İNKILÂBÂT İnkılâblar, değişmeler.
İNKIMA' Kökü kesilme. Köksüzleşme.
İNKIRAZ Sönme. Zeval bulma.
İNKISAM Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olunma.
İNKISAM Kırılıp ayrılma. Parçalanma.
İNKISAR Kısalma, kısa olma.
İNKIŞA' Mânilerin gidip havanın açılması. Ayazlama.
İNKIŞAR Bir şeyin derisinin veya kabuğunun soyulması.
İNKITA' Tükenme. Kesilme. Arkası gelmeme.
İNKITÂ-İ TAMS (Kadın) âdetten kesilme.
İNKIYAD Boyun eğme. Muti olma. Teslim olma. İtaat etme. İmtisal.
İNKIYADEN İnkıyad suretiyle. Teslim olarak. İtaat ederek, boyun eğerek.
İNKIZA' (Kazâ. dan) Sonu gelip bitme. Tamam olma. Mühleti sona erme.
İNKIZA-Yİ MÜDDET Müddetin bitmesi, zamanın sona ermesi.
İNKIZAF Kovulma, def olunma, atılma, uzaklaştırılma.
İNKIZAZ Çatlama. * (Kuş) havadan yere doğru süzülerek inme.
İNKİBAB Yüzüstü düşme, yere kapanma.
İNKİDAM Vücudun bir tarafı berelenme veya kızarma.
İNKİDAR Hızlı yürüme. * Düşme ve saçılma.
İNKİLAL Yavaşça gülme, tebessüm etme. * Körlenme, kesmez hâle gelme.
İNKİLİS Yılan balığı.
İNKİMAŞ Acele etme. Çabuk iş görme.
İNKİSAF (Küsuf. tan) Parlaklığı sönme. Güneş tutulması.
İNKİSAR Kırılma. Gücenme. * Beddua ve lânet okuma. * Şikeste olma.
İNKİŞAF Açılma. Meydana çıkma. * Yetişme. * Terakki etme, ilerleme. * Gizli sırların bilinmesi.
İNKİTAM Gizli tutulma, saklı tutulma.
İNMA' (Nemâ. dan) Arttırma, nemâlandırma.
İNME t. Nüzul, tenezzül. * Nüzul, felç, sekte.
İNNÂ (İnne ile Na zamirinin birleşmesi ile meydana gelmiştir) şüphesiz biz (meâlindedir.)
İNNE Gr : Tahkik edatıdır. Kat'iyyet ifade eder. $ gibi bazı harf ve fiiller vardır ki, başına geldikleri isim cümlesinin kimi mübtedasına, kimi haberine te'sir ederek onların adını ve i'rabını değiştirirler. Bunun için bunlara "neshedenler, başka hâle getirip değiştirenler" mânâsına "nevâsih" denir. Şu altı edat (harf), başına geldikleri isim cümlesinin mübtedasını merfu' iken mensub kılarlar. Sıra ile bu harflere "inne ve ehavâtihâ" (inne ve kardeşleri) ismi verilir ve şunlardır: $
İNNE-MÂ Ancak edatı ile, beyan olunan şey hakkındaki hükmü, maadâsından nefy etmek için kullanılır.
İNNÎ Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.
İNNÎ Tecrübe ile edinilen, olaylardan çıkarılan netice.
İNNİN Cinsi münâsebete muktedir olamıyan, cinsi iktidarı olmayan. Kısır.
İNORGANİK Fr. Mâden cinsinden olan, cansız maddelerden bulunan. Organik olmayan. Hayvan ve insan gibi vücud yapısına ait olmayan.
İNS İnsan.
İNSA Unutma. Unutturma. * Te'hir eylemek. * Veresiye verme.
İNSA-YI MAZİ Geçmişi unutturma.
İNSAF Yaprak yaprak olma, lime lime olup dağılma.
İNSAF Merhamet ve adâlet dâiresinde hareket. Hakikatı kabul ve itiraf. (Eğer bir mes'elenin münâzarasında kendi sözünün haklı çıktığına tarafdar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır. L.)
İNSAFKÂR İnsaflı, insaf sahibi, haksızlık yapmayan.
İNSAK (Nesak. dan) Düzenli yazı yazma. * Kâfiyeli, secili ve akıcı bir tarzda söz söyleme.
İNSAK-I KELÂM Söz düzgünlüğü, kelâmın akıcılığı.
İNSAL (Nesl. den) Nesil çoğaltma. Döl peyda etme, döllenme.
İNSAN (Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denilmiş. * Huy ve ahlâkı yüksek. Terbiyeli.(İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nev'i lezzetler ile mütelezziz olacak bir zihayat makine ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddi, mânevi düşmanları ve nihayetsiz fakriyle beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen bir biçare mahluk iken, birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelâle intisap edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinad ve bütün hâcâtına medar bir nokta-i istimdad bularak, herkes mensup olduğu efendisinin şerefiyle, makamiyle iftihar ettiği gibi, o da böyle nihayetsiz Kadir ve Rahim bir Padişaha iman ile intisap etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin idam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz. S.)(İnsanın bu ehemmiyetli câmiiyetidir ki: Zât-ı Hayy-ı Kayyum, insana, bütün Esmâsını ihsas etmek ve bütün envâ-ı ihsanatını tattırmak için öyle iştihalı bir mide vermiş ki o midenin geniş sofrasını hadsiz envâ-i mat'umatiyle kerimane doldurmuş. Hem bu maddi mide gibi hayatı da bir mide yapmış. O hayat midesine duygular, eller hükmünde gayet geniş bir sofra-i nimet açmış. O hayat ise duyguları vasıtasiyle o sofra-i nimetten her çeşid istifadeler ile teşekküratın her nev'ini yapar. Ve bu hayat midesinden sonra bir insaniyet midesini vermiş ki, o mide, hayattan daha geniş bir dairede rızk ve nimet ister. Akıl ve fikir ve hayal, o midenin elleri hükmünde, semavat ve zemin genişliğinde, o sofra-i rahmetten istifade edip şükreder. Ve insaniyet midesinden sonra hadsiz geniş diğer bir sofra-i nimet açmak için, İslâmiyet ve iman akidelerini, çok rızk ister bir mânevi mide hükmüne getirip, onun rızk sofrasının dairesini mümkinat dairesinin hâricinde genişletip, Esmâ-i İlâhiyyeyi de içine alır kılmıştır ki, o mide ile İsm-i Rahmânı ve İsm-i Hakimi en büyük bir zevk-i rızkî ile hisseder. "Elhamdülillahi alâRahmaniyetihi ve alâ Hakîmiyetihi" der ve hâkeza.. Bu mânevi mide-i kübra ile hadsiz nimet-i İlâhiyyeden istifade edebilir; ve bilhassa o midedeki muhabbet-i İlâhiyye zevkinin daha başka bir dairesi var...L.)(S - İnsan, Arza nisbeten bir zerredir; Arz da, kâinata nazaran bir zerredir; ve keza insanın bir ferdi, nev'ine nisbeten bir zerredir; nev'i de, sâir ortakları bulunan enva' içinde bir zerre gibidir. Ve keza, aklın düşünebildiği gayeler, faideler hikmet-i ezeliye ve ilm-i İlâhideki faidelere nisbeten bir zerreden daha aşağıdır. Binaenaleyh, böyle bir âlemin insanın istifadesi için yaratılmış olduğu akla giremez?C - Evet, zâhire bakılırsa insan bir zerre hükmündedir. Fakat, insanın taşıdığı ruha, kafasına taktığı akla, kalbinde beslediği istidatlara nazaran bu âlem-i şehadet dardır, istiab edemez. Ancak o ruhun arzularını ve o aklın fikirlerini ve o istidatların meyillerini tatmin ve te'min edecek âlem-i âhirettir. Ve keza, istifade hususunda müzahame, mümanea ve tecezzi yoktur; bir küllînin cüz'iyatına nisbeti gibidir. Nasıl ki bir küllî bütün cüz'iyatında mevcud olduğu halde, ne o küllîde tecezzi ve inkısam olur ve ne de cüz'iyatında müzahame ve müdafaa olur. Küre-i Arzdan da binlerce müstefid olsa, ne aralarında bir müzahame olur ve ne Küre-i Arzda bir noksaniyet peyda olur. Yalnız insanın indallah kerameti olduğu için, âlem-i şehadetin yaratılışında insan, ille-i gaiye menzilesinde gösterilmiştir. Ve insanın hatırı için, bütün envâa bir umumi ziyafet verilmiştir. Bu ise, bütün âlemin fâideleri insana münhasır olup başkalara hiçbir faidesi yoktur demek değildir. İ.İ.)
İNSAN-I KÂMİL Güzel huy, ahlâk ve yüksek fazilet sahibi olan kimse.
İNSAN-ÜL AYN Gözbebeği.
İNSANÎ İnsana ait, insanla alâkalı.
İNSANİYE İnsanlar, insan cinsi, beşeriyet.
İNSANİYET İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum.
İNSANİYET-İ KÜBRA Büyük ve en makbul olan insânlık, yâni, İslâmiyet.(Ey Nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlik-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezzak ismi ile bütün mat'umatı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, ruy-u zemin kadar geniş bir sofra-i ni'meti o ellerin önüne koymuştur. Sonra mânevi çok rızık ve ni'metler isteyen insâniyeti sana verdiğinden âlem-i mülk ve melekut gibi geniş bir sofra-i ni'met, o mide-i insâniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra nihâyetsiz ni'metleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleri ile tegaddi eden ve insâniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imânı sana verdiğinden dâire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dâiresine şâmil bir sofra-i ni'met ve saadet ve lezzet sana fethetmiş. Sonra imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir. S.)
İNSANİYETKÂR f. Vicdanlı ve iyi adam, insaniyetli.
İNSANİYETKÂRÎ Vicdanlılık, insaniyetlilik.
İNSANİYETPERVER İnsanlığı seven, iyi insan.
İNSAN SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir.
İNSAT (İnsiyat) Susup dinleme, susma. * Gizlenerek gitme. * İnfial vezninde, nidâ eden kimseye icabet etme. * Beli bükülenin beli doğrulması. * Meşhur olma.
İNSIBAB (Bak: İnsibab)
İNSIBAĞ (Sıbg. dan) Boya tutma, boyanma. * Temizlenme.
İNSIDAM (Sadme. den) Patlama. Tazyik ile bir şey atma.
İNSIRAF Çekilip gitme, çekilme, geri dönme. * Gr: İsimlerin kaide ve kurallara göre çekilebilmesi.
İNSIRAFÎ Çekilip gitme ile ilgili.
İNSIRAH (Sarahat. den) Açığa çıkma, zâhir olma, sarahat bulma.
İNSIRAM Kesilme, kesilip ayrılma.
İNSÎ İnsana âit ve müteallik. İnsan cinsinden.
İNSİBAB Dökülme. Akıtılma. * Cereyan etme. * Başka suya karışma. * Tıb: Ahlat-ı erbaadan birisinin vücudun bir tarafında nesicler (dokular) arasında toplanması.
İNSİBAG Boyalanma. Maddi veya mânevi rengi ile renklenme. Boya tutma. * Temizlenme.(Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr-i süluka mukabil, hakikatın envarına mazhar olur. Çünkü, sohbette insibag ve in'ikâs vardır. Malumdur ki, in'ikâs ve tebâiyetle, o nur-u a'zam-ı nübüvvetle beraber en azim bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki; bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile, öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. S.)
İNSİCAL Çekilme. * Dökülme.
İNSİCAM Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak. * Devamlı yağmur yağmak. * Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
İNSİDAD (Sedd. den) Tıkanma, kapanma.
İNSİDAD-I EM'Â Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.
İNSİDAD-I HALİME Tıb: Meme başlarının tıkanması.
İNSİDAL Düşük olma, sarkma, pörsüme.
İNSİFA' (Nısıf. dan) Bir şeyin ortası. * Bir şeyin yarısını alma. * Gündüzün ortası. * Hakka hizmet. * Adaletle mukabele etmek. Mazluma yardım edip zâlimden hakkını almak.
İNSİFAR İnkişaf etme, açılma.
İNSİHAK Döğülüp ezilme. Ezilip yumuşamak.
İNSİHAL Düzgün söz söyleme. * Kabuğu soyulma.
İNSİKAB Delinme.
İNSİKAB-I LÜ'LÜ' İncinin delinmesi.
İNSİLAB (Selb. den) Kaldırılma, selb olunma, giderilme. Kalmama. Mahvedilme. Soyulma, soyulmuş olma.
İNSİLAH Silâhlanma. Silâh ile techiz olma.
İNSİLAH Soyulma. Derisi yüzülme. Sıyrılıp çıkma. * Ayın sonu gelme.
İNSİLAK (Silk. den) Yola girme, süluk etme, yol tutma.
İNSİLAL Bir yere toplanma, üşüşme, hücum etme.
İNSİLAL Gizlice savuma, sıvışma, sıyrılma.
İNSİMAG Yere düşüp ezilme, yaralanıp berelenme.
İNSİNA Bükülme, burkulma, burulma.
İNSİNA-YI KADEM Ayağın burkulması.
İNSİRAM Dişin kırılması.
İNSİTAH Yayılıp arka üstü yatma. * Satıhlı olma.
İNSİYAB Süzülüp akma. Çabuk akıp gitme.
İNSİYAG Kalıba dökülüp düzelme.
İNSİYAK Mânen sevk olunma. İlâhi ve mânevi sevk. Gönderilmek, bir kuvvetin te'siriyle çekilip gitmek. Ardı sıra gitmek.
İNSİYAKÎ İnsiyak ile alâkalı. İnsiyak, İlâhî sevk ve his ile alâkadar.
İNS Ü CANN İnsan ve cin taifesi.
İNS Ü CİNN İnsan ve cin.
İNŞA Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etmek. * Yaratma. * Edb: Yazı dersi. Nesir yazmak. * Güzel nesir halinde yazı yazmak veya güzel yazılmış nesir halindeki yazı.Çeşitli mektuplaşma ve güzel yazma için mektup, tezkere, istida (dilekçe), tebrik, tâziyenâme, sened v.s. örneklerini içinde toplayan kitaba da inşâ veya inşâ rehberi denir.("İnşâ ve terkib" tabir edilen mevcud olan anasır ve eşyadan toplamak suretiyle ona vücud vermektir. Eğer cilve-i ferdiyete ve Sırr-ı ehadiyete göre olsa, hadsiz derece bir sühulet belki vücub derecesinde bir kolaylık olur. Eğer ferdiyete verilmezse, hadsiz derece müşkül ve gayr-ı mâkul, belki imtinâ derecesinde bir suubet olacak. Halbuki; kâinattaki mevcudat nihâyet derecede külfetsiz olarak ve suhuletle ve kolaylıkla gayet mükemmel bir surette vücuda gelmeleri cilve-i ferdiyyeti bilbedahe gösteriyor ve her şey doğrudan doğruya Zât-ı Ferd-i Zülcelâlin sanatı olduğunu isbat ediyor. L.) (Bak: Halk)
İNŞAALLAH Allah izin verirse. Allah nasibederse (meâlindedir). (Bak: Tabii)
İNŞAAT Yapmak, inşa etmek. * Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler.
İNŞAB Tırnak batırma, tırnak bastırma.
İNŞAD Edb: Şiir okuma. Şiiri kaidesine uygun ahenk ile okuma. Sesini yükseltme. * Arayıp soruşturma. * Birisini hicvetme. * Kayıp olan bir şeyi haber verme.
İN-ŞAE Eğer isterse, istediği gibi...
İNŞAÎ İnşaya, yapıya dâir ve müteallik. * Güzel yazmağa dâir.
İNŞAİYYAT (İnşâi. C.) İşitilmemiş ve duyulmamış sözlerden yapılan cümleler.
İNŞAİYYE İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar.
İNŞAK Koklatma. Buruna kokulu bir şey çektirme. * Tuzağa veya ağa iliştirme.
İNŞAR Ölüyü diriltme. (Bu fiil, Allah'a mahsus olmak kaydiyle: İnşar-ı emvat denir.)
İNŞAT Ferahlandırma. Neş'elendirme. Sürurlandırma.
İNŞAZ Yükseltme.
İNŞİAB Şubelendirme. Ayırma. Şubelere ayrılma. * Bölük bölük olma. * Dalbudak verme.
İNŞİAL Alevlenme, şulelenme.
İNŞİBAB Gençleşme, delikanlı olma.
İNŞİBAK Şebeke şeklinde olma. * Balık ağı gibi birbirine geçme.
İNŞİHAB Fışkırma.
İNŞİHAB-I DEM Kanın fışkırması.
İNŞİKAK İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma.
İNŞİKAK-I ASÂ Değneğin kırılması. * Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması.
İNŞİKAK-I KAMER Ay'ın parçalanması. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü vesselâmın mu'cizesi eseri olarak gökte ay'ın en parlak olduğu bir zamanda ikiye ayrılması. (...Hem Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) mütevatir ve kat'i bir mu'cize-i kübrası "Şakk-ı Kamer" dir. Evet, şu "İnşikak-ı Kamer" çok tariklerle mütevatir bir surette, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmâm-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eâzım-ı sahâbeden müteaddid tariklerle haber verilmekle beraber, Nass-ı Kur'an ile $ âyeti, o mu'cize-i kübrâyı âleme ilân etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu âyetin verdiği habere karşı inkâr ile mukabele etmemişler, belki yalnız "sihirdir" demişler. Demek kâfirlerce dahi Kamerin inşikakı kat'idir. M.)
İNŞİKAK SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 84. Suresi olup İnşakkat suresi de denir. Mekkî'dir.
İNŞİLAL Şiddetle dökülerek akma. * (Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme.
İNŞİMAR Sallana sallana yürüme.
İNŞİNAC Buruşma. Derinin buruşması.
İNŞİNAC-I VECH Yüz buruşması.
İNŞİRAH Ferahlanmak, mesrur olmak.
İNŞİRAH-I DERUN İç açılması, ferahlama.
İNŞİRAH SURESİ Kur'an-ı Kerimin 94. Suresidir.
İNŞİRAK Çatlama, yarılma, ayrılma. Yarık olma. Parlama.
İNŞİRAM Yarık yarık olma.
İNŞİRAS (Soğuktan dolayı) el çatlama.
İNŞİTAT Dağılmak. Dağınık olmak. Perakende olmak.
İNTA' Çok fazla terlemek. Kusma, istifra etme.
İNTAC Neticelenme. Husule getirme. Sona erdirme. Doğurma, meydana getirme.
İNTAF Kabahat yükleme.
İNTAK Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
İNTAK-I Bİ-L HAK Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek.
İNTAN Pis kokma. Fenâ kokma. * Mikrobun sebebiyet verdiği şey, hastalık.
İNTANÎ Mikroplu, mikroptan meydana gelen.
İNTANİYE Fena koku ve mikropluluğa dâir, mikroplu hastalıkla alâkalı.
İNTAŞ (Tohum) toprakta çimlenme.
İNTIBA' Görüş ve anlayış. Kalb ve ruhta hâsıl olan te'sir. * Matbu' olmak, tab' olmak, basılmak.
İNTIBAAT (İntiba'. C.) Edinilen intibalar.
İNTIBAH Pişmek, pişirilmek.
İNTIBAH-I TAAM Yemeğin pişmesi.
İNTIBAK (Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
İNTIBAKAT (İntıbak. C.) Uygun ve münasib gelmeler. Mutabık gelmeler.
INTIFA Sönme. Yanarken sönme. Ortadan kalkma.
INTIFA-YI HARİK Yangının sönmesi.
İNTILAK Koyverip gitme. Salıverme, yollama. * Sevinme.
İNTIMAS Kaybolma, belirsiz olma.
İNTIRAK Gürleme. Patlama.
İNTIVA Dürülmek ve cem' olmak. Bükülmek ve katlanıp sarılmak.
İNTIYA' İtaat etme, muti olma, söz dinleme.
İNTİAŞ Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık. * Hastalıktan sonra iyileşip kalkma. * Geçinme. * (Yıkılan adam) doğrulup kalkma.
İNTİAZ Kuvvetlenme, kıvama gelme. * Kalkma.
İNTİBAC Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik.
İNTİBAH Uyanıklık, göz açıklığı. Hassasiyet. Agâh ve münebbih olmak. Hakikatı ve hakkı anlayıp yanlıştan, fenadan dönmek. * Sinirlerin uyanması. Uzuvların harekete gelmesi.
İNTİBAK Bir mekânın yükselmesi. * Bir kavmin şerre yönelmesi.
İNTİBAK (Bak: İntıbak)
İNTİBAR Kabarma, şişme.
İNTİCAM Sona erme, nihayet bulma. Tamamlanma, tamam olma.
İNTİCAS Bulaşma, murdar olma.
İNTİDAM Kolayca ele geçme. Kolay bir şekilde elde etme.
İNTİFA' Fayda te'min etmek. Menfaatlanmak.
İNTİFA' Bir şey ortadan yok olma. Aradan çıkma.
İNTİFAD Huk: Bir şeyi tamamen alma. Tükenme, bitme.
İNTİFAH Şişkinlik. Şişmek. Kabarmak. * Vücud organlarından birinin büyümesi.
İNTİFAH-I BATNÎ Karnın, gazların birikmesinden dolayı şişmesi.
İNTİFAÂH-I RİE Akciğerin şişmesi.
İNTİFAL Nafile namaz kılma.
İNTİHA Son, nihayet, uç.İNTİHA' : Eğilme. Dayanma, yaslanma.
İNTİHAB Seçmek. Ayırıp beğenmek. İhtiyar ve âmâde eylemek. * Bir şey yerinden çıkmak.
İNTİHAB Kapışmak. Yağma suretiyle mal almak.
İNTİHABAT (İntihab. C.) Yağmalar, talan etmeler, kapışmalar.
İNTİHABAT (İntihab. C.) Seçilmeler, seçmeler. * Seçimler.
İNTİHABÎ İntihabla alâkalı, seçim ve seçme işlerine ait.
İNTİHAC Yol bulma, varma, ulaşma.
İNTİHAÎ (İntihaiyye) Sona ve nihayete ait. Bitme ile alâkalı.
İNTİHAK Zayıflatma, gücünü azaltma, kuvvetsizlendirme. * İşe yaramaz bir hale sokma.
İNTİHAL Çalma. Başkasının malını kendisinin gibi iddia etme. * Edb: Başkasının yazısını kendisinin gibi göstermek. Onu benimsemek. Böyle şiire, sirkatî şiir de denir.
İNTİHA-PEZİR f. Sona eren, nihâyet bulan.
İNTİHAR Kendi kendisini öldürmek. İdâm-ı nefs.
İNTİHAZ Fırsat bilip kaçırmamak. Fırsat gözlemek.
İNTİHAZ Ayaklanmak. Depreniş. Kalkmak. * Yola veya sefere çıkmak. Şüru eylemek.
İNTİKA Bir şeyi seçme, ayırdetme.
İNTİKAD İyi bilineni kötülemek. * Seçip ayırdetmek. * Kalp parayı gerçeğinden ayırmak. * Tenkid. * Fenni veya edebi eserlerin tarafsız bir nazarla incelenmesi sonunda fikir ileri sürülmesi.
İNTİKAH Kemikten ilik çıkarma.
İNTİKAH İyi bir haber veya söz işitip sevinme. * Zayıflama, kuvvetsizleşme.
İNTİKAL Bir yerden bir yere nakletmek. Tebdil-i mekân etmek. * Göçmek, geçmek. * Sirâyet. Bulaşmak. * Bir şeyin miras olarak kalması. * Bir mes'eleden diğer bir hususu veya neticeyi anlamak.
İNTİKALEN İntikal suretiyle.
İNTİKALÎ İntikal ile ilgili.
İNTİKAM Öç almak. Hınç ve acı çıkarmak.
İNTİKAMAT (İntikam. C.) İntikamlar, öç almalar.
İNTİKAMCÛ İntikam almağa çalışan, öç almak isteyen. İntikam arıyan.
İNTİKÂS (Nüks. den) Başaşağı dönme veya düşme.
İNTİKAS Eksilme. * İstibrâ için erkeklik organına su serpme.
İNTİKAŞ Nakışlanmak. Menkuş olmak.
İNTİKAZ Bozulma. * Çözülme, battal edilme.İNTİMA'Â : Birine mensub olma, intisâb etme. Bir kimseye bağlanma. * (Kuş) bir yerden uçup, başka bir yere konma.
İNTİSAB (Nisbet. ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Mâiyyetine girmek. Bağlanmak.
İNTİSAB (Nasb. dan) Dikilip durmak. * Yükseğe kaldırmak. * Bir mansaba tayin olunmak. * Gr: Kelimenin mansub olması (Bak: Mansub)
İNTİSAC (Nesc. den) Doku peyda eylemek. Doku, nesic hâsıl olmak. * Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma.
İNTİSAF Hakkını tam olarak alma, haklaşma. * Zaman, yarı olma. Vakit, yarıyı bulma.
İNTİSAF-I RAMAZAN Ramazan ayının ortası.
İNTİSAH (Nesh. den) Kopyasını çıkarma.
İNTİSAH Verilen öğütü dinleme, edilen nasihatı tutma.
İNTİSAK Sıra ile düzgün olma, intizamlı oluş.
İNTİSAR Saçılmak. Dağılmak. * Püskürmek. * Toz kabarması. Kabarmak. * Buruna su çekmek. * Aksırıp tıksırmak.
İNTİSAR Yardım etmek. * Hakkını tamamen almak. * Öc ve intikam almak.
İNTİŞA' Neş'et etme, gelişme, yetişme, neşv ü nemâ bulma.
İNTİŞAB Odun veya mal biriktirme. * Tutulup kalma.
İNTİŞAK Burna bir şey çekmek.
İNTİŞAR Dağılmak. Yayılmak. Üremek. * Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek.
İNTİŞAR-I ARZANÎ Hedefin sağ veya sol taraflarına düşen mermilerle, hedef arasında kalan mesafe.
İNTİTAK Kemer veya kuşak bağlama.
İNTİYAH Ağlama, göz yaşı dökme.
İNTİYAT Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve iradesi ile hareket etme. * Asılı kalma.
İNTİZA' Koparıp alma, çekip koparma.
İNTİZAC Çok ağlama, fazlaca göz yaşı dökme. * Tıb: Çıbanın olgun hâle gelmesi.
İNTİZAH Suç ve kabahattan sıyrılma. Temize çıkma. * Def-i hâcet yaptıktan sonra temizlenme. Tahâretlenme.
İNTİZAM Tertib, düzen, düzgünlak ve nizam üzere olmak.
İNTİZAMIN İLCAI İntizamın zorlaması, mecbur etmesi, muztar kılması.
İNTİZAMPERVER f. Her şeyi tertib ve düzenli yapan. İntizâmı çok seven.
İNTİZAR Adamak, nezretmek.
İNTİZAR (Nazar. dan) Gözlemek. Ümidederek beklemek.
İNZA' Çekip çıkarmak. * Soyunmak. * Zorla çekip çıkarmak. * Feragat.
İNZAC İyice pişirip kıvamını buldurma.
İNZAL (Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme. * Tenasül âletinden meninin çıkması.
İNZAL-İ KÜTÜB Cenab-ı Hakk'ın vahiy ile peygamberlere kitab göndermesi.
İNZAR (Nazar. dan) Te'hir etme, geciktirme. İmhal.
İNZAR (C.: İnzârât) (Nezr. den) Neticenin kötü olacağını bildirerek fenalıktan sakındırmak. Azab ve ceza va'detmek.
İNZARAT (İnzar. C.) İhtarlar, tenbihler.
İNZILAM Zâlimin zulmüne boyun eğme.
İNZIMAM (Zamm. dan) Bir birine ilâve olunmak, katılmak. Yapışmak. Birbiri ile alâkalı oluş.
İNZİAC Yerinden koparma, sökülme. * Tas: Allah'a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak.
İNZİBAT Asayiş, düzen ve rahatlık. Umumi emniyetin iyi ve yolunda olması. * Sağlamlaşmak. * Polis vazifesini gören asker, ordu mensubu.
İNZİBATÎ Emniyet ve asâyişe dair. İnzibata müteallik. İnzibatla alâkalı.
İNZİCAR Çekilmek, vazgeçmek.
İNZİMAM Bağlanma. * Yular ile bağlanma.
İNZİMAM (Bak: İnzımam)
İNZİVA Feragat edip bir tarafa çekilmek. Bir işe karışmamak. Dünya işlerini bırakmak. Süfli ve hevesi işleri bırakıp ilm-i Kur'an ve imanla, ibadet ve taatla, Kur'ân ve imana hizmetle vakit geçirmek.
İNZİVA-GERDE f. İnzivaya çekilen.
İPLİKHANE Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır. * Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi.
İPNOTİZMA (Fr: Hypnotisme) Telkin ile kabiliyetli bir kimsenin üzerinde, söz ve bakış ile elde edilen bir çeşit uyku hâli. * Uyuşukluk. İradesizlik hâli ve bu hâle ait vaziyetler.
İPOTEK Fr. Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin.
İP PARASI Mc: Belâyı savmak için verilen şey.
İPTİDA (Bak: İbtida)
İPUCU Mc: Emare, işaret, alâmet, delil, vesika.
Dostları ilə paylaş: |