Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ


Lazca’da “Vidi Visi Vini”



Yüklə 0,87 Mb.
səhifə13/14
tarix29.10.2017
ölçüsü0,87 Mb.
#19743
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

Lazca’da “Vidi Visi Vini”:

Jul Sezar’ın MÖ.47’de Zile’de yazdığı kaya yazısında okunan “geldim, gördüm, yendim” sözcükleri, Hopa Lazcası ve Türkçe kökenli çıkıyor.

“Jul”, Lazca ve Türkçe erkeğe sesleniştir; Ğuli, Oğul, Gul, Kul.

Vidi”; Lazca "geldi".

Visi”; Lazca Ma Pisi, “gördüm”.

Sözcük İngilizceye “visi-on”, AN çoğul ekiyle girmiştir. Tele-vision’un isim anasıdır. “Gören”, “Görüş” gibi, anlamlarıyla dilimize yeniden girmiş haldedir. Bizden gidip bize yabancılaşarak dönen sözcüklere örnektir.

Me-Pisi ile kedi/pisi bağlantısı kurulabilir. Bundan kedinin gece gören keskin gözlerini anlamak mümkündür. Halen “Gel pisi pisi” diyerek kedi severiz.

“Füze” adına da kaynak olmalıdır. İyi gören olmak bir meziyet olmalıdır ki, kız adı olarak Mefuze/Mahfuse (ninem Mefuze Finci), hatta çok yönlü görüş sahibi olan anlamında Mebus (Mepusi), aynı kökene işaret etmektedir. “Mapus” sözcüğü de, “tek delikten dışarı bakan göz” anlamında aynı kökenden görünmektedir.

 Vini; Vin/Pin/Fin/Pan/Fen; kazanmak (Vinning) sözcüğünün kökeni olup İngilizceye de girmiştir.

“Fen”, başarmak, planlayarak kazanmak. Türkçe’de vardır. “Ali’nin fen’di, Veli’yi yendi “ deyiminde olduğu gibi. “Kazanmak” üzere birisine yapılan plandan dolaylı anlatımla “Fan fini fin fon...” demek gibi.

Lazca’nın en eski Türk dillerinden ve hatta Sümer - Hitit dili olduğu, Latince’nin kökeni olduğu üzerine işaretler giderek çoğalmaktadır. (M. Morgül arkadaşı)

 

O arkadaşın adıyla bu bilgiyi Türkçe kitap dosyalarımdan birine almak isterim... mas 5.8.10


Arkadaşım Şinasi Toker. Lazca bilen biri arkadaşınıza doğrulatmak için sorabilirsiniz. “LAZCA SÜMERCEDİR. Adında Sümer Tanrısı  LAZ/LAT olan tek dildir, ULU OZ, ULU IŞIK... Bu bize ipucu vermeli.” (Mahiye Morgül)

ATATÜRK VE DİL

Osmanlı aydınlarının ve sanatçılarının yoğun bir şekilde dil tar­tışmaları yaptığı bir ortamda, elbette Mustafa Kemal Atatürk de böyle ulusal bir konuya uzak duramazdı. Nitekim 10 Aralık 1916 günü hatıra defterine yazdığı şu satırlardan onun dil sorunları ile yakından ilgi­lendiği açıkça belli oluyordu:



“…Yemekten evvel Emin Bey’in Türkçe şiirleri ile Fikret’in Rübab-ı Şikeste”sinden aynı konuda bazı parçaları okuyarak bir karşılaştır­ma yapmak istedim, ikisi de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de Arapça, Farsça sözcükler var. Başkalık biri parmak hesabı, diğeri değil.” (Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri) Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini inceleyen Ata­türk, her ikisinin de dilinin ağır ve yabancı sözcüklerle dolu olmasını eleştiriyordu. Yine Atatürk, 22 Eylül 1924′te, Samsun’da öğretmenlerle yaptığı ko­nuşmada ulusal bir dilin gerekliliği üzerinde duruyor ve şöyle diyordu:

“Ulusal bir eğitimin ne olduğunu bilmekte artık hiçbir kuşku kalma­malıdır. Bir de ulusal eğitim temel olduktan sonra, bunun dilini, yön­temini, araçlarını da ulusallaştırma zorunluluğu tartışma götürmez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri) Daha sonraki yıllarda Mustafa Kemal’in Türk diline yaptığı en bü­yük hizmet, şüphesiz ki, Yakup Kadri‘nin deyişiyle, “uzayıp giden tartış­maları bir yana bırakarak, dil işleriyle uğraşacak bilim kurullarını kur­ması, onların çalışmalarını yakın bir ilgiyle izlemesidir.”

1 Kasım 1928′de Lâtin harflerinin TBMM’de kabul edilmesinden son­ra dilin sadeleştirilmesi konusu daha bir önem kazandı. Atatürk, her önemli tasarı ve işte yaptığı gibi, dil konusunda önceden, birtakım araştırmalara girdi, Türk dilinin geçmişteki tüm özelliklerini ve kökeni­ni inceledi. Daha sonra yapılması gereken çalışmaları şu sözlerle belir­ledi: “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk di­li, dillerin en zenginlerindendir yeter ki dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dili­ni de yabanca dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Bir aydınlanma savaşçısı ve öncüsü olarak Atatürk, “topyekûn eği­tim seferberliği” açtığı yıllarda, Osmanlıcanın halkla aydınlar arasında bir duvar oluşturduğunu fark etmişti.

17 Ekim 1932 tarihli bildiride “dil devriminin amaçları” şöyle açıklanıyordu:

“Türk Dil Devriminin uygulamadaki dileği, yazı dilimizle konuşma dilimiz arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, böylece Cumhuriyet Türkiye’sinde’ herkesin kolaylıkla okuma yazma öğrenmesine, okuduğunu açıklaması­na, düşündüğünü yazmasına meydan açmaktır.” Amaca ulaşabilmek için Atatürk, dilin yabancı sözcüklerden arındırılmasına karar verdi. Çünkü en büyük iletişim aracı, aydınlanmanın en güçlü yardımcısı dildi. Toplumla daha canlı bağlar kurabilmek, kültür devrimini yaygınlaştırabilmek için bu gerekliydi.Bütün bu adımlar, ümmet toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşama­sında, ulusal dilin yaratılması için atılan çok önemli adımlardı. Ne var ki özellikle 12 Ey­lül darbesinin ardından Atatürk’ün bu önemli ve yol gösterici görüşleri göz ardı edildi. “Ulusal bir dil oluşturma programı” rafa kaldırıldı. Mus­tafa Kemal’in  “Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” amacıyla kurduğu, üzerine titrediği, yaşayabilmesi için İş Bankası senetlerini bağış­ladığı TDK, sahte Atatürkçüler tarafından işlev­siz duruma getirildi.

ABD’nin “bizim oğlanlar” (our boys) dediği karşıdevrimci generaller, kültür emperyalizminin değirmenine daha iyi su taşıyabilmek için, “ilk icraat!” olarak TDK ve Türk Tarih Kurumunu ortadan kaldırdılar. Ata­türk’ün nice iç ve dış engellerin üstesinden gelerek, Türk ulusuna kazandırdığı özgüven duygusu­ ve ulusal gururu iğdiş etmeye dilden, tarihten başladı­lar. İşte emperyalistlerin istediği de tam bu idi…



Çünkü sömürgeciler çok iyi biliyorlardı ki, yabancı diller karşısında bağımsızlığını koru­yamayan bir dil; onurunu, ulusal kimliğini de koruyamaz. Dil, Fazıl Hüsnü Dağlarca Ustanın deyişi ile bir “Ulusun ses bayrağı”, ulusal bilinci demektir. Ulusal bilinci kirlenen, yozlaşan ülke­ler ise sömürge olmaya en yatkın ülkelerdir.

İşte bu nedenle emperyalist devletler, bir ülkeyi tes­lim alabilmek için işe önce dilden başlıyorlar. Ürettikleri sanayi ve tarım ürünleri ile birlikte kendi kültürel değerlerini de gösterişli reklamlarla tanıtmaya, yaygınlaştırmaya ve ihraç etmeye çalışıyorlar. Sömürge yapmak istedikleri ülkenin dilini, dinini, kültürünü ikinci plana atarak kendi programlarını dayatıyorlar. Amaç, ulusal kimliği yok edip, halkların bilincini köreltmek, bu yolla, Yeni Dünya Düzeninin gerçek, çirkin yüzünü onlardan gizlemek, daha sevimli gözükmek… Bunun için ne gerekiyorsa onu yapı­yorlar. Örneğin (Türkiye’de olduğu gibi) bir ulusun eğitim dilini kendi dillerine çeviriyorlar. Uzun yıllar İngilizlerin yönetiminde kalan Hindistan’da İngilizce; Fransız sömürgesi Cezayir’de de Fransız­ca eğitim dili olarak kullanılmış, ulusal dil bir kenara itilmişti. Elbette böyle bir yöntemle dilin gelişimi engellenince, düşüncenin gelişimi de engelleniyor; sonuçta geçmişine, tarihine, ülkesinin sorunlarına yabancı bir toplum yaratılmış oluyordu.

Türkiye’de ise özellikle 1980’lerden sonra uygu­lanan neo-liberal politikalar, ulusal paraların yerini yabancı paraların alması, kitle iletişim araçlarının sınır tanımazlığı sonucunda, Batı kültürüne ve tüke­tim mallarına ilgi artmış, “Amerikan yaşam biçimi” baş tacı edilmişti..

Üzerlerinde FBI, CIA yazılı, Amerikan bayraklı giysilerle dolaşan gençlere her yerde rastlamak artık olağan bir görüntü. Bu yoz yaşam biçimi, yozlaşan, kirle­nen dili de terkisinde getirdi. Amerikanca, Osmanlıcanın yerini aldı. “Tarzan İngilizcesi”, argo konuşmak gençler arasında dayanılmaz bir çekicilik kazandı. İşte bu “moda konuşma” biçimlerinden birkaçı:

“Ayıpsın (ayıp ediyorsun), takıl bana (benimle gel), baybay, babaaay, baay (hoşça kal), don’t panik (telaş etme), hayret bişey, acaip güzel, korkunç güzel (çok güzel), bu gün fulüm (bu gün hiç vaktim yok), fifti fifti paylaşırız (yarı yarıya paylaşırız), cepleşiriz (telefon ederiz) cool adam (soğukkanlı, ağırbaşlı adam), bi dirink aliim (bir şey içeyim), çok kafa çocuk (çok iyi anlaşabileceğim biri), vaav, vooov, yihuuu (yaşasın)…

Aralarında böyle yoz bir dille iletişim kurmaya çalı­şan bir gençlik kesimi, elbette Türkiye’nin sorunlarına da uzak kalacaktı. Ne politika, ne sanat ne de yazın onun ilgi alanına girecekti. İşsizlik artıyormuş, Türkiye borç batağına batıyormuş, milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyormuş, laik Türkiye Cumhuriyeti İslam cumhuriyetine dönüştürülüyormuş… “Ne gam!..” onun için “no problem, no panik….”

Gençlerimizin dili böyle de esnafımızın dili sanki onlardan çok mu farklı? İş yeri tabelalarını görünce, bir an, nerede olduğumuzu unutup, kendimizi Amerika’da ya da Avrupa’da sanıyoruz. “Yoksa bizi AB’ye aldı­lar da haberimiz mi yok!” diye kuşkuya düşüyoruz. İşte bir caddenin küçük bir bölümünde rastla­dığımız işyeri adları:

‘”Red Apple, Herry, Trend, Cripino, LC Waikiki, Seven Hill, Porselen Vision, Elegant Home, Computur Center, Fıstık Center, Micro­soft Certified Technical Education, Dürüm Land, Nohut Food Center…” Patates, nohut dürümü satan “DÜRÜMCÜ’lerimizin adı bile bir de bakmışız ki, “NOHUT FOOD CENTER” ve ” DÜRÜM LAND”e dönüşüvermiş…

Gelin, güzel Türkçemizi bu denli aşağılamayalım… Ona kıymayalım. Çünkü dilimiz; ulusal kimliğimiz, bağımsızlı­ğımız demektir. Ekmek kavgamız için bile olsa, bağımsızlığımızın ticare­tini yapmayalım… Gelin “ses bayrağımız” ile oynamayalım, oynatmayalım…
(Müdafaa-i Hukuk dergisi, Kasım 2009) (ali-eralp@hotmail.com) www.Turkcelil.com
DİLSEL GELİŞİM
Faiz Cebiroğlu, Pedagog
Dil, toplumsal bir fenomen (olgu) olarak, sürekli değişir ve gelişir. Dilin gelişimi, toplumla birlikte, insanlar arasında yapılan sosyal ilişkilerle ve değişik komünikasyon araçlarıyla kendini gösteriyor. Bu yüzden, dil ve dilsel gelişim, çocuğun ”topyekûn gelişiminde” temel ve belirleyici bir rol oynuyor.

Dil, çocuğun sosyal, bireysel, entelektüel (eğitimli/kültürlü/öngörülü/uyanık/aydın), duygusal gibi tüm alanlardaki gelişimine aracılık eder. Komünikasyonun (bilgi alışverişinin), ya da insanlar arasında kurulan sosyal ilişkilerin aracını, dil sağlıyor.

Dil sağlıyor, ama; dilin dil olabilmesi için, dilin bağımsız ve anlamsal bir dil olabilmesi için, kendi içinde taşıdığı belli başlı bir sistemi vardır: Birincisi; dilin kalıbı, ikincisi; dilin içeriği ve üçüncüsü; dilin fonksiyonudur (görevidir/işlevidir). Dilin bu üçlü sistemi, görüşme, karşılıklı konuşma ve iletişim gibi tüm alanlarda ve bütün yönleriyle kullanılmaktadır. Dil uzmanları ile birlikte yaptığım çalışmalarda, çocukların, kelimeleri, nasıl kullandıkları; çocukların kelimelerle nasıl ”oynadıklarını” büyük bir heyecanla gözlemlemiştim. Çalışmalarımızda çıkardığımız bazı sonuçlar vardı:

Bir: Fonksiyon (işlev), yani pratiksel (uygulamalı) olarak dilin kullanımı; dili öğrenmenin ve geliştirmenin ilk adımı, bu oluyor.

İki: Fonksiyon (işlev), dilin içeriğinden yoksun değildir. Bunlar, iç-içedir. İçerik, semantiktir (anlamsaldır), yani kelimelerin anlamı oluyor.

Üç: Temiz ve doğru bir dil, aynı zamanda, dili anlama ve dili ifade edebilme, yani dili, pratikte kullanmadır. Bu, şunu içeriyor: Dili anlama; harfler arasında ses farklarını ayırt edebilme yeteneği; kelimelerin anlamını bilme ve cümleleri anlama / kavrama durumudur.

Dili ifade edebilme (uygulama); kullanılan kelimelerin seslerini doğru söyleme (örneğin, MayıS yerine MayıZ deme gibi…); kelimeleri ve cümleleri kullanabilme durumu.

Evet; daha küçük yaştan, doğuştan, çocuklara verilen ve öğretilen ”iyi” bir dil, onların bütünlüklü ve kompetan (uzman) yetişmelerinde temel ve belirleyici bir rol oynuyor (görev yükleniyor). Burada bir parantez (tırnak) açıyorum: Bu sitede, daha önceleri, ”Çocuk Dili” başlığıyla yer alan bir yazım vardı. O yazıyla bu yazımın birlikte okunmasının, daha iyi olacağını düşünüyorum. Zira (Çünkü), Dilsel Gelişim başlıklı bu yazım, bir önceki yazımın devamı niteliğindedir.

Dilsel gelişime; aynı zamanda, komünikasyon (iletişim) perspektifiyle (bakış açısıyla) bakmak ve yaklaşmak daha yararlı olacaktır.

Dilin gelişimine katkıda bulunmak, herkesin görevidir. Bu yalnızca eğitimcilerin işi değildir. Bir önceki yazımda da belirtmiştim. Tekrarlıyorum: Dilin gelişimi, evden başlıyor.

Dilin gelişimine katkıda bulunalım; dilimizi zenginleştirerek, yaşatalım. Unutulmaması gerekiyor: İnsanın kendini tanıması ve bilmesi dil aracılığıyla oluyor. Zira dil, insanın kimliğidir! faizce@hotmail.com

Unutmayalım ki, her türlü istila ve işgal önce dilde ve kültürde başlar. Unutmayalım ki, ordusunu yitiren bir millet yine de toparlanabilir, ordusunu yeniden kurabilir. Fakat dilini yitiren bir millet, millet olma vasfını ve hakkını da yitirmiş demektir. Çünkü dil demek, devlet demektir. Dil giderse, devlet de gider. Öyleyse dilimize ve devletimize sahip çıkalım. Peyami Safa diyor ki:

“Bağımsızlığını kaybeden ama dillerini koruyan milletler, gün olmuş özgürlüklerini yeniden kazanmışlardır. Ama dillerini kaybeden toplumlar yeryüzünden silinmişlerdir.”

İşte, dil, milletler için bu derece büyük önem taşımaktadır. Bunun için kendi devamlılığını sağlamak isteyen milletlerin önem vermesi gereken hususların başında dil olayı gelmektedir. Bu dil olayının içinde ise dilin korunması, dilin geliştirilmesi, dilin yaşatılması gerekir. Yani doğumdan ölüme kadar dille yaşanılması gerekmektedir.


Atatürk, Türk diliyle ilgili çalışmaların akademik seviyede yapılabilmesi ve bilim adamlarının yetişmesi için de 1936 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni açtırır. Onun Türk diliyle ilgili toplantılara başkanlık etmesi, yazmış olduğu eserlerde, Türkçe kelimelere ve terimlere yer vermesi, bazı terimleri bizzat kendisinin türetmesi önemlidir. Atatürk'ün Geometri kitabında geçen ve bizzat Atatürk tarafından türetilen üçgen, dörtgen, açı gibi terimler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Büyük devlet adamı ve büyük komutan olduğu kadar güçlü bir hatip ve edip de olan Atatürk'ün, ana sütü gibi saf, temiz Türkçemizle yazmış olduğu ‘Hakikat Nerede?’ adlı şiiriyle cümlelerimi tamamlamak istiyorum:

"Hakikat Nerede?"

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak.
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karartı, karartıda şafak.

Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.


Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.

Türk sadece bir milletin adı değil,


Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?

''İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben et ve kemik, geçici Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal, onu 'ben' kelimesiyle ifade edemem; o ben değil, ‘biz’dir! O, memleketin her köşesinde yeni bir fikir, yeni bir hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve mücadeleci bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal O'dur.'' Gazi Mustafa Kemal Atatürk
"Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça, bulduğumuza inandıkça, ifade etmeye cesaret eden adamlar olmalıyız." Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Evimize giren temiz suların %25’i helanın kuburundan (her seferinde 10 lt) lâğıma gidiyor. Bu tümceyi şöyle kurmuş olsaydım ne derdiniz acaba? Evimize giren temiz suların 1/4’ü tuvaletin sifonu için kullanılıyor.


“Türk dünyasının geçmişi olasılıkla on binlerce sene geriye gider. Dünyaya medeniyet vermiş olan bu asil ulusun dili olan Türkçe bir tanrı dilidir ki eşsiz yapısıyla binlerce sene dünyada konuşulan tek dil olmuştur. Türkçe son 3-4 bin seneden beri Tur/Türk/Oguz dünyasına karşı geliştirilen sinsi davranışların neticesi olarak, onun dünyada konuşulmaz bir dil olmasını sağlamak için sonu gelmez düşmanca gayretler gösterilmiştir. Türk dünyasının birbirini kendi dillerinde anlamaması için Türkçe karıştırılmış ve pek çok sözde "Hint-Avrupa" ve "Semitik" dilleri ve olasılıkla başkaları da ondan türetilmişlerdir.  Bu gayret günümüze kadar durmuş değildir ve günden güne de artırılarak Türklere karşı sinsice türetilmiş siyasî maksatlara hizmet için kullanılmaktadır.” Polat Kaya 20.07.10 

----------------

ABD’de CIA’e ait bir çiftlikte kaldığını düşünürsek…” cümlesinde “CIA’e” kelimesine dikkatlice bakarsak, (elbette tavşan değil, ama) İngilizce delisi birinin yazdığını hemen anlarız. Bilindiği gibi (Amerikan Merkezi/Gizli İstihbarat Hizmet Örgütü’nün baş harfleri) İngilizcede ‘SiAyEy’ diye hecelenir. Türkçe okursak, bu tümceyi “ABD’de CIA’ya (‘CeIA’ya) ait bir çiftlikte kaldığını düşünürsek…” diye yazmalıydı. Oysa örnek tümcede yazarımız o kısaltmayı İngilizce okuduğundan doğal olarak öyle yazmıştır. “Can çıkmadan huy çıkmaz,” demiş mi atalarımız?..
Yaz bitti bitiyor, kış günleri kapıda…” biçiminde konuşan NTV haber okuyucusu (1.9.10 saat 9:35) Snbahar’ı yok sayıyor. Kimi sunucu ve yazıcılar İlkbahar’ı da yok saymaktalar.

YENİ TÜRKÇE SÖZCÜKLER*


Çayyaş: Sabahtan  akşama kadar çay içen bağımlı kimse.

Türkler kahveden çok çayı severler. 

Dekılte: Görgüsüz, erkeğin ipek gömleğinin önünü derin açarak sergilediği kıllı ve altın kolyeli göğsü.

Hiç çamaşırı: Varlığı ile yokluğu belli olmayan kadın iç çamaşırı.

Duşünür: Duş alırken gelen ilhamla ülke sorunları, hayatın anlamı veya benzer derin konulara kafa yoran ve özgün fikirler üreten entelektüel ve temiz kimse. 
Cinekolog: “Kızım, senin içine cin girmiş” diyerek kadınların oralarını buralarını elleyen, cinsel tacizde bulunan hoca, üfürükçü.

Kankamatik: Yolsuz kaldığınızda borç para aldığınız yakın arkadaş. 


Efemdi: Davranışları ve sözleri kadınsı olacak kadar nazik, yumuşak ve ince erkek.

İçerdöver: Her akşam bir yerde içip, eve zil zurna sarhoş gelip karısını, çocuğunu döven hayırsız koca, kötü baba, zayıf karakter. 

Sinirbaz: Nasıl olduğunu anlayamadığınız ve çözemediğiniz bir şekilde, sizi her defasında sinirlendirebilen özel kimse.

Hafızapping: Bir şeyi hatırlamaya çalışırken hafızanızda attığınız hızlı tur. 


Lafıza kaybı: Söyleyeceğiniz sözü unutmanız. 
Keldiven: Saçı olmayan erkeklerin, kafalarını soğuk hava, yağmur gibi dış etkilerden korumak için kullandıkları şapka, peruk gibi gereçler.

Markalemun: Saç şeklini ve rengini üzerindeki marka giysiye göre değiştiren, dış görünüşüne aşırı önem veren boş ve sığ insan. 


Jeloğlan: Saçlarına bir kutu jöle sürmeden asla insan içine çıkmayan, görünüşüne fazlasıyla düşkün genç erkek. Derler ki uzun süreli jel kullananlar sonunda 'jeltoş' olurlarmış.

Tö be or not tö be: Uzun yıllar yasadışı faaliyetlerle uğraşan kulağı kesik şahsın hapisten çıktıktan sonra, aynı pis işlere bulaşmakla sakin ve namuslu bir hayat yaşamak arasında yapması gereken zor seçim. 


Keşportacı: Sokağa tezgâh açmış uyuşturucu satıcısı. 
Şopşal: Alışveriş merkezlerine gidip saatlerce aylak dolaşan, mağazalar önünde dakikalarca dikilip boş boş vitrine, içerideki bayan görevlilere bakan işsiz, güçsüz ve alık kimse.

Şenformasyon: İyi, müjdeli haber.

Tükürükçe: Konuşurken ağızlarından çok fazla tükürük saçan kişilerin ana lisanı. 
Zırvana: Aptallığın en aşmış noktası. Zırvanın zirvesi. Salaklığın en üst seviyesi.

Tembesil: Çok zeki olmamasının dezavantajını çok çalışarak kapatacağına, bütün gün yan gelip yatan tembel ve akılsız öğrenci, kimse. 


Tıntınager: 13-19 yaşlarında boş ve cahil genç.

Keneffüs: Ders aralarında verilen ihtiyaç molası. 


Notlakçı: Üniversitede derslere girmeyen, sınavlara başkalarının notlarından fotokopi çekerek hazırlanan beleşçi ve hayta öğrenci.

Kampusırık: İş hayatından korktuğu için bütün eğitimi boyunca kampüsün içinde saklanan, bu nedenle de şirketleri ve iş ortamını tanıma fırsatını kaçıran üniversite öğrencisi.


* Derleyen bilinmiyor; sanal ortamda gülümsetmek amacıyla dolaştırılan iletiden…


Oktay Sinanoğlu’nun Hedef Türkiye kitabını okuyorum büyük bir heyecanla. Türkiye’nin hedefsiz olmasının bütün karışıklıkların temel nedeni olduğunu söylüyor yazar. Amerika’nın aya gitme hedefini koymasıyla birlikte bilgisayar alanında ne kadar büyük gelişmeler kaydettiğini anlatıyor. Atatürk döneminden sonra ise Türkiye kendine bir hedef seçememiştir diyen yazar hedef de öneriyor. Ancak tüm bu hedeflerin önüne Amerika’nın nasıl setler çektiğini ve Türkçe ile nasıl “uğraşıldığını” anlatıyor.
TED ile 1950’li yıllarda başlayan İngilizce ile eğitim sürecinin ODTÜ, Bilkent ve Boğaziçi’nde nasıl yaygınlaştığını anlatan yazar İngilizce ile bir fizik kavramını anlamaya çalışan gencin ne kadar zorlanabileceğini de ekliyor. Şu anda anaokullarında bile İngilizce dersi olmasının aslında Amerika’nın kültür endüstrisi tarafından işlendiğini ve Türkçenin yok edilmeye çalışılarak Türk kimliğinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını incelikleriyle anlatıyor.
Temel sorunumuzun eğitim olduğunu söyleyen yazar eğitimin en önemli amaçlarından birinin birey olarak her vatandaşın milletinin geçmişi ile geleceği arasında köprü olmak olduğunu belirtiyor. Ama bu geçmiş de Türkiye’de unutturulmaya çalışılıyor. Geçmiş unutturularak bireylerin ve milletin geleceğe yönelik hedef koyması da zorlaşıyor.
Türk gencinin İngilizce ile her konuyu öğrenmesi ve sonunda kendi kimliğinden uzaklaşması söz konusu oluyor. Bu uzaklaşma kendine güveni azaltırken aşağılanma duygusu yaratıyor. Aşağılanma duygusu sonucunda da “ben ne yapabilirim ki” sorusu doğuyor. Oktay Sinanoğlu bu aşağılanma duygusunu mutlaka ama mutlaka yenmemiz gerektiğini söylüyor.
ANAOKULUNDA İNGİLİZCE
Anaokulunda İngilizce öğretilmeye başlanmasıyla birlikte yaklaşık bir nesil sonra çocukların anne ve babalarıyla anlaşamayacağına da değinen Oktay Sinanoğlu, bunun aslında Türk dilinin ortadan kaldırılması anlamına geldiğini söylerken bu durumu ciddiye almalı ve tepki göstermeliyiz diyor. Sömürgeleşmenin bu şekilde olduğunu söyleyen yazarı desteklemek yetmiyor. Bu meselenin Türkiye için ölüm kalım süreci olduğunu anlamak ve anlatmak gerekiyor. Çocuklarımız İngilizce öğrenmesinler mi diyenler için yabancı dil öğrenmenin zevkli olduğunu ve insana kazandırdıkları olduğunu ancak bütün eğitimin İngilizce olmasının gençlerin düşünmesinin önünde büyük bir engel olduğunu ve bunun hangi amaca hizmet ettiğini anlamamız gerektiğini vurguluyor Oktay Sinanoğlu.
BİLİNÇ ZAMANI
Bizlere düşen görevler var. Ancak insan bunu tam anlamıyla benimseyince bu görevlerin ne olduğunu ve hedeflerine nasıl ulaşacağını düşünmeye başlıyor. Son günlerde Türkiye’de yaşanan olaylar kaynayan bir kazana işaret ediyordu. Aslında uzun zamandır bu böyleydi. Böyle gelmişti ancak böyle gidemez demeye başlamam bir hafta oldu. Türkiye üzerine oynanan oyunları gerek kitaplardan gerek internetten araştırmaya başladım. Lütfen bu araştırmayı siz de yapmaya çalışın. Neler olduğunu anlamaya çalışalım ve bu olanlar karşısında tepki gösterelim. Sesimizi çıkaralım. Belki benden çok daha önce böyle yapmaya başladınız. Benim sözüm henüz bu olayların farkında olmayan arkadaşlarım için. Çünkü ben yeni uyandım!

Fethullah Gülen’in Amerika ile ilişkileri ve Amerika’nın Türkiye’de gerçekleştirdikleri ve gerçekleştirmeye çalıştıkları üzerine araştırma yapmanızı öneririm. Neden Türkiye ile uğraşılıyor? Neden gençler hedefsiz? Neden bu ülkede kimse tepkisini göstermiyor? İngilizce öğrenmemiz neden bu kadar gerekli? Düşünelim ve araştıralım.


Ben artık bu ülke için önemli bir şeyler yapmak istiyorum. Bu kararım geç alınmış bir karar olsa da bir yerden başlamak istiyorum. Uyutulmuşluğumun ve uyuşmuşluğumun üstesinden geleceğim. Atatürk’e söz veriyorum. Geç kalmadık. Bilinçli olmamız ve hedefler belirlememiz çok önemli. Yasemin Şenyurt yaseminsenyurt@gmail.com

(Bu yazı 10 Eylül 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)


Değerli ilgililer,
“AFSAD ENGELSİZ CUMHURİYET” öbeğine AFSAD iletişim ağı üyeliğim nedeniyle ulaştım. İlgi alanlarımdan biridir Türkçe. Yazılarım değişik öbeklerde ve gazetelerde telif hakkı olmaksızın yayınlanmaktadır. Dilerseniz siz de düşünebilirsiniz genelde dil, özelde Türkçe içerikli yazılarımı yayınlamayı.
Bu vesileyle yayınlanan kitaplarımdan söz etmek isterim. Toplam beş olan kitaplarımın hepsi de Türkçe ve dil içeriklidir. Kitaplarımı tanıtıcı bilgileri, özgeçmişimle birlikte dilerseniz e-posta ile gönderirim. Anayasa oylamasının HAYIRLI ve kırmızı-beyazlı/ay-yıldızlı DEVLERİN de şampiyon olmasını dilerim. Has ve hoş kalın, Mersin, 12.9.10
Mehmet Ali Sulutaş

Türkçeye duyarlı bir yurttaş


Cümle büyük harfle başlar, nokta ile biter.
Noktadan sonra boşluk bırakılır, yeni cümle başlar.

Soru takıları ayrı yazılır. "OK mi?" değil, "Tamam mı?" denir.

"bU şEkiLDe" yazmak okuyanı yorar; "ğ" harfi "g" şeklinde yazılamaz.

"gelcem, gitcem, gidiyom" yerine, "geleceğim, gideceğim, gidiyorum" denir.


"Herkez" yerine "herkes"; "yanlız" yerine "yalnız": “yalnış” yerine “yanlış” denir.

"Dahi" anlamındaki "da/de" bağlacı ayrı; bulunma hali eki “-da/-de” bitişik yazılır.

Soru ekleri ayrı yazılır ve bir soru simgesi konur; "geldimi?" yerine "geldi mi?" denir.

Özel isim, il, ülke adlarının ilk harfleri büyük yazılır; ahmet, mersin yerine Ahmet, Mersin.

DİLDE YANLIŞ KULLANIM ÖRNEKLERİ
Ömer F. Özen
Arada bir radyo ve televizyon izlemeye çalışıyorum. Ama her izlediğimde, kullanılan Türkçeyi duydukça izleme isteğim kırılıyor, konuyla ilgilenmiyorum, o konuyu nasıl ortaya koyduklarıyla ve topluma nasıl bir dil becerisiyle (!) sunduklarıyla daha çok ilgileniyorum. Sürekli yinelediğim gibi, kitle iletişim araçlarında çalışanlar, özellikle izlence hazırlayan yapımcılar, sunucular, metin yazarları kullanmış oldukları dile özen göstermeliler. Milyonlarca kişinin karşısına çıkıyorlar, sesleri, söylemleriyle izleyicileri, dinleyicileri etkileyebileceklerini, yanlış kullanımla, yanlış örnek olabileceklerini düşünmeliler. Bir televizyon kanalı, bir konuyu haber yapmış, izleyicinin onu 'kesinlikle' izlemesini istiyor. Tabii onlar 'mutlakaaa' diyorlar. 'Sakın kaçırmayın ha!' söylemleriyle, şöyle bir deyimde bulunuyor sayın sunucu:

".... Bütün yanları ve taraflarıyla biraz sonra Kanal ...'da." 'Yan' ve 'taraf' sözcükleri eş anlamlıdır. Türkçe 'yan', kulağa daha hoş geliyor, ancak burada ikisinin yan yana kullanımı laf salatasından başka bir şey olmuyor.

"Topkapı Palace Oteli'nde sahne alan Ebru Gündeş...." Bu söylem de kitle iletişim araçlarında oldukça 'beleşten' kullanılıyor. 'Sahne aldı' aşağı, 'sahne aldı' yukarı. Türkçede 'sahne alınmaz', 'sahneye çıkılır'.

Takip ediliyor ve izleniyor” yine eş anlamlı iki sözcük. Birinden birine gerek yok.

Mecburen onu görmek zorunda kaldım” Başka bir laf salatası ile karşı karışıyayız. 'Mecburen', ile 'zorunda kalmak' deyimleri eş anlamlıdır.

Doğrusu: a) Mecburen onu gördüm.


b) Onu görmek zorunda kaldım.

'İşimiz zor ve çetin'

İşimiz ya 'zor' olur ya da 'çetin'. İkisi bir arada olursa yine bir laf salatası olur. Oldu olacak üzerine bir de yarım limon sıkalım, tam olsun.



"Sevinçli bir olaya neden oldu"

'Neden olmak' olumsuzluk belirten bir deyimdir. Doğrusu: 'Sevinçli bir olayın gerçekleşmesini sağladı'.

'Başarısızlık sağlamak'.

Başarısızlık 'sağlanmaz'. Sağlamak olumlu bir durumu yansıtır. Doğrusu: Başarısız olmak.

Gazeteci Umur Talu canlı yayında televizyonun birinde hava durumunu sunan bir sunucu bayanın söylemini aktarıyor. Konu Irak savaşı sırasında geçiyor. Sınırsız, koşulsuz Amerika ve İngiltere'nin uydusu olmuş bir basın-yayın aracına örnek.

Söylem şöyle: "Maalesef Basra' daki hava koşulları operasyonun başarısına yardımcı olmayacak".

Yaaa! Vah, vah sayın hava durumu sunucusu bayan! Cık, cık, çok üzüldük...

Toplumun her kesiminde bir de şu 'okey' sözcüğü almış başını gidiyor. Örneğin: 'Okey almak gerekir'. Bunun Türkçesi 'onay almak gerekir' olmalı.

Öykünme ile üretici değil, ancak bilinçsizce yaşayan tüketici konumuna düşer, kendimizi sürekli sömürtür, sonra da 'yahu adamlar yapıyor. Bak şu Japonlara, dünyaya meydan okuyorlar. Biz adam olamayız, olamayız!' diye dövünüp dururuz.

Doğru. Bu gidişle biz adam olamayız. Adam olmak, bağımsız düşünmekten, kendi değerlerinin bilincinde olmaktan ve o değerleri baş tacı edip tüketici konumundan üretici konumuna ve ulusal bilince aşama yapmaktan geçiyor. Mayıs 2003

TÜRKÇEDE YANLIŞ KULLANIMLAR
Bir Türkçe sevdalısı olarak bu yazınızın başlığını, “GÜNEYİN İÇEL KOLEJİ DERGİSİ İÇİN DENEME YAZISI” diye gördüğümde, girişteki “GÜNEYİN” sözcüğü beni yanılttı, ‘Güneydeki’ gibi algıladım. Yanıt verenler, “Güney’in” diye yazınca anladım.

*****


Yüklə 0,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin