TevhiD (allah’in varliği ve sifatlari)



Yüklə 400,49 Kb.
səhifə6/8
tarix17.11.2018
ölçüsü400,49 Kb.
#83150
1   2   3   4   5   6   7   8

TAVSİYELER



1- Bir cüzden az olmamak şartı ile Kur'an-ı Kerim'-den günlük bir virdin (belli vakitlerde okunması âdet haline getirilen Kur'an cüzleri) olsun. Yapacağın ha­tim süresi üç günden az ve bir aydan çok olmasın.

2- Kur'an-ı Kerim'j güzel oku ve edeple dinle. Ma­nasını düşün. Hz. Peygamber (S.A.S.) efendimizin ha­yatını, eshabı kiramın yaşayışlarını vaktinin müsade-si nisbetinde oku.

3- Kendini umumi bir sıhhî muayeneden geçirt. Teş­his konan hastalığa göre tedavi cihetine git. Vücudu­nu kuvvetlendirecek şeylere ehemmiyet ver. Sıhha­tini zayıflatacak şeylerden uzaklaş.

4- Çay, kahve ve benzerlerini israf derecesinde iç­mekten kaçın. Ancak mecbur kaldığın zaman iç. Kafi surette sigara içme.

5- Evinde, elbisende, yiyeceğinde, bedeninde, iş ye­rinde ve her şeyde temizliğe titizlik göster. Zira din, temizlik üzerine kurulmuştur.

6- Sözün doğru olsun, asla yalan söyleme.

7- Teahhüdünü, sözünü ve vadini yerine getir. Va­ziyet nasıl olursa olsun sözünden cayma.

8- Meşekkatiere tehammül et, büyük şeceat sahibi ol. En büyük kahramanlık, hakkı beyan etmek, sırrı saklamak, hatayı itiraf etmek, nefsinin hakkını vermek ve "kızdığın zaman nefsine hakim olmaktır.

9- Ciddiyet ifade eden bir vakara sahibo!. Fakat bu vakar seni latifeden ve tebessümden men etmesin.

10- Son derece hayalı ve hassas ruhlu ol. iyiliği sev, kötülükten elem duy. Zillet göstermemek şartı ile mü-tevazi ol. Bir mevkie ulaşmak için bulunduğun mev­kiden daha aşağı mevkie bak.

11- Bütün hal ve durumlarda doğru hükümlü ve adil ol. Kızgınlık sana iyilikleri unutturmasın. Birisine kar­şı beslediğin sevgi, onun kötülüklerini görmene mani olmasın. Düşmanlık ise sana iyilikleri unuttur­masın. Ne kadar acı olursa olsun kendi aleyhine ve­ya yakınlarının aleyhine de olsa hakkı söyle.

12-Daima umumun hizmetine hazır ol. insanlardan birisine karşı yaptığın hizmetten sevinç ve gurur duy. Hastayı ziyaret et. Muhtacı kolla. Zayıfı takviye et. Güzel sözle de olsa zavallıların gönlünü al. Daima hayra ve iyiliğe koş.

13- Şefkatli, cömert, müsamahakâr, affedici, mülâ-yim, ve halim ol. insan ve hayvana yumuşaklıkla mua­mele et, bir sohbet meclisinde yer göster. Müslü­man kardeşinin ayıplarını araştırma. Meclislerde yük­sek sesle konuşma, bağırıp çağırma, girerken çıkar­ken müsaade al.

14- Zengin de olsan İktisada riayet et. Zayıf da olsan serbest çalışmayı ön plâna al.

15- Devlet vazifelerine haris olma. Bilki, devlet ka­pısı rızık kapılarının en darıdır. Eğer senin hak dave­tine muarız olmayan bir iş teklif edilirse reddetme.

16-Vazifeni edâ hususunda haris ol. İyi ve mükem­mel yap, aldatma ve sözünden cayma.

17-Hakkını iyilikle ara ve al. İnsanların haklarını is­temeksizin ve oyalamaksızın yerine getir. 18 -Kumarın bütün çeşitlerinden uzak dur. Sonundaki kazanç ne olursa olsun. Her ne kadar sonunda pe­şin kazanç var ise de haram kazanç yollarından uzaklaş.

19- Bütün iş ve muamelelerinde faizden uzak ol, eli­ni eteğini ondan çek.

20- Fabrikalar kurmak, iktisadi islâm müesseseleri tesis etmek sureti ile islâm servete hizmet et. Vaziyet ne olursa olsun, bir kuruşunun bile rnüslüman olma­yanların eline geçmemesine çalış. Yerli malından gi­yin ve memleketinin mahsulünden yiyip iç.

21- Kazancın az da olsa bir kısmını fevkalâde haller İçin biriktir. Hiçbir şeyde lükse kaçma.

22- Bütün hayat tezahürlerinde gücün yettiği kadar islâmi adetlerin ihyasına ve gayri islâmi adetlerin im­hasına çalış. Meselâ selâm, lisan, tarih, kılık, kıyafet, ev tanzimi, yeme içme ve bir meclise girip çıkma, ke­der, sevinç gibi hususlarda peygamber Efendimizin yolunu takibet.

23- Allah'ü Tealâ'nm murakabesinde olduğunu dü­şün ve ahireti hatırlayıp Allah'ın rızasına yönelen mer­haleleri himmet ve azimetle kat et.

24- Gece namazı ve her ay üç gün oruç gibi nafile ibadetlerle kalbi ve lisanı zikirleri çoğaltmakla, ve bü­tün hallerde peygamberimizin duaları ile dua etmekle Allah'a yakın olmaya çalış.

25- Temizliğe mükemmel surette riayet et. Ekseriyet­le abdestli olmaya gayret et.

26- Ramazan orucunu tut, şartları haiz olunca Hac vazifesini ifa et, bunu yerine getirmeye sahibolmaya çalış.

27- Cihad niyetini ve şehadet sevgisini daima kalbin­de taşı ve kabiliyetin nisbetinde buna hazırlan.

28- Daima tevbe ve istiğfar et, büyük günahlar şöy­le dursun, küçüklerinden bile kaçın. Her gün yatağına, uzandığında uykudan önce o gün iyilik mi, yoksa kötülük mü yaptığının muhasebesini yap. Vaktinin kıy­metini bil, çünkü o hayattır. Faydasız yere zamanının bir cüzünü bile harcama, Harama düşmemek için şüp­heli şeylerden sakın.

29- Dizginini eline alıncaya kadar nefsinle şiddetli bir mücadeleye giriş. Gözünü harama, bakmaktan ko­ru. Hislerine hakim ol.

30- Nefsini daima güzel ve helâl olan şeylere alıştır­makla onu yükselt. Haram olan şeyleri hangi çeşit olursa olsun nefsine tattırma.

31- Şaraptan, sarhoşluk veren şeylerden son derece sakın.

32- Servetin az da olsa bir kısmı ile İslâm'a hizmet et. Borcun olan zekâtı muhtaç olup isteyen veya iste­mekten çekinen müslüman kardeşlerine ver.

33- Kötü arkadaştan, fasık dosttan, günah ve masi-yet yerlerinden uzak dur.

34- Oyun ve eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dur­sun, onları yok etmek için mücadele eî. Oyun, israf ve gayri meşru olan eğlencelerin her türlüsünden uzak ol. ;

35- Kardeşinin menfaatini kendi menfaatinden üstün tut. Mühim bir mazeretin olmadıkça toplantı ve soh­betlerine katti. Kardeşlerinin işlerini ön plâna al.

36- Senin mefkuren ve düşüncene bağlı olmayan ce­maat ve topluluklardan el etek çek.

37- Mükellef olduğun islâm davet vazifesini her yer­de yapmaya çalış. Kendine kışlada emir beküyen bir asker nazarı ile bak.

HA5AN-ÜL-BENNA

Hiçbir müfsid, ben müfsidim demez. Daima su­reti haktan görünür. Yahut, batılı hak görür. Evet kim­se demez ayranım ekşidir? Fakat siz, mihenge vur­madan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söytediğim için hüsnü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum, öy­le ise, her söylenen sözün kalbe girmesine yol ver­meyiniz, işte size söylediğim sözler hayalin eiinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbte saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bed­duayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderi­niz?...... Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiç bir

hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir. Hiç bir hatıra feda edilmemek gerek., Fakat, şu hüsnü za~ nınızı kabu! etmem. Zira, bir müfside, bir dessasa hüs­nü zan edebilirsiniz. Delil ve akıbete bakınız.



S -Nasıl anlıyacağtz, biz cahiliz, sizin gibi, ehü ilmi taklit ederiz.

C-Benden cahilsiniz, fakat akilsiniz, hanginiz­le zebib yani üzümü paylaşsam zekaveîiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil.

Bakınız günde beş defa geceli gündüzlü müez­zinlerimiz yüksek sesle «Eşhedü en iailâheilâllah» di­yerek, bu mübarek kelimeyi, muhtelif ırk ve milletler­den meydana gelen bütün insanlığa duyuruyorlar.

Hepsi de tam bir emniyet ve sükûnetle onu dinliyor­lar. Fakat, ne yazık ki kalblerimize ve zihinlerimize müessir olmuyor. Çünkü münâdî, insanları neye ve ne­reye da'vet ettiğini, insanlar da bu nidanın ne kadar yüksek bir manâyı ihtiva ettiğini ve onları nasıl yük­sek bir maksada ulaştırmanın rehberi olduğunu anla­mıyorlar. Fakat, bir gün gelir de bütün dünya bu davetin ne kadar ulvî bir hedefi olduğunu aniar, mü­ezzin de tam bir ihlâs ve samimiyetle bu niyetini ilân ederse o zaman dünyanın nasıl bir inkilâba sah­ne olacağını yer yüzünün nasıl değişeceğini ve baş­ka bir çehreye bürüneceğini göreceksiniz.

Heyhat! Cahiliyyet memesinden süt emen ve onun kucağında terbiye gören insanlık böyle bir çağrıya nasıl kulak verebilir?.

Ama aslında o münâdî insanlığa şöyle haykırı­yor:

«Allah'dan (C.C.) başka hiçbir hâkim ve pa-dişâh tanımıyorum, ilâhî kanundan, İlâhî düsturdan, ilâhî hükümetten başka hiç bir kanuna, düstura ve hükümete teslim olmuyor, boyun eğmiyorum. Dünye­vî olan mahkemelerden ve kuvvetlerden hiç birini res­men tanımıyorum. Allah'ın (C.C.) emrinden başka hiç bir emre tabî olmuyorum. Cahiliyetten tevarüs eden hiç bir şarta, ölçüye ve kayda mukayyed değilim. Ba­zı insanların kendilerine izafe ettikleri beylik, ağalık, Efendilik, Şeyhlik gibi imtiyazlara itibar etmiyorum. Hiç bir zengine ağalık, hiç bir din adamına kudsiyyet izafe etmiyorum. Hakka dayanmayan, hak olmayan, Hakka inat ve muhalefet eden hiç bir hükümet ve sal­tanattan korkum yoktur. Ancak ve ancak Allah (C.C.1-ın irâde ve takdirine boyun eğer teslim olurum. Bu­nun dışında bütün canlı putları ve yalancı ilâhları reddederim.»

Acaba bütün dünyâ ve benî beşer bu manalara kulak verip hakkı ile anlasa hiç durması, susması mümkün mü? Kat'iyyen. Bilâkis o mananın özünü anladı mı derhal harekete geçecek bizlere karşı sa­vaş ilân ederek pusu kuracaktır. .Onlara karşı biz harp etmesek de küfür güruhu ayaklanarak bizi tu­zağa, pusuya düşürmeye çalışacaktır. Hakiykat çağ­rısında bulunan müezzinin sadâsını idrâk ettikleri an yer yüzünde büyük bir değişmenin vuku bulacağını bütün Ehl-i küfrün yılan ve akreb v.s. canavarlar gi­bi etrafınızı sarıp sizi soktuklarını ve parçaladıklarını görürsünüz.

işte Resul-i Ekrem Aleyhisseltü Vesselam orta­ya çıkıp bu ulvî daveti yaymaya başladığı zaman dünyanın hali yukarıda zikredildiği gibi derhal deği­şiverdi. O münâdî, Aleyhisselâtü Vessefâm kendisi bu da'vetin ne olduğunu çok İyi biliyordu. Keza bu daveti duyanların onu nasıl karşılayacaklarını ve nasıl bir yola başvuracaklarını maksadlarmın ne olacağını da çok iyi biliyordu. Bu itibarla bu da'vetin kendile­rine zarar getireceğini, menfaatlerini zedeleyeceğini anlayanlar bu mübarek sadâyt yok etmek, yükselen ilâhî nuru söndürmek için gayret sarfediyorlardi. Mâbed ve manastırlarda din işlerini yürüten dinî li­derler bu sâdayı işitmekten nüfuz ve iktidarlarının düşeceği tehlikesini anlıyorlardı. Kabîle ve sşîreî reis­leri de bu sâdanın kendi reisliklerini temelinden yıktı­ğını görüyorlardı. Aynı şekilde faizci sermayedarlar aile ve mezhep itibariyle yüksek şerefe sahip olanlar vatan ve kavmiyyetperestfer insanlar tarafından ken­dilerine tahsis edilen bu imtiyazdan mahrum olacak­larını hissediyorlardı. Abâ ve ecdâdından intikal eden örf, âdet ve bâtıl ttikadlara bağlı ve bunlardan gele­neklerinin tehlikede olduğunu görüyorlardı. Kısacası bütün sevdikleri ve bağlandıkları şeylerin ortadan kalkma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu açıkça görüyorlardı. Ma'bûd olarak ittihâz ettikleri putların yok olacağını da anlıyoriardı.

Bütün bu farkh inançlar, gelenekler, kabile ve aşiretlere mensup insanlar daha evvel senelerce biri-birleri ile mücadele etmişlerdi. Fakat bu ilâhî da'vet başladığı zaman hepsi bir araya gelmiş, anlaşmış ve birleşmişlerdi. Müşterek düşman olarak gördükleri tehlikeyi ortadan kaldırmaya azmediyorlardı.

Yalnız bu ahvâl ve şartlar içinde Hak ve hakiy-katı gören temiz tiynetli sadakat sahibi olanlar hak ve hakikati öğrendikten ve onun tadını aldıktan son­ra bütün şiddet, meşakkat, işkence ve zorluklara ke-mâl-İ afiyet ile tahammül ediyorlardı. Hakîykat âşıkı bu insanlar bu yolda ölümü bile hiçe sayıyor, belki seve seve can vermeye hazır idiler. Çünkü davaları­nın hakkaniyetine, hakka ve hakiykate inanmışlardı. Hepsi o kadar.

İşin başında Allah (C. C.) ve Resulünün S.A.V. davetine uyanlar çok azdî. Fakat tedricen sayılan artıyor, tek tek, grup grup insanlar Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselama tabî oluyorlardı. Büyük bir imân ve şuur iie Dirieşîyoi ve bîr cemaat olmaya yöneliyorlardı. Hz. Peygamber Aieyhisselâtü vesselam hem onları fikren yetiştiriyor, hem de bu yeni cema­ati organize ediyordu. Onların ameli ve hareketleri sayesinde ihlâs ve samimiyetlerinin bereketi ile iman nuru etrafa yayılıyordu. O nuru söndürmek veya ya­yılmasını önlemek İsteyenler bütün şiddet ve teca­vüzlerine rağmen iman edenlerin sayısı günden gü­ne artıyordu. İman edenlerin bir çoğu işlerinden, ma­kamlarından mal ve mülklerinden oluyor, bazıları evinden, yuvasından uzak düşüyor, bir kısmı eşinden dostundan ve yuvasından ayrı düşünüyor, nice kişiler döğüşüyor, yakılıyor, çeşitli işkencelere maruz kahyor, kızgın kumlar üzerinde sürükleniyor, kızgın de­mir ile dağlanıyor, göğüslerine büyük taşlar konulmak suretiyle yakılıyorlardı. Çokları küfür ve haka­retlere rna'rûz kalıyor, sokaklarda taşlanıyor, döğülüyor, soğuluyordu. Nicelerinin gözleri mil ile oyul­mak suretiyle kör edilmiş ve görme ni'metinden mah­rum bırakılmıştır. Çoklarını bu da'vâdan vazgeçirmek için kendilerine kadın, mal ve rütbe teklif ediliyordu. Bütün bunlara rağmen hak ve hakiykatten ayrılmı­yorlardı.

Bütün bunlar hazmediliyordu. Hazmedilmesi de gerekirdi. Çünkü islâm-î hareket tazyikler, baskı ve sıkıntılar karşısında ancak azamî sabır, i'tidâl ve mukavemet sayesinde iiertiyebilirdi. Keza : yeni di­kilmekte olan islâm idealinin fidanı da ancak bu ne­vî hasletler ile meyvesini verebilirdi. Esasen bütün bu musibetler ve zorlukların bir tek sebebi vardı, O da şu idi :

Bu zaif iradeli, ahlâksız ve düşük insanlar o ulvî da'vete icabet etmek kudretini kendilerinde görmü­yor, sarsılmaz İradeli, imanlı Hak ve hakiykatten ay­rılmayanların safına giremiyorlardı. Diğer taraftan bu direnme ve deneme neticesinde İnsanlık fezasın­da en parlak yıldızlar gibi parlayan ve insan neslinin zübde ve güzîdeleri olan bu insanlar o da'vetin ver­diği saadeti anltyarak birer parlak elmas gibi ebede kadar insanlığın gözü önünde nümûne olarak kala­caklardır.

Evet, islâm'ın o ulvî da'veti böyle nezih ve yük­sek karakter sahibi insanlara muhtaç idi. İşin hakiy-kati, bütün cemiyetlerde olduğu gibi ; burada da kö­tü insanlar arasından temizlerin ayrılması veya dürüşt, sâdık ve muhlis azîm ve irâde sahibi, hak ve hakiykat yolcuları olan insanların, bu deneme ve im­tihanlar neticesinde saf altın gibi ayrılmaları idi. Hem öyle insanlar ki ; o davete icabet ettikleri an bu işkence ve zorluklara tahammül etmeyi göze almala­rı gerekiyordu. Doğrusu insafsız, zalim ve cebbar düşmanların işkencesine bu şekilde fedâkârâne ve can pahasına dayanmak gerçekten kolay bir şey de­ğildir.

Bütün bunlardan başka şu hususu da gözler önüne arzetmek lâzımdır :

Allah'a C.C. ve Allah'ın C.C. gönderdiklerine inanan bu şahıslar şahsî maksat ve gayelerini veya nefsânî arzularını veyahut ailevî, ırkî ve kavmî çıkar­larını temin etmek için başlarına gelen musibetlere, ezâ ve işkencelerin tümüne mukavemet ve taham­mül ediyor değillerdi. Bilâkis Allah (Ç. C.) 'in yolun­da ve O'nun hesabına bu eziyyet ve envaî türlü re­zaletlere boyun eğdiler. Yalnız ve yalnız Allah (C. , C.) için bu fedâkârlığa katlandılar O mübarek ve mu­kaddes yolda olmakla düşük tiyneili sapık insanla­rın hücumlarına hedef oluyorlardı. Bu onların iman­larının kuvvetlenmesine vesîle oldu. Dünyanın şid­detle muhtaç olduğu yüce makama hasrederek o muktedir varlığını buldu. Onların bu sıkıntılara müb-telâ olmaları onlara temiz ve yüksek islâm ahlâkını kazandırdı. Yüksek bir tefekkür ve aksiyon kabiliye­tini, sağlam bir inanç ve i'tikadı kazandırdı. Allah C. C. aşkı onların zihinlerinde ve şuurlarında yerleşti. Gönülleri ve ruhları islâm'ın fikir, irfan ve ma'rifet kaynağı ile dolup taştı. Bu sisteme olan iman ve inançları kan ve kemiklerine bile nüfuz etmişti.

Evet, İslâm fikriyatının zuhuru ve inkişâfı tama­men bu işkence, eziyyet, mihnet ve meşakkatin tabiî sonucu idi. Çünkü mukaddes ve ulvî bir hedefe yönelen ve bu niyet ile yola çıkan bir insan açlık, su­suzluk ve gariblik gibi pek çok güçlüklerle karşıla­şır. Bir çok mücadele safhalarından geçmesi,, bütün meşakkat, mihnet ve musibetlere tahammül etmesi gerekir. Böyle kimselerin edindikleri tecrübelerin te­siri İle mukaddes gaye ve ulvî maksatlarına olan mu­habbetlerinin kat kat yükselmesi, çoğalması bunun tabiî sonucudur. Neticesinde de başka bir şahsiyyet meydana çıkacaktır. Bu yeni şahsiyyet elbette ki he­def ve gayeye uygun özel bir kalıpta yoğurulmuş ola­caktır, öyle ki; o şahsın o gaye vp maksadın hedef ve yolundan dönmesine artık imkân kalmaz.

İşte islâm'ın mübarek ve mukades şerîati böyle şahsiyetleri yetiştirmek ve böyle seciyyeleri koru­mak için mtjslümanlar üzerine günde beş vakit na­mazı farz kılmıştır. Bu vesile ile bütün fikirler ve gö­rüşleri aynı ulvî hedefte toplanmış olsun. Bütün azîm ve gayretleri, kuvvet ve maksatları mukavemet ve is­tikamet ile arzu ve gayeye vuslatta birleşsin. İ'tikad ve İmanlarından gelen kulluk ve muhabbet bağlarını yeniden gizli ve aşikâr, yerde ve göklerde olan bütün ruhanî mahlukların kuvvetlerinin ihtiyarına tabî ol­duğu islâmî tefekkür ve düşünce böylelikle vücud hakimiyetinin vus'atını düşünüp i'tiraf ettikten sonra bütün irade ve muhabbeti ile onun iradesine teslim olmuş otsun.

İslâm şerîati müslümanların dinî duygu ve iman­larını takviye etmek için beş vakit namazı farz kıl­mıştır. Bu dünyada Allah'ın C.C. emirlerine inkiyâd için namaz kılmayı va'd etmişlerdir. Yani namaz bir bakıma Allah (C. C.)ın emirlerine itaatin bir O Allah (C. C.) ki bilinen ve bllinmiyen âlem­lerin sahibi, gizfi ve aşikâr her şeyi gören ve bilen ceza gününün hakimidir. Kullan üzerinde her kudre­te sahiptir.

Kısacası bu ibâdetten yegâne maksat müslüman-ların Allah (C. C.)'ın emir ve hükümlerinden başka hiç bir kanuna ve kanun vaz eden makamlara itaat etmemelerini temin etmektedir.

Evet, bi'setin başlaması ite islâmı bağırlarına ba­sanlar ve Kelime - i Tevhİd'e iman edenler yukarıda arzolunduğu tarzda terbiye gördüler. Diğer taraftan bu eşsiz terbiyenin yayılması tebliğ ve propagandası müessir bir âmil idi. Çünkü cemiyyet gözü ile görü­yordu ki kendilerinden olan bazı insanlar bu da'vete kapılıyor, islâm'a dehalet ettikten sonra bütün işken­ce ve sıkıntılara rağmen imanlarında en ufak bir sarsıntı olmuyor, çelik gibi imanları her türlü baskı­ya kâfi geliyordu.

Tabiî ki ; bu husus onların (kâfirlerin) fikirle­rini çok meşgul ediyordu. Para ve puf, evlâd ve iyâl, , şan ve şöhret, kadın ve cariye kazanma gibi nefsânî arzuların sükût ettiğini bütün bunlardan el etek çek­meleri icap ettiğini gördüler. Diğer taraftan imanla­rını muhafaza uğrunda her çeşit işkenceyi gönül rı­zası ile kabul eden kimselerin meftun olarak cazi­besine kapıldıkları da'vânın hakkâniyyetine ve doğ­ruluğuna delil oluyordu. Da'vaya karşı alâka ve te­cessüsleri de artıyordu. LÂ ILÂHE İLLALLAH mef­humunun hakikatini anlar anlamaz onların da haya­tında bir inkılâb ve bir değişme oluyordu. Az zaman­da bu inkılâb bütün ruhlarına nüfuz ediyor, kalple­rine kök salıyordu. Bu mübarek kelime uğrunda dün­yadan ellerini çekiyor, mal, can, evlâd ve İyâl gibi dünyanın bütün lezzetlerini terkediyorlardı. Bu iman ve akidenin nuru kalplerinin kasvetini yok ediyor, cehalet perdesini gözleri ve fikirleri önünden kaldırı­yordu. Sonra da «vecilet kulübünüm 193âyetinin izah buyurduğu gibi hakkın tecellîsi kalplerini açıyordu.

Bu nevi temiz kalpli ve dürüst insanların yanın­da mezaristanda yatan atalarının kemikleri ile öğü-nen cahiliyetin reislik gururuna kapılan, şehvanî ar­zulan peşinde koşan ve dünyevî lezzetlerin gözlerini kör ederek, hak ve hakiykati görme hissinden mah­rum olan, başka bir grup insan daha vardı. Fa­kat bu hastalığa kapilmayanlar kendi kendilerine bu da'vete kapılıyorlardı. Diğer bir gurup da güçleri ol­duğu müddetçe islâm'a karşı direndiler. Sonunda hakkın azamet ve celâleti karşısında eğildiler. Niha­yet öyle bir an geldi ki yalnız fıtrî ve temiz karakter­lerden, selim akıl ve fikirden, doğruluktan ve temiz kalplilikten mahrum olanlar İslâm ni'metinden mah­rum kaldılar.

Diğer taraftan cereyan eden bu olaylar içerisin­de cemiyete arz olunan bu daVanın hak ve hakiykat olduğunu ap-açık bir şekilde meydana koyan Hz. Peygamber Aleyhisselâtü Vesselâm'ın nümûne olan yaşayışı idi. Çünkü Resul - u Ekrem Aleyhisselâtü Vesseiâm'ı dinleyen, sözlerini işiten, mübarek cemâ­lini, hareket ve a'mâiini gören, sade yaşayışına, ör­nek âdetlerine ve temiz ahlâkına şahit olan herkes D'nun parlak hayatının berrak aynasında islâm güne­şinin mana ve mahiyetini, özünü ve hakikî ruhunu kolayca anlıyabiliyor ve eh güzel bir numunede açık ve mücessem olarak görebiliyordu, bu mühim mevzu her ne kadar etraflıca açıklanmaya muhtaç ise de bu bahsi kısa keserek esas maksada mütevec­cihen diğer mühim İşleri gözden geçirelim:

Nübüvvet şafağının doğmasından önce yani kâinâtrn Efendisi cihana ışık ve hayat saçan İslâm'ın güneşi Hz. Resul-i Ekrem Aleyhişselâtü Vesselama Risâlet gelmezden evvel Hicaz'ın zenginlerinden ve sermayedarlarından biri olan, eşi Huveylid'ın kızı Hz. Hatice (R. Anhâ) nın kendisine verdiği mal ile ticaretle iştigâl ediyorlardı. Fakat Cenab - ı Al­lah O'nu hak kelimeye ve yola davet etmeye memur edince ticaret işi aksadı. Diğer taraftan Hz. Resul (A. S.) İslâm'ı tebliğ etmek için bir inkılâb harekâ­tına başlaması bütün Arabistan'dan O'nun aleyhine bir birleşme, uyanma ve silâhlanma hazırlıkları baş­ladı. Fiilen harekete geçti. Hz. Resul-i Ekrem (A. S.) ve eşi Hz. Hatice (R. Anhâ) gönül hoşluğu ile, seve seve da'vet ve propaganda yolunda mallarını harca­dılar, öyle bir an geldi ki kâinatın efendisi (A. S. V.) tebliğ için Taife gitmesi icabediyordu. Bir binek hay­vanı bile yoktu. Mecburen yaya olarak yola koyul­muştu. Halbuki düne kadar Hicaz'ın en zengin tüc­carı, kazancı, mal ve mülkü en çok olanların başında geliyordu.

İşte o, bu durumda iken Kureyş ululaları yanına gelerek O'na şöyle bir teklifte bulundular :

Eğer bu da'vada gayen mai, mülk, servet sahibi olmsk ise sana o kadar mal toplıyalım ki hepimizden daha zengin olasın. Eğer maksadın şan, şeref ve ma­kam sahibi olmaksa sana mutlak bir reislik verelim ve senin emir ve iznin olmaksızın hiç bir işe teşebbüs etmiyelim. Ve senin emrinden asla dışarı çıkmıyalım. Sultanlık istersen seni başımıza sultan olarak dike­lim. Yok eğer kadın istiyorsan seninle evlendirmek Özere memleketin en güzel kızlarını getirelim.»

Bütün bu teklifler kendisine arzedildi. Ama Al­lah (C. C.) 'in beşeriyeti ; küfrün ve cehaletin pen­çesinden, çaresizlikten ve biçarelikten kurtararak, omuzlarındaki ağır yükü indirip ellerine ve ayakla­rına vurulan esaret zincirini kırsın diye seçmiş ol­duğu bir kimse bu tekliflere kanar mı idi. Kendisine gelecek her türlü belâ, işkence ve eziyetlere döğü-lüp söğülmelere rıza göstererek bu tekliflere karşı şu cevabı verdi :

«Ne söylüyorsunuz ? Ben ne sizin malınızı iste­rim,- ne saltanatınız ve ne riyasetinizi, Allah (C. C.) beni, sizleri inzâr etmek için gönderdi. Ayrıca barış bir kitap göndererek onunla sizleri müjdelemek ve ikâz etmeye me'mur etti. Yani sizlere Allah'ın ni'me-tinin müjdesini veriyor, şiddetli azabı ile ikâz ediyo­rum. Alemlerin Rabb'inin haberlerini tebliğ ederek sizlere va'z - u nasihat ediyorum. Eğer getirdiğim ve duyurduğum şeylere inanırsanız dünya ve ahiret saa­detine kavuşursunuz. Yok, eğer reddetseniz benim ve sizin hakkmızda Allah'ın nasıl bir hüküm gönde­receğini sabırla bekliyorum.)

((Müminler ancak onlardır ki, Allah (C. C.) anıldığı zaman yürekleri titrer, karşılarında âyetleri okununca (bu), imânlarını arttırır, onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler.» 194



1 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 7-8.

2 Fussilet Suresi; Ayet 53

3 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 9-10.

4 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 11.

5 Hasan el-Benna, Tevhid (Allah’ın Varlığı ve Sıfatları), Nizam Yayınları: 11-12.

6 Muhammed Suresi; Ayet 17


Yüklə 400,49 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin