Hadis-i Şerifin Bazı Kelimeleri Hakkında Kısaca Bir Açıklama
Şerh etmeyi amaçladığımız hadis-i şerifin başlangıcında şöyle buyurmuştur: “Akıl, ordusu ile cehalet ve ordusunu tanıyınız ki hidayete eresiniz.”
Yani, akıl ve ordusu ile cehalet ve ordusunu tanıyınız ki, bu vesileyle doğru yolu bulasınız. Buradan da anlaşıldığı üzere akıl, cehalet ve ordularını tanımak, hidayet için bir ön şarttır ve bu hidayet, ya nefsin kemale erme niteliği, tenzihi ve tasfiyesidir, ki o da tasfiye, tenzih ve kemale erme nefsinin bir ön şartıdır ya da mutlak hidayettir ki, bu hidayetin en temel esası ise, Allah hakkındaki marifettir.
Bu marifetin, akıl, cehalet ve ordularını tanıma marifetinin sonucu olmasının sebebi de şudur ki, nefsin helak edici veya kurtarıcı etkenlerini tanımadan kötülüklerinden arınma ve güzellikleriyle süslenme yollarını bilmeden nefsin tasfiye, tenzih, süslenme ve kemale ermesi mümkün değildir. Nefis, batıni sefa elde etmedikçe ve orta kemallere de ulaşmadıkça, esma ve sıfatların ve gerçek marifetinin tecellisine mazhar olamaz, marifetin kemaline erişemez, dolayısıyla bütün zahiri ameller ve nefsi ahlak, ilahi marifet için bir ön şarttır. Onlar da, insani seyrin nihayi hedefi ve irfani sülukun nihayeti olan tevhit ve tefrid hakikati için ön şarttır. Dolayısıyla, yüce melekut alemine, oradan da isimlerin batınına, oradan da kesret aynası olmaksızın hüviyet makamına yol bulmak, sadece aklın ve cehlin askerlerini tanımakla mümkündür. Nitekim Semae şöyle diyor: “Bunun üzerine ben şöyle dedim: “Fedan olayım, biz sadece sizin öğrettiklerinizi biliyoruz.”
Bil ki, akıl, cehalet ve ordularını tanımak, ilahi gaybi ilimlerin ve batıni hak marifetlerin özgünlüklerindendir. Bütün boyutlarıyla, tüm mertebeleriyle, sırlarıyla ve hakikatleriyle tanımak ise, sadece velayet ve yakin ashabından ve iman ve marifet erbabından muvahhit bir kimse için hasıl olmaktadır ki onlar, marifet nuru ve süluk adımıyla insanlık örtüsünden çıkmış, mülk ve melekut aleminin hicaplarını yırtmış, vücudun kaynağına gayp ve şuhud çeşmesine erişmiş ve huzuri müşahede ile gayp alemlerini derk etmiş kimselerdir ve bu sadece kamil olan kimseler için hasıl olmaktadır.
Bilmek gerekir ki, irfanın hakikati olan huzuri müşahede ile, bir şubesi ilahi hikmet ve bir şubesi de irfan ilmi olan ilahi bütün ilimler arasındaki fark, hayal ve görmek ve de vehim ve rüya arasındaki fark gibidir. Nitekim uyanık iken gözle görme ve uyku aleminde iken rüyasal görme, cüz’i ve şahsi yol ile zahir ve batın gözüyle müşahade etmektir. Bunların tersine olan vehim ve hayal ise, bir şeyin uzaktan görünümünü ve şeklini görmektir. Aynı şekilde irfanın hakikatleri ve sırları olan huzuri müşahede de tikel ve şahsi bir müşahededir. Aklın burhan adımıyla tümel olarak elde ettiği işlerdendir ve başka bir tabirle müşahede soyut gaybi hakikatleri akıl gözüyle görmedir. Nitekim görmek ise, nefsin gözüyle zahiri işleri şekilde müşahede etmektir.
Akıl kavramlar ve tümeller zincirine bağlı kaldığı sürece şuhud ve huzur hususunda hiçbir nasibe erişemez. Gerçi ilimler, müşahedelerin tohumudur, ama onlarda durmak, bir örtüdür. O tohumlar, kalp zemininde bozulup yok olmadıkça müşahedelerin ortaya çıkışına kaynak teşkil etmez ve onlar, kalp deposunda istiklali bakış içinde olduğu müddetçe onlardan bir sonuç elde edilemez.
Özetle, gerek tümel akıllar aleminin de bir parçası olduğu yüce melekut alemi ve gerekse de İblis ve orduları ile tikel akılların bir parçası olduğu, düşük melekut alemi olarak bütün gaybi melekuti alemleri ihata etmek, ilimleri ilahi vahiy kaynağından ve sübhani feyizlendirme çeşmesinden olan kamil veliler dışında hiç kimse için hasıl olmaz. Bu yüzden Semae şöyle demiştir: “Bizim akıl, cehalet ve onların askerlerine yönelik marifetimiz yoktur. Biz sadece sizin öğrettiklerinizi biliyoruz.” İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, sonra akıl için yetmiş beş asker karar kıldı.”
Bil ki, akli ve cehli askerleri karar kılmak, akıl ve cehli yaratmakladır.
Eğer akıl ve cehaletten maksat tümel ise… Gerçi, zahirde görüldüğü kadarıyla bu akıl ve cehalet hakkındaki askerler tikeldir, meğer ki bir tür te’vil, zahiri batına ve sureti manaya döndürme yoluna başvurulsun. Elbette bu esasa göre, bu tür bir kesret alemde mevcut değildir, sadece kavramsal kesret olarak mevcuttur. Tıpkı vahidiyyet makamında isimler ve sıfatların kesreti gibi. Eğer karar kılmaktan maksat, fıtratın yoğrulması ise, aynı şekilde onların karar kılınması da bizzat akıl ve cehaletin karar kılınmasıdır. Zira Allah’ın fıtratı, tevhit1 ve marifet2 üzere olduğu gibi, bütün güzellikler ve kemalatlar üzeredir. Nitekim, bu gerçek kendi yerinde açıklanmıştır ve apaçık bilinmektedir. 3
Ama cehalet ve ordusunun karar kılınması ise, gölgesel bir ilintidir. Tıpkı mahiyetlerin gereklerinin karar kılınması gibi. Bu da Hikmet-i Mütealiye’de ispat edildiği üzere ilahi ilimlerin konularından biridir. 4
Ve burada bu konuyu ele almak uygun olmadığından geçiyoruz.
Eğer askerlerden maksat, bu sıfatların ve kemallerin fiiliyetleri ise, buradaki cehalet de akli kemallere oranla, varlığın gerekleri türündendir veya bunlar, kulun kazanmasıyla elde edilmektedir ve de riyazet ve mücahedetin burada tam bir etkinliği söz konusudur. Bu esas üzere, onların Hak Teala ile ilişkisi, aklın orduları hususunda bütün kemallerin ve varlıksal etkilerinin ilahi yaratış ile yaratılmış olması vasıtasıyladır. Dolayısıyla kulun elde etmesinin ve kazancının temin hususunda bir rolü vardır. Bu da akli ilimlerde ispat edilmiş bir gerçektir. 5
Cehalet ordularında ise, Hak Teala ile ilişkisi, ilineksel bir yaratıştır. Hadis-i şerifte, cehalet ordusunun, akıl ordusundan sonra yaratılmış olduğunun beyan edilmesi de, bu ilinekselliğe bir işaret olabilir. Gerçi bunu uyarlamak da örfi anlayıştan uzak bir uyarlamadır.
Bunun nüktesi de şudur ki, akli hakikatleri Allah-u Teala Kur’an-ı Şerif’te Peygamber ve Masum İmamlar ise (a.s) hadis-i şeriflerde tür olarak örf ve halkın genelinin diliyle beyan etmişlerdir. Herkesin anlayışı miktarınca, hakikatlerden bir nasibinin olması da insanoğluna gösterilen bir rahmet ve şefkattir. Dolayısıyla onlar, akli ve gaybi hakikatleri, hissedilen ve ünsiyet elde edilen bir makama indirerek insana ulaştırmaktadırlar. Böylece o derecede olanlar, kendi kapasiteleri oranında gayb aleminden nasiplenmektedirler. Ama, o büyüklerin ilimlerini öğrenen kimseler, Kur’an-ı Şerif’in ve ismet Ehl-i Beyti’nin hadislerinden faydalanan insanların bu nimete şükretmek ve bu bağışa karşılık vermek için, aynıyla muamelede bulunması, sureti batına, kabuğu öze ve dünyayı ahirete döndürmesi gerekir. Zira bu hudutta kalmak, helake düşmek ve suretlerle kanaat etmek salikler kafilesinden geri kalmaktır. Te’vil ilmi olan bu hakikat ve ilahi incelik ise ilmi mücahede, akli riyazet, ameli riyazet, nefisleri temizlemek, kalpleri münezzeh kılmak ve ruhları mukaddes kılmakla hasıl olur. Nitekim Hak Teala şöyle buyurmuştur: “Oysa onların yorumunu ancak Allah ve ilimde derinleşmis olanlar bilir.”1 Hakeza şöyle buyurmuştur: “ona tertemiz temizlenmiş olanlardan başkası el süremez”2 Gerçi ilimde kökleşen ve mutlak sözle tertemiz olanlar, sadece Peygamberler ve masum vezirlerdir.3 Bu açıdan bütün mertebeleriyle te’vil ilmi, onlara mahsustur, ama ilim ve taharet hususunda geçmişleri miktarınca, bu ümmetin alimlerinin de bundan bir payı vardır. Bu yüzden İbn-i Abbas’tan (r.a) şöyle nakledilmiştir: “Ben de ilimde derinleşenlerdenim.”4
Dostları ilə paylaş: |