İSFİD f. Beyaz, ak.
İSFİRAR (Bak: Isfirar)
İSGA (Bak: Sagat)
İSHAB Çok söylemek. * Türlü şeylerden renk değiştirmek. * Bir şeye fazla tama' etmek. * Kuyu kazıp suyu bulamamak. * Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi. * Kuzu, anasını emmek. * Duvarı başı boş salıvermek.
İSHAK (A.S.) Kur'ân-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. İbrahim (A.S.)ın oğludur. Yakub (A.S.)ın babasıdır.
İSHAKİYYE KÖŞKÜ Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır. (O.T.D.S.)
İSHAL Mülâyim ve düz bir yere varmak. * Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme.
İSHAN Aslında kalınlık demek olan sihan ve sehânetten kalınlaştırmak demektir. Siklet de sehanetin lâzımı olmak itibariyle: "Falan kimseyi, hastalığı veya yarası ağırlaştırdı, yerinden kımıldatmaz etti." mânâsına "İshanehül maraz evilcerh" denilir. Harbde düşmanın esaslı kuvvetlerini iyiden iyiye vurarak, ordusunu derin ve geniş bir suretde yaralayıp, kımıldanamıyacak bir hâle koyacak derecede kat'iyyen mağlub etmeğe de ishan tâbir edilir.
İSHAN Isıtma, ısıtılma. * Kızdırma veya kızdırılma.
İSHAN-I AYN Ağlatma. Göz kızartma.
İSHAR Uyundırma. * Gece uyutmayıp, uyanık durdurma.
İSHAT Darıltma, gücendirme.
İSİK Çukurluk, engebelik. Çukurlu.
İSİMLİK Tar: Saraylılar tarafından gönderilen hediyelik şeylerin kimin tarafından gönderildiğini belirten adres pusulası.
İSKA Su vermek, sulamak.
İSKAB Ateş yakma.
İSKAL Ağır bir şey yüklemek.
İSKALARYA ing. Çarmıkların halat basamakları.
İSKÂN Yerleştirmek. Bir yeri mesken yapıp oturmak. * Sâkin.
İSKÂN-I MUHACİRÎN Göçmenleri yerleştirme.
İSKANDİL ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet. * Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.
İSKAR (Sekir. den) Sekir verme, sarhoş etme.
İSKARLAT İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" denirdi. (Ta. L.)
İSKARMOZ Gemilerin kaburgalarını teşkil eden eğri ağaçlar. * Kayıklarda kürek takılıp çekilen ağaç çiviye de bu ad verilir.
İSKARPİN Fr. Konçsuz veya yarım konçlu zarif ayakkabı. Alafranga hafif kundura.
İSKÂT Sükût ettirmek. Cevap veremiyecek hâle getirmek. Susturmak. * Kandırmak, râzı etmek.
İSKAT (Bak: Iskat)
İSKELE Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal. * Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer. * Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba. * Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan liman. * Geminin sol yanı.
İSKELET Fr. Vücudun kemik çatısı.
İSKENDAN f. Kilit.
İSKENDER (M. Ö. 356-323) Aristo'dan ders almış bir imparatordu. İskender-i Rumi de denir. Bundan başka ismi geçen bir de İskender-i Zülkarneyn vardır. (Bak: Zülkarneyn)
İSKEREK f. Hıçkırık.
İSKETE Güzel ve çok öten sarı kanatlı bir cins küçük kuş.
İSKİZ (İskize) f. Hayvanın sıçrayıp kıç atması. * Hayvanın ürkerek attığı çifte.
İSKOLASTİK (Bak: Skolastik)
İSKONA İtl. Buharlı gemilerin icadından evvel kullanılan iki direkli yelkenli harp gemilerine verilen addı.
İSKONTO (Bak: Tenzilât)
İSLA' Teselli verme, avutma.
İSLAB Giderme, selbetme. Kapıp götürme.
İSLAC Kara tutulma. Karlı olma.
İSLAF Para peşin, mal veresiye olan bir alışveriş. * Tarlayı aktarmak.
İSLAH (Bak: Islah)
İSLAK (Silk. den) Düzenleme, sıraya koyma. * Yola getirme. * Diziye geçirme. * Mesleğe sokma, sokulma.
İSLAL (Sell. den) Kılıcı sıyırıp çıkarma. * Verem etme, verem uğratma.
İSLÂM (Selâm. dan) İtaat, inkıyad, bir şeye teslimiyet. Din. * Ist: Hz. Muhammed'in (A.S.M.), Allah'ın emriyle insanlara bildirdiği din. (İslâmlıkta, Allah'a itaat etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ile dil ile tasdik ve onunla amel etmek şarttır. İslâm'ın beş şartı vardır: Kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan-ı şerif orucunu tutmaktır.)(Ulema-i İslâm ortasında, "İslâm" ve "İman"ın farkları çok medâr-ı bahsolmuş. Bir kısmı, "İkisi birdir", diğer kısmı, "İkisi bir değil, fakat biri birisiz olmaz" demişler ve bunun gibi çok muhtelif fikirler beyan etmişler. Ben şöyle bir fark anladım ki:İslâmiyet, iltizamdır. İman, iz'andır. Tabir-i diğerle: İslâmiyet, hakka tarafgirlik ve teslim ve inkıyaddır; iman ise, hakkı kabul ve tasdiktir. Eskide bazı dinsizleri gördüm ki: Ahkâm-ı Kur'aniyeye şiddetli tarafgirlik gösteriyorlardı. Demek o dinsiz, bir cihette hakkın iltizamiyle İslâmiyete mazhardı; "dinsiz bir müslüman" denilirdi. Sonra bazı mü'minleri gördüm ki; ahkâm-ı Kur'aniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar, "gayr-ı müslim bir mü'min" tabirine mazhar oluyorlar.Acaba İslâmiyetsiz iman, medar-ı necat olabilir mi?Elcevab: İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. M.)
İSLAMBOL Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
İSLAMÎ İslâm dinine mensub, İslâm ile alâkalı.
İSLAMİYAN f. İslâmlar.
İSLAMİYET İslâmlık. * İslâm oluş. Teslimiyet, inkıyad, bağlılık, hakka tarafgirlik ve iltizamdır.(İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Münazarat)
İSLAS Üçe bölme. Üç aded yapma.
İSLAV Fr. Rus, Ukran, Beyaz Rus, Çek, Slovak, Leh, Sloven, Sırp, Hırvat ve Bulgar gibi milletlere, lisanlarındaki yakınlık dolayısıyla verilen ortak isim.
İSLİM (Bak: İstim)
İSM (İsim) Ad, nâm. * Ist: Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veyahut zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız. * Man: Tam mânalı ve hem mevzu, hem mahmul olabilen lâfızdır.
İSM-İ A'ZAM Allah'ın (C.C.) Kur'ân ve Hadis-i Şeriflerde zikredilen yüz isminin mânâca en câmi' olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar. Her ism-i İlâhiyenin de, her mahlukun da bir a'zamlık mertebesi vardır.(İsm-i A'zam herkes için bir olmaz, belki ayrı ayrı oluyor. Meselâ: İmâm-ı Ali (R.A.) hakkında: "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus" altı isimdir. Ve İmâm-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Hakem, Adil" iki isimdir. Ve Gavs-ı A'zamın İsm-i a'zamı, "Yâ Hayy'dır." Ve İmâm-ı Rabbâninin İsm-i a'zamı. " Kayyum" ve hâkeza.. pek çok zatlar daha başka isimleri ism-i A'zam görmüşlerdir. L.) (Bak: Esma-i Hüsna)
İSM-İ CİNS Gr: Cins isim. Bir cinsten, bir nev'den olan şeylerin hepsine verilen bir ad. Vilâyet, karpuz, kedi gibi.
İSM-İ FÂİL Gr: Kendisinden fiil, iş çıkan kimsenin sıfatı. Fâil, hâdim, kâtib gibi.
İSM-İ HÂSS Gr: Yalnız bir kimse, bir hayvan veya bir şeye hâs olan isim. Hz. Muhammed (A.S.M.), Medine-i Münevvere gibi.
İSM-İ İŞARET Gr: Kendisiyle muayyen bir şeye işaret olunan kelime. "Bu, şu o" gibi.
İSM-İ MEF'UL Gr: Fâilin fiili kendi üzerine geçen kelime. Mektub, mazlum, mağdur gibi.
İSM-İ MENSUB Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî; Konyalı, Konevî; Bağdatlı, Bağdadî... gibi.)
İSM-İ MERRE Def'a, kerre gibi bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil'den yapılan isim. (Darbe: Bir defa vuruş. Lem'a: Bir parlayış gibi.)
İSM-İ MEVSULE O şey ki, o kimse ki, mânâlarının yerine kullanılan, "Mâ, Men, Ellezi" gibi kelimelerdir. İki kelimeyi veya mânâyı birbirine birleştiren, mânâsı kendinden sonra gelen bir cümle ile tamamlanın bir kelimedir.
İSM-İ TAFDİL Renge, şekil ve vasfa dâir (ef'al) vezninde olan mutlak ve uzuv noksanlığına delâlet etmemek üzere mukâyeseli üstünlük ifâde eden sıfatlardır. Daha büyük, en büyük, daha küçük, en küçük, en güzel, daha güzel gibi mânâlara gelir. (Kebir kelimesinin ism-i tafdili: Ekber; sağir kelimesinin ism-i tafdili: Asgar; sa'b kelimesinin de Es'ab'dır.)
İSM-İ TASGİR Küçültme ismi. Küçüklük veya azlığa delâlet eden isimdir. Arapçada ekseri (Fueyl) veya (Fuayil) vezninde, Türkçede kelime sonuna cik, cık, cağız, ceğiz gibi ekler getirerek yapılır. Abd: Kul, Ubeyd: Kulcağız, kulcuk gibi.
İSM Günah, suç, cürüm.
İSMA' İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak.
İSMA Yükseltmek. * İsim koymak.
İSMAH Cömert ve eli açık olma. * İtâatli ve bağlı etme.
İSMAİL (A.S.) Peygamberlerdendir. İbrahim'in (A.S.) oğludur. Küçükken İbrahim'e (A.S.), oğlunu Allah için kurban etmesi emredildi. Halilullah olan İbrahim, İsmail'i (A.S.) kurban etmek isterken Cenab-ı Hak koç gönderdi. Mu'cize zâhir oldu. Bıçak İsmail'i kesmedi, yerine koç kurban edildi. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) de ceddi olan İbrahim ve İsmail (A.S.)lar Kâbe'yi yeniden inşâ ettiler. (Bak: Kâbe, İbrahim (A.S.) )
İSMAM Sona erdirme, bitirme, tamamlama.
İSMAR Mıhlama, çivileme.
İSMAR (Semere. den) Meyve ve semere vermek, fayda vermek.
İSMAT Susturma, sükut ettirme. * Men'etmek. * Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on dokuz harfdir. (Bak: Musmit)
İSMEN Sadece isimle, gerçekten olmayan.
İSMET Günahsızlık, mâsumluk. Günahlardan kaçınmak melekesine sâhib olmak. Suçsuzluk. * Peygamberlik vasıflarından birisidir. Peygamberler (A.S.), hiç bir zaman gizli, âşikâr herhangi bir ma'siyete yaklaşmazlar; bütün kusur ve hatâlardan ve şâibelerden müberrâdırlar.
İSMETLÜ Tar: Derece bakımından yüksek kimselere, sultan ve şehzâdelerin hanımlarıyla kızlarına verilen bir ünvan idi.
İSMETMEÂB İsmetlü. Günahsız. Haramdan ve nâmusa dokunur hâllerden çekinen.
İSMETPENAH İsmetlü, ismetmeâb.
İSMÎ (İsmiyye) İsme mensub, isimle alâkalı. İsmen olup aslen olmayan, varlığı isimden ibâret olan. İsim cinsinden. * Arabçadan iki isimden, yani; müsned ile müsned-i ileyhten mürekkep cümle.
İSMÎ VE SIFATÎ İsme ve sıfata ait.
İSMİD Sürme taşı. * Cenab-ı Peygamber'in kullandığı ve tavsiye ettiği bir cins kırmızı sürme.
İSMİRAR (Semrâ. dan) Esmerleşme, kara olma, kararma.
İSMİYYET İsim olma hâli, isimlilik.
İSNA Yukarı kaldırmak, yükseltmek. * Değerini yükseltme. * Ateş alevinin yükselmesi. * Bir sene bir yerde kalmak.
İSNA Medih ve senâ etmek, sitâyişte bulunmak. * Şükretmek.
İSNA AŞER Oniki.
İSNAD Bir söz veya haberi birisine nisbet etmek. * Peygamberimiz'in (A.S.M.) sözlerini sırası ile kimlerden nakledildiğini bildirmek. * Bir nesneye, bir şeye dayanmak. * Birisi için, bir şeyi yaptı demek. İftira etmek.
İSNAD-I EFİKE Yalan isnad etme. İftira atma.
İSNADAT (İsnad. C.) İsnadlar. Bir kimseye yükletilenler, nisbet edilenler.
İSNADÎ İsnad etmekle alâkalı.
İSNADİYYAT İsnad ile ilgili düşünceler. * Aslı esası olmadığı halde birisine isnad edilen sözler.
İSNAF Yel ve toz savurma.
İSNAK Mal, mülk, servet ve makamın, insanı azdırması.
İSNAM Ateşin alevi büyüme. * Duman ve toz havaya çıkma.
İSNAN İki. * Pazartesi.
İSNAN (Sinn) Yaşlanmak. İhtiyarlamak. * Diş çıkarmak.
İSNEVÎ İki ile alâkalı. * Pazartesi günü ile alâkalı. * Her pazartesi günleri oruç tutan kimse.
İSNEYN İki. (2) * Pazartesi günü.
İSNEYNİYYET İkilik, ikiden ibaret olma.
İSPAH (İspeh) f. Asker, nefer, er.
İSPANYOL İspanyalı.
İSPANYOL HASTALIĞI Grip, nezle. Paçavra hastalığı. (İlk önce İspanya'da farkına varıldığı için bu isimle meşhur olmuştur.)
İSPARÇENE İtl. Halatın üzerine sarılan kendir ve ip. * Halatı meydana getiren üç boy bükmenin beheri.
İSPEHBED f. Başbuğ, hükümdar, hâkan, kağan.
İSPENAH f. Ispanak.
İSPER f. Savaş âletlerinden kalkan.
İSPERGAM f. Fesleğen çiçeği. * Gül. * Yeşillik.
İSPERHEM f. Fesleğen.
İSPERLOS f. Saray, konak, kâşâne.
İSPİD f. Ak, beyaz.
İSPİDKÂR f. Kalaycı.
İSPİR Arabacı. Arabacının yanında bulunan at uşağı. * Zabıta memuru. * Beyaz doğan kuşu.
İSPİRALYA İtl. Gemi güvertelerinde kamaraları aydınlatmak için açılan küçük kaporta.
İSPİRTİZMA Fr. Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler.(İşte eski zaman kâhinleri gibi şimde de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik Avrupa'da ispirtizmacıların içlerinde baş göstermiş. M.)
İSR Alâmet. Nişane. * Ayak izi. * Yol. Meslek. * Başlamak ve azimet etmek.
İSRÂ Yürütmek, göndermek. * Gece seferi yapmak. * İrsâl etmek.
İSRÂ SURESİ Kur'an-ı Kerim'de 17. Suredir. Mekkidir.
İSRA' Hızlandırmak. Sür'atlendirmek. * Geri döndürmek. Göndermek.
İSRAC (Sirac. dan) Yakma, yandırma.
İSRAF Lüzumsuz yere harcamak. Malı ve parayı lüzumsuz yere sarf etmek. İhtiyacından fazla istihlâk etmek ve harcamak. * En lüzumlu aslî vazifeleri bırakıp en lüzumsuz veya zararlı şeylerle meşgul olarak ömrünü veya gençliğini boş yere harcamak.(Hâlik-ı Rahim, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise; şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisad ise: nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır. L.)(Bir lokma kırk paraya, diğer bir lokma on kuruşa... Ağıza girmeden ve boğazdan geçtikten sonra birdirler. Yalnız, birkaç saniye ağızda bir fark var. Müfettiş ve kapıcı olan kuvve-i zâikayı taltif ve memnun etmek için birden ona gitmek, israfın en sefihidir. M.)
İSRAFAT (İsrâf. C.) İsrâflar, lüzumsuz yere harcamalar.
İSRAFİL Dört büyük melekten biri olup Kıyamet günü cesedlere nefh-i ruh etmeğe ve Sur'u üfürmeğe vazifelidir. (Bak: Melâike)
İSRAİL Hz. Yakub'un (A.S.) lâkabı olup sonradan bütün o soydan gelenlere Benî İsrail denmiştir. İsrail oğulları, Yahudiler.
İSRAİLİYAT Zamanla hurafeye inkılâb etmiş, Yahudilikten kalma haberler, hikâyeler. İsrail oğullarına mahsus hikâyeler, hâdiseler.(İsrailiyyatın bir tâifesi ve hikmet-i Yunaniyyenin bir kısmı, daire-i İslâmiyete duhul etmeleriyle, din süsüyle görünerek, efkârı ihtilâle verdiler. Şöyle ki: O necib kavm-i Arab, zaman-ı cahiliyette bir ümmet-i ümmiyye idi. Vakta ki içlerinden hak tecelli edip istidad-ı hissiyatları uyandı da meydanda yol açan din-i mübini gördüklerinden umum rağabat ve meyilleri, yalnız dinin mârifetine inhisar eylediler. Fakat kâinata olan nazarları teşrihat-ı hikemiyye nazarıyla değil, belki istitraden yalnız istidlâl için idi. Onların o hassas zevk-i tabiilerine ilham eden yalnız onların fıtratlarına münasib olan geniş ve ulvi muhitleri; ve safi ve müstaid olan fıtrat-ı asliyeleri tâlim ve terbiye eden yalnız Kur'an idi. Bundan sonra kavm-i Arab, sair akvamı bel' ettiği gibi milel-i sairenin mâlumatları dahi Müslüman olmaya başladığından, muharrefe olan İsrailiyat ise: Vehb, Ka'b gibi ulema-i ehl-i kitabın İslâmiyetlerinin cihetiyle Arapların hazain-i hayalâtına bir mecra ve menfez bularak o efkâr-ı safiyeye karıştılar. Hem sonra da ihtiram dahi gördüler. Zira ulema-i ehl-i kitaptan İslâmiyete gelenler, İslâmiyet şerefiyle gayet celâlet ve tekemmül ettiklerinden, mâlumat-ı müzahrefe-i sâbıkaları makbule ve müselleme gibi oldular.. reddedilmedi. Çünki İslâmiyetin usulüne musadim olmadığından hikâyat gibi rivayet olunur iken ehemmiyetsizliği için tenkitsiz dinlenirler idi. Fakat hayfâ! Sonra hak olarak kabul edildiler. Çok şübeh ve şükukâta sebebiyet verdiler.Hem de vaktaki şu İsrailiyat, kitap ve sünnetin bazı imaatlarına merci ve bazı mefahimlerine bir münasebetle me'haz olabilirler idi. Fakat âyât ve hadisin mânâları değil. Belki faraza doğru olsalar idi, mâsadak ve efradından olmaları mümkün olduğundan; su'-i ihtiyarlarıyla başka bir me'hazı bulmayan veya atf-ı nazar etmeyen zahirperestler, bazı âyât ve ehâdisi o hikâyat-ı İsrailiyyeye tatbik ederek tefsir eylediler. Halbuki Kur'anı tefsir edecek yine Kur'an ve hadis-i sahihtir. Yoksa; ahkâmı, mensuh olduğu gibi kısası dahi muharrefe olan İncil ve Tevrat değildir. Evet, mâsadak ile mânâ ayrıdırlar. Halbuki: Mâsadak olmaya mümkün olan şey, mânâ yerine ikame olundu. Çok da imkânât vukuata karıştırıldı... R.N.)
İSRAR (Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.
İSRAR-I ESRAR Sırların gizlenmesi.
İSRAR (Bak: Israr)
İSTADE f. Ayakta durmuş.
İSTAH f. Budak, taze filiz.
İSTANBUL Türkiye'nin en büyük şehri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun taht şehri (1453-1922). İslâm halifeliğinin son merkezi (1516-1924). Türklerden önce Bizans "Doğu Roma" İmparatorluğu'nun taht şehri idi (395-1453). * İstanbul ismi, Rumca şehre veya şehirde demek olan (İstin polin) tabirinden galat olup, bu ismin Osmanlılar tarafından fetih esnasında verilmiş olduğu rivayet ediliyorsa da, Osmanlılardan evvel şehrin bu isimle yâd olunmakta bulunmuş olduğu muhakkak olup, hattâ yedinci hicri yüzyılın ortalarında yani fetihten iki asır önce yazılmış olan "Yakut-u Hamevî'nin Mu'cem-ül Büldan'ında bu isim yazılmıştır. Bununla beraber Osmanlılar yanında dahi Edebiyat lisanında ekseriya "Kostantiniyye" ismi kullanılmıştır; hattâ bazan "İslâmbol" şeklinde yazılmıştır.
İSTANBUL EFENDİSİ İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur.
İSTAR Yüzletme, astar çekme. * (C.: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü. * Dört tane. * Dört veya dört buçuk miskal.
İSTAR (Satr. dan) Yazı yazma.
İSTARE Perde, zar.
İSTARE f. Yıldız.
İSTASYON Fr. Demiryolu durağı.
İSTATİSTİK Fr. Bir neticeye varmak veya bir hüküm çıkarmak için metodlu olarak mevcud lüzumlu şeyleri toplayıp sayı hâlinde göstermek işi ve bu işle meşgul olan ilim.
İSTEBRAK İpekten mâmul ve sırma ile işlenmiş bir çeşit kumaş. Kalın ipek kumaş.
İSTEL f. Göl.
İSTEM Zulüm ve sitem.
İSTENBE f. Cesur, yiğit, bahadır, kahraman. * Çirkin. * Kâbus.
İSTIKSAR (Kasr. dan) Kısma. Bir şeyin kısaltılmasını isteme.
İSTIKSAS (Kısas. dan) Kısas isteme. Bir katilin şeriatça öldürülmesini isteme.
İSTIKTAB (Kutb. dan) Kutuplaşma, bir kutubun etrafında toplanma, bir kutuba bağlanma.
İSTIKTAR Damla damla akıtma, damlatma.
İSTIRAB (Bak: Iztırab)
İSTISLAH Bir şeyi iyi olarak görmek isteme. Bir şeyin iyi olmasını isteme.
İSTISNA' San'atlı olarak yapmak. * Bir şey yapmak için san'atkârla anlaşma yapmak.
İSTITLA' (C.: İstıtlâât) (Tulu'. dan) Anlamağa ve bilmeğe çalışma. Öğrenmeğe gayret etme.
İSTITLAK İç sürgünü olma. Amel olma, ishal olma. * Boşanmayı isteme.
İSTITRAB Neşe arama, eğlence isteme.
İSTİAB İçine almak. * Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek. * Tutulmak. Zapteylemek.
İSTİADE Bir şeyin iade edilip geri gönderilmesini isteme. * Yeniden canlanma. * Âdet edinme.
İSTİANAT (İstiane. C.) İstianeler, yalvarmalar.
İSTİANE Duâ. Yardım istemek. İane istemek.
İSTİARE Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak. * Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arslan, kurnaz bir kimseye "tilki" demekle istiare yapmış oluruz.
İSTİARE-İ MEKNİYE (Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman kalabalığı evvelâ mahşere benzetilerek açık istiâre yapmış, sonra o mahşer bir köpeğe teşbih edilerek, fakat müşebbehün bih'i (kendisine benzetileni) zikredilmeyerek onun levâzımatından olan "çıldırsa" ve "kudursa" kelimeleri irad olunarak bir kapalı istiare yapılmıştır.
İSTİARE-İ MUSARRAHA (Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.
İSTİARE-İ MUTLAKA (Temlihiye veya tehekkümiye) Edb: Şaka, lâtife veya alayı içine alan bir istiaredir. Meselâ: Tilkinin eşeğe "gelsem olmaz mı huzura, a benim aslanım" demesi gibi... (Edb.S.)
İSTİAZA Karşılık olarak, ivaz olarak bir şey istemek.
İSTİAZE "Euzü besmele" okuyarak Allah'a sığınmak.
İSTİBAA Bir şeyi kendine sattırmağa uğraşma.
İSTİB'AD Uzaklaşma. Uzak görme, ihtimal vermeyiş, olmayacak sanma, akıldan uzak görme. * Yakıştırmayış.
İSTİ'BAD Köle edinmek, esir almak.
İSTİBAHA(T) Mübah ve helâl sayma. * Bir çok kimsenin kanını dökmeğe izin verme.
İSTİBAK Yarış etme, yarışma.
İSTİB'AL Kadını nikâh ile alma.
İSTİBAL Havanın fenalığı ve sıkıcı olması. * (Kendine) idrar döktürme.
İSTİBANE Açıklama, belli olma. Meydanda ve âşikâr olma.
İSTİ'BAR İbret alma, ders alma. * Rüya tabir ettirme.
İSTİBAR Yoklama, muayene etme.
İSTİBDA (İstibra') Ayırmak. Uzak etmek. * Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek. * Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
İSTİBDA' Bedi' ve güzel bulma.
İSTİBDAD Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi. * Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi tanımadan kendi dediğini ve keyfi emirlerini kuvvet ve cebir kullanmak suretiyle yaptırmaya çalışmak. Allah'ı ve adaletini unutarak dinsizdarane bir zulümle hüküm ve idare etmek.
İSTİBDADKÂRANE f. İstibdad idaresi gibi. Kendi kendine, kanunları ve kimseyi tanımadan idare eder surette.
İSTİBDAL (Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek. * Bir vakfı mülk ile mübadele etmek. * Birşey verip yerine başka şey istemek. * Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak.
İSTİBDAL-İ MÜSECCEL Lüzumuna hükmolunduğundan dolayı nakzı caiz olmayan istibdal.
İSTİBGA' İş için yardım isteme.
İSTİBHAC (Behcet. den) Yüzü gülme, sevinme, mesrur olma.
İSTİBHAL Azad etme. Azad olma, serbest bırakılma.
İSTİBHAM Karışık ve belirsiz olma. * Ses çıkarmama, susma.
İSTİBHAR Çok geniş bilgiye sahib olma. * Deniz gibi büyük ve geniş olma.
İSTİBHAS Bir şeyin doğruluk ve hakkâniyetini anlayabilmek için, iyice araştırıp tahkik etme.
İSTİBKA Devâmını istemek. Bâki ve dâim kılmak.
İSTİBKA-Yİ TEVECCÜHLERİ Teveccühlerinizin sürüp gitmesi ve devamı... (Eskiden mektubların sonlarında kullanılırdı.)
İSTİBKÂ Ağlatmak. Ağlamayı istemek.
İSTİBRA (Bak: İstibda)
İSTİBRAZ Meydana çıkarmak, açığa vurmak.
İSTİBSAR Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.
İSTİBSAS Bir haberin doğru olup olmadığını anlamağa çalışma.
İSTİBŞAR Müjde almak. Hayırlı, iyi haber iyi sevinmek.İSTİBTA' : Ağır ağır hareket etme. * Gecikme, geç kalma.
İSTİBTAN Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak.
İSTİBVAR Hırslanma, hiddetlenme, kızma, öfkelenme.
İSTİCAB Vâcib olmak. Hak etmek.
İSTİ'CAB (Aceb. den) Şaşma, taaccüb etme, hayrette kalma.
İSTİCABE (İsticâbet) Duânın Allah tarafından kabul olunması.
İSTİCADE İhsan ve bahşiş isteme.
İSTİCAL Sonraya bırakılmasını istemek.
İSTİ'CAL Acele olmasını istemek. Acele etmek.
Dostları ilə paylaş: |