid'a-i hasene nev'inde dâhildir. Çünki: Vesile-i salâvattır. L.)
LİHYEDÂR f. Sakallı.
LİÎN Bostanlarda dikilen ve höyük denilen suret.
LÎK f. Lâkin, amma, ancak, fakat.
LÎKA Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham ipek.
LİKA Kavuşmak. Rast gelip buluşmak. Görüşmek. Yalnız görüşmek. * Yüz, sima, çehre.
LİKA-YI ÂFÂK Sema. Gökyüzü.
LİKAF Semer, palan.
LİKAH (Lükuh. C.) Süt veren dişi develer.
Lİ-KAİLİHÎ Söz söyleyenin.
LİKAM f. Hayvanın ağzına takılan gem. Dizgin.
LİKAT Tarlada kalan başakları toplama. * Hizada olma.
LİKAULLAH Allah'a kavuşmak. * Kıyamet günü, Cennet'te Allah'ı görmek.
LİKHA Yeni doğurmuş ve sağılır deve.
LÎKİN f. Lâkin, eğer, amma, fakat.
Lİ-KÜLLİ Hepsi. Tamamı. Hepsi için.
LİLLAHİ Allah için. Allah yoluna. Allah aşkına.
LİLLÂHİ-L HAMD Ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, cümlesi Allaha mahsustur, ona gider, ona âittir. (Bak: Hamd)
LİL-MÜTTEKÎN Müttekiler için.
Lİ-MASLAHATİN Maslahat için. İş icâbı.
LİMA-YÜRİD (Bak: Fa'al)
LİME Niçin?
LİME f. Parça, uzun dilim.
LİME LİME Parça parça.
LİMİTED Mes'uliyetleri, koydukları sermayeye göre hudutlu olan ortaklık.
LİMMÎ (limmiye - lümmi) (Niçin mânâsındaki "lime" den) Aleni. Açık. * Nazari. Akla dayanan. (Bak: Bürhan)
LÎMU f. Limon.
Lİ-MÜELLİFİHÎ Müellifi tarafından, yazarı tarafından.
LÎN Yumuşaklık ve mülayim olmak. * Tecvidde: Bu sıfata sahib olan vav, ye harfleridir.
LİNÇ Halk tarafından öldürülme. Halkın bir suçluyu tutup derhal öldürmesi.
LÎNE (C.: Lun-Elvan) Hurma ağacı.
LÎNET (Liynet) Mülâyimlik, yumuşaklık.
LİRİK Heyecan ve ahenge fazla ehemmiyet verilen şiir. * Bu tarzda şiir yazan şair.
LİS f. Yalayıcı, yalayan. Birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Kâse-lis $ : Çanak yalayıcı. Dalkavuk.
LİSAM Yüz örtüsü, yaşmak. Nikab.
LİSAN Dil. Konuşma dili. Lehçe. (Bak: Dil)
LİSAN-I EDEB Edeb ve edebiyât dili, lisânı.
LİSAN-I GAYB Gaybın haberlerini bildiren dil. Ahiret ahvalini veya bizce bilinmeyen gayb hükmündeki haberleri söyleyen. "Kur'an-ı Kerim"
LİSAN-I HAL Hal dili. Bir şeyin görünüşü ile bir mânâ ifade etmesi (Bak: Hal)(Akılları gözlerinde olan avama ders veren fiildir, lisan-ı haldir.)(Bütün mevcudat, her birisi birer mahsus tesbih ve birer hususi ibadet, birer hâs secde ettikleri gibi, bütün kâinattan Dergâh-ı İlâhiyeye giden bir duâdır. Ya, istidad lisaniyledir: Bütün nebatat ve hayvanatın duâları gibi ki; her biri lisan-ı istidadı ile Feyyaz-ı Mutlak'tan bir suret taleb ediyorlar. Ve Esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar. S.)
LİSAN-I KAL Söz ile anlatılan mâna. Konuşma dili.
LİSAN-I MÂDER-ZÂD Ana dili.
LİSAN-I NAHVÎ Arapçanın bir vasfı; intizam ve kaidelere, düsturlara bağlı belâgatlı dil.(...Amma nazariyat-ı diniyelerin mahfazaları olan elfazlar ise değiştirilmeye lüzum kalmaz. Çünkü nasihat ile ve sair tedris ve talim ve va'z ile o ihtiyaç mündefi' olur. Lisan-ı nahvi olan lisan-ı Arabînin camiiyyeti ve elfaz-ı Kur'aniyenin i'cazı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir. Belki muhaldir diyebilirim. Kimin şüphesi varsa i'câza dair Yirmibeşinci Söz'e müracaat etsin. M.)
LİSAN-ÜN-NÂR Ateşin alevi, ateşin parıltısı.
LİSAN-ÂŞNÂ f. Lisan bilir. Yabancı dil bilen.
LİSANEN Konuşarak. Dil ile. Söz söyleyerek.
LİSANÎ Lisanla ilgili, dile ait.
LİSANS Fr. Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi. * Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma. * Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı. * İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak muayyen bir nizama bağlanmış malların ithal veya ihracı için idare tarafından verilen müsaade.
LİSANULLAH Allahın lisânı. Kur'an-ı Kerim.
LİSAT (Lise. C.) Tıb: Diş etleri.
LİSE (C.: Lisât) Diş eti.
Lİ-SEBEBİN Bir sebebe mebni olarak. Bir sebepten dolayı.
LİSEVÎ Diş etleriyle ilgili, diş etlerine ait.
LİSME Azarlamak, paylamak.
LİSSE (C.: Lisâ-Lisât) Diş diplerinin eti.
LÎT Boyunun bir tarafı. * Boyun. * Baş.
LÎT Her nesnenin rengi.
LÎTA (C.: Lit) Kamış kabuğu. * Karnın dışarısındaki derisi.
LİTAF (Latif. C.) Yumuşaklıklar.
LİTAM Tokat atma. Elin ayası ile vurma.
LİTAT Dağın sivri ve yüksek olan yeri.
LİTLİT Kokar çürük diş. * Yaşlı kadın.
LİTRE İtl. Akıcı maddelerin, sıvıların ölçü birimi.
LİTOSFER yun. Yeryüzünün katı kısmına verilen ad. Taşküre.
Lİ-ÜM Ana bir (kardeşler).
Lİ-ÜMMİN Ana cihetinden.
LİV f. Güneş, şems.
LİVA Bayrak. Sancak. * Eskiden kazadan büyük, vilâyetten küçük yerleşme merkezlerine denirdi. Tugay. * Hz. Peygambere (A.S.M.) âit sancak.
LİVA-ÜL HAMD Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bayrağı. Ona inananlar kıyâmetten sonra bu bayrağın altında toplanacaklardır.
LİVAE Sancak, âlem.
LİVATA Lutilik. * Erkekler arasındaki cinsi sapıklık. (Bak: Kebair)
LİVAZ Sığınma, iltica etme. * Birbirinin arkasına gizlenme.
LÎVE f. Aldatıcı, dolandırıcı. * Şakacı, lâtifeci. * Çevik, atılgan.
Lİ-VECHİLLAH Allah için. Allah nâmına, Allah aşkına.(Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız, Lillâh, Livechillâh, Lieclillâh rızâsı dâiresinde hareket ediniz, o zaman sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer. L.)
LİYAKAT İktidar. Ehliyet. Hüner. Lâyık olmak. Fazilet. Kıymetlilik.
LİYAKATMEND (C.: Liyâkatmendân) f. Değerli, liyâkatli. * Faziletli.
LİYAKATMENDÂN (Liyâkatmend. C.) f. Değerli, liyâkatli kimseler, faziletli kişiler.
LİYAN (Mülâyene) Mülayemetle, yumuşaklıkla muamele etmek.
Lİ-ZALİK Bundan dolayı. Bundan ötürü.
LİZAM (Lezm) Lazım olmak. İcâbetmek. Lüzumluluk. * Ölüm. * Kıyamet günü hesabı.
Lİ-ZATİHÎ Kendisi. Bizzat. Kendiliğinden.
LİZAZ (Leziz. C.) Lezzetli ve tatlı şeyler.
LİZAZ Kapı ardına konulan ağaç sürgü.
LOCA İtl. Bazı toplantı yerlerinde bir veya birkaç seyirciye mahsus hususi odacıklar. * Hücre, küçük bölme. * Masonların toplandıkları yeri.
LOÇA Geminin baş tarafında ve iki yanda demir zincirin geçmesine mahsus delikler.
LODOS Güneyden esen ılık yel, rüzgâr.
LOHUSA (Bak: Lühusa)
LOJİSTİK Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.
LOKAVT ing. Bir işverenin, isteklerini kabul ettirmek gayesiyle işyerini kapaması.
LOKMAN HEKÎM Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya veli olduğu hususunda ihtilaf vardır.
LOKMAN SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 31. Suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
LOMBAR ing. Harp gemisinin topun ağzı önündeki deliği.
LUAA Yumuşak yaş ot.
LU'B Oyun. Eğlence. (Bak: Sefâhet)
LU'BBAZÂN f. Oyuncular.
LU'BE Oyuncu.
LU'BET Oynayan veya oynatılan şey. Oyuncak. * Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak şey.
LU'BETBÂZ f. Hayâl oyunu veya kukla oynatan. Oyuncu.
LU'BETGÂH f. Oyun yeri. Sefih kimselerin eğlence yeri.
LU'BÎ Oyun ile ilgili olan.
LU'BİYYÂT Oyunlar, eğlenceler.
LUÇ f. Şaşı.
LUGAT Kelime. Söz. * Her milletin dili. * Lügat kitabı, sözlük.
LUGAT (A, uzun okunur) (Lügat. C.) Lügatlar, kelimeler. * Lügat kitapları.
LUGATNÜVİS f. Lügat yazan.
LUGATŞİNAS f. İyi lügat bilen.
LUGAVÎ Lügata mensup. Lügata, kelimeye âit. Lügattan anlayan. Mecazî olmayıp hakiki bir mânaya delâlet eden kelimeye âit olan.
LUGAVİYYUN Lügatçılar, kelimelerden anlayan âlimler.
LUHUD (Bak: Lühud)
LUK f. Kısa tüylü yük devesi.
LUKA Meşhur olmuş dört İncil kitabından birisidir. Hz. İsa Aleyhisselâm'dan sonra mühim Hristiyan doktorlarından birisi olan Luka adındaki zatın yazdığı İncil'dir. Bu Zâtın (Mi: 70) yılında vefât ettiği yazılıdır.
LUKME Yutmak. * Bir yudum taam, lokma.
LUKME-ŞÜMAR f. Herkesin lokmasını sayan. * Mc: Pinti, hasis, cimri.
LUKTA Yerden toplanan şey.
LUL (Luli) f. Utanmaz, hayasız ve namussuz kadın. * Nâzik ve zarif. * Şarkı söyleyip oynayan fahişe kadın.
LULE f. Çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. * Lüle. Halka gibi dürülmüş şey.
LU'LU' Serap. * Bir mevzi ismi. * Kurt.
LU'MUZ Çok yiyen kişi, obur.
LURÎ f. Cüzzâm veya miskinlik denilen hastalık. * Fare avlıyan bir kuş.
LUSS (C.: Lüsus-Elsâs) Hırsız, sârık.
LUT (A.S.) Hz. İbrahim'in kardeşi Harran oğlu Lut (A.S.) onunla beraber Bâbil diyarında Şam yakasına geçmişti. Sodom nahiyesine peygamber oldu. Bu nâhiyenin ahalisi ehl-i küfr ve fücur idi. Yolsuz giderlerdi ve hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı yapalardı. Hz. Lut, onları doğru yola dâvet etti, dinlemediler ve çok nasihat etti, kabul etmediler. Cenab-ı Hak da onların başına taş yağdırdı ve zelzele ile köylerinin altını üstüne getirdi. Cümlesi helâk oldu. Yalnız Lut (A.S.) ehl-i beytiyle geceleyin içlerinden çıkıp kurtuldu. (Kısas-ı Enbiya'dan)
LUT f. Tatlı yemekler. Lezzetli yiyecekler. * Çıplak.
LU'TA Koyunun boynunda olan karalık. * Siyah hat.
LUT'E Tutmaç aşı.
LUTF (Bak: Lütuf)
LÜAB (Liâb) Salya. Tükrük. Hazmolmamış, ağızdan geri gelen gıda.
LÜAB-I ANKEBUT Örümcek ağı.
LÜAB-I SÜRUR Sevinç tükrüğü.
LÜAB-ÂLUD Salya, tükrük karışık.
LÜABÎ Tükrük ve salya ile alâkalı. * Salya gibi yapışkan.
LÜANE Halka çok lânet eden kişi.
LÜBAB Her nesnenin iyisi, güzidesi, seçkini.
LÜBADE Yağmur için giydikleri kepenk.
LÜBAHIYE Mükemmel hilkatli kadın.
LÜBAN Kendir.
LÜBANE (C.: Lübânât) Hâcet, ihtiyaç. * Önemli ve ehemmiyetli iş.
LÜBATA Kepenk.
LÜBB İç. Öz. Her şeyin iyisi, hülâsası. * Akıl, içli şeyin içi.
LÜBBÎ Öz ile alâkalı. Lübbe ait.
LÜBCE Çatal demir.
LÜBDE (LİBDE) Çokluk. * Karıştırmak. * Yıkamak.
LÜBED Çok mal mânasınadır ki sanki birbiri üstüne yığıla yığıla keçe gibi birbirine geçmiştir.
LÜBNA Bal gibi yapışkanlı sütü olan bir ağaç.
LÜBS Giyme.
LÜBSE Sözün karışıklığı.
LÜBUB (Lübb. C.) Her şeyin hâlisleri. Özler.
LÜBUD Kuşun göğsü üstüne çöküp yatması. * Yapışmak.
LÜBUS (Libâs. C.) Esvaplar, elbiseler. * Savaş elbisesi.
LÜCC(E) Engin sular. * Gümüş. * Ayna. * Kalabalık cemaat.
LÜCCÎ Büyük deniz.
LÜCEC (Lücce. C.) Engin denizler. * Kalabalık topluluklar, cemaatler.
LÜCEYN Gümüş.
LÜCME Irmak ağzı.
LÜCUBE Davarın sütünün çekilip azalması.
LÜCÜM (Licâm. C.) Gemler, at dizginleri.
LÜÇ f. Çıplak.
LÜDANE Yumuşaklık.
LÜDD Çuval.
LÜDUNE Yumuşaklık.
LÜFAZE Değirmenin öğüttüğü un. * Ağızdan çıkan söz.
LÜFFAH Kokulu geniş yapraklı bir ot.
LÜFFAN Ekşi nar.
LÜGA (C.: Lügâ) Ses, sadâ. Kelâm, söz.
LÜGAT (Bak: Lugat)
LÜGAZ Edb: Manzum bilmecelere denir. Lügaz çözülürse insan, hayvan, eşya veya başka bir mânâ çıkar. Meselâ: (Hikmetullah şehrinin bir tânesiOğlunun karnında yatar annesi.)Bu manzum çözülürse cevap olarak "İpek böceği" çıkar.
LÜGAZ (C.: Elgâz) Meyletmek, eğilmek, yönelmek. * Yaban fâresinin delikleri. * Yolcuya zahmet veren çapraşık yol. * Bilmece.
LÜGEYZA Kertenkelenin bir yeri kazıp giderken bir tarafını da kazıp eğri çapraşık yollar yapması.
LÜGD (LÜGDUD) Çene ile boyun arasında olan et.
LÜGNUN (C.: Leganin) Çene ile boyun arasındaki et.
LÜGUB Yorgunluk, açlık, meşakkat. Ta'b.
LÜHA Gümüş. * Bahşiş, atâ, hediye.
LÜHAB Ateş alevlenmek. * Işıklanmak, şule vermek. * Ateşi yakıp tutuşturmak.
LÜHAM Her şeyi yutan. * Çok miktar asker.
LÜHAZA (Bak: Lehâza)
LÜHBE Sütü azalmış davar.
LÜHCE Kuşluk vaktinde yenen yemek.
LÜHEYM Zahmet, meşakkat.
LÜHKUK (C.: Lehâkik) Yer yarığı.
LÜHLE (C.: Lehalih) Serap görünen geniş çöl.
LÜHM Kevsec dedikleri balık. * Yemen diyârında bir kabile. * Etli ve kaba olmak.
LÜHME Bez ırgacı. * Hısımlık, yakınlık.
LÜHMUM (C.: Lehâmim) İnsanlardan ve atlardan iyi ve cevvâd olanlar. * Sütü çok olan deve.
LÜHNE Misafire seferden geldiğinde verilen hediye ve armağan. * Savaş gününde başa giyilen tolga. Az şey. * Kahvaltı.
LÜHUD (Lahd. C.) Çukurlar, kabirler, mezarlar.
LÜHUD-İ ŞÜHEDÂ Şehitlik. Şehitler mezarlığı.
LÜHUF (Lihâf. C.) Örtüler, sargılar. Örtünecek şeyler.
LÜHUK Ulaşmak. Yaklaşmak. Sonradan yetişmek.
LÜHUM (Lahm. C.) Etler.
LÜHUM-U LEZİZE Lezzetli etler.
LÜHUM Cömertler. İyiler. İyi insanlar.
LÜHUSA Yeni doğurmuş kadın. Henüz yataktan kalkmamış kadın. Bu hâl 9 ilâ 40 gün kadar devam eder.
LÜHVE (C.: Lühâ-Lühât) Değirmencinin, eliyle değirmenin ağzına döktüğü tane. (Daha çok hediye, atâ ve hibe mânasına kullanılmıştır.)
LÜK f. Kalın ve yoğun şey. * Kırmızı boya.
LÜKA' Hor ve hakir kimse. * Ufak çocuk. * At.
LÜ'KA Kaşıkla alınan şey.
LÜKAA Zahmet, meşakkat. * Ahmak, akılsız kişi.
LÜKAT Yabana dökülmüş ve saçılmış nesne.
LÜKATA Fık: Sâhibi belli olmayan sokakta bulunan şey. Bu malı yerden kaldırmağa İltikat, yerden kaldırana da Mültekit denir.
LÜKATA-ÇİN f. Değersiz ve artık şeyleri toplıyan.
LÜKK Nar ağacına benzer bir hindi ağacının zamkı. * Kılıç ve bıçak saplarını berkitmekte kullanılan meşhur bir nesne.
LÜKKAA Hazırcevap olan.
LÜKKAH Hoş kokulu bir ot.
LÜKKAM Şam diyârında yüksek bir dağın adı.
LÜKNET Pelteklik, dil tutukluğu, kekeleme.
LÜKNUNET Kekeleme, pelteklik, dildeki tutukluk.
LÜKS Lât: Aşırı süs. * Işık ölçü birimi. * Kuvvetli ışık veren bir nevi petrol lâmbası.
LÜKUNET Dildeki tutukluk, pelteklik, kekeleme.
LÜKYA (LÜKYÂNE) Birbirini görmek.
LÜKZUF Üzüm çöpü.
Dostları ilə paylaş: |