T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə13/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   47

B. Tanrı/Hak İlmi


Konunun, Hak-Muhammed-Ali olarak değil de Tanrı olarak isimlendirilmesi, Alevi-Bektaşi inanç sisteminde her ne kadar bu üç iman nesnesi birlikte zikredilse de, bu nesnelerin birbirinden bağımsız olarak varlığının kabul edilmesinden ötürüdür. Bu üç iman nesnesinin birlikte zikredilmesi ise; ilahlık, elçilik ve velilik gibi bu teolojinin omurgasını oluşturan ilkelerin özü olarak birlikte açıklanması amacına dönüktür. Alevilik teolojisinin Tanrı ilmi hakkındaki bir diğer özelliği, Mutezile ve Ehl-i Sünnet teolojilerinde olduğu gibi, diyalektik yöntemle gelişen Tanrı’nın zat ve sıfatları hakkında bir teoloji olmaktan çok, Tanrı’nın anılması, yüceltilmesi, övülmesi, korkusu vs. insan-Tanrı ilişkisine ait konuların öncelenmesidir. Bunun anlamı, Alevilikte amacın Tanrı hakkında kapsamlı bir öğreti geliştirmek değil, pratik olarak değer ifade eden konuların ortaya konulmasıdır.

1. İmanın Anlamı


Bir ekolün inançlarının incelenmesi, onun ilkelerinin dayandığı kaynakların belirlenmesinin ötesinde, bu ilkelerin anlam evreninin ve insan fiillerine olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesi açısından önemlidir. İman nesnelerini içeren amentü, inanan öznenin fillini içermekte iken, asıl olan inanılan nesnelerdir. Özü itibarıyla amentü, öznenin inandığı tüm nesneleri içermemekte, bu nedenle de ekollere göre özelleşmektedir. “İslam’ın şartları” adlandırmasında olduğu gibi, “imanın şartları” adlandırması da, İslam ve iman sözcükleri arasındaki anlam farklılığından kaynaklanan tarihsel bir adlandırmadır. Bu adlandırmada İslam, pratiğe işaret etmekte iken; iman teorik olana işaret etmektedir. İslam’ın şartları içerisinde Tanrı’yı birlemenin yer alması, İslam’ı oluşturan diğer nesnelerin özü itibarıyla imana dayanmasından kaynaklanmaktadır. Halbuki dinsel olarak yapılması ve inanılması emredilenler, tarihsel olarak biçimlenmiş amentünün ötesine geçmekte ve neredeyse ekollere göre farklılaşmaktadır.

İslam düşüncesinde imanın neliğine ilişkin tartışmaların genel özelliği, salt imanın ne olduğunu ve inanan bir kimsede ne tür eylemler ortaya çıkardığını anlama çabasının ötesinde, inanan ve inanmayan insanın ahiretteki durumunun belirlenmesi ile birlikte incelenmiştir. Bu nedenle bu konu, isimler ve hükümler/el-esmâ ve’l-ahkâm başlığı altında incelenmiş ve çoğu kere de hükümler hakkındaki öğretiler isimler hakkındaki öğretilere öncelenmiştir. Bu durum, inanan bir insanın, dünya hayatında inancının gereği olarak eylem oluşturmasını engellemiş ve tamamen ahirette kurtulmaya dönük eylem yapması anlayışını doğurmuştur. Buna bağlı olarak “niçin inanıyorum?” sorusunun sorulması ve buna ilişkin cevaplar üretilmesinin yolu, büyük ölçüde kapatılmıştır. Halbuki iman, zihnin/kalb kararlı ve kesin bir eylemi olduğundan, ondaki yakin, ancak inanılan nesnenin açık oluşu ve ondan başkasının imkansızlığına da atıfta bulunmaktadır. İmanda şüphe, zan gibi bilgi derecelerinin olmayışı, ondaki açıklıktan ve bir amaca dönük oluştan kaynaklanmaktadır. İman eylemi dünyada gerçekleşince, tamamen dünyaya ait olmaktadır ve sonucu ahiretten önce dünyada ortaya çıkmaktadır. İşte iman ile birlikte yararlı/sâlih amel yani insanın dünyadaki yaşamına olumlu katkı yapan ve insana fayda veren amelin zikredilmesi, zihinsel bir eylem olan imanın dışa vurumuna atıfta bulunmaktadır.

Alevilikte iman, dört kapı kırk makam sürecinin birincisi olan şeriat kapısının ilk makamıdır.222 İmanın, şeriat kapısının ilk makamı olması, diğer bütün kapı ve makamların iman ile anlam kazanması ve aynı zamanda da bu evrelerdeki eylemlerin başlangıç noktasının inanmak olmasındandır. İmanın anlamı ise, zihin, dil ve organların ona ilişkin görevlerinin belirlenmesinde açığa çıkmaktadır. Zihin, imanın ilişkili olduğu nesneyi doğrulamak ve yanlışamak gibi bir görev üstlenir. Dil, insanın diğer düşüncelerinin açıklanmasında olduğu gibi, ancak zihinde olanı ifşa eder ve onu sözcüklerle ve önermelerle ifade eder. İmanın organlarda işlevi ise, onlar bir eylem olmasıdır.

Hacı Bektaş Veli’nin düşünce sisteminde iman, hakikat olarak kabul edilmekte; dil ile ikrar ve kalp ile tasdik olarak tanımlanmakta ve imanın amelden ayrı olduğu ifade edilmektedir.223 Bu tanıma uygun olarak, dil ile ikrar eden fakat kalbi ile iman etmeyen kafir, kalp ile inanıp da dil ile ikrar etmeyen de münafıktır.224 İman bu şekilde tanımlanınca özellikle de Haricilik ve Mutezile açısından, imanın vazgeçilmez özelliği olarak görülen organlarla amel, iman tanımının dışında tutulmuştur. Bunun önemi, organlarıyla amel etmeyenlerin imanının geçersizliği ve dolayısıyla bu kişinin kafir veya iman ve küfür arasında bir mertebe olarak fasık ismini hak etmeyeceği anlayışını belirlemede ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak Alevi-Bektaşi teolojisinde inkar, Tanrı’ya gönülden tanıklık etmemek olarak tanımlanmaktadır.225 Hacı Bektaş’ın da ifade ettiği gibi, bu iman anlayışı iman ve amel ayrımını içermektedir. Nitekim o, imanın amelden ayrı olduğunu “muhakkak ki Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; onun dışındaki günahları dilediği kimseye bağışlar226 ayetiyle kanıtlamaktadır. İmanın neliğine ilişkin bu kabul, imansız ibadetin fayda vermeyeceği gibi, günahın da insanı küfre götürmeyeceği anlayışını ortaya koymaktadır.

Bu teolojide iman-akıl ilişkisi, imanın neliğini anlamada değer kazanmaktadır. Hacı Bektaş’a göre arifler katında iman, akıl üzeredir ve imanın dil ve gönül üzere olduğu herkesçe bilinen yönüdür.227 Bu tanımda, imanın rasyonel temellerinin kurulmasının önemine ima edilmektedir. Bu ilişkiyi kanıtlamak için bazı temsiller kullanılmaktadır ve aklın sultan ve ten içerisinde imanın naibi olduğu ve bu nedenle de imana şüphe katmanın zor olduğu ifade edilmektedir. Bu benzetmelerde yer alan imanın hazine, İblis’in imanı çalmaya kalkışan hırsız ve aklın da haznedar; imanın koyun, aklın çoban ve İblis’in onu yemeye çalışan kurt; imanın süt, aklın bekçi ve İblis’in de onu içmeye çalışan it228 olduğu analojileri, imana şüphe karıştırmaya çalışan dış etkenlerin olduğu, aklın ise bu etmenlere karşı imanı koruduğunu dillendirmektedir. Sönmez Kutlu, Hacı Bektaş Veli’nin iman anlayışının, Ebu Hanife’ye kadar dayanan, Maturidilerin iman anlayışı ile aynı olduğunu söylemektedir.229 Aynı bakış açısını Abdulkadir Sezgin de dillendirmekte ve Hacı Bektaş’ın, imanın amelden bir cüz olmadığı düşüncesinden hareketle, Bektaşilerin inanç yönünden Matûrîdî ve amel bakımından da Hanefî olduklarını iddia etmektedir.230 Fakat bu tanım, sadece Maturidilere özgü değildir.

İmanın neliğinden sonra iman nesnelerinin yani imanın geçişli bir eylem olması nedeniyle neye inanılacağını belirleme, iman anlayışlarının bir parçasını oluşturmaktadır. Bu nesneler imanın şartları231 veya amentü olarak kavramsallaştırılmıştır. İmanın nesneleri Allah, melekler, elçiler, kitaplar, diriliş ve kaderden oluşmaktadır.232 Makalat’ta kader nesnesinin açılımı olarak yer alan “iyilik ve kötülüğün Allah’tan olduğu” ifadesi, gerçekte Ehl-i Sünnet’in kader anlayışını yansıtmaktadır. Kader inancının açılımı olarak yer alan bu ibare, Ehl-i Sünnet’e göre kaderin anlamını açıklamaktadır.

İmanın neliği ile birlikte, öznenin tutumuna göre iman taklit ve tahkik kısımlarına ayrılmaktadır. Taklit; başkasına bağlı olduğundan kişinin kendi çabasını ve sorgulamalarını ifade etmemektedir. Tahkik ise, iman nesnelerine delilleri ile birlikte inanmaktır. Alevilik açısından taklidi iman sahih değildir.233 Hacı Bektaş’ın, nefsin evrelerine ilişkin anlayışında da, itminana ermiş nefsin makamı olarak, tahkik ve yakîn gösterilmektedir.234 Bu durumda geleneksel iman, başkasının telkinlerine dayanmakta iken, araştırma sonucu oluşan tahkiki iman, kişinin kendi ulaştığı bir sonuç olmaktadır.

Bireyler tarafından kabul edilen bazı inançlar dinsel metinlere dayandığı gibi, diğer bazıları da sosyal şartların sonucunda oluşmuş ve dinsel metinlerde dayanakları tespit edilmiştir. Sözgelimi, sosyal şartların oluşturduğu inançlardan birisi Alevilikte yer alan sır inancıdır. Alevilik hakkındaki bazı araştırmalarda bu inanç takiyye olarak isimlendirilse de,235 bu inancın Alevi literatüründeki ve söylemindeki adı sırdır. Sır, kişinin kendi inancını gizlemesidir. Aynı şekilde takiyye de, “vekaye” kökünden türetilmiş bir kelime olarak kişinin kendi varlığını koruması anlamına gelir. İlk olarak Hariciler tarafından inanç ilkesi olarak kabul edilen kitmân inancı da, bir şeyi görünmeyecek ve bilinmeyecek şekilde gizlemek anlamına gelen “ketm” mastarından türetilmiştir ki, Haricilerin egemenlik alanlarının dışında kalan alanlarda kendilerini gizlemelerini ifade etmektedir. Farklı ekoller tarafından farklı terimlerle ifade edilen bu inanç, egemenlik alanında geçerli değildir ve iktidarın değil de muhalefetin inancıdır. İktidar ekolleri, doğal olarak kendilerini gizleme ihtiyacı duymadığından ve iktidar imkanlarından faydalanmak için kişilerin kendilerinin o inancı benimsediklerini açıkladıklarından, kişilerin kendisini gizlemesi söz konusu değildir.

Sosyal şartların ortaya çıkardığı bir inanç olarak gördüğümüz sır inancı için bazı Alevilik yazarları, ayetlere referanslarda bulunmaktadırlar. Buna göre “Şüphesiz Allah, size, emanetleri ehline vermenizi emreder236 ayetindeki emanet, İslamiyet’in özü hakkındaki bilgidir, hakikattir. Hakikatin sırrını ehil olmayana açarsanız; onu anlamaz ve bunu bozgunculuk olarak, dinsizlik olarak damgalayabilir.237 Bu bakış açısı, geleneksel olarak da “havas” ve “avam” şeklindeki bir ayrımın yansımasıdır. Havas; bir toplumda bir konu ile ilişkili olarak eğitim görmüş entelektüel insanları ifade etmekte iken; avam bu şekildeki bilimsel yeterlilikten uzak insanları ifade eden bir terim olarak kullanılmaktadır. Bu anlayış açısından bilginin mutlak olarak gizlenmesi gereğinden çok, muhatabın bilgi seviyesinin dikkate alınması amacı güdülmektedir. İnsanlara, bilgi seviyelerinin dikkate alınarak hitap edilmesi, bilginin kabulü ve istenilen davranışı geliştirmesi açısından tutarlı bir tavırdır.

Alevilik inancında sır saklamak, yedi farzdan birisidir ve bu farzdan düşenin yani yerine getirmeyenin cezası da belirtilmiştir.238 Bu inancın kanıtı olarak da, “İnananlar, inananları bırakıp inkârcıları dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir bağını koparmış olur. Ancak onlardan korunmanız başkadır. Allah, asıl sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Çünkü dönüş Allah’adır239 ayetine atıfta bulunulmaktadır. Bu ayetin yorumunda bazı alimler, takiyyenin dil ile olabileceğini ve eylem bakımından olmayacağını ifade etmektedirler.240 Fakat, inancı belirten ister söz ve isterse eylem olsun, inanan bir insanın yaşam güvenliğini ortadan kaldıracağından, anlamın eyleme değil de söze özelleştirilmesi tutarlı değildir. Bu ayrımı yapan alimler, takiyye ile yasaklanmış fiillerin yapılmasının önüne geçmek istemektedirler. Ayette geçen dost/veli edinme ifadesi, inkarcılarla bütün sosyal ilişkilerin kesilmesini değil, söz ve eylem olarak onların yönetiminde olmamayı anlatmaktadır. Bu durumda, inancın ve ona uygun eylemin gizlenmesi, sürekli bir tutum olarak değil, öldürülme tehlikesi durumunda yani özel şartlarda ortaya çıkan bir davranış biçimdir. Bu anlam, “Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden ve böylece zihnini küfre açanlara Allah’tan gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır241 ayetinde de mevcuttur. İnançlı bir insanın, inkar etmesi için zorlanması durumunda, yaşam güvenliğini sağlaması için inanmadığını söylemesine olanak verilmiştir. Allah’ın, sadece insanın açıkladığı sözlerini değil, aynı zamanda zihninde gizlediklerini de bilmesi, kişinin gerçek inancı hakkında bilgi sahibi olmasını da zorunlu kılmaktadır.

Takiyye inancı, pek çok ekolde mevcuttur. Fakat takiyyenin, ancak inkarcılardan can güvenliğini sağlamak için olabileceği, inananların yaşadığı topluluklarda takiyyenin geçerli olmadığı görüşleri de vardır. Bu görüşte olanlara göre, takiyyenin bazı şartları vardır. Bunlar da; bu davranışı benimseyen kişinin, inkarcıların yaşadığı bir toplumda olması ve kendi mal ve can güvenliğinin ortadan kalkmasından korkması, imanını ve gerçeği açıkladığında öldürülme tehlikesinin varlığı, adam öldürme, zina, gasp gibi başkasına zarar verecek bir konuda olmaması ve sadece dinin açıklanmasıyla ilişkili olmasıdır.242


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin