Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


İkinci Bölüm Şükrün Mertebeleri Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə24/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   66

İkinci Bölüm

Şükrün Mertebeleri Hakkında


Bil ki şükrün mertebeleri nimet sahibi ve nimetleri tanıma mertebeleri hasebiyle farklıdır. Hakeza, insani kemal mertebelerinin farklılığı hasebiyle de farklılık arzetmektedir. O halde hayvanlık sınırları ve derecelerinde yürüyen, şehvetlerini tatmin etmek ve hayvani isteklerine ulaşmak dışında, hayvani nimetlerden başka hiçbir şey tanımayan hayvani nikah, giyinme ve yiyeceklerden ibaret olan hayvani istekler ve makamlara sevinen, tabiat ve dünya ufkundan başka vücudun diğer mertebelerinden, makamlarından ve kemal derecelerinden haberi olmayan, soyut ve gayb alemleriyle irtibat kuramayan bir kimse ile bu hicaplardan dışarı çıkan, başka makamlara ayak basan ve gayb aleminden kalbine nurlar tecelli eden kimse arasında çok büyük farklılıklar vardır.

Aynı şekilde zahiri ve batıni nedenleri bağımsız kabul eden ve nedenlere, sonuçlara ve araçlara bağımsız gözüyle bakan bir kimseyle Hak Teala ve yaratıklar arasındaki ilişkiden haberdar olan, vücud mertebelerinin başını ve sonunu Hak Teala’ya döndüren ve nedenlerin nedeninin cilvesini nurani ve zulmani örtülerin ötesinde kalbi nurlarıyla derk eden kimse arasında da çok büyük farklılıklar vardır.

Bütün mertebeleriyle ilahi nimetlerin şükrü yerine getirilince, vücudun ilk tecellisinden ve vücut rahmetinin genişlemesinden malikiyet ve kahhariyet tecellisiyle ortadan toplanan toplanma cilvesiyle son tecelliye kadar salikin kalbinde huzuri bir müşahadeyle hasıl olur. Hatta salik kimsenin kalbi, bizzat rahmani, rahimi, maliki ve kahhari cilvenin mazharı haline gelir ve bu hakikat, sadece velilerden kamil olan kimseler için ortaya çıkar ve hatta Resulullah (s.a.a) için asaleten ve diğer veliler için ise (a.s) buna bağımlı olarak hakikatiyle hasıl olur. Bu açıdan Hak Teala şöyle buyurmuştur: “Kullarımdan çok azı şükreder”1

Evet, ahadi ve zati tecellilerden habersiz olan, varlıkların asil zatları olduğuna inanan kimseler, bir şekilde ilahi nimetlere küfranda bulunmaktadırlar. Esmai ve sıfatı tecellileri müşahade etmeyen ve kalbi isimlerin aynası haline gelmeyen kimseler de ayrı bir şekilde küfran içinde bulunmaktadır. Efali tecellilerden ve fiili tevhitten gafil olan kimseler ise, başka bir şekilde nimetlere küfranda bulunmaktadırlar ve kendileri de bundan gafildirler. “Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın.”1 Ama ilahi beş makamı bir araya toplayan, insani gizli hakikatlerle tecelli eden, berzahiyet-i kübra makamında oturan ve zahiri ve batıni nimetlerle donanan kimseler, Hak Teala’ya bütün dilleriyle şükreder ve övgüde bulunur. Zira şükür, nimet sahibinin inayet buyurduğu nimet sebebiyle (velinimeti) övmektir.

O halde, eğer o nimet zahiri nimetlerden biri olursa, bir şükrü vardır ve eğer batıni nimetlerden biri olursa ayrı bir şükrü vardır. Eğer marifetler ve hakiki ilimler türünden bir nimet olursa, ayrı bir şükrü vardır. Eğer efali tecellilerden bir nimet olursa, ayrı bir şükrü vardır ve eğer sıfati ve esmai tecellilerden biri olursa ayrı bir şükrü vardır ve eğer zati tecellilerden bir nimet olursa, apayrı bir şükrü vardır.

Bu tür bir nimet, halis kullardan çok azı için hasıl olduğundan, halis evliyalardan çok azı için mabuda şükretme ve övme görevini yerine getirme çok az nasib olmaktadır.”Kullarımdan çok azı şükreder.”

Bilmek gerekir ki, marifet ehlinden bazı araştırmacılar şöyle demişlerdir: “Şükür, halkın geneline ait bir makamdır. Zira, nimet elde ettiği için nimet sahibine karşılık verme iddiası ile iç içedir ve bu da bir tür edebsizliktir. Eğer salik kul, Hak Teala’nın kendi memleketinde istediği gibi tasarrufta bulunduğunu ve kendisi için de bir tasarrufun olduğunu müşahade ederse, kendisini şükreden bir kul olarak görmez. Zira kul ve tasarrufları da ilahi memleketlerden biridir. O halde şükür karşılık vermekle birlikte olduğu için edepsizlik sayılmaktadır, meğer ki kul şükretmekle görevlendirilmiş olsun. Dolayısıyla burada şükrü eda etmek, ilahi emri eda etmek sayılmaktadır. O halde evliyanın şükrü, itaat etmek içindir, hakikatiyla şükretmek için değil.”2

Ama bilindiği gibi velinimete karşılık verme iddiası, bütün makamların sahibi, vahdet ve kesret makamını koruyan ve berzahiyet-i kübra rutbesine sahip olan velilerden gayrisi içindir. Bu açıdan araştırmacı büyük arif Hace Ensari, “Şükür, halkın geneline ait makamlardan biridir” demiş olmasına rağmen bunun üçüncü derecesini şöyle beyan etmiştir: “Üçüncü derecesi kulun sadece nimet sahibini müşahade etmesidir. Kul, ubudiyet olarak sadece velinimetini müşahade edince, ondan olan nimeti de büyük görür, sevgi olarak müşahede edince de ondan gelen şiddetleri tatlı sayar ve onu tek olarak müşahade ettiğinde de artık ondan bir nimet ve şiddeti görmez.”1

Bu ifadelerden de anlaşıldığı üzere bu makam, yani şükür makamı, diğer süluk makamları gibi ilk etapta halkın genelinin veya haslarının ortak olduğu, veya halkın geneline ait makamlardan biridir. Ama sonunda haslara özgü olmakta ve diğerlerinin bundan bir nasibi bulunmamaktadır.

Üçüncü Bölüm

Şükrün Aklın Askerlerinden ve Yoğrulmuş Fıtratın Gereklerinden Olduğu ve de Nankörlüğün ise Cehaletin Askerlerinden ve Örtülü Fıtratın Gereklerinden Olduğunun Beyanında


Bil ki Hak Teala’nın kudret kalemiyle bütün beşer aleminin fıtratına yazılmış olduğu ve de bütün insanların ortak olduğu fıtri işlerden biri de nimet sahibini yüceltmek ve övmektir. Her kim kendi fıtratına müracaat edecek olursa, zat kitabında nimet sahibine karşı bir muhabbet ve ululama haletinin sabit olduğunu görür.

Dünya ehlinin nimet sahiplerine ve dünyevi sahiplerine karşı yapmış olduğu bütün övgü ve yüceltmeler, bu ilahi fıtrat esasıncadır. Öğrencilerin bilginlere ve öğretmenlere karşı yapmış olduğu bütün ululama ve övgüler de bu fıtrat türündendir.

Eğer bir kimse bir nimete küfranda bulunur veya bir nimet sahibini övmeyi terk ederse, ilahi fıtratının aksine ve ters istikamette bir iş görmüş olur. Bu insanlık tabiatından ve iç güdülerinden dışarı çıkmaktır. Bu yüzden fıtrat hasebiyle nimete karşı nankör olanları beşer türü yalanlar ve ayıplar. İnsani zati iç güdülerden çıkmış kabul eder.

Bütün bu zikredilenler, hakiki ve mecazi mutlak nimet sahiplerine şükretmek ile ilgilidir. Ama bilmek gerekir ki, selim fıtrattan ve de örtülü olmayan yoğrulmuş fıtratın gereklerinden biri, rahmeti bütün varlık alemini kapsayan ve bütün kainatın nimet sofrasından yediği ve mukaddes zatının rızıklandırıcı gölgesinden istifade ettiği mutlak velinimetin mukaddes zatına şükretmek ve övmektir. Çünkü Hak Teala’nın mukaddes zatı mutlak kamil ve kemaldir. Mutlak kemalin gereği de rahmetinin ve rızık vermesinin mutlak oluşudur. Diğer varlıklar ve nimetleri, Allah’ın rahmetinin bir gölgesi ve rızık verişinin cilvesidir. Hiçbir varlığın ezeli ve ebedi olarak kendiliğinden bir kemali, cemali, nimeti ve rızık verişi yoktur.

Herkes, zahirde bir nimet ve kemal sahibidir. Hakikatte ise, mukaddes zatın kemalinin ve rızık verişinin bir aynasıdır. Nitekim “Şüphesiz rızıklandıran da, güç ve kuvvet sahibi olan da Allah'tır.”1 ayeti de rızık vermeyi Allah-u Teala’ya has kılmıştır. Ayetten bu anlam, en kamil şekilde istifade edilmektedir. Bundan daha incelikli olanı ise, Fatiha suresindeki “Hamd alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur”2 ayetinden istifade edilen inceliktir. Bu ayette bütün övgüler ve senalar, Hak Teala’ya özgü kılınmıştır. Özellikle de “bismillah” kelimesinin, “elhamdulillah” cümlesine ait oluşundan da bu anlam istifade edilmektedir. Nitekim irfan ve yakin sahipleri de bunu ifade etmişlerdir. 3 Bu incelik, keşfedilmesi tehlikeden uzak olmayan bir sır konumundadır.

Özetle, yaratışsal tecelliler örtüsüne bürünmeyen ve emaneti olduğu gibi sahibine geri çeviren selim bir fıtrat, her nimette Hak Teala’ya şükürde bulunur. Hatta örtülü olmayan fıtrat nezdinde şükreden herkesin şükrü hangi ünvanda, kimin için ve hangi nimet sebebiyle olursa olsun mutlak anlamda Hak Teala’nın mukaddes zatı için gerçekleşmektedir. Her ne kadar örtülü kimseler, başkasını övdüğünü zannetse bile bu gerçek geçerlidir. Dolayısıyla da şöyle demek mümkündür: “Peygamberlerin gönderilişi de bu örtüleri kaldırmak ve azameti yüce olan ezeli cemalin cilvesinden hicapları kenara çekmek içindir. Belki de “O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur.”4 ayeti ile diğer ayetler de bu inceliğe işaret etmektedir. Lakin ilahi ve selim fıtratı yaratışsal tecellilerin zulmet perdeleri altında örtülü kalan ve Allah vergisi yaratışsal nurunu yaratışsal kesret zulmetleriyle söndüren zavallı insan, ilahi nimetlere karşı küfranda bulunmakta ve her nimeti bir varlığa isnat etmektedir. Ümit gözlerini sürekli dünya ehline karşı açmakta, ihtiras ellerini alnına fakirlik damgası vurulmuş olan kendisi gibi fakirlere doğru uzatmaktadır.

Ey bir ömür Hak Teala’nın sınırsız nimetleri içinde yüzen ve sonsuz rahmetlerinden istifadeden zavallı insan! Böyle bir insan kendi velinimetini tanımamış, sen kendi velinimetini tanımamış, körü körüne diğerlerini övmektesin. Liyakatsiz insanlara karşı eğilmektesin, evet, yaratığa şükretmek, teşekkür etmek de kesin görevlerden biridir. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Yaratığa teşekkür etmeyen kimse, yaratıcıya şükretmez.”1 Ama Allah’ın onları nimet ve rahmetini yayma vesilesi kıldığı için teşekkür etmelisin; onlara teşekkür ederek gerçek yaratıcıdan ve rızık verenden gafil olmamalısın. Zira bu da velinimetin nimetine küfranda bulunmaktır.

Özetle anlaşıldığı üzere şükür yoğrulmuş fıtratın gereklerinden biridir. Küfranda bulunmak ise örtülü fıtrattandır ve de İblis ve cehaletin askerlerinden biridir. Bu beyan üzere marifet kapıları fethedilir. Elbette yoğrulmuş fıtrata dönmek ve de hicap ve örtünmeden çıkmak şartıyla.




Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin