BİBLİYOGRAFYA:
Lane, Lexicon, V, 1866-1867; Pars Tuğlacı. Okyanus. Ansiklopedik Sözlük, İstanbul 1979, [, 167; İN, 2513; Petit Robert 1. Dicüonnaire de ia iangue Française, Paris 1985, s. 1765; Tirmizî, "Libâs", 1-2; Evliya Çelebi, Seyahatname, I, 615; Fahri Dalsar, Türk Sanayi ue Ticaret Tarihinde Bursa'da İpekçilik, İstanbul 1960, s. 37-40, 58-61, 77-82, 104, 109, 154, 160, şekil 11; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ue 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 114-116; Nevber Gürsu, The Art of Turkish Weauing, İstanbul 1988, s, 29-30, resim 155, 179; SA, I, 128; Pakalın, 1, 111; H. İnalcık, "Harir", El2 (İng.), III, 215; "Atlas", TA, IV, 161-162. j—ı
lifti Sargon Erdem
i— —
ATLI, Halit Lemi
(1869-1945)
Türk mûsikisi bestekârı ve icracısı.
L J
Üsküdar Sultantepesi'nde doğdu. Babası İbrahim Hakkı Bey, annesi Dilber Hanım'dır. Doğumundan bir hafta sonra annesi öldüğünden ablası ve eniştesi tarafından büyütüldü. İki yaşında da babasını kaybetti. Fâtih ve Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi'nden sonra Mülkiye Mek-tebi'ne devam etti. Bu arada özel olarak Türkçe, Arapça ve Fransızca dersleri aldı. On dokuz yaşlarında Dahiliye Nezâreti Mektübî Kalemi'nde ve Takvîm-i Vekâyi' gazetesinde muhabir olarak göreve başladı. Bir müddet sonra da Dahiliye müsteşarı mühürdarlığına tayin edildi. Bu görevde iken 19 Ağustos 1890 tarihinde kendisine saniye rütbesi verildi. 1894'te Dahiliye Nezâreti "ndeki görevinden aynlarak Zabtiye Nezâreti Mek-tûbî Kalemi'ne geçti. Takvîm-i Vekâ-yi'deki muhabirlik vazifesinden 1907'-de ayrıldı ve hayatının bundan sonraki kısmını mûsiki ile meşgul olarak geçirdi. Bir süre İzmir'de de bulundu. Burada Deniz Ticaret Müdürlüğü'nde Liman Dairesi şefi olarak görev yaptı. 25 Kasım
1945'te Suadiye'deki evinde vefat etti ve İçerenköy Mezarlığı'na defnedildi.
Asıl haklı şöhretini mûsiki sahasında göstermiş olan Lemi Atlı bestekârlığı, icracılığı ve hocalığı ile zamanın önemli musikişinasları arasında yer almıştır. Fâtih Askerî Rüşdiyesi'ndeki talebeliği sırasında eniştesi Şefik Bey'in konağında yapılan aylık mûsiki toplantılarında Ke-mânî Şeref Dürrî Efendi, Santûrî Edhem Efendi, Giriftzen Rızâ Bey, Hacı Kirâmî Efendi, Beylerbeyin Hakkı Efendi, Domates Ahmed Bey gibi devrin ünlü sazende ve hanendelerini tanıdı. Bu toplantılardaki fasılların idarecisi Kadıköylü Hafız Yûsuf Efendi'den ilk mûsiki derslerini almaya başladı. On dört yaşlarında iken Hacı Arif Bey'i tanıdı ve yaklaşık iki yıl kadar ondan meşketti. Hacı Arif Bey'in onun üzerinde büyük tesiri olduğu muhakkaktır. Faydalandığı diğer musikişinaslar arasında Hacı Faik Bey, Kadıköylü (Kel) Ali Bey. Bolâhenk Nuri Bey, Püsküllü Osman Efendi, Leon Han-cıyan, Şekerci Cemil Bey ve Tanbûrî Cemil Bey'i bilhassa zikretmek gerekir.
İlk bestesini on sekiz yaşında yapan Lemi Atlı, Türk mûsikisinde şarkı formunun en başarılı bestekârlarından biridir. Eserlerinde hareketli bir üslûp hâkimdir; bilhassa ritm zevki ve melodik ifade özelliği dikkati çeker. Şarkı formunda çok kullanılan makamların hemen hepsinde eser vermiştir. Mehmed Akif Ersoy'un kaleme aldığı İstiklâl Marşı dahil 300'ün üzerinde beste yapmışsa da bunların yarısına yakını unutulmuştur. Eserlerinin bir kısmının unutulmasında nota bilmeyişinin büyük tesiri vardır. Zamanımıza ulaşan 170 eserinden biri saz semaisi, biri marş olup geri kalanları şarkı formundadır.
Lemi atlı aynı zamanda kıvrak bir sese ve hançereye sahip olduğundan köşk ve yalılarda tertiplenen mûsiki toplantılarının vazgeçilmez hânendelerindendi. Gençliğinde "Boğaziçi bülbülü" diye şöhret yapmıştı. İstanbul'da Şark Mûsiki Ce-miyeti'nde, İzmir'de bulunduğu sıralarda da Dârülmûsikî adlı mûsiki mektebinde bir müddet hocalık yapan Lemi Atlı, talebe yetiştirmek hususundaki ciddiyet ve hassasiyetiyle de tanınmıştır.
Türkiye Yayınevi tarafından neşredilen "Canlı Tarihler" serisinde Lem'i Atlı, Hatıraları adıyla bir bölüm de yer almaktadır (bk. bibi.|. Takdim yazısından öğrenildiğine göre bu bölüm Atlı'nın bizzat kendisinin ve yakınlarının notlarından meydana getirilmiştir.
81
BİBLİYOGRAFYA:
Canlı Tarihler: Lem'i Atlı, Hatıraları (nşr. Türkiye Yayınevi), İstanbul 1947, s. 91-145; Ezgi, Türk Musikisi, V, 495-496; İbnülemin, Hoş Sadâ, s. 213-214; Mustafa Rona, Yirminci Yüzyıl Türk Musikisi İstanbul 1970, s. 133-141; İzzettin Ökte, "Lerai Atlı", TMD, 11/18 (1949), s, 7, 15; İlyasTongu. "Türk Musikisi ve Sadettin Arel", ileri Musiki Mecmuası, sy. 112, İstanbul 1957, s. 102; IstA 111, 1303-1311; öz-tuna. TMA, I, 82-84. r—ı
İH NuriÖzcan
ATMACACIBAŞI
Osmanlı sarayında
şikar ağalarından biri ve
Hassa atmacacılar cemaatinin âmiri.
L J
Atmacacılann başlıca görevi, imparatorluğun belli yerlerinden gönderilen avcı kuşlarının bakımını yapmak ve padişahla birlikte sürek avlarına çıkmaktı. Avcı kuşu olarak kullanılan atmacaları taşradaki görevliler yakalardı. Ağ kullanılarak veya başka usullerle yakalanan atmaca yavruları önce insana alıştırılır, daha sonra da avcılıkta alıcı kuş olarak kullanılırdı. Merkezdeki atmacacılann mevcudu XVII. yüzyılın ikinci yarısında kırk beş kişi civarında iken XVIII. yüzyılda otuz kişinin altına düşmüştür. Atmaca-cıbaşı aynı zamanda rikâb*-ı hümâyun ağalarındandı. Derece bakımından sarayın bîrûn* kısmından olan şikâr ağalarının üçüncüsüdür. Rütbece çakırcıba-şi* ve şahindbaşı*nın altında idi; terfi edince şahincibaşı olurdu. Genellikle Şahinci Ocağı kethüdâlığından gelen at-macacıbaşının tayin ve azli, çakırcıbaşı veya şahincibaşının arzlanyla yapılırdı.
Taşradaki atmacacılar timar'lı ve bazı vergilerden muaf idiler. Bunlar vazifelerine göre kendi aralarında yuvacı, yavrucu, götürücü, gürenceci (veya güreneci) ve sayyad gibi kısımlara ayrılırdı. Hem müslüman hem de hıristiyanlardan at-
macacılar vardı. Öteki avcı kuşu yetişti-ricileriyle birlikte atmacacılann da bağlı oldukları vilâyet, sancak ve kazalarda hizmetlerini, isimlerini, ellerindeki dirlik* lerin gelirlerini gösteren ayrı defterler mevcuttu.
BİBLİYOGRAFYA:
Sertoğlu, Tarih Lügati, s. 125; BA, KK, nr. 258, 7170; BA, İbnülemin-Saray, nr. 2398, 2615; BA, Cevdet-Saray, nr. 3369/3, 5891; Koçi Bey, Risale (nşr. Ali Kemali Aksüt), İstanbul 1939, s. 91; Ayn-i Ali, Risale-i Vazlfehorân, s. 95, 115; Barkan, Kanunlar, I, 278, 280, 285; Avni Ömer, "Kânûn-ı Osmânî Mefhûm-ı Defter-i Hâka-nî" (nşr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı), TTK Belleten, XV/59 (1951), s. 395; Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 420-425; Ahmet İşık, Osmanlılarda Avcı Kuşu Yetiştiricilerinin Statüsü (yüksek lisans tezi, 1986). 10 Ed.Fak,, Tarih bl., s. 17-19; TA, IV, 171. m
Iffl Abdüi-Kadir Ozcan
ATMEYDANI
Osmanlılar zamanında
İstanbul'da Sultan Ahmed Camii'nin
önündeki meydana verilen ad.
Bizans döneminde Ayasofya'nın güneybatısında yer alan ve araba yarışları yapılacak şekilde düzenlenmiş bulunan meydan Hippodromos (hipodrom, at koşusu alanı) adıyla anılmış ve çeşitli siyasî olaylarla bazı ayaklanmaların başladığı bir yer olarak büyük önem taşımıştır. Yapımına Roma İmparatoru Septimius Severus (193-211) devrinde başlanan ve orta çizgisine Mısır'dan getirilen dikilitaş ile Delphoi Apollon Mâbedi'nden getirilen Burmalı Sütun gibi ünlü anıtlar dikilen bu meydanın, "Bizans'ta Tanrı Ayasofya'ya, imparator saraya, halk da Hipodrom'a sahiptir" sözüyle vurgulanan siyasî önemi Osmanlılar zamanında da kısmen devam etmiş, özellikle XVII-XIX. yüzyıllar arasında sipahi ve yeniçeri ayaklanmalarına sahne olan meydanda ünlü Atmeydam Vak'ası da cereyan etmiştir.
İstanbul'un fethinden sonra, ortasında Hipodrom'un bulunduğu bu alan, At-meydanı adı ile at yarışlarının ve cirit oyunlarının yapıldığı bir yer olarak varlığını sürdürmüştür. Ayrıca saraya yakın oluşundan dolayı değeri artarak çevresine inşa edilen önemli yapılarla yeni bir görünüm kazanmış, bayram şenlikleri ve saray düğünleriyle şehir hayatının merkezi haline gelmiştir. Atmeyda-ru'nın Divanyolu girişine 1491 yılında Fi-ruz Ağa Camii, batısına XVI. yüzyıl başında İbrahim Paşa Sarayı, Kanunî Sultan Süleyman devrinde Mimar Sinan'ın yaptığı su yoluna ait bir sıra çukur çeşme ile bunun üst tarafına Oğlan Şeyh olarak tanınan İsmail Ma'şûki'nin makamı ve Üçler Namazgahı (sonra camii), doğusuna 15S3'te Haseki Hamamı ile 1617 yılında tamamlanan Sultan Ahmed Camii, türbe, dârülkurrâ ve vakıf dükkânlar yapılmıştır. 1. Ahmed'in inşa ettirdiği yapılar topluluğuna bağlı imaret ve dârüşşifa ile, alan güneyden sınırlanmıştır. Çeşitli kaynaklar, bu önemli inşaattan önce meydanı paşa saraylarının çevrelediğinden bahsetmektedirler. Geçen yüzyılda Üçler Camii tamamen ortadan kalkmış, sadece hazîresinden üç mezar kalmıştır.
İstanbul'un fethinden önce yapılan gravürler Hipodrom'u, güney ucu ile ortada sıralanan anıtlar dışında, yıkıntı halinde gösterirler. Beydn-ı Mendzii-i Se-fer-i Irâkeyn'de 1537 yılına tarihlenen İstanbul manzarası, Atmeydam'nı çevresindeki yapılar, ortasındaki anıtlar ve güney ucunda yer alan sütunlarla gösterir. Ayrıca bu minyatürde, o sırada henüz cami haline getirilmemiş Üçler Namazgahı gayet ayrıntılı olarak gösterilmiştir. Cornelius van Loos'un 1710 yılına ait olan gravürü ise bugüne ulaşmayan imaret ve dârüşşifayı da göstermektedir.
Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı ve damadı Makbul (Maktul) İbrahim Pa-şa'nın 1524 yılında yapılan düğünü sırasında at koşuları, atlıların direkler üzerine geçirilen çömleklere mızrak atmaları, güreşler, ip üzerinde yürüme, yağlı direğe tırmanma, çeşitli vücut gösterileri, soytarı oyunları, verilen armağanların ve gelin çeyizinin taşındığı alaylarla gerçek bir şenlik olarak bu meydanda yapılmış, on beş gün on beş gece süren düğünde geceleri de donanma fişekleri atılmıştır. İbrahim Paşa Budin'in fethinden (1526) sonra İstanbul'a getirdiği He-rakles, Diana ve Apollon'dan oluşan üç-
lü bir tunç heykel grubunu Atmeydanı'n-da kendi sarayının önüne diktirmiş, fakat halkın tepki göstermesi üzerine bunlar kaldırılmıştır. Hünernöme'nın II. cildindeki bir minyatürde (TSMK, Hazine, nr. 1524) bu heykeller açıkça görülebilmektedir.
Kanûnrnin şehzadeleri Mustafa, Meh-med ve Selim'in 1530 yılında yapılan sünnet düğünü sırasındaki şölenler, kâ-sebaz-hokkabaz oyunları, at yarışları ve gece yapılan ateş oyunları ile geçmiş, padişah, İbrahim Paşa Sarayı divanhanesi şahnişininden haika altın ve gümüş paralar atmıştır. Fransa ile ilk kapitülasyon anlaşması da 1536 yılında, İbrahim Paşa'nın idam edilmesinden kısa bir süre önce, Fransız elçisi La Forât ile İbrahim Paşa tarafından bu sarayda imzalanmıştır. İbrahim Paşa'nın idamından sonra bir bölümü XVII. yüzyıl ortalarına kadar İç Oğlanları Ocağı olarak kullanılan ve Atmeydanı Sarayı diye de anılan İbrahim Paşa Sarayı, II. Selim döneminde Zal Mahmud Paşa'ya, III. Murad döneminde Bosnalı İbrahim Paşa'ya. daha sonra da Yemişçi Hasan Paşa'ya verilmiş, bugün ise restore edilerek Türk ve İslâm Eserleri Müzesi haline getirilmiştir.
Kanûnî'nin diğer şehzadesi Bayezid'in sünnet düğünü U539) ile Osmanlı sarayının en muhteşem düğünü olduğu bilinen III. Murad'ın şehzadesi Mehmed'in sünnet düğünü (1582) yine Atmeydanı'n-da yapılmıştır. Şehzade Mehmed'in sünnet düğünü elli iki gün elli iki gece sürmüş, eğlenceler bilhassa esnaf alayları ile dikkat çekici hale getirilmiştir. İbrahim Paşa Sarayı'nın mimari özelliklerini
de gösteren müeilifi ve musavviri bilinmeyen ve daha çok ///. Murad Surnâme-si adıyla meşhur Surnâme'üe (TSMK, Hazine, nr. 1344) minyatürlerinin canlı biçimde tasvir ettiği, küçük tekerlekli dükkânlarda işlerini yapan esnaf ve yürüyen bir hamamda müşterilerini yıkayan tellâklar gibi günlük hayattan alınmış sahneler, bu düğün münasebetiyle o devrin esnafı hakkında değerli bilgiler vermektedir.
XVII. yüzyılda Marquis de Nointel, IV. Mehmed'in Atmeydanı'nda kurulan bir buçuk yılda hazırlanmış otağını gördüğünü; Silâhtar Mehmed Ağa, 1660 yılında çıkan yangında halkın civar mahallelerden gelerek Atmeydanı'na yığıldığını, sıkışıklıktan "boyun döndürmeye, nefes almaya" imkân olmadığını, alanı dolduran kalabalığın "mahşer günü"ne örnek teşkil ettiğini; XVIII. yüzyılda Poujoulat Atmeydanı'nda cirit oynandığını; 1782 yılında İstanbul'a gelen Comte de Fer-rieres-Sauveboeuf, İbrahim Paşa Sara-yı'nı oldukça kötü bir durumda gördüğünü, alanın çevresinin yangınlarla genişlemiş olduğunu, burada bazı günler cirit yarışlarının yapıldığını, bazı günler de bir at pazarının kurulduğunu; Cevdet Paşa ise 1777 yılında Hindistan'dan gelen bir filin Atmeydam'nda halka gösterildiğini yazmaktadırlar.
1863 yılında ilk genel sergi, XIX. yüzyılda Sultanahmet Meydanı adıyla anılan
Atmeydanı'nda açılmış, Abdülaziz döneminde Zaptiye Nâzın Hüsnü Paşa alanı bir park olarak düzenlemiştir. 1919 yılında, İzmir'in işgali üzerine yapılan açık hava toplantısı ise burayı millî mukavemetin hareket noktalarından biri olarak tarihe geçirmiştir.
XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başlarında inşa edilen yapılar, bu tarihî meydana bugünkü görünümünü vermişlerdir. İbrahim Paşa Sarayı'nın yanına inşa edilen Defter-i Hâkânî Nezâreti, güney uçta yer alan imaret ve dârüşşifanın yerine yapılan Mekteb-i Sanayi, 1901 yılında yapılan Alman Çeşmesi eski Atmeydanı'na yeni katılan yapılardır. Mekteb-i Sanâyi'nin bir bölümüne yerleşen ticaret mektebi, halen Marmara Üniversitesi rektörlük binası olarak kullanılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA:
Matrakçı Nasuh. Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irâkeyn (nşr. Hüseyin G. Yurdaydın), Ankara 1976, vr. 8b; Konyalı, istanbul Sarayları, s. 1-27; Nurhan Atasoy. İbrahim Paşa Sarayı, İstanbul 1972, s. 12-14; Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Ankara 1982, s. 35-
3e- İTİ
Mİ Tanju Cantay
ATOM (bk. CEVHER).
ATPAZARÎ OSMAN FAZLI
(ö. 1102/1691)
Âlim, mutasavvıf; İsmail Hakkı Bursevî'nin şeyhi.
1041 "de (1632) Şumnu'da doğdu. İlk bilgilerini babası Fethullah Efendi'den aldı. Ailesi ve hayatının ilk on yedi yılı hakkında yeterli bilgi yoktur. Daha sonraki yıllarını müridi ve halifesi İsmail Hakkı Bursevî'nin eserlerinden tesbit etmek mümkündür. İlk tahsilini Şumnu'da tamamladıktan sonra Edirne'ye giderek Aziz Mahmud Hüdâyrnin halifesi Saçlı İbrahim Efendi'ye intisap etti. Burada sıkı bir riyazet hayatı yaşayan Osman Fazlı, şeyhinin kendisine kızını vermek istediğini anlayınca artık feyiz alamayacağını düşünerek Celvetiyye'nin Üsküdar'daki merkez tekkesine gitti. Yaşlı bir derviş ona, tekkenin şeyhi ve Hüdâyrnin kızından torunu olan Şeyh Mesud'-un meczup olduğunu, irşada yetkili olmadığını, bu konuda Zâkirzâde Şeyh Abdullah'ın kendisine daha faydalı olacağını söyledi. Osman Fazlı, Zeyrek Camii'-
nin yanında tekkesi olan bu Celvetî şeyhine intisap etti ve sekiz yıl kadar burada kaldı. Bu arada çeşitli hocaların derslerine devam ederek zahirî ilimlerle ilgili bilgilerini geliştirdi. Şeyhinin her salı günü Fâtih Camii'nde icra ettiği Celvetî zikrine de devam etti. Bu yıllarda içine doğan duyguları kaleme almaya başladı. Bunları Zâkîrzâde'ye gösterdiğinde şeyhi ona sözlerinde "Şeyh-i Ekber zevki" bulunduğunu söyledi.
Bir müddet sonra şeyhi Atpazarî'yi Edirne'ye bağlı Aydos kasabasına halife olarak gönderdi. Birkaç yıl burada vaaz ve irşadla meşgul olan Atpazarî, "vahdetin yüzünden kesret perdesinin açılması ve âfakta vahdet nurunun zuhuru" diye tarif ettiği bir tecelliye nail oldu. Şeyhinin ölümünden sonra Filibe'ye gitti (1068/1657-58). Burada gördüğü büyük ilgiyi çekemeyenler onu devlet yetkililerine şikâyet ettiler ve Filibe'den göç etmeye zorladılar. Osman Fazlı İstanbul'a geldiğinde (1672), daha önce Filibe'de kadı iken tanıdığı Esîrî Mehmed Efendi'nin şeyhülislâm olduğunu öğrendi ve durumunu ona arzetti. Şeyhülislâm da Filibe kadısına hitaben bir mektup yazarak kendisine verdi. Filibe'ye dönen Osman Fazlı gördüğü bir rüya üzerine tekrar İstanbul'a gitti. İsmail Hakkı'nın Tamâmü'1-feyz adlı eserinde anlattığına göre bu yıllarda sıkıntılı bir hayat geçiren Atpazarî daha sonra Fatih Atpa-zan'nda Manisalı Mehmed Paşa Camii'-nin içinde kurduğu tekkeye yerleşti. Sohbetlerinde vahdet-i vücûd* çizgisini takip ettiğinden ulemânın tepkisini çekti. Sadrazam KÖprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa ile görüşmesi durumu biraz yatıştırdı. Tekkedeki irşad faaliyetlerinin yanı sıra cuma günleri Vefa Camii'nde, çarşamba günleri de Süleymaniye Camii'nde vaaz vermeye devam etti.
1683 Avusturya seferi sebebiyle devlet ricâliyle arası açıldı. Ona göre bu sefer Osmanlılar'ın hayrına değildi, barış yapılmalıydı. Ayrıca Kara Mustafa Paşa bu işleri becerebilecek bir kabiliyete de sahip değildi. Bozgundan sonra IV. Mehmed kendisini sohbet için Edirne'ye davet ettiğinde konu ile ilgili düşüncelerini padişaha açık bir şekilde arzetti. Sultan memnuniyetini bildirdiyse de Sadrazam Kara Kethüda İbrahim Paşa'nın faaliyetleri neticesinde Şumnu'ya sürgün edildi. Üç ay sonra yeni sadrazam Bosnevî Süleyman'ın daveti üzerine Osman Fazlı Edirne'ye döndü ve IV. Mehmed ile birlikte İstanbul'a geldi. Daha
sonra 1689 Belgrad Seferi'ne davet edildi. Sadrazam Tekirdağlı Bekrî Mustafa Sofya'ya vardıklarında geri dönmesini istedi. Osman Fazlı da ordu bozguna uğrayıp geri dönünceye kadar Sofya'da kaldı, daha sonra İstanbul'a döndü. Burse-vî'nin ifadesine göre bu olaydan sonra devlet yetkilileriyle ilişkisini kesti. KÖprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında Magosa'ya sürülen Atpazarî Konya, Lârende, Silifke, Lefkoşe yoluyla Magosa'ya gitti. İsmail Hakkı Bursevî, Atpazarfnin oğlu Mustafa, Osman Dede, Yakut Dede ve Yahya Dede ile birlikte 1690 yılında Magosa'ya giderek şeyhini ziyaret etmiştir. Atpazarî 17 Zilhicce 1102'de (11 Eylül 1691) vefat etti ve Magosa'da defnedildi. Daha sonraki yıllarda türbesinin yanına Kutub Osman Tekkesi inşa edildi.
Kutub Osman, Fazlı-i İlâhî, Emîr Efendi diye de anılan Atpazarî. XVII. yüzyıl Anadolu ve Rumeli topraklarında gelişip yayılan tasavvuff düşüncenin önemli simalarından biridir. Kadizâde Şeyh Mehmed Efendi (ö. 1045/1635-36) ile Ab-dülmecid Sivâsî'nin vahdet-i vücûd üzerine tartışmalarının olduğu bir dönemde sürekli olarak Fuşûşü'l-hikem'ı okuyan, okutan ve açıklayan Atpazarî'nin hayatındaki sürgün ve sıkıntıların temelinde bu vahdet-i vücûdcu meşrebini ara-
mak gerekir. İsmail Hakkı Bursevî KM-bül-Hİtâb'üa Atpazarî'nin bu durumu kısmen örtmek için etrafındakilere zahirî ilimleri de okutmaya başladığını kaydeder. Onun iki önemli eserinin Sadred-din Konevî tarafından kaleme alman eserlerin şerh ve haşiyesi olması da vahdet-i vücûd görüşüne bağlılığını gösterir. Eserleri vahdet-i vücûd düşüncesi açısından bir orijinallik taşımamakla birlikte müellifin kendi ilham ve varidatının (bk. uârid) mahsulü olmaları sebebiyle önemlidir.
Kaynaklara göre Atpazarî Rumeli, Anadolu ve Hicaz bölgelerine 150'ye yakın halife göndermiştir. Celvetiyye'nin Hak-kıyye kolunun pîri olan İsmail Hakkı Bur-sevfyi bunların başında saymak gerekir. Kendisinden sonra İstanbul'daki dergâha şeyh olan oğlu Mehmed Cûdî Efen-di'den başka meşhur halifelerinden bazıları şunlardır: Seyyid Abdülbâki Efendi (Edirne), Ahmed Efendi (Aydos), Ali ed-Debrevî (Eşteb), Mehmed Efendi (Mısır), Mehmed el-Karinâbâdî (Siroz).
Eserleri. 1. el-Lâ 'ihâtü'J-berkıyyât iî keşü'l-hucüb ve'I-estâr "an vücûhi esrarı ba'zi'l-ehâdîş ve'J-âyât. Bazı âyetlerin tasavvuff yorumunu yaptığı bu eserinde gönlüne doğan bilgileri vahdet-i vücûd çizgisindeki bir tasavvuf anlayışıyla kaleme almıştır. Çeşitli sûrelerden altmış altı âyetin tefsirini ve birkaç hadisi ihtiva eden eser müridi İsmail Hakkı Bur-sevî'nin meşhur tefsiri Rûhu'i-beydn'ın temel kaynaklarından biridir. Müellif nüshasından (Süleymaniye Ktp., Reîsülküt-tâb, nr. 511/I) başka nüshası bilinmemektedir. 2. Mişbâhu'l-kalb. Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'1-ğayb adlı eserinin şerhidir. Müellif nüshası Süleymaniye Kü-tüphanesi'ndedir (Reîsülküttâb, nr, 511/ 2). 3. Mir^âtü esrâri'l-'irfan. Sadreddin Konevî'nin Fatiha tefsirinin hâşiyesidir (Süleymaniye Ktp., Râgıb Paşa, nr. 120). 4. Tecelliyâî-ı Berkıyye. İbnü'l-Arabi'nin bir kasidesinin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb, nr. 511/3), 5. Fetlm'l-bâb. Münazara ilmine dair Risâîetü'l-cAdu-diyye'nin şerhidir {îzâhu'l-meknûn, 1, 565). 6. Hediyyetül-mütehayyirîn. Hikmet ve kimyadan bahseder (Süleymaniye Ktp,, Esad Efendi, nr. 3491). 7. Ğöye-tül-müntehob. İksir ilmi ile ilgilidir [Keş-fü'z-zunûn, 11, 1811). 8. Haşiye calâ Muhtasarı '1 -Me cânî, Muhtaşarü'1-M.e cânî'-nin diğer bir haşiyesi olan Hâşiye-i Mag-ribiyye ile birlikte basılmıştır (İstanbul 1276).
Diğer eserleri de şunlardır-. Hâşiye-i Mutavvel (Süleymaniye Ktp., Lâleli, tır. 2821); Tulü'u'ş-şems ve'S-işrâk (Süleymaniye Ktp., İzmir, nr. 321); Mektûbât (Süleymaniye Ktp., Tâhir Ağa, nr. 608); Ri-sâle-i Rahmâniyye îî beyânı kelime-ti'1-insâniyye; Şerh-i Telvîh ve Şerh-i Tenkîh.
BİBLİYOGRAFYA :
■ Atpazarî. el-Lâ' İhâiü'l-berkıyyât (haz. Bed-reddin Çetiner), DİA Ktp., nr. 10.674, Giriş, s. 22-65; Keşfü'z-zunûn, II, 1181; İsmail Hakkı Bursevî, TamSmü'l-feyz, Süleymaniye Ktp., Halet Efendi, nr. 244, vr. 89M67a; a.mlf.. Silsilename-i Celuetî, Süleymaniye Ktp., Şazelî Tekkesi, nr. 63, vr. 46a-47h; a.mlf., Mecmûatü'l-esrâr, Atıf Efendi Ktp., nr. 1500, vr. 73b-101b; a.mlf., Kitabü'l-Hitab, İstanbul 1292, s. 295; Uş-şâkizâde İbrahim Efendi. Zeyl-İ Şakâik (nşr. H. I. Kissling),Wiesbaden 1965, s. 686; Râşid, Târih, III, 123-124; Hüseyin Vassâf, Sefine, III, 22-26: Osmanlı Müellifleri, I, 15; İzâhı/l-mek-nûn, I, 565; HediyyelÜ'l-cS.riftn, I, 657-658; Mehmet Ali Ayni, Türk Azizleri!: İsmail Hakkı Bursalı, İstanbul 1944, s. 23-49; Oktay Aslana-pa, Kıbnsta Türk Eserleri, İstanbul 1975, s. 25; Sâkıb Yıldız, L'Exege!.e Turc Ismâ'll Hakki Bu-rûsaıvl Sa Vie, Ses Oeuures et La Methode dans son Tafsîr Rüh al-Bayân (doktora tezi," 1972), L'üniversite de Sorbonne (yayımlanmamış müellif Öze! nüshası), s. 23-40; Bursalı Mehmed Tahir, "Atpazarî Osman Fazlı-i İlâhî", SR, sy. 28/210 (13301, s. 29-30.
H SÂkıb Yıldız
ATPAZARİ TEKKESİ
XVII. yüzyılın ikinci yarısında
İstanbul, Fatih Atpazarı'nda kurulan
günümüze ulaşmamış bir tekke.
Fâtih devri ulemâsı ve devlet ricalinden Manisalı Mehmed Paşa (o. 1495) tarafından yaptırılan ve kendi adıyla anılan caminin içinde yer alır. İnşa tarihi kesin olarak bilinmeyen bu caminin Fâtih devrinde (1451-3481) yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Ancak vakfiyesi 909 Rebîülevvel (Eylül 1503) tarihlidir. Geceleri şehrin çeşitli yerlerinde nöbet tutan on iki yeniçeri çorbacısı görevlerine dağılmadan önce akşam namazlarını topluca burada kıldıkları için cami Kul Camii adıyla da anılagelmiştir. Atpazarî Tekkesi ise Fazlı-i İlâhr, Atpazarî ve Kutub lakapları ile tanınan Şeyh Osman Efeh-di'nin (ö, 1691) XVII. yüzyılın ikinci yansı içinde bu camiye "vaz'-ı meşîhat" etmesinden sonra kurulmuştur. Başlangıçta Atpazarî Osman Efendi'nin mensup olduğu Celvetiyye tarikatına bağlı iken onun Magosa'ya sürülmesinden sonra Şâbâ-niyye'ye, 1865'ten itibaren Sünbüliyye'ye,
1885'ten sonra da tekrar Celvetiyye'ye intikal etmiştir. Tekkenin Fatih ve çevresini etkilemiş olan yangınlarda zarar gördüğü ve birtakım tamirler geçirdiği, hatta yeniden inşa edildiği tahmin edilebilir. Her şeye rağmen Manisalı Mehmed Paşa Camii'nin XX. yüzyılın başlarında ayakta olduğu ve Atpazarî Tek-kesi'nin de faaliyetini kesintisiz sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 1901'de çıkan bir yangında ve 1918 Cibâli-Fatih yangınında büyük ölçüde tahribe uğrayan cami uzun süre dört duvardan ibaret bir harabe halinde kalmış, 1964'te bu duvar bakiyeleri yıktırılarak yalnızca dış ebadı korunmak suretiyle yeniden inşa edilmiştir.
İlk yapısından günümüze hiçbir şey ulaşmadığı için Atpazarî Tekkesi'nin mimari Özellikleri bilinmemektedir. Ancak tekkenin, tevhidhane olarak kullanılan cami İle bunun avlusu etrafında yer alan bir harem dairesi ve derviş hücrelerinden ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Zaman içinde çeşitli onarımlar geçirdiği muhakkak olan bu yapıların ilk konumları pek fazla değişmemiş olsa gerektir. Günümüzde tekkeden artakalan yegâne unsurlar cami-tevhidhane ile güneyinde yer alan küçük hazrredir. Kareye yakın dikdörtgen planlı kagir duvarlı ve ahşap çatılı olan bu yapı mütevazı bir mescid niteliğindedir. Aslında duvarları moloz taslar ve tuğlalarla özensiz bir biçimde örülü iken son ihyasında almaşık olarak bir sıra kesme köfeki taş ve iki sıra tuğla ile itinalı şekilde örülmüştür. Her cephesinde ikisi altta, ikisi de üstte olmak üzere dörder pencere vardır. Alttakiler mermerden söveler, demir parmaklıklar ve aynaları köfeki-den mamul tuğladan örülü sivri tahfif kemerleriyle üsttekiler ise çift kat alçı pencerelerle donatılmıştır. Hazîrede Manisalı Mehmed Paşa başta olmak üzere bazı devlet ricali, ulemâ ve tekke mensuplarının kabirleri bulunmaktadır. Bunlar arasında caminin banisine ait olanı XV. yüzyıl Osmanlı mezar taşlarının güzel bir örneğini teşkil etmektedir. Hazîrede bulunan Anadolu Kazaskeri Molla-cıkzâde İshak Efendi'nin dayısı Ahmed Efendi'ye (ö. 1113/1701-1702), kızkarde-şi Hatice Hatun'a (ö. 1144/1731-32) ve kayınvalidesi Rukiyye Hatun'a (ö. 1166/ 1753) ait müşterek bir mezar taşı çok değişik tasarımı ile dikkati çekmektedir. Yekpare bir mermer kitlesi yan yana .bitişik duran üç müstakil mezar taşı görünümü verecek şekilde işlenmiş, ön
Dostları ilə paylaş: |