İbn-i Abbas şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Kendi sahibinden çocuk sahibi olan her cariye, sahibinin ölümünden sonra hür olur.”
Bu iki hadisi aynı lafızlarla Ebu Cafer Muhammed b. Hasan Tusi “Hilaf” adlı eserinin 2. cildinin “Ümmühat’ul-Evlad” bölümünde Abdullah b. Ömer ve İbn-i Abbas’tan nakletmiştir. Bu iki hadisin zahirinden anlaşıldığı kadarıyla Ömer, çocuklu cariyelerin satımının yasaklanmasında kendi şahsi görüşüne değil, aksine oğlu Abdullah ve İbn-i Abbas’ın hadislerine amel etmiştir.
Ama Şeyh Tusi, Ehl-i Beyt İmamlarından bu konuda nakledilen hadisleri göz önünde bulundurarak mecburen bu iki hadisi tevil etmek ve Ehl-i Beyt mezhebine uyarlama zorunda kalmıştır. Şeyh Tusi şöyle yazıyor: “Eğer bir cariye bir şahısın mülkü olduktan sonra çocuk sahibi olursa, çocuk sahibi olma ihtiramını kazanır. Hamile olduğu müddetçe onun satılması haramdır. Doğum yaptığı zaman yine sahibinin mülkü olarak kalır. Çocuk hayatta olduğu müddetçe satın alındığı fiyat hariç satılması câiz değildir. O halde eğer cariyenin çocuğu ölürse her halükarda satılması câizdir. Eğer sahibi ölürse cariye çocuğunun mülkiyetine geçtiğinden hür olur. Eğer sahibi ondan başka geriye bir şey bırakmamışsa, çocuğunun hakkı miktarınca hür olur.”
Bu görüş, Hz. Ali (a.s), Abdullah b. Zübeyr, İbn-i Abbas, Ebu Said-i Hudri, Abdullah b. Mes’ud, Velid b. Ukbe, Süveyd b. Gafle, Ömer b. Abdülaziz, İbn-i Sirin ve Zahiri alimlerden de Abdülmelik b. Ya’li’nin görüşüdür.
Şeyh daha sonra şöyle diyor: “Davud demiştir ki: Her halükarda çocuklu cariyeden faydalanmak câizdir. Ebu Hanife ve ona tabi olanlar, Şafii ve Malik şöyle derler: Onu satmaları ve fiyatından faydalanmaları câiz değildir. Sahibinin ölümüyle hür olur.”
Daha sonra Şeyh Tusi şöyle diyor: “Bizim delilimiz, Şia alimlerinin icması ve Ehl-i Beyt İmamlarından nakledilen naslardır. Yine sahibinin mülkiyetinde olduğu müddetçe ondan faydalanmasının câiz olduğunda hiçbir ihtilaf yoktur. Eğer mülkiyet ortadan kalkmışsa, ondan faydalanmak da câiz değildir. Zira o köle idi ve hür oluşunun ispatı delile muhtaçtır.”
İbn-i Abbas’ın Peygamber (s.a.a)’den naklettiği şu hadisten “Sahibinden çocuğu olan her cariye, sahibinin ölümünden sonra hürdür” şu netice alınmaktadır ki; çocuk doğuran cariye, sahibinin ölümünden sonra hürdür. Efendisi ölür de çocuk doğurursa, çocuk doğurmakla hürriyete kavuşmuş olur.
Ve yine “Çocuklu cariyeler ne satılır, ne birisine bağışlanır, ne miras olarak bırakılır, ne vakfedilir; sadece onun sahibi ondan faydalanır; efendi ölünce cariye hürriyetine kavuşur” diye Abdullah b. Ömer’in naklettiği hadisin anlamı da şudur: Cariyenin çocuğu hayatta olduğu müddetçe onun satılmasının câiz olmamasıdır. Efendisi ölür ölmez, cariye çocuğundan dolayı hür olur. Aynısını birinci rivayette de söyledik.” Şeyh Tusi’nin sözünün sonu.
(37)
SU BULUNMAMASI DURUMUNDA TEYEMMÜMÜN FARZ OLMASI
Bu konuda saygı değer okuyucuların aşağıdaki ayeti dikkatle gözden geçirmeleri yeterlidir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklerinizle beraber yıkayın. Başlarınızı ve ayaklarınızı meshedin. Eğer cünüp iseniz, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculukta bulunuyorsanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız ve su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin”[172]
Nisa suresinde de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken de yolcu olan müstesna gusül edinceye kadar, namaza yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.”[173]
Bu konuda sahih rivayetler de oldukça fazladır. Aynı zamanda Müslümanların icmasına sahiptir. Ömer b. Hattab’dan başka hiç kimsenin muhalefeti yoktur! Zira Ömer’in, “Su bulamadığınız zaman farz namazınız, su buluncaya kadar kalkar?!” diye fetva verdiği meşhurdur.[174]
Buhari ve Müslim kendi sahihlerinin teyemmüm babında, Said b. Abdurrahman b. Ebzi’nin babasından şöyle rivayet ettiğini naklederler: “Adamın biri Ömer’in yanına gelerek şöyle dedi: Ben cünüp oldum, su da bulamadım (görevim nedir?)”
Ömer: “Namaz kılma!” dedi.
Huzurda bulunan Ammar b. Yasir şöyle dedi: “Ey Ömer! Hatırlamıyor musun ben ve sen orduyla beraber bir savaşa gitmiştik, her ikimiz birden cünüp olarak su bulamadık, sen namaz kılmadın ama ben kendimi toprağa sürdükten sonra namaz kıldım? Sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ellerini toprağa sürüp yüzüne ve eline sürmen yeterlidir.”
Ömer: Ey Ammar! Allah’tan kork! dedi.
Ammar: Eğer istemiyorsan bunu nakletmem?! dedi.[175]
Ömer: Seni, yöneticilik yaptığın işe yönetici kılıyorum!
Şöyle demişlerdir: Abdullah b. Mes’ud bu konuda Ömer’in görüşüne meyil gösterdi. Zira Buhari sahihinde[176] ve diğer sünen yazarları Şakik b. Selme’nin şöyle dediğini naklederler: Ben, Abdullah b. Mes’ud ve Ebu Musa Aş’ari’nin yanındaydım. Ebu Musa İbn-i Mes’ud'a şöyle dedi: “İnsan cünüp olur da su bulamazsa ne yapmalıdır?”
Abdullah b. Mes’ud: “Su buluncaya kadar namaz kılmaz!” dedi.
Ebu Musa: “Peki Peygamber (s.a.a)’in: “Ellerini toprağa sürmen yeterlidir...” diye buyurduğu, Ammar’ın naklettiği söze ne diyorsun?” dedi.
Abdullah b. Mes’ud şöyle dedi: “Ömer’in bununla yetinmediğini görmüyor musun?!”
Ebu Musa: “Ammar’ın sözünü boş ver. Bu ayete ne diyorsun?” dedi ve daha sonra Maide suresi 6. ayeti okudu.
Ravi şöyle diyor: Abdullah b. Mes’ud, Ebu Musa’nın ne dediğini anlamadı...
Yazar: Hiç şüphesiz Abdullah b. Mes’ud, Ebu Musa ile olan konuşmasında, Ömer ve arkadaşı Ebu Musa’dan çekiniyordu. Allah-u A’lem.
(38)
İKİNDİ NAMAZINDAN SONRA İKİ REKAT
NAFİLE NAMAZININ YASAKLANMASI
Müslim, kendi sahihinde[177] Urve b. Zübeyr’den, o da babasından, o da Aişe’den şöyle dediğini nakleder: “Peygamber (s.a.a), benim yanımda hiçbir zaman ikindi namazından sonra iki rekat nafile namazı kılmayı terk etmedi.”
Yine Abdurrahman b. Esved, babasından, o da Aişe’den naklen şöyle rivayet eder: “Peygamber (s.a.a)’in benim evimde, ne gizlide, ne de açıkta terk etmediği iki namaz vardı. Biri sabah namazından önce iki rekat namaz ve diğeri de ikindi namazından sonra iki rekat namazdı.”
Yine Müslim, Esved ve Mesruk’un Aişe’nin şöyle dediğini naklederler: “Peygamber (s.a.a) benim evimde bulunduğu günlerde bu iki rekat namazı kılardı.”
Ama Ömer b. Hattap bu namazı yasakladı. Onu yerine getireni de vuruyordu. Malik b. Enes, Muvatta[178] adlı eserinde İbn-i Şahab’dan naklen Said b. Yezid’den, Ömer b. Hattab’ın, Mükender[179] adlı bir şahısı ikindi namazından sonra iki rekat nafile namaz kıldığı için dövdüğünü nakleder.
Abdurrazzak Zeyd b. Halid’den şöyle nakleder: “Ömer kendi hilafeti döneminde onu ikindi namazından sonra rukü ederken gördüğünde ona vurmaya başladı.”[180] Bu hadiste geçtiğine göre Ömer şöyle dedi: “Ey Zeyd! Eğer halkın ikindiden sonra akşama kadar namaz kılmasından korkmasaydım, bu iki rekat namazı kılanı tokatlamazdım.”
Temim’ud-Dari’den de buna benzer bir rivayette Ömer’in şöyle dediği nakledilir: “Ben sizden sonra gelecek bir kavmin, ikindi namazından sonra akşama kadar ve Peygamber (s.a.a)’in namaz kılınmasını yasakladığı vakitte namaz kılmasından korkuyorum!”
Ömer’in bu sözündeki vakitten amacı, güneşin batma anıdır ki Mecusiler, güneşin doğma ve batma anında ibadet ederlerdi.
Ama keşke Ömer, sadece Peygamber (s.a.a)’in namaz kılınmasını yasakladığı o anı yasaklasaydı! Keşke Peygamber (s.a.a)’in de namaz kıldığı zamanda, namaz kılan halkı tokatlamasaydı!
(39)
İBRAHİM’İN MAKAMININ DEĞİŞTİRİLMESİ
İbrahim (a.s)’ın makamı, “İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin”[181] ayetinin hükmüyle, hacıların tavaftan sonra namaz kıldıkları taşın (yerin) ismidir. Hz. İbrahim ve İsmail (a.s) Kabe’yi inşa edip duvarlarını yükseltince ayaklarını o taşın üzerine koyarak çamur ve taşı yukarı çıkarıyorlardı.
Bu taş Kabe’ye bitişikti, ama Araplar Hz. İbrahim ve İsmail’den sonra onu şu anki yerine bırakmışlardır. Hz. Muhammed (s.a.a) Peygamber olup Mekke’yi fethedince bu taşı aynen dedeleri Hz. İbrahim ve İsmail’in dönemindeki gibi Kabe’ye bitiştirdi. Ama Ömer halife olur olmaz bu taşı Cahiliyet dönemindeki Arapların yerleştirdikleri şimdiki yerine bıraktı. Halbuki bu taş Hz. Peygamber (s.a.a)’in ve Ebu Bekir’in döneminde Kabe’ye bitişikti.
Kamil-i İbn-i Esir ve hicri 17. yıl hadiselerini nakleden diğer tarih kitaplarının da rivayet ettiği gibi Ömer, hicri 17. yılda mescidin etrafında olan evleri yıktırarak Mescid’ul-Haramı genişletti. Bu evlerin sahipleri evlerini satmak istemiyorlardı. Ama Ömer evleri yıkarak değerlerini Beyt’ül-mala bıraktı. Daha sonra ev sahipleri gelerek kendi haklarını aldılar.[182]
(40)
ÖLÜLERE AĞLAMANIN YASAKLANMASI
İnsanın, çok aziz birinin ölümünden dolayı hüzünlenmesi ve ağlaması, beşeri duygularından kaynaklanmaktadır. Her ikisi de (üzüntü ve ağlama), insanın acıma hissinden doğar. Elbette hiçbir kötü söz ve davranışı beraberinde taşımamalıdır.
Ahmed b. Hanbel’in İbn-i Abbas’tan naklettiği sahih bir hadiste Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Üzüntü ve ağlama gönül ve gözden kaynaklandığı zaman, Allah tarafından ve merhametten kaynaklanır. Eğer el ve dilden kaynaklanırsa şeytani bir ameldir.” [183]
Müslümanlar ve gayri Müslimler arasında da durum böyle devam etmiş ve hiçbir muhalefetle de karşılaşmamıştır ve asalet’ül-ibahe (aslında mübah olması) de bunu gerektirir.
Buna ilave olarak, Peygamber (s.a.a) şahsen birçok yerde ağlamıştır. Bir takım yerlerde de diğer şahıslara, ölülerine ağlamalarını söylemiştir. Bazı yerlerde ise ağlamayı över, bazen de teşvik ederdi.
Peygamber (s.a.a), amcası ve Allah’ın aslanı Hamza’ya ağlamıştır. İbn-i Abdülbirr Hz. Hamza’nın hayatını yazdığı “el-İstiab” adlı kitabında ve diğerleri şöyle yazmışlardır: “Peygamber (s.a.a), Hz. Hamza’nın cenazesini görünce ağlamaya başladı ve onun musle edildiğini (kulak, burun vs. organlarının kesildiğini) anlayınca da yüksek sesle ağladı!”
Vakidi şöyle yazıyor: “Peygamber (s.a.a), Hamza’nın kız kardeşi Safiye’nin ağladığını görünce ağlamaya başladı. Fatıma nale etmeye başlayınca o da nale etti. Fatıma ağlar ağlamaz Peygamber (s.a.a) de ağladı.”[184]
Bu hadis Peygamber (s.a.a)’in ağladığını ve diğerlerinin de ağlamasını teyit ettiğini göstermektedir. Enes b. Malik şöyle diyor: “Cafer b. Ebi Talip, Mute savaşında şehit olunca Peygamber (s.a.a)’in gözünden yaşlar akmaya başladı.”
Bahteri de bu rivayeti kendi sahihinde getirmiştir. [185]
İbn-i Abdulbirr de, el-İstiab adlı eserinde Zeyd b. Harise’nin şerhi halinde şöyle yazıyor: Peygamber (s.a.a), Cafer ve Zeyd’in vefatlarında ağlayarak şöyle buyurdu: “Bunlar, benim kardeşlerim, dostlarım ve sohbet arkadaşlarımdandılar.”
Yine Malik b. Enes Buhari’nin[186] de naklettiği sahih bir hadiste şöyle diyor: “... Daha sonra Peygamber (s.a.a)’in yanına gittik, oğlu İbrahim can vermek üzereydi ve Peygamber (s.a.a) ağlıyordu. Abdurrahman b. Avf şöyle dedi: “Ya Resulellah! Siz de mi ağlıyorsunuz?”
Peygamber (s.a.a) cevaben: “Ey Avf’ın oğlu! Ağlamak duygu ve merhametin göstergesidir” buyurdu ve tekrar ağladı. Abdurrahman b. Avf da sözlerini tekrar etti. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdu: “Gözler dolu, gönüller hüzünlüdür. Allah rızasından başka bir şey söylemiyoruz. Ey İbrahim! Biz senin ayrılığınla üzüntüye boğulduk.”
Üsame b. Zeyd’den şöyle rivayet edilir: “Peygamber (s.a.a)’in kızı birisini bana göndererek: “Bizden bir erkek çocuğu ölmüştür, bize gel” diye haber gönderdi. Üsame, Sa’d b. Übade, Muaz b. Cebel, Ubey b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit ile birlikte kalkarak Peygamber (s.a.a)’in kızının evine gittiler. Can vermek üzere olan bir erkek çocuğunu Peygamber (s.a.a)’in yanına getirdiler. Çocuk can vermek üzereyken Peygamber (s.a.a)’in gözleri de dolmuştu.”
Sa’d b. Übade şöyle dedi: “Ya Resulellah! Bu durum nedir?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu, Allah’ın, kullarının gönüllerine yerleştirdiği merhamettir. Allah bu merhamete sahip olan kullarına merhamet eder.” [187]
Abdullah b. Ömer şöyle diyor: Sa’d b. Übade aldığı bir yara yüzünden hastalandı. Peygamber (s.a.a), Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b. Mes’ud ile onun ziyaretine gittiler. Peygamber (s.a.a) onu ailesi arasında görünce: “Sa’d öldü mü?” diye sordu. “Hayır!” diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.a) ağladı. Peygamber (s.a.a)’in ağladığını gören yanındakiler de ağlamaya başladı. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Allah’ın, ağlayan ve hüzünlenen birisini azaplandırmayacağını bilmiyor musunuz? Aksine buna (diline işaret ederek) göre azap eder veya ona merhamet eder.” [188]
El-İstiab adlı eserde şöyle nakledilir: Cafer-i Tayyar’ın ölüm haberi Peygamber (s.a.a)’e ulaşınca, Hazret, onun karısı Ümeys kızı Esma’ya gelerek teselli verdi. Bu arada Fatıma (a.s), Cafer’in evine gelerek ağlayıp şöyle diyordu: “Vay amcacığım!”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Evet! Ağlayanların, Cafer gibi birisine ağlaması gerekir.” [189]
Muhammed b. Cerir-i Taberi, İbn-i Esir, İbn-i Kesir ve İkd’ul-Ferid’in yazarı gibi sire ve tarih yazarları, Ahmed b. Hanbel’in Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği bir hadisi nakletmişlerdir: “Peygamber (s.a.a) Uhud Savaşından döndüğü zaman Ensar kadınları savaş meydanında ölen kocalarına ağlamaktaydılar.”
Peygamber (s.a.a): “Ama Hamza’nın kendisine ağlayacak kimsesi yoktur” diye buyurdu. Sonra Peygamber (s.a.a) uyudu. Uyandığında kadınların yine ağlamakta olduğunu görünce şöyle buyurdu: “Bugün kadınlar ağlıyorsa o halde Hamza’ya ağlasınlar.”
El-İstiab’da Hamza’nın şerhi halinde Vakidi’den şöyle nakledilir: “Peygamber (s.a.a)’in: “Hamza’nın kendisine ağlayacak kimsesi yoktur” diye buyurmasından sonra tüm Ensar kadınları Hamza’ya ağıt yakarak ağladılar.”
Yazar: Şu yeterlidir ki; Peygamber (s.a.a)’in zamanından itibaren sahabe, tabiin ve tabiinin öğrencilerinin zamanına kadar herkes Hamza’ya ağlamanın iyi bir şey olduğunu bilmekteydiler. Hamza gibi şahıslara ağlamanın tercihi ve doğruluğuna yıllarca süre gelen bu sire yeterlidir.
Unutulmamalıdır ki Peygamber (s.a.a)’in: “Bugün Hamza’nın kendisine ağlayacak kimsesi yoktur” diye buyurduğu söz, Hamza’ya ağlamayan Ensar kadınlarını kınamak ve Allah yolunda şehit olan Hamza’ya ağlamanın ve iyiliklerinin sayılması gerektiğini belirtmek içindir. Ölülere ağlamanın sevabı olduğu konusunda Peygamber (s.a.a)’in: “Evet, ağlayanların Cafer gibi birisine ağlaması gerekir” diye buyurduğu hadisi yeterlidir.
Bütün bunlarla beraber şunu da bilmek gerekir ki; halife Ömer b. Hattap, ölülere ağlanılmaması gerektiği görüşünü taşımaktaydı. Bu ölen şahsın makamı ne olursa olsun ağlamamak gerekirdi. Ağlayan birini asa ve taş ile vuruyor ve üzerine toprak serpiyordu.[190] O, bu işi Peygamber (s.a.a)’in zamanında da yapıyordu ve ömrünün sonuna kadar da bu işine devam etti!
Ahmed b. Hanbel, İbn-i Abbas’tan[191] şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.a)’in kızı Rukeyye’nin vefatında kadınların ağlaması üzerine: “Ömer onları kırbacı ile vurdu.” Peygamber (s.a.a) ise şöyle buyurdu: “Bırak ağlasınlar.”
Daha sonra Peygamber (s.a.a), kabrin yanında oturdu. Kızı Fatıma da Peygamber (s.a.a)’in yanında oturup ağlıyordu. Peygamber (s.a.a) de, kendi elbisesinin bir köşesiyle, sevgi dolu elleriyle Fatıma (a.s)’ın göz yaşlarını siliyordu.
Yine Ahmed b. Hanbel,[192] Ebu Hureyre’den şöyle nakleder: Peygamber (s.a.a)’in yanından bir cenaze geçti. Bir grup kadın da ağlamaktaydı. Ömer onları ağlamaktan men ediyordu. Ama Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Onlarla işin olmasın. Zira ciğer yanmakta, göz ağlamaktadır.”
İbn-i Ebi’l-Hadid[193] şöyle nakleder: “Ömer, kendi hilafeti zamanında bir evden ağlama sesi duyunca, o eve girdi. Durre adlı kırbacıyla onlara vura vura ağıt okuyan kadına ulaştı. Kırbaçla ona öyle bir vurdu ki baş örtüsü açıldı. O anda kendi kölesine: “Sen vur! Vay olsun sana! Vur ki ağıt okuyanın ihtiramı yoktur!!” dedi
Aişe bu konuda Ömer’le muhalefet ediyordu. Zira Ömer ve oğlu Abdullah Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu naklederler: “Ölü, kendisine ağlayan akrabalarının ağlamasından eziyet duyar.”
Bir rivayette de: “Onların bazı ağlamalarından...”
Başka bir rivayette ise: “Canlı birisinin ona ağlamasından...”
Bir rivayette de: “Ona yapılan ağlamalardan dolayı kabirde azap duyar” diye geçmiştir.
Yine başka bir rivayette: “Kendisine ağlanılan her ölü azap duyar” diye gelmiştir.
Halbuki bu rivayetlerin tümü, akıl ve naklin hükmüyle gerçek dışıdır ve onların ravisinin hatasından kaynaklanmaktadır.
Nevevi Sahih-i Müslim’e yazdığı şerhte şöyle diyor: “Bu rivayetlerin tümü, Ömer b. Hattab ve oğlunun rivayetinden kaynaklanmıştır. Aişe, onların hadisini reddetmekteydi. Onlara bu konuda unutkanlık ve yanlışlık nispeti vermekteydi. Delil olarak ise şu ayeti getiriyordu: “Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez.”[194]
Yazar: İbn-i Abbas da bu rivayetleri reddetmekteydi. Aynı şekilde tüm Ehl-i Beyt İmamları hadislerin ravilerine hata nispeti vermekteydiler. Bu konuda Aişe ve Ömer sürekli birbirinin zıddınaydılar. Öyle ki Aişe, babasının ölümüne ağladı ve Ömer’le aralarında Taberi’nin naklettiği bir olay dahi geçti.[195]
Taberi, bir takım senetlerle Said b. Müseyyib’ten şöyle nakleder: “Ebu Bekir ölünce Aişe, bir grup kadınla ağıt okumaya başladı. Ömer b. Hattab, onun evine gelerek Ebu Bekir’e ağlamamalarını söyledi. Ama onlar itina göstermeyerek işlerine devam ettiler.
Ömer, Hişam b Velid’e şöyle dedi: “Eve gir ve Ebu Kuhafe’nin kızını dışarı çıkar.”
Aişe bu sözü Ömer’den duyunca Hişam'a şöyle dedi: “Evime girmene izin vermiyorum.”
Ama Ömer: “İçeri gir. Ben sana izin veriyorum.” dedi. Hişam da eve girerek Ebu Bekir’in kız kardeşi Ümmü Ferve’yi Ömer’in yanına getirdi. Ömer, durre adlı kırbacını alarak onu vurdu! Bu katılığı gören ağıt okuyan kadınlar da dağılıp gittiler!!”
Şimdi akıl sahipleri anlıyorlar ki; neden Hz. Fatıma (a.s)’ın babasına şehirde ağlamasına mani oldular. Hz. Fatıma (a.s), bir grup Beni Haşim kadınlarıyla Bakî mezarlığına gitmek ve orada bulunan erik ağacı altında babasına ağlamak zorunda kaldı.
O ağacı kestikleri vakit, Bakî mezarlığında Hz. Fatıma (a.s) için bir ev yaptılar. Hz. Fatıma (a.s) o eve gider, orada babasına ağıt okurdu. Daha sonraları bu ev Beyt’ul-Ahzan diye meşhur oldu. Bu ev tarih boyunca aynen diğer mukaddes yerler gibi ziyaret edilirdi. Vehhabiler, hicri 1344 yılında o evi ve Baki’de bulunan diğer kubbeleri yerle bir ettiler. Ama biz 1339 yılında hacca gittiğimizde onları ziyaret etme şerefine eriştik.
(41)
HATİBE İTİRAZ VE PEYGAMBER (S.A.A)’İN ONA ÇİRKİN SÖZ SÖYLENMESİNİ YASAKLAMASI
Buhari kendi sahihinde Ebu Avane’den, o da Hasin’den naklen şöyle rivayet eder: Ebu Abdurrahman ve Habban b. Atiyye tartıştılar. Ebu Abdurrahman Habban’a dedi ki: “Ben, dostunun (Hz. Ali’nin ) kan dökmesine sebep olan şeyin ne olduğunu çok iyi biliyorum!”
Habban: “O şey nedir?” dedi.
Ebu Abdurrahman: “Ondan duyduğum bir söz yüzünden” dedi.
Habban: “O nedir?” dedi.
Ebu Abdurrahman: Ali diyor ki: “Peygamber (s.a.a), ata binili olduğumuz halde beni, Zübeyr’i ve Ebu Mersed’i göndererek şöyle buyurdu: “Gidin Ravzat’ul-Hacc’a ulaşın. Orada Hatip b. Ebu Beltea’den, müşriklere mektup götüren bir kadın bulacaksınız, ondan mektubu alarak bana getirin.” Biz de atlı olarak hareket ettik ve Peygamber (s.a.a)’in buyurduğu yerde o kadını deveye binili olduğu halde gördük.
Hatip, o mektubunda Mekke müşriklerine Peygamber (s.a.a)’in Mekke’ye gitmek istediğini yazmıştı. Biz kadına: “Yanında olan mektup nerede?” dedik. Kadın şöyle dedi: “Yanımda hiçbir mektup yok.” Biz de deveyi yatırarak kadının tüm eşyalarını aradık ama bulamadık. Yol arkadaşlarım: Onun yanında mektup yok, dediler.
Ali (a.s) diyor: Ben dedim ki: “Peygamber (s.a.a) yalan söylemez.”
Daha sonra Ali )a.s), yemin ederek şöyle dedi: “Ya mektubu çıkar ya da seni çırılçıplak soyunduracağım!”[196] Kadın da elini alt tarafına uzatarak mektubu sakladığı yerden çıkardı ve onlara teslim etti.[197] Onlar da mektubu alarak Peygamber (s.a.a)’e getirdiler.
Ömer şöyle dedi: “Ya Resulellah! Bu adam Allah’a, Resulüne ve müminlere hıyanet etmiştir. İzin ver boynunu vurayım.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Hatip! Neden bu işi yaptın?”
Hatip cevaben: “Ya Resulellah! Ben, neden Allah’a ve Peygamberine inanmamış olayım! Ben, sadece bu işimle, akraba ve ailemi savunmak için müşriklerin yanında bir adamımın olmasını istedim. Ashaptan her birinin Mekke’de akrabalarını ve mallarını savunacak birisi var ama benim hiç kimsem yok” dedi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Doğru söylüyor. Buna iyi sözün dışında bir şey söylemeyin.”
Ravi şöyle diyor: Yine Ömer (küstahlık ederek): “Ya Resulellah! Hatip, Allah’a, Peygamberine ve müminlere hıyanet etmiştir. Bırak da boynunu vurayım” dedi.[198]
Yazar: Peygamber (s.a.a)’in, Hatib’i doğrulamasından ve ona çirkin söz söylenmesini menetmesinden sonra artık Ömer’in hiçbir şey söylememesi gerekirdi![199]
(42)
ÖMER’İN HZ. PEYGAMBER’E
KARŞI KÜSTAHLIĞI
Malik b. Enes ve Bezzaz, Likha[200] hakkında “Hayat’ul-Hayvan” adlı kitabında Peygamber (s.a.a)’den şöyle nakleder: Peygamber (s.a.a), valilerine emir göndererek şöyle buyurdu: “Bana bir elçi gönderdiğiniz zaman, güzel adlı ve güzel yüzlü birisini gönderin.”
Ömer bunu duyunca ayağa kalkarak şöyle dedi: “Bilmiyorum! Diyeyim mi, yoksa susayım mı?!”
Peygamber (s.a.a): “Söyle ey Ömer!” buyurdu.
Ömer: “Bizi fal açmaktan men ediyorsun, oysa kendin fal açtın!” dedi.
Peygamber (s.a.a): “Ben fal açmadım, sadece istihare (hayır talep) ettim” buyurdu.
(43)
HZ. PEYGAMBER (S.A.A)’İN
ÖMER’E KARŞI HIŞMI
Ahmed b. Hanbel,[201] Selman b. Rabia’nın şöyle dediğini rivayet eder: Ömer’in şöyle dediğini duydum: Peygamber (s.a.a) bir malı taksim ederken ben şöyle dedim: “Ya Resulellah! Ashab-ı Suffe bunlardan daha müstahaktır.”
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Siz halka az şey vermemi ve daha sonra da benim cimri olarak bilinmemi istiyorsunuz. Hayır! Ben cimri değilim!”
Yazar: Mal, Allah ve Resulünün istediği gibi dağıtıldı. Ebu Musa Eş’ari’den şöyle rivayet edilir: “Ömer, Peygamber (s.a.a)’in öfkelenmesine sebep olacak birçok soru sordu. Peygamber (s.a.a) öylesine sinirlenmişti ki, Ömer, Peygamber (s.a.a)’in yüzünde öfke belirtilerini gördü...”
Buhari de bu rivayeti kendi sahihinde, c. 1, bab: el-Gazab-u fi’l-Mevizeti ve’t-Ta’lim, s. 19’da nakletmiştir.
(44)
ÖMER’İN PEYGAMBER (S.A.A)’İN
EMRİNE UYMAMASI
Arifler şeyhi Muhyiddin b. Arabi şöyle rivayet eder:[202] Ömer İslam’ı kabul edince Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “İslam’ı kabul ettiğini gizle.” Ama Ömer buna uymayarak İslam’ı kabul ettiğini açığa vurdu!
Yazar: O gün hikmet, Ömer’in, İslam’ı kabul ettiğini gizlemesini gerektiriyordu. Allah’ın ve Resulünün daveti de gizlice sürdürülüyordu. Ama Ömer’in pervasızlığı, açık nass karşısında bile kendi görüşünü açıklamasına neden oldu!
(45)
İSLAM’IN BAŞLANGICINDA
ORUÇ HÜKÜMLERİ
Başlangıçta oruç hükmü şöyleydi: Akşam olunca oruçlu şahıs iftarını açardı. Yemek, içmek, cinsel ilişki ve diğer orucu bozan şeyler câiz olurdu. Bu durum yatsı namazını kılana veya uyuyana dek devam ederdi. Yatsı namazını kıldığı veya uyuduğu zaman ertesi akşama kadar oruçlu bir şahısa haram olan şeyler bu şahısa da haram olurdu.
Lakin Ömer, bir gece yatsı namazından sonra karısıyla cinsel münasebette bulundu ve gusletti. Ama daha sonra yaptığı işten dolayı pişman oldu. Bu yüzden Peygamber (s.a.a)’in yanına gelerek şöyle dedi: “Ya Resulellah! Ben, Allah ve sana hıyanet eden bu nefsimden dolayı özür diliyorum.” Daha sonra olup bitenleri Peygamber (s.a.a)’e anlattı.
Tam bu sırada ashaptan bazıları kalkarak yatsı namazından sonra Ömer gibi cinsel münasebette bulunduklarını itiraf ettiler. Daha sonra Allah şu ayeti nazil etti:
Dostları ilə paylaş: |