Toplumsal sistem gerçekliĞİ


BABALIK HUKUKUNUN DOĞUŞU GENSİN ÖLÜM FERMANIDIR



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə25/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   133

BABALIK HUKUKUNUN DOĞUŞU GENSİN ÖLÜM FERMANIDIR

“Demek ki, bu toplumda yürürlükte bulunan töreye göre erkek aynı zamanda yeni beslenme kaynağının, hayvan sürüsünün, daha sonra da yeni çalışma aracının, kölelerin sahibiydi. Ama gene bu toplumdaki töreye göre, çocukları onun mirasçısı olamazlardı. Bu konuda durum şöyleydi: Analık hukukuna göre, yani soy-zinciri yalnızca kadın tarafından hesaplandığı sürece, ve gensteki ilkel miras töresine göre, gentilice akrabalar başlangıçta yakın gentilicelerinin mirasçısı oluyorlardı. Servetin gens içinde kalması gerekiyordu. Miras yoluyla geçen nesnelerin düşük değerde olmaları dolayısıyla, ola ki, pratikte bu miras hep yakın gentilice akrabalara, yani ana tarafından kandaşlara geçerdi. Ama, ölen erkeğin çocukları onun gensine değil, analarının gensine ait idiler; bu çocuklar başlangıçta analarının öbür kandaşlarıyla birlikte, ve daha sonra belki birinci dereceden analarının mirasçısı olurlardı; ama babalarının mirasçısı olamazlardı”.


“Servetlerin artışı bir yandan aile içinde erkeğe kadından daha önemli bir yer kazandırıyor, bir yandan da, bu durumu, geleneksel miras düzenini çocuklar yararına değiştirmek için kullanma eğilimini ortaya çıkarıyordu. Ama soy-zincirinin analık hukukuna göre hesaplanması yürürlükte kaldıkça bu olanaklı değildi. Öyleyse, önce değiştirilmesi gereken şey de buydu; ve öyle de oldu. Bu iş, bugün sanılabileceği kadar güç olmadı. Çünkü bu DEVRİM-insanlığın tanımış olduğu en köklü devrimlerden biri- bir gensin yaşamakta olan üyelerinden bir tekinin bile durumunda herhangi bir değişiklik yapmak gereğini duymadı. Gensin bütün üyeleri önceleri ne durumda iseler gene öyle kalabildiler. Yalnızca, gelecekte erkek üyelerin çocuklarının gens içinde kalacaklarını, kadın üyelerin çocuklarının ise buradan çıkarılarak babalarının gensine geçeceklerini kararlaştırmak, bu iş için yeterliydi. Böylece kadın tarafından hesaplanan soy-zinciri ve analık miras hukuku kaldırılmış, erkek tarafından hesaplanan soy-zinciri ve babalık miras hukuku kurulmuştu”[7].
Bilişsel bir sistem olan toplumun üretim süreci içinde oluştuğunu söylemiştik. Buradan, her toplumun neyi nasıl ürettiğine dair bilginin maddeleşmiş şekli olduğu sonucu çıkar. Neyin nasıl üretildiğine ilişkin bilgi, aynı zamanda, sistemin elementleri olan insanlar arasındaki ilişkileri de belirler. Bunların hepsi bir bütündür zaten. Bilgi ilişkileri yaratıyor ve bu ilişkilerle kayıt altında tutuluyor. Toplum da bütün bu ilişkilerin-bilginin- maddi bir gerçeklik halinde ortaya çıkışı oluyor. Örneğin töre bir bilgidir, ilkel komünal toplumun bilgi temelidir. Sistemi birarada tutan ilişkiler de bu bilgiye göre oluşuyorlar. Sonra, üretim biçimi değiştikçe, neyin nasıl üretileceğine ilişkin bilgiler değiştikçe, insanlar arasındaki ilişkiler de değişmeye başlıyorlar. Yavaş yavaş sistemin bilgi temeli değişmeye başlıyor. Bununla birlikte de toplum değişiyor. Ama bütün bu değişiklikler öyle bir anda olmuyor tabi. Yeni bilgiler birden bire ortaya çıkmıyorlar. Bunlar daima eskilerin yanında, onların anlaşılma sınırlarını genişleten ek bilgiler olarak ortaya çıkıyorlar. Yeni bilgiler başlangıçta mevcut sinapsların kuvvetlendirilip zayıflatılması yoluyla kayıt altına alınıyorlar. Yeninin eskinin içindeki gelişmesi böyle başlıyor. Sonra da, adım adım, yaşanılan maddi hayata uygun yeni bilgileri temsil eden yeni sinapslar ortaya çıkıyorlar.
Burada altı çizilmesi gereken nokta şu: Bir toplumu ayakta tutan bilgi temeli, yani o toplumun neyi nasıl ürettiğine ilişkin bilgi, o toplumda “kültür” adı altında ortaya çıkan bütün diğer “yaşam bilgilerinin” de temeli oluyor. İnsan ilişkilerinden, kadın erkek ilişkilerine, yiyecekten müziğe, spora kadar hayatın akışına yönelik herşey bu “yaşam bilgisine” göre gerçekleşiyor. Öyle ki, bunlar artık insanlar için bilinç dışı hale gelerek “benimsenmiş” olan, üzerinde ayrıca düşünülmesine gerek olmayan bilgilerin pratikte uygulanışı haline geliyorlar. Bu nedenle, bu bilgileri (yaşam bilgilerini) değiştirmek öyle kolay olmaz. Hele hele bunları zorla değiştirmek hiç mümkün değildir! Bunlar ancak yeni yaşam bilgilerinin eskilerinin yerini almasıyla değişmeye başlarlar. Yeni üretim biçimi, yeni üretim teknikleri, neyin-nasıl üretileceğine dair yeni bilgiler ortaya çıktıkça, farkında olmadan, insanlar yaşam biçimlerini de bunlara uydururlar. Yani yeni, önce, eskinin içinde, daha ileri olan üretim biçimine uygun-zorunlu bir yaşam tarzı olarak ortaya çıkar. İnsanlar da mevcut koşulların dayattığı bu yeni yaşam sürecini-tarzını yaşayarak farkında olmadan benimserler. Benimsemekten kasıt, bu yeni yaşam biçimine ilişkin bilgilere impliziz olarak sahip hale gelmektir. Yeni bilginin eskinin içinde maddeleşmesi, bir güç-varlık haline gelmesi olayı budur. Yeninin eskinin içinden çıkması, yani doğum-devrim ancak eskinin içinde böyle bir ön gelişme varsa mümkündür. Devrim, potansiyel olarak varolanın kendi bilincine vararak kendi ayakları üzerinde durur hale gelmesi olayıdır. Eğer ilkel komünal toplumun-gens toplumunun-içinde daha önceden yeni yaşam tarzına ilişkin bir gelişme olmasaydı, “analık hukukuna” dayanan ilişkileri değiştirerek onun yerine erkeğin egemenliğine dayanan “babalık hukukunu” geçirmek kimsenin haddi olamazdı!..Değişim eskinin içinde başlıyor, yeni, usul usul eskinin bir parçası olarak ve adeta onu kemirerek gelişiyor. Bir civciv de yumurtanın içinde böyle gelişmez mi!..


BARBARLIĞIN YUKARI AŞAMASI- KENT’İN ORTAYA ÇIKIŞI

İKİNCİ BÜYÜK İŞBÖLÜMÜ

“Bir adım daha atarsak, kendimizi bütün uygar halkların kahramanlık çağlarını geçirdikleri dönem olan barbarlığın yukarı aşamasında buluruz” diyor Engels. “Bu çağ demir kılıç çağıdır, ama aynı zamanda, demir saban ve demir balta çağıdır da. Tarihte devrimci bir rol oynayan bütün ilkel maddelerin en önemlisi olan demir insanın hizmetine girmiştir. Demir, çok geniş topraklar üzerindeki tarlaların işlenmesini, çok geniş ormanlık alanların açılmasını sağladı; zanaatçıya, hiçbir taşın, bilinen hiçbir öbür maddenin dayanamayacağı bir sertlik ve keskinlikte bir alet verdi”.


“İlerleme, zaman zaman kesilip hızlanarak, o zamandan beri, karşı durulmaz bir biçimde, adım adım gerçekleşti. Taş ya da tuğladan yapılma evleri, taştan surlar, kuleler ve mazgallarla kapsayan kent, aşiret ya da aşiretler konfederasyonunun merkezi oldu; bu, mimarlıkta büyük bir ilerlemenin olduğu kadar, artan tehlike ve korunma gereksinmesinin de işaretiydi. Servet hızla arttı, ama bireysel servet olarak; dokumacılık, madenlerin işlenmesi ve gitgide farklılaşan öbür zanaatlar üretime artan bir çeşitlilik ve yetkinlik veriyordu; bundan böyle, tahıl, sebze ve meyvelerin yanı sıra, tarım, elde edilmeleri öğrenilmiş bulunan zeytinyağı ve şarabı da sağlamaktaydı. Böylesine çeşitli bir çalışma artık aynı birey tarafından yürütülemezdi: ikinci büyük toplumsal işbölümü gerçekleşti: küçük zanaatlar tarımdan ayrıldı. Üretimdeki ve onunla birlikte emek üretkenliğindeki sürekli artış, insan emek gücünün değerini arttırdı; önceki aşamada başlangıç durumunda yer yer görülen kölelik, şimdi toplumsal sistemin esas bileştireni durumuna geldi; köleler basit yardımcılar olmaktan çıktılar; tarlalarda ve atelyelerde, düzinelerle köle işe sürülmeye başlandılar. Üretimin başlıca iki kola, tarım ve küçük sanayie ayrılmasıyla doğrudan doğruya değişim için üretim doğdu; bu, meta üretimiydi. Meta üretimiyle, yalnızca aşiret içinde ve aşiret sınırlarında yapılan ticatret değil, ayrıca, denizaşırı ticaret de doğdu. Bununla birlikte, bütün bunlar henüz daha gelişmelerinin ilk basamağındaydılar; (bu süreç içinde zamanla) değerli madenler egemen ve evrensel meta-para haline gelmeye başladılar.” [7]


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin