ÖNSÖZ
Gerçekleşen diyalogda, diyaloğun tabiatı gereği, kimi zaman sebep-sonuç bağlamında sıralanmamış kavramlardan söz edilmektedir. Yazının akışı esnasında, diyaloğu gerçekleştiren kişiler arasında, ayrılmanın etkisiyle, boşluklar, aralar ve mesafelerden ortaya çıkan iki senkronik monolog hissiyatı doğabilir. Bu, onların metnin işlenişi sırasında daha da derin bir uyumluluk yakalamak için yaptıkları seçimden başka bir şey değil.
‘DÜĞÜMLER’
Hale Işık Resmi Üzerine Bir Diyalog*
E.M. Diyaloğumuzun, pentür kökenli resimden, ‘ gösteren-belirleyici eylem’ olarak bahsedeceğini söyleyerek, yani biçimden veya dil düzeninde yerleştirilmiş görüntüden, bir metafor veya retorik bir figür olarak söz ederek, bu terim çevresinde hareket edeceğini ekleyerek başlayabiliriz.
H.I. Tabii.
E.M. Üretilmiş resmin, artık görülebilen bir düşünce olduğu aşikârdır. Simonide, resmin, sessiz şiir olduğunu ileri sürüyordu. Bu yüzden biz, şu an , ‘gösteren eylem’ deyiminden bahsedelim, seninle bu deyim üzerinden konuşmak istiyorum. XIX. yüzyılda, söz/ resim ilişkisini ilk ele alan kişi olduğunu hatırlatmamdaki kuralcılığım için beni bağışlayacağını umuyorum. Yazının kullanımıyla, resimsel materyal bir kesişim oluşturarak edebiyat ve sanat kritiğinde bir topos durumuna gelmiştir. Böylece, resmedilen figürün ontolojik biçimi, bir çeşit yazıdır, çünkü okumayı bilmeyen kişilerin okuması için yapılmıştır. Bir çeşit hiyeroglif diyebiliriz, kelimeyi bu anlamda kullanmama izin verirsen.
H.I. Aslında ‘hiyeroglif’ ifadesi, resmin ‘okunan/okunabilen’ bir dil olması meselesi, çok arkaik bir içgüdüden doğuyor. Bir tür ‘yazı öncesi yazı’ aslında. Çok insani bir güdüden kaynaklanan bir tür ‘dil icat etme’ hali insanın. Ve ne ilginçtir ki bugün hala Anadolu halkının sözlü edebiyat geleneğinde, mağara resimleri için, resim/ tasvir sözcüğü yerine, yazılı kaya diye bir sözcük kullanılıyor. Belki bugün bile, içgüdüsel ve kadim bir bilgi olarak resmi hiyeroglif gibi ‘okumak’ , günlük hayat içinde hala sürmekte. Ve resme, resim olarak, sadece ‘O’ olarak bakmak, gerçekten öğrenilmesi gereken bir şey. O bölge, yenidünya insanının entelektüel, düşünsel alanına ait yeni bir yer.
E.M. Öyleyse resmin, yalnızca farklı değil, aynı zamanda yazıya göre daha bağımsız anlatım biçimlerini uygulamaya koyduğunu söyleyebiliriz. Şu an senin resimlerini ele aldığımızda, senin resimlerinin ifadesel - boyasal yüzeyinin, anlatıma dayalı yüzeyin önüne geçtiği görülmekte. Nitekim şimdi, temsil etme tarzına, temsil edilenden daha fazla dikkat edilmekte ve bu yalnızca ‘işaret edenin’, ‘işaret edilenden’ daha öne çıktığı bir çağda yaşadığımız için değil. Senin resimlerinde figürler, sınırların kalkması ile özgürleşiyorlar. Ancak görülmek için onlar. Nasıl olurlarsa olsunlar, okunmak için yaratılmamışlar. Çalışmalarını gözlemlediğimde, nasıl ‘görebileceğimi’ öğreniyorum. Semiologlar, bir resmin okunamayacağını, yalnızca görülebileceğini söylüyorlar, Klee’nin, bir resmin, görmenin ne olduğunu gösterdiği fikriyle aynı çizgide olarak. Bir resim bize neyi görmemiz gerektiğini gösterdiğinde, görülmekte olanla, gören arasındaki mesafeyi yok eder. Sanatsal eylem, süblim bir fikrin güçlü bir ifadesidir ya da kişisel bir tecrübenin kuşkusuz olarak süblim olmasa da, tek olup, ancak süblim şekilde ifade edilişidir.
H.I. . Evet. Resim kendi öznel meseleleri olan, başlı başına bir dil. Söylediğin gibi, bu çok önemli bir nokta. Çünkü bu yeni bakış açısı, insanın resimle olan ilişkisini, ona bakma, ilişkiye geçme biçimini tamamen değiştiriyor. Resmi ,‘okunan - hikâye anlatan’ bir dil olmaktan çıkarıp, insanın fiziksel, sinirsel duyularına dokunan bir yapı, bağımsız, sadece kendinden menkul bir kişilik haline getiriyor. Bu önemli bir dönüşüm. Aksi halde resim, bir tür ‘ çeviri’ ya da bir dilin başka bir dildeki karşılığı olarak çalışacaktı. Kendi malzemesi ve gövdesi ile özerk bir dil olarak değil. Görme biçimindeki bu dönüşümle, insan aklının evriminden bahsediyoruz…
E.M. Sözünü kestiğim için özür dilerim ama senin resim yapma biçiminin, hareketlerinin bana bir sismografı hatırlattığını söylemek istiyorum.
H.I. Bu benim için ilginç ve önemli bir metafor Elio. Zaman zaman benim de resim yapma pratiğini sismograf olarak düşündüğüm oluyor. Resim ve fiziksel dünya arasındaki ilişki sanırım ancak böyle bir metaforla açıklanabilir. Ve de, sismografın bir tür ’kayıt cihazı’ olması önemli benim için. Tanıklık eden, dinleyen, kaydeden bir gövde/ mekanizma.
E.M. Gövdeni, elinde fırçayla, hudutlarını bir araç yardımıyla genişletmekteyken tahayyül ediyorum. Gövdemiz, elindeki enstrümanla hudutlarını, enstrümanı içinde barındırarak, becerili bir protez haline getirerek duyumsamasını en sonuna kadar götürmektedir. Bir körün, bastonuyla alanları keşfetmesi gibi, gövdemiz, bir makina-cihaz aracılığıyla hudutlarını geliştirerek kendisini yayar, bir makina, bir tecrübe makinası haline gelir, sismograf örneğinde olduğu gibi.
Gövden, yeraltından gelen titreşim dalgalarını, senin yeraltından gelen ayaklanmaların hareketini kaydediyor.
H.I. Kendi adıma ,resim yapma pratiğinin kesinlikle böyle olduğunu söyleyebilirim..
E.M. Böylece senin tuvalin, uzaktaki bir cismin bir yüzeyde temsil edilmesi değil, bir iz gibi, ruhtan alınmış bir gerçeğin materyalinin, senin izlenimlerini yansıttığın bir ekran haline geliyor. Bir gerçeğin resimsel ekrana yansıtılması.
H.I. ‘Ekran’, hem ressamın hem de resme bakanın iç dünyasını gösteren bir sahne yaratıyor. Aslında, bana göre, ekran sadece ressamın ve resme bakanın önündeki bir obje değil, aynı zamanda içeride olan da. İnsanın yeraltını yansıtma düşüncesini besleyen bir ‘ekran’, çok derin ve anlatması çok zor bir duygu yaratıyor. Çok iyi bildiğim ‘tekinsiz’ bir yer orası. ‘Ekran’dan hemen sonra ‘görüntü’, ‘görünen şey’ fikri düşüyor aklıma. …Görüntüler dünyasıyla sonsuz bir çarpışma…
E.M. Bir alana yapılan en spontane uygulama, soyut olan, yazımdır. Şimdi, sismografın yaptığı titreşimleri göz önünde bulundur. Renkler, çizgiler, değerler ve jestlerle iletişim kuran bir ifade sistemi. Daha önce söylediğimiz gibi figür, daha doğrusu figür/arka plan veya figür/dayanak ilişkisinin kayboluşta farkları yok ederek özgürleşmesi. Bir şekilde başka bir şeyi yapılandırma çaban için bir başkasını yapı bozumuna uğratıyorsun. Gövdenin jesti tarafından çağrılmış bir başka biçimin ortaya çıkması. Bir görünüş değil, bir vizyon olma kişiliğine büründüğü andan itibaren sübjektif oluyor. Düşün...
Görüş bir derinliğe sahipken ,vizyon bir düzlemin yüzeyinde gelişir. Düzdür. Yüzeye çıkan figür ya da biçim, bir jestin işaretinden gelen bir gizemin objesinin, objeye dönüş sürecinin tahayyülünden başka nedir ki…
H.I. Evet, gerçekten de bu. Daha iyi anlatamam…
E.M. Daha iyi anlatmak zorunda değilsin çünkü sen yapıyorsun. Ben senin ne yaptığını anlamayı, tanımlamayı deniyorum. Sen, resim sanatının geleneksel lisanı olan pentürü kullanarak, pentür uygulama biçimlerini yeniden, yeni biçimlerde diriltmek için çalışıyorsun, yüzyılların büyük yaptığı, yücelttiği sanat eylemi bilgisini yeniden yapılandırmak için. Bu noktada, ego ile emek arasındaki ebedi savaş- mücadele ortaya çıkıyor.
H.I. Sürmesi gereken bir mücadele… Evet.
E.M. Resimsel materyal, arzu ve istekle birleşir. Onun kendi kendisini ifadesidir. İşte burada devreye girer arzu ve istek. Ortadan kalkmış, yapı bozumuna uğratılmış biçimin anımsanması ,’hissiyatta’ barınmaktadır ve his sicilinde muhafaza edilir. Bir his objesidir. Bir aktarma operasyonu olup, hissetme duyusu üzerinden var olmaktadır. Resim ‘şey’ haline geldiği, gövdeleştiği zaman, dünyanın taklidi veya yorumu değil, ‘şey’ olan kendisinin artık, görülmeyeni görülür kılmasıdır. Resim, söylediği şeyin biçimini alır.
H.I. Bir resim üzerinde çalışırken, resmin yapısı, sürecinin gereklerine göre gelişiyor.
.E.M. Şimdi, önceden kullandığımız bağlamda, dil uygulamalarından gelen ‘gösteren eylem’ den bahsedilmediği ortaya çıktı. Başka bir düzlemde ele alıyoruz anlamı. Değişmeden kalanla alakası var şu an: hareket-jest. Kişisel jest, hiçbir zaman görünümün devam eden oluşunda taklit değil, görünüm neyse onun değiştirilemeyen ifadesidir.
H.I. Şu an, geçiyor olduğumuz dönemde, insan algısı üzerine yeni bir görüntü çökmekte… Görüntüler dünyası değişmekte. Şimdi tecrübe ettiğimiz Doğa farklı bir çeşit Doğa. Modernizmle gelen yeni görüntü, kendine özgü yeni bir vahşi çevre imajı teşkil ediyor. Dünyanın, doğada da görülebilen karmaşası ve kaosu, artık insan ruhunun bir parçası.
E.M. Her hâlükârda, sen, ekranının alanında fiziksel dünyanın ve cisimlerin açıkça görülebilen halini yorumlamıyorsun. Tuvalin fiziksel boyutu bundan böyle pencere ya da iki boyutlu boşluğun derinliğini tekrar oluşturmak için olan dikey düzlemli, sadece optik koniyle ilişkili kısmın sonucu değil. Diyalektik muhalefetin oyun anlayışında hala var olup, Rönesans’ta ortaya çıkan ve Braque’a kadar aktif olan geometrik yöntemi düşünüyorum. Senin resminde, iç ve dış taraf ayırımı yok. Bunu söyleyebilmek önemli.
Böylece senin alanın gerçekten ‘düz’. Çünkü görsel alan, algılanan alan, düzlemsel olmaya eğilimli olduğundan, bildiğimiz anlamda bir espas-derinlik kullanmayıp, gözü ekran üzerinde dolaştırma sırasında derinliğin sınırlandığı bir ‘düzleştirmeye’ tabi tutulmakta. Görsel alan derinlik anlamında değişirken, “ekran” ,”deri” haline geliyor.
H.I. Evet. Burada resimsel ekran, adeta deriye dönüşüyor. Doğrudan sinir sistemine dokunan bir duyu organı gibi.
E.M. Yani figür anlamıyla birlikte dönüşüme uğruyor. Diğer bir deyişle jestten doğan figürde fiziksel dünyanın tekrarı yok ancak, duyulanın duyuluşunun çiftlenmesi var.
H.I. Bu işleri üretirken, kendimi zaman zaman toprağı eşeleyen biri gibi hissettiğim oldu… Resim, algımı değiştirdi. Tuvalle aramdaki mesafe ortadan kalktı. İşte o zaman dünyanın görünümlerini aktarmaktan ötesi, resmin gövde-alanı ortaya çıktı.
E.M. Bir an için, senin içinin derinliğinden gelen, yeraltının seslerinin aktarıcısı olan ekranın yüzeyine dönelim. Her figür, ekranın sahnesine, -silinmeksizin- fakat yapı bozumuna uğramış olarak çıkmış gibi. Ne içi ne dışı amaçlayan ve alanların geometrik yöntemlerle anlatılmadığı düzlemler.. Sanki resimsel aksam soyut bir akımın içinden geçmekte, bir bozuş oyununun sahneye konumu gibi.
H.I. Aslında yaptığım şey, fiziksel dünyanın göstergelerini değiştirerek yeniden kurmak. Belki sen, çalışırken yapıyı bozduğum, dönüştürdüğüm anlara tanıklık ettiğin için bunu çok net tespit ediyorsun. Yapı bozma, resimsel yapıyı yeniden inşa edebilmek için başvurduğum bir yöntem resmimde. Son dönemlerde , fiziksel dünyadan beslenirken , fiziksel dünyanın içine gizlenmiş olarak bulunan kuvvetler çok daha önemli olmaya başladı benim için.. Salt duyumsamayı aktarmak, zaten hiçbir zaman asıl meselem olmamıştı. Resimde görünen; kudretimizin, korkaklığımızın, hassaslığımızın, bu ve bunun gibi unsurların çeşitli görüntülere çevirisi. Burada muhakkak bir yapı ya da form ihtiyacı ortaya çıkıyor. Duyumsamanın görüntüye dönüşmesi. Ben resmimde bu görüntüyü saf figüral anlayışa doğru götürmek üzerinde çalışıyorum. Nesnelerin ya da figürlerin kendi içlerinde özel bir ruhsal sese sahip olduğunu ve bu sesin yakalanmasının resimde çok önemli bir mesele olduğunu düşünüyorum. Fiziksel ve tinsel dünyanın seslerine sahip, saf resimsel biçimleri arıyorum. O denge noktası için de, yapı bozum ve yeniden inşa etmek, çalışırken en önemli unsur haline geliyor. Gerektiğinde silerek, kapatarak, yeniden kurarak.
E.M. Şimdi, Doğa anlayışın işlerinde nasıl ortaya çıkıyor?
H.I. Şu sıra üzerinde çalıştığım işler, aslında sezgisel olarak bildiğim pek çok şeye gerçek dünyada maruz kalmak sonucunda ortaya çıktı. Dört yıl kadar adada yaşadıktan ve ürettikten sonra, bir sebeple yaşamak için şehre döndüğümde, kendimi gerçekten bir ormanda kaybolmuş gibi hissettim. Burada, kendini doğaya, günlük hayata gizleyerek yasalaşan şiddeti gördüm. Hayat oradaysa, şiddet de oradadır.
Bu gördüğüm- duyduğum fiziksel kuvvetleri resmimde oluşturmak istedim. Alışılmış olan görüntüler yerine, evcilleşmemiş olanı koyabilmek için uzun yürüyüşler yaptım. Düşündüm. Gerçekten kalkıp ormana gittim evcilleşmemiş görüntüler toplayıp, resim yapabilmek için. Açık alanda, ormanın içlerinde, köklerin, düğümlerin, toprağın üzerindeyken, çok gerçek bir dehşet duygusuna kapıldım. İlk insanın doğadaki korkuları gibi belki. Çok fiziksel bir şeydi hissettiğim. Baş dönmesi, derin korkular. Ve ‘’günlük hayat’ -‘doğadaki işleyiş’’ benzerliği, daha da arttırdı bu duyguyu. Burada, gerçek dünyadan bir aktarım yerine oradaki kuvvetlerin aktarımı meselesi çıktı ortaya. Fiziksel kuvvetler; bunlar, resimde figürü değişime uğratan şeyler. Duyumsamayı o dille yeniden aktarmak istedim.
Bunu yaparken de, karşılık olarak, iç ve dış gerçekliğin kesiştiği bir ‘ ara-bölge’ bulmam gerekiyordu. Bir ‘ ara-bölge’ , hatta ‘ara-zaman’ algısı oluşturmak için çalıştım. ‘Yalnızca çocuklar, deliler ve ilkeller için görülebilir olan ara-dünyalar.’
E.M. Şimdiye dek, senin eserlerin üzerinden, genel anlamda sanat eserini bir ürün, bir sonuç olarak ele aldık. Hatta kısaca sanatçının bir eseri üretirken takındığı, özellikle teknik tavırları irdeledik. Şimdi de süresiz değişken olan, sanat eseri ve onu yaratıldığı ortama bağlayan ilişkilere bakalım. Diyaloğumuzun devamını oluşturmak için muhtemel bir soruşturmanın hatlarını ortaya koymama müsaade et.
Birincisi: Batı geleneğinde bir eseri içinde bulunduğu tarihsel dönemden soyutlanmış olarak tahayyül etmek imkânsızdır. Çünkü sanatsal anlatımın anlamı kültürün bulunduğu dönemin dönüşümüne bağlıdır ve figüratif sanatların şekillenmesi, tarihsel süreçlerin sonucudur.
İkincisi: Bir sanat eseri veya bir sanat eserleri ailesinin, yazgısı olan, sanatçıyı bağlı bulunduğu şahitlerden bağımsız olarak yaratacağı düşünülemez.
Üçüncüsü: Bir sanat eseri, kullanımı anlamında, kullanacakların getireceği dönüşümün ‘takası’-değişimi’ dışında düşünülemez; Latince’de, fruor terimi, ‘bir şeye sahip olmak’ ve ‘ bir şey ile sahip olmuş olmak’ anlamlarının ikisini de içerir. Sözcüğün formu düşünselken, anlamı aktiftir. .
H.I. Bu meseleler üzerinde yeniden bir diyalog içinde olmayı isterim.
TEŞEKKÜR
Metnin yazımı içinde, G.Stein, P. Francastel, E. Severino, J.F.Lyotard, W.Benjamin, M. Blanchot, A.Artaud’nun varlıkları fark edilebilir. Onlar ile Selhan ve Clifford Endres’a, Umut Adan’a ve Bengi Günay’a teşekkür etmek istiyoruz.
*Hale Işık ile mimar ve fotoğrafçı Elio Montanari arasında geçen mevcut diyalog 21 Ocak 2012 ‘ de, sanatçının İstanbul Fener’ deki atölyesinde kaydedilmiş ve Elio Montanari tarafından düzenlenmiştir.
Dostları ilə paylaş: |