İBŞARAT (İbşâr. C.) Müjdelemeler, tebşir etmeler, sevinç verici haber bildirmeler.
İBŞAS Bazı bitkilerin veya çiçeklerin birbirine sarılıp karışması.
İBTA' Gecikme, geciktirme. * Ağır hareket.
İBTAL Battal etmek. Çürütmek. Hükümsüz bırakmak.
İBTAL-İ HİSS Duygusunu battal etmek ve uyuşturmak.(Evet, şu elim elemi ve dehşetli mânevi azabı hissetmemek için ehl-i dalâlet, ibtâl-i his nev'inden gaflet sarhoşluğu ile muvakkaten hissetmez. Fakat hissedeceği zaman kabre yakın olduğu vakit birden hisseder. Çünki, Cenab-ı Hakka hakiki abd olmazsa kendi kendine mâlik zannedecek. S.)
İBTALE Bâtıl ve boş şey.
İBTALİYYAT İşe yaramıyan, boş sözler.
İBTAR Parçalama. * Mahrum etme, esirgeme. * Gündüzün başlangıcı.
İBTAR Şaşma, tuhafına gitme, hayrette kalma. * Alabileceği miktardan fazla yük yükletme.
İBTAŞ Şiddetle tutma, kavrama.
İBTAT Kesmek. Kat'etmek.
İBTİAR Kuyu kazma.
İBTİAS Gönderme, ba's etme.
İBTİDA' Benzeri olmayan bir şey yaratmak. (Bak: İbdâ')
İBTİDA Baş taraf. Evvel. Başlangıç. En önce, başta.
İBTİDA-İ DÂHİL Tar: Medreselerden orta tahsili verenler.
İBTİDA-İ CÜLUS Hükümdarlığın başlangıcı. Tahta çıkışın ilk zamanları.
İBTİDAD İki kişinin bir şeyi bir tarafından tutup kavraması.
İBTİDAEN Önceden, ilk ve başlangıç olarak.
İBTİDAÎ Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ. * Ham, işlenmemiş. * İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)
İBTİDÂİYYÂT Başlangıçta olanlara öğretilen bilgiler. * Bu derslere ait kitaplar.
İBTİDA-ŞÜDEGAN f. Stajyer.
İBTİDAR Bir işe sür'atle başlama.
İBTİGA Maksad, gaye. Taleb, arzu, istek.
İBTİGA-İ TE'VİL Te'vil maksadıyla. Te'vil ederek izahta bulunma.
İBTİHAC Sevinç, sevinme. İç açıklığı.
İBTİHAC Bolluk, bereket, mebzuliyet.
İBTİHAL Halktan alâkayı keserek Allaha tazarru' ve niyazda bulunmak.
İBTİHAR İki parça olma, ikiye bölünme.
İBTİHAS Bir şeyin doğruluğunu öğrenmek için soruşturma, tetkik etme.
İBTİKA' Bir şeyin renginin fıtri olarak değişikliğe uğraması.
İBTİKA' (Bükâ. dan) Ağlama, göz yaşı dökme.
İBTİKAR Sabahleyin erkenden kalkma.
İBTİLÂ Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik. * İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
İBTİLÂ-Yİ ŞEDİD Şiddetli tiryakilik.
İBTİLA' Zorlukla yutmak. * Gelini gerdeğe koymak.
İBTİLAC Meydana çıkma, zuhur etme, görünme.
İBTİLAL Islanmak.
İBTİLAZ Alma.
İBTİNA' (Binâ. dan) Bir şeyin üzerine bina etme. Bir dava veya bahiste bir şeye istinad etme.
İBTİNAEN İbtinâ ederek, mübteni olarak, dayanarak.
İBTİRA' Ağaç yontma.
İBTİRAD Duş yapma, soğuk su ile banyo yapma. * Serinlemek için soğuk su içme.
İBTİSAM Tebessüm etmek. İnce ve hafif gülümsemek.
İBTİSAR (Basar. dan) Kalb gözüyle görme. Basiret. * Görüp hakikatına varma.
İBTİSAR Bir şeye başlama, ibtida.
İBTİŞAK Haysiyet ve nâmusa dokunma. * Yalan söyleme.
İBTİTA' Kesilme, inkıta'.
İBTİTAR Tâbi olma, uyma, ittiba etme.
İBTİYA' Satın alma, mübâyaa etme.
İBTİYAR Seçip kabul etme. * Kavga yapma, dövüş etme. * Güçsüz, zaif ve kuvvetsiz olma.
İBTİYAZ Biriktirip yığma.
İBTİZA' Birşey meydanda ve açık olma.
İBTİZAL Çokluğu sebebiyle bir nimetin kıymetini bilmeyip, hor kullanmak. * Devamlı şeklide bir şeyi kullanmak. * Edb: Herkesin bildiği bir sözü tekrar etmek. (Mümtâziyetin zıddıdır.)
İBTİZAR Cebren ve zorla alma. Soygunculuk yapma.
İBTİZAZ İhtiyacdan dolayı zillet ve hakaretlere tahammül etme.
İBYİZAZ Beyazlama, ağarma.
İBZA' Bir kimseyi sıkıntı ve kedere boğma. Mahvetme.
İBZA' Kötü söyleme, fena söyleme.
İBZAL Esirgemeyip bol sarfetme, bol kullanma.
İBZAZ Yağlanma, şişmanlama, semirme.
İBZAZ Bir şeyi istenilen miktardan veya gerektiğinden az verme.
İCA' (Veca. dan) Ağrıtma, veca verme.
İCAA (Cu. dan) Yemek içmek için hiçbir şey vermiyerek aç bırakma.
İ'CAB Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek. * Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.
İCAB Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak. * Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
İCABAT İcablar. Gerekenler. Lüzum edenler.
İCABE(T) Kabul olmak. Kabul etmek. * Râzı olma, rızâ gösterme, muvafakat etme.
İCABE-İ DUÂ Duânın kabul olması. Duâya cevap verilmesi. Muvafakat edilmesi. (Bak: Dua)
İCABETGÂH f. Kabul etme yeri.
İCABÎ Müsbet. İcaba âit, icaba dair. * Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
İCAD Vücuda getirmek. Yeniden bir şey meydana getirmek. Yoktan var etmek. (Bak: İbda')(şu zamanda çok ileri giden feylesoflar diyorlar ki: "Hiçten, hiçbirşey icad edilmiyor ve hiçbirşey idam edilmiyor; yalnız bir terkip bir tahlildir ki, Kâinat fabrikasını işlettiriyor."Elcevap : Nur-u Kur'an ile mevcudata bakmayan feylesofların en ileri gidenleri bakmışlar ki, tabiat ve esbab vasıtasiyle bu mevcudatın teşekkülât ve vücudlarını -sabıkan isbat ettiğimiz tarzda- imtina derecesinde müşkilâtlı gördüklerinden, iki kısma ayrıldılar.Bir kısmı, Sofestaî olup, insanın hassası olan akıldan istifa ederek, ahmak hayvanlardan daha aşağı düşerek, Kâinatın vücudunu inkâr etmeyi; hatta kendilerinin vücudlarını dahi inkâr etmesini.. dalâlet mesleğinde esbab ve tabiatın icad sahibi olmalarından daha ziyade kolay gördüklerinden; hem kendilerini, hem Kâinatı inkâr edip, cehl-i mutlaka düşmüşler.İkinci güruh bakmışlar ki; dalâlette esbab ve tabiat mucid olmak noktasında, bir sinek ve bir çekirdeğin icadı, hadsiz müşkilâtı var. Ve tavr-ı aklın haricinde bir iktidar iktiza ediyor. Onun için bilmecburiye icadı inkâr ediyorlar, "yoktan var olmaz" diyorlar ve idamı da muhal görüyorlar, "var yok olmaz" hükmediyorlar. Yalnız, harekât-ı zerrât ile, tesadüf rüzgârlariyle bir terkib ve tahlil ve dağılmak ve toplanmak suretinde bir vaziyet-i i'tibariye tahayyül ediyorlar... İşte sen gel, ahmaklığın ve cehaletin en aşağı derecesinde, en yüksek akıllı kendini zanneden adamları gör; ve dalâlet, insanı ne kadar maskara ve süfli ve echel yaptığını bil; ibret al! Acaba her senede, dört yüzbin envâı birden zemin yüzünde icad eden ve Semavat ve Arzı altı günde halkeden ve altı haftada, her baharda, kâinattan daha san'atlı, hikmetli zihayat bir kâinatı inşa eden bir Kudret-i Ezeliye, bir İlm-i Ezelî'nin dairesinde, plânları ve mikdarları taayyün eden mevcudat-ı ilmiyeyi göze göstermiyen bir ecza ile yazılan ve görünmeyen bir yazıyı göstermek için sürülen bir ecza misillü, gayet kolay o mâdumât-ı hâriciye olan mevcudat-ı ilmiyeye vücud-u hârici vermeği o Kudret-i Ezeliyeden uzak görmek ve icadı inkâr etmek; evvelki güruh olan Sofestâilerden daha ziyade ahmakane ve cahilânedir. Bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz-i ihtiyariden başka ellerinde olmayan; firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi idam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "Yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hatâ düsturu, Kadir-i Mutlak'a teşmil etmek istiyorlar. Evet, Kadir-i Zülcelâl'in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira ve ibda' iledir. Yâni; hiçten, yoktan vücud veriyor; ve ona lâzım her şey'i de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri; inşâ ile, san'at iledir. Yâni; kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi, çok dakik hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. Her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, Rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır. Evet Kadir-i Mutlak'ın, iki tarzda; hem ibda' hem inşâ suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay, en sühuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üçyüz bin envâ-i zihayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoğu var edemez!" diyen adam, yok olmalı!...L.)(Eğer desen: "Delil-i İhtiraî i'tâ-i vücuddur. İ'tâ-i vücud ise; i'dam-ı mevcudun refikidir. Halbuki: Adem-i sırftan vücudu ve vücud-u mahzdan adem-i sırf-ı aklımız tasavvur etemiyor." Cevaben derim: Yahu!. Sizin bu istis'âbınız ve şu mes'elenin tasavvurundaki istiğrabınız, bir kıyas-ı hâdi'in netice-i vahimesidir. Zira icad ve ibda-i İlâhiyi, abdin san'at ve kesbine kıyas edersiniz. Halbuki abdin elinden bir zerreyi imate veyahut icad etmek gelmez. Belki yalnız umur-u itibariye ve terkibiyede bir san'at ve kesbi vardır. Evet, bu kıyas aldatıcıdır, insan kendini ondan kurtaramıyor.Elhasıl : İnsan kâinatta mümkinatın öyle bir kuvvet ve kudretini görmemiş ki, icad-ı sırf ve i'dam-ı mahz etsin. Halbuki hükm-i aklîsi de daima üss-ül-esası, müşahedattan neş'et eder. Demek âsâr-ı İlâhiyeye mümkinat tarafından bakıyor. Halbuki: Hayret-efza âsârıyla müsbet olan kudret-i Sâni'in canibinden temaşa etmek gerektir. Demek ibadın ve kâinatın umur-u itibariyeden başka tesiri olmayan kuvvet ve kudretlerin cinsinden olan bir kudret-i mevhume içinde Sânii farz ederek o noktadan şu mes'eleye temaşa ediyor. Halbuki Vacibü'l-vücud'un canibinden, kudret-i tâmmesi nokta-i nazarından bu mes'eleye temaşa etmek gerektir. R.N.)
İCAD (Ücâd) Kapı ve pencerelerin üstlerinde bulunan kemer.
İCADE İyi yapma, iyi işleme.
İCADGERDE f. İcad olunmuş.
İC'AF Yere düşürme, yıkma.
İ'CAF Devamlı olarak hastaya bakma. * Zayıflatmak.
İCAH Örtü, perde.
İ'CAL Acele ettirme, çabuk yaptırma. * Öne geçme.
İCAL Korkutmak.
İCALE (Cevelan. dan) Dolaştırma, cevelan ettirme.
İCALE-İ ESB Atı dolaştırma.
İCALET El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap. * Acele ile ve derhal yapılan iş.
İCALETEN Hemen, acele olarak, seri bir şekilde.
İ'CAM Harflere, yazıya nokta koymak. * İsteğini açıklıkla bildiremeyip, maksadı belirsiz, muğlak söylemek.
İCAM (Eceme. C.) Arslan yatakları. * Çalılıklar, ağaçlıklar, meşelikler.
İCAN Boyun, unk.
İCANE (C: Ecanin) Hamam taşı. * İçinde bez ve kaftan yıkanılan kap.
İCAR Kiralamak. Kiraya vermek. * Kira parası.
İCAR Kadının başına bağladığı nesne.
İCARAT Kiranın gelirleri. Gelirler.
İCARE Kira. Gelir, irâd. Ücret. * Fık: Belli bir menfaati belli bir karşılık ile satmak.
İCARE-İ AKAR Ev, dükkân, arsa gibi yerlerin kirası.
İCARE-İ FÂSİDE İn'ikad şartlarını câmi' olduğu halde sıhhat şartlarını tamamen veya kısmen cami olmayan icaredir. Bu, aslen meşru olduğu hâlde vasfen meşru bulunmamış olur. Binaenaleyh böyle bir icareyi mucir ile müstecirden herhangi biri fesh edebilir.
İCARE-İ GAYR-İ MÜN'AKİDE İn'ikad şartlarını tamamen veya kısmen câmi' olmayan icaredir ki, buna "İcare-i batıla" da denir.
İCARE-İ MEVKUFE Başkasının hakkı taalluk edip icazeti lahık olmadıkça nâfiz olmayan icaredir.
İCARE-İ MÜECCELE Sonradan alınacak kirâ.
İCARE-İ MÜN'AKİDE Bey'ide olduğu gibi in'ikad şartlarını tamamen câmi' olan icaredir.
İCARE-İ MÜNECCEZE Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.
İCARE-İ MÜSANEHE Yıllık olarak yapılan icaredir. Bir hanenin bir yıl müddetle kiraya verilmesi gibi.
İCARE-İ MÜŞAHERE Aylık olarak yapılan icaredir. Bir haneyi bir aylığına kiraya vermek gibi.
İCARE-İ MÜZAFE Bir şeyi gelecek muayyen bir vakitten itibaren kiraya vermektir. Meselâ: Bir hâneyi gelecek falan ayın birinden itibaren bir sene müddetle şu kadar bin liraya kiraya vermek, bir icare-i müzafedir.
İCARE-İ SAHİHA İn'ikad ve sıhhat şartlarını tamamen câmi' olan icaredir ki, şuyu'ı asilden ve şartı mufsidden hâli olmak üzere malum bir menfaatı, malum bir bedel mukabilinde temlik etmekten ibarettir.
İCARET İcâr, ücret. Kiraya vermek. * Kurtarmak, yardım etmek.
İCARETEYN Müeccel ve muaccel icarelerle kiralanan vakıf emlâkı. Hem derhal alınan, hem ileride alınacak kirası olan vakıf bina.
İCAS Gönlüne korku düşürmek.
İ'CAZ Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak. * Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece. * Mu'cizelik olan şey.(Kur'an 1350 senedir bütün hakaikını kâinat çarşısında açıp teşhir ettiği halde herkes, her millet, her memleket onun cevahirinden, hakaikından almıştır ve alıyorlar. Halbuki, ne o ülfet, ne o mebzuliyet, ne o mürur-u zaman, ne o büyük tahavvülâtlar onun kıymettar hakaikına, onun güzel üslublarına halel vermemiş, ihtiyarlatmamış, kurutmamış, hüsnünü söndürmemiş; şu hâl tek başı ile bir i'câzdır. M.)
İCAZ (İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
İCAZ-I BİTTAKDİR Maksadı az sözle ifade etmekle beraber fazla olan etraflı mânaların zuhurudur.
İCAZ-I HASR Lafzan hiçbir hazf olmadığı halde, ibârenin mânaca zengin olmasıdır.
İCAZ-I HAZF Mânâya halel gelmemek şartı ile ve lâfzî veya aklî karine delâleti ile cümleyi tamamlayanlardan birinin hazfıdır.
İCAZ-I MAKBUL Tazammun ve hazf ile olan icaz.
İCAZ-I MUHİLL Sözün istenilen mânayı ifadeye kifayet etmemesi yüzünden mânanın bozulması halidir.
İCAZ Kadın eşarbı. Baş örtü.
İCAZET İzin. Müsaade. Şehadetname. Diploma. "Olur" demek. Destur vermek. İlmî ehliyet. Reva görmek.
İCAZET-İ FİİLİYE Bir kimseden izin ve ruhsata delalet eden bir fiil ve hareketin sudûr etmesi.
İCAZET-İ KAVLİYE Bir kimsenin bir şey hakkında "izin verdim" demesi.
İCAZET-İ KÜLLÎ Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi.
İCAZET-İ LÂHİKA Bir kimsenin önce izni olmadığı halde, yapıldıktan sonra bir şeyi tasdik edip kabul etmesi.
İCAZETNAME f. Şehadetname. Diploma. Şehadet kâğıdı.
İCAZET VERMEK Medrese usulüne göre okuttuğu dersi bitiren talebeye hocası tarafından izin verilmesi. Bu tasdikan verilen mühürlü kâğıda "icazetname", icazet vermiş olan müderrise de "muciz" denilirdi.
İCAZÎ İcaza dair, icaza ait ve müteallik. Veciz bir tarzda.
İCAZKÂR f. İcazlı, kısa ifadelerle çok şey anlatmak halinde olan.
İ'CAZKÂR f. Mu'cizeli olmak. Başkalarını acze düşürecek derecede olmak.
İ'CAZKÂRANE f. Herkesi yarışmada âciz bırakacak yolda.
İ'CAZNÜMA Mu'cize gösterir derecede. Mu'cize derecesinde eser göstermek. Âciz bırakmayı göstermek.
İCBA' Ekilen ekini henüz olgunlaşmadan satmak.
İCBAR Zor. Zorlama. Cebretmek.
İCBAR-I NEFS Kendini zorlama, nefsini icbar etme.
İCCAR (C: Ecâcir) Dam, çatı.
İCCAS Erik. * Zerdâli. * Armut.
İCDAF Bağırıp çağırma.
İCDAN Sonradan zengin olma.
İCFA' Koparmak.
İCFAL Gidermek. * Devekuşu seğirtmek.
İCFİL Yaşlı kadın, ihtiyar kadın. * Korkak adam.
İCHA' Ayaz çıkma.
İCHAD Eziyet çekme, elem ve sıkıntıya mâruz bırakılma. * Gayret etme.
İCHAF Zulüm etme, gaddarlık. * Gidermek. * Noksan etmek, eksiltmek.
İCHAM Men'etmek, engel olmak.
İCHAR (Cehr. den) Sesle okuma. * Ortaya çıkarma, zuhur ettirme, meydana çıkarma, açıklama.
İCHAŞ Bir kimseden yardım ve medet istemek.
İCHAZ Hazırlandırmak.
İCÎ f. Atmaca. * Hükümdar vekili.
İCL Dana. Sığır yavrusu.
İCL-İ SAMİRÎ Musa (A.S.) zamanında Samirî'nin yaptığı buzağı heykeli. (Bak: Samirî)
İCL (C: İcâl) Boyun ağrısı. * Sığır sürüsü.
İCLÂ (Cilâ. dan) Sürme, nefyetme, sürgün etme. Evinden barkından ayırma. * Sür'atle seğirtme. * Cilâlama, parlatma.
İCLÂ-Yİ VATAN Yerinden yurdundan sürgün etme, başka tarafa nefyetme.
İCLAB Cem'etmek, toplamak. * Yoldaşlık etmek. * Ardından çağırmak. * "Gitsin" diye haykırmak.
İCLAL Ağırlama. İkram. Tekrim eylemek. Büyüklüğünü kabul edip hürmet etmek. Büyüklük. Azamet.
İCLALEN Büyük sayarak, saygı ve hürmet göstererek.
İCLAS Oturtmak. Tahta çıkartmak. Padişahı tahta oturtmak.
İCLE Düve, dişi buzağı.
İCLET (C: Ucul) Dişi buzağı. * Bir cins ot. * Kırba.
İCLİHMAM Toplanmak, cem'olmak.
İCLİNBAB Yan yatmak.
İCMA' Toplanma. Dağınık şeyleri toplamak. * Hazırlamak. * Azm ve kasdeylemek. * Topluluk. Fikir birliği. Bir mes'eleden âlimlerin ittihad etmesi. * Fık: Sahabe-i Güzin Hazretlerinin (R.A.) ittifakları üzere akaid hükmüne geçmiş umur-u diniyenin tamamı.
İCMA-İ ÜMMET Ist: Aynı asırda yaşamış olan İslâm âlimlerinden müctehid olanların, şeriatın bir mes'elesi hakkında verilen hükümde birleşmeleridir.
İCMAD Dondurma, câmidleştirme.
İCMAD-I MÂ Suyun dondurulması. Suyun buz haline getirilmesi.
İCMAEN Toplu olarak, hep birlikte. İcma-i ümmet olarak.
İCMAL Hülâsa etmek. Kısaltmak, bir araya toplamak. Kısa anlatmak. Biriktirmek. * Uzun bir hesaptan çıkarılan hülâsa, netice.
İCMAL-İ SENEVÎ Senelik gelir ve giderleri yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltmış olarak gösteren cetveller.
İCMAL-İ ŞEHRÎ Aylık gelir ve giderleri, yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltılmış olarak gösteren cetveller.
İCMALEN Kısaca. Özlüce. İcmali ve hülâsa olarak.
İCMALÎ Kısaca, toplu olarak, tafsilatsız. Muhtasaran.
İCMALÎ İMAN İman esaslarını kısaca bilmek. Allah'a ve Peygamberine imân ettiğini söylemek ve tasdik etmek. (Bak: İman-ı icmalî)
İCMAM Atı soluklandırma, dinlendirme. * Biriktirme.
İCMAR Bir araya toplamak. * Süratle yürümek. * Atın sıçrayarak yürümesi. * Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak. * Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak. * Yeni ayın görünmesi.
İCNAF Doğruluktan ayrılma. Sadakattan uzaklaşma.
İCNAN Deli etme, divane eyleme. * Bir şeyi örtme.
İCNE Tıb : Yanak kemiği.
İCNİS Tembel ve uyuşuk adam.
İCRA Bir işi yürütmek. * Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme. * Vekil göndermek. * Mahkeme kararını yerine getirmek. * Suyu akıtmak. * Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.
İCRA-YI İCABÎ Lüzum eden muamelenin yerine getirilmesi.
İCRA-YI LU'BİYYAT Oyun icra etme, sahnede oyun oynama.
İCRAAT (İcrâ. C.) Meydana getirilen işler. Yapılan işler. * Ameliyat. Tatbikat.
İCRAAT-I CELİLİYE Allah (C.C.)ın celalî sıfatına yani, kibriya ve azametine delâlet eden, kudret-i hakkı ile hâsıl olan icraatı.
İCRA HEY'ETİ Mahkeme kararını tatbike memur olan heyet. İcra memurları heyeti.
İCRA KUVVETİ Memleketi idâre eden, kanunları tatbik eden kuvvet.
İCRAM Kabahat yapma, cürüm işleme.
İCRA MEMURU Mahkeme kararını tatbik ile borçludan borcunu alıp alacaklıya vermekle vazifeli olan adliye memuru.
İCRA VEKİLLERİ HEY'ETİ Vekiller heyeti. Başvekilin riyaset ettiği bakanlardan meydana gelen hey'et.
İCSA' Dizüstü getirme. Çökertme.
İCŞAM Teklif etmek.
İCŞAŞ Bir şeyi döverek ufaltma, küçültme.
İCTİBA Seçmek. İhtiyar ve intihâb etmek. Seçkin bir şeyi almak. * Tahsildarın para ve vergi toplaması.
İCTİBAZ Mıknatıstaki kendine çekme hasiyeti.
İCTİHAD Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak. * Anlayış. * Kanaat. * Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle içtihad eden zâtlara Müçtehid denir.(Mesail-i diniyeden olan içtihad kapısı, açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mâni vardır:Birincisi : Nasılki, kışta fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak hiç bir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasılki, büyük bir selin hücumunda tâmir için duvarlarda delikler açmak gark olmağa vesiledir. Öyle de: Şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bid'aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarında muharriplerin girmesine vesile olacak olan delikler açmak İslâmiyete cinâyettir...İkincisi : Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünki kat'i ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler, şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti onların ikamesine ve ihyâsına sarfetmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp, heveskârane yeni içtihadlar yapmak bid'atkârâne bir hıyânettir.Üçüncüsü : Her zamanın insanlarınca kıymetli addedilerek efkârı celbeden câzibedar bir metâ merguptur. Meselâ: Bu zamanda en rağbetli, en iftiharlı, siyâsetle iştigal ve dünya hayatını te'min etmektir. Selef-i sâlihin asrında ve o zaman çarşısında en mergup metâ, Hâlik-ı semâvat ve arzın marziyatlarını ve bizden arzularını kelâmından istinbat etmek ve nur-u Nübüvvet ve Kur'an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak ve vesâilini elde etmek idi. Bu itibarla, o zamanlarda bütün fikirler, kalbler, ruhlar marziyat-ı İlâhiyeyi bilmek ve öğrenmeğe müteveccih idi. Bunun için istidat ve iktidarı olanlar o zamanlarda vukua gelen bütün ahvâl ve vukuat ve muhâverattan ders almakla, içtihadlara zemin teşkil eden yüksek istidatlar vücuda gelirdi.Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inâyet ve himmetlerin zâfiyeti, insanların siyaset ve felsefeye iptilâ ve rağbetleri yüzünden bütün istidatlar fünun-u hâzıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir. Ahkâm-ı diniyeye sarfedilecek müstakim bir içtihad yoktur.Dördüncüsü : İçtihad kapısından İslâmiyete girip mesâilini genişlendirmeğe meyleden adamın maksadı, zaruriyata imtisal ile takva ve kemale mazhariyet ise güzeldir. Amma zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih eden adam ise, onun içtihada meyli, meyl-üt-tahribdir. Tekliften çıkıp kaçmak için bir yol bulmaktır.Beşincisi : Her şeyin, her hükmün vücuda gelmesi bir illete binaen olduğu gibi, bir maslahata dahi tâbidir. Fakat maslahat illet değildir. Ancak tercih edici bir hikmettir. Bu zamanın efkârı, bizzat saadet-i dünyaya müteveccihtir. Şeriatın nazarı ise, bizzat saadet-i uhreviyeye müteveccih olup, bittabi dünyaya da nâzırdır. Çünki, dünya âhirete vesiledir.Umumi bir beliyye olan ve nâsın ona müptelâ olduğu çok işler vardır ki zaruriyattan olmuştur. O gibi işler su-i ihtiyar ile gayr-i meşru meyillerden doğmuş olduklarından, mahzuratı ibâhe eden zaruriyattan değildir. Ve ruhsat ve müsaade-i şer'iyenin şümulüne dâhil olamazlar. Meselâ: Bir adam su-i ihtiyâriyle haram bir tarzda kendini sarhoş etse, hâl-i sekirde yaptığı tasarrufatta mâzur olamaz. Bu zamanda bu gibi içtihadlar, semavî değil ancak arzî içtihadlardır. Bu gibi içtihadlar ile Hâlik-ı Semavat ve Arz'ın hükümlerinde yapılan tasarrufat merduttur.Meselâ : Bazı gafiller, hutbenin Türkçe okunmasını istihsan ediyorlar ki, halkın bilhassa siyasî ahvalden haberleri olsun. Halbuki bu gibi ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytani fikirlerden hâli değildir. Hutbe makamı ise, ahkâm-ı İlâhiyenin tebliği için ittihaz edilmiş bir makamdır.Sual : Avâm-ı nâs Arabiden haberdar değildir, fehmedemez?Cevap : Avâm-ı nâs, zaruriyat ve müsellemat-ı diniyeye muhtaçtır. Ve hutbe makamı da bu gibi hükümlerin tebliği içindir. Bu hükümler kisve-i Arabiye içinde tafsilen değilse de icmalen avâm-ı nâsa mâlum ve mâruftur. Maahaza lisan-ı Arabda bulunan şehamet, yükseklik, meziyet, satvet diğer lisanlarda yoktur... M.N.)
İCTİHADÂT (İctihad. C.) İçtihadlar.
İCTİHADÎ İçtihada müteallik. İçtihada dair. İçtihada ait.
Dostları ilə paylaş: |