İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak
İyiliği emretmek, güzellikleri tavsiye etmek; kötülükten sakındırmak ise çirkin şeylere engel olmaktır. Bu iki emri yerine getirmek için özel bir yaş sınırına da ihtiyaç yoktur. Çünkü Lokman Hekim oğluna şöyle buyurur : “Ey oğulcağızım… Namazı ikame et ve iyiliği de emret…” (Lokman, 17)
İyiliği emretmek; mektebe duyulan aşktır, insanlara duyulan sevgidir, toplumun esenliğine ilgi duymaktır, özgür düşüncenin nişanesidir, dini gayret ve çabadır, insanlar arasında samimi birliktelik ve fıtratı uyandırma belirtisidir, umumun gözetilmesi ve meydanda var olmaktır.
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak; iyilerin teşvik sebebi, cahil kimselerin bilinçlendirilmesi, hilaf işlerden alıkoymak için bir ikaz, toplumda bir çeşit asayiş yaratmaktır.
Kur’an şöyle buyurur: “Siz insanlar arasından çıkarılmış en iyi ümmetsiniz. Çünkü siz iyiliği emrediyor, kötülükten sakındırıyorsunuz…” 507
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor. “İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, genelin faydasınadır.” 508 Diğer bir hadiste de şöyle geçer: “Her kim kötülüğün önüne geçmezse, yaralı kimseyi ölmesi için yolda kendi haline bırakan kimse gibidir.” 509
Peygamberlerden, Hz. Davud (a.s) ve Hz. İsa (a.s), kötülükten sakındırmayan kimselere lanet etmiştir. 510
İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamı iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak içindi: “Ben, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah ve babam Ali bin Ebi Talib’in yolunda hareket etmek için kıyam ettim.” 511
Bir hadiste ise şöyle buyrulur: “İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak vesilesiyle, tüm vacip işler ihya edilmiş olur.” 512
Kur’an’da şöyle buyurulur:
“Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kâfirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz.”
“Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz.” 513
İnsan günah işlenirken kalpten huzursuz olmalı, dille de nehiy etmelidir. Günahın işlenmesine mani olacak eylemleri olmalıdır.
Eğer bir kimseyi iyi işlere davet ettiysek, onun bu güzel işlerinin sevabına ortağız. Ancak fesada, sapmaya ve günaha karşı sessizce oturduysak, fesat aşamalı olarak gelişecek, bireyler bozulacak ve bozguncu kimseler insanlara hükmedecek duruma gelecektir.
Günaha karşı sessiz ve tepkisiz kalmak, günah işlemeyi sıradanlaştırmaya sebep olur. Günahkârlar cüretkar olurlar ve bizlerin kalpleri katılaşır. Şeytan bu durumdan hoşnutken, Allah bize gazaplanır.
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak iki ilahi emirdir. Bu iki ilahi emir üzerinde şöyle kuruntular ve vehimler vardır: Başkalarının günahlarıyla işimiz olamaz. İnsanların özgürlüğünü kısıtlamayalım. Ben utanan ve çekinen bir kimseyim. Bir gülün açmasıyla bahar gelmez. İsa kendi dinine, Musa kendi dinine göre yaşar. Bizi bir kabre koyacak değiller. Başkaları varken ben neden iyiliği emredeyim? Kötülükten sakındırmakla dostlarımı ve müşterilerimi kaybediyorum gibi kuruntular bu teklif yükünü omuzlarımızdan kaldırmaz. Pek tabi iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak gönülden, akıllıca hatta mümkün olduğu kadar gizli yapılmalıdır. Kimi zaman bizim bu emri bizatihi yapmamız gerekir; sözümüzün bir tesiri olmadığı bir yerde dahi bu vazife üzerimizden kalkmaz. Bu emirler yerine getirildiğinde, etki yapacak kimselerden bu emri ihya etmesi istenmelidir. Hatta kısa bir zaman için bile olsa fesadın önü alınacaksa alınmalıdır ve eğer tekrarlanma suretiyle netice alınacaksa tekrarının da yapılması gerekir.
91.
Tevazu
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِى الْاَرْضِ مَرَحًا اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, kibirleneni ve övünen hiç kimseyi sevmez.”
Lokman, 18
Bu ayet-i kerimede Lokman Hekim oğluna yeryüzünde kibirlenerek yürümemesini öğütler. Furkan suresinde Allah’a kul olan kimselerin ilk nişaneleri tevazu ile hareket etmeleridir denir: “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir…” 514
Namazın sırlarından biri de secde anında insan bedenin en yüksek noktasını (en azından günlük 17 rekât vacip namazda 34 defa) toprağın üzerine getirmektir. Tekebbürden ve gururlanmadan uzak bir şekilde tevazu ile Allah’a secde ederiz.
Her ne kadar tevazunun tüm insanlara karşı yapılması icap etse de, özellikle ebeveyne, öğretmenlere, eğitmenlere, müminlere karşı daha çok gereklidir. Müminlere karşı tevazuda bulunmak, iman ehlinin seçkin nişaneleri arasında yer alır: “…Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar…” 515
Mütekebbirler, peygamberlerinden fakirleri yanlarından uzaklaştırmalarını istediklerinde onlara şöyle söylenmiştir: Biz onları asla kendi yanımızdan kovup uzaklaştırmayacağız. “…Ben o iman edenleri (teklifinize uyarak) kovacak da değilim…” 516
Zayıf ve güçsüz insan, bir parça toprak ve nutfeden yaratılmış, gelecekte ise bir murdardan başka bir şey de olmayacakken neden tekebbür etsin? Unutkanlığın yanı sıra sınırlı ilmi ile insan, felaketlere açık halde değil midir?
Yoksa güzellik, kudret, şehvet ve serveti gidici değil midir?
Yoksa insanın her şeyi yapabilirliği mahvolup gitmeyecek mi?
Öyleyse insan neden tekebbür eder? Kur’an şöyle buyurur: Tekebbür ile yürümeyin ki zemini yaramazsınız, dik başlılık yapmayın ki siz dağlardan daha azametli değilsiniz. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” 517
Dostları ilə paylaş: |