Osmanlı Kültürünün Eflak ve Boğdan’ın Yaşamına Etkisi


C.2. OSMANLI SİVİL MİMARİSİ Türk Evi'nin Mimarisi / Doç. Dr. Turgut Cansever [s.200-203]



Yüklə 11,12 Mb.
səhifə21/105
tarix15.01.2019
ölçüsü11,12 Mb.
#96589
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   105

C.2. OSMANLI SİVİL MİMARİSİ

Türk Evi'nin Mimarisi / Doç. Dr. Turgut Cansever [s.200-203]


Mimar / Türkiye

Asya ve Avrupa coğrafyasının büyük hareketleri ve oluşumları barındıran tarihi içerisinde, Türk boylarının iki asır boyunca göçebe olarak kontrol ettikleri Anadolu’ya 12.asırdan itibaren yerleşmeleri ve Büyük Selçuklu Devleti’ni kurmaları önemli bir merhaledir.

Türk evi, kökeni itibarıyla hareketli varlığın her an yeniden oluşumunu metafiziğin temel meseli kabül eden İslami tasavvuf görüşünün yansıması olarak vücud bulmuştur.

Az sayıdaki göçer Türkmen’in halâ ev olarak kullandığı dairevi planlı ve yarım küre biçimindeki otağın, yüksek ısı tecridi sağlayan örtüsünün altındaki iskeleti ve taşınırken düzelebilen çatısı 3 santimetre kalınlığındaki yüksek vasıflı ahşap taşıyıcılarla vücuda getirilerek gereken yerlerde birbirlerine çapraz yönlerde iplerle bağlanıyor, böylelikle dayanıklı bir yapı oluşturuluyordu.

Anadolu’da, hareketli göçebe kültür geleneğinin izlerini taşıyan hafif ahşap iskelet yapı tekniği ile vücuda getirilen Türk evi, Osmanlı Devleti’nin geniş sınırları içerisinde yer alan Balkanlar, Kafkaslar, Hazar Bölgesi ve Kırım kapsayan, uygun yapı malzemesinin kolayca temin edilebildiği geniş bir coğrafi alanda yaygın şekilde uygulanmıştır.

Son iki asır boyunca büyük ölçüde tahrip edilmiş bulunan ahşap ev stokunun elde kalan az sayıdaki örnekleri, bizlere Türk evinin mimari özellikleri hakkında yeteri kadar bilgi vermektedir.

Türk evinin temel mimari birimi olan ‘oda’, hem kelime kökeni olarak, hem de nitelikleriyle göçebe çadırı olan ‘otağ’ ın bir devamıdır.

Türk evi tipine en eski örnek, iki odanın yan yana getirilmesi ile oluşturulan plan tipidir. Otağ ile odanın fonksiyonel benzerliği, her ikisinin de özellikle çok maksatlı kullanış için tasarlanmış ve biçimlendirilmiş olmalarından kaynaklanır. Çok maksatlı kullanış yolu ile yatırım ve işletmede sağlanan tasarruf, İslami varlık görüşünün temel ilkelerindendir ve sekiz asır süresince tayin edici bir unsur olmuştur.

Sadece tek kullanış biçimine imkan veren ve varlığını bu temel üzerinde şekillendiren bir mimari çözümleme yerine oda, varlığın sürekli oluşum halinde olduğu şeklindeki İslam metafiziğine uygun olarak, hem içerisinde hem de çevresinde hayatın yeni ve farklı biçimlerle var olmasına imkan veren bir mimari yapıya sahiptir.

Üsluplaştırılmış renkli çiçekleri, geometrik formlarıyla üst düzey bir kültürel değerler sistemini taşıyan tezyini iç mekan satıhlarının varlığı ile oda, zengin bir mimari mekan hüviyetini bürünür.

Türk evinde odanın başlıbaşına bir mimari mekan, bir sanat ortamı olmak niteliği, yere serilen halıları ve bir duvarı baştan başa teşkil ederek, pencereli cephelerinin bir benzerini oluşturan dolapların itina ile tasarlanmış, tezyin edilmiş kapakları ve tavanları ile sağlanır.

En mütevazi ailenin evinde bile her odanın bir tezyini mimari niteliğe sahip olmasını sağlamak çabası, İslam-Türk kültürel yaklaşımının özel ürünüdür.

Evin inşaatının tamamlanarak kullanışa açılmasından sonra, ailenin mali imkanları geliştikçe, zamanla odalara tezyin edilmiş tavanlar, dolaplar ilave edilmesine imkan veren bir mimari yaklaşımın mevcudiyeti, kullanıcının çevresinin oluşumuna katılmasına imkan vererek, onun yaşadığı ortama yabancılaşmasını neredeyse imkansızlaştıran bu kültürel tavrı daha da güçlendirir.

Farklı kullanım şekillerini barındıran bir mimari birim olan odanın tasarımı, zaman içerisinde bazı farlılıklar göstermiş ve misafirlerin kabul edildiği daha yüksek tavanlı, tepe pencereli baş odalar yanında, konakların ve soğuk bölgelerdeki evlerin özel yaşama kısımları olarak, ısınma kolaylığı sağlamaları sebebi ile basık tavanlı kış odaları da vücuda getirilmiştir.

Oda, sonsuz mekana çeşitli yönlerde açılabilen bir mekandır. Genellikle sokak istikametinde (dışa doğru) açılan bir pencere dizisine karşılık evin bahçesine doğru açılan pencerelerin düzeni odadaki sedirde oturan insanı, bir yönde dış dünyayı, toplumsal mekanı (sokağı-meydanı), sonsuzluğu, diğer yönde ise evin çiçekli cennet bahçesini birlikte idrak etmeye yönelten bilinçli bir mimari tercih olmuştur.

Bu tercih neticesinde, oda barındırdığı insana şehre ve şehrin insani ve abidevi ölçekteki ortamıyla görsel ilişki kurmak imkanı vererek, ona bir toplumsal ortamın içinde var olduğunu, sorumluluklarını ve yararlandığı nimetleri hatırlatır.

Baş odalar büyük evlerde, konaklarda daha önem kazanırlar ve her üç cepheleriyle dışa, sonsuz mekana açılırlar.

Türk insanını çevresini düzenlerken yönlendiren İslami ahiret inancı, cenneti ‘güzel meyvalı ağaçlarının altından ırmaklar akan’ bir özel yer olarak tanımlar. Böylesi bir ortamın dünyadaki elemanları ise, oda-bahçe-çiçekler-meyve ağaçları, akan su ve havuzdur.

Cennetin en önemli unsurlarından biri olarak suya atfedilen özel önem, ona evin içerisinde de yer verilmesini sağlamıştır. Odalar arasında yer alan sofalarda, hatta baş odada dahi bir havuza yer verilmesi yaygın bir uygulamadır.

Safranbolu evlerinde odanın ortasında yer alan büyükçe havuz, İslami kültürün sıcak iklimdeki ürünü olarak, Agra ve Delhi’nin saraylarında, evlerinde de önemli bir mimari unsur olarak yer almıştır.

Odalar ve odaların aralarındaki ortak yaşama alanlarından oluşan Türk evinin Anadolu’daki gelişim sürecinin ilk aşamasında bağımsız birer tektonik olan iki odanın önünde ve ortasındaki hayat adı verilen bölüm bulunur ve bu mekan bahçeye bakardı. (Resim-1)

Türk evi esas itibarıyla, tek katlı, fakat yükseltilerek topraktan kopartılmış zeminden bağımsız bir yapıdır. Yapının zeminden bağımsız olarak önceden belirlenmiş planimetrik özellikleriyle bütünleşmiş bir yapı teknolojisi de, aynen otağın strüktürel niteliklerinde olduğu gibi, Türk evinin biçimine yansır.

Ev, saf geometrik kare ve kareye çok yakın dikdörtgen biçimindeki odalardan oluşur. Evin bu asli unsurları genellikle meşe, kestane gibi vasıflı ahşap kullanılarak, narin kesitlerle ve modüler bir sistem üzerine kurularak vücuda getirilir.

Diğer taraftan, Türk şehirlerinin genellikle yamaçlarda kurulmasını sağlayan fiziki, ekonomik, kültürel sebebler ve ayrıca İslamın ilahi iradeye kayıtsız, şartsız uyulması kuralı, topografyaya uymayı da zaruri kılar. (Resim-2)

Allah’ın emirlerine, varlığın değiştirilemez şartlarına koşulsuz riayet, Türk şehirlerindeki yol şebekesinin topografyaya, yerel şartlara uyularak geliştirilmesini sağlarken, evin tasarım sürecini yönlendiren teknolojik, sosyolojik, kültürel şartlar sonuçta geometrik, dik açılı yapı biçimlerinin oluşumuna neden olur. şehrin sokaklarıyla evlerinin farklı yönlerde olmaları, her evi sokak zemininden bağımsız bir unsur hüviyetine kavuşturur. (Resim-3)

Odanın yönü ile sokak yönünün farklılaşmasından doğan biçim zenginliği tarih boyunca her Türk şehrine ve her Türk evine farklı bir kimlik kazandırmıştır. Böylesi bir yaklaşımının benzerinin medeniyet tarihi içerisinde mevcut olmadığını bilinmektedir.

Bu çözümlemenin biçim dünyasının heyecan verici eşsiz zenginliğini, diktatör, Bonapartist tekdüzeliğin hayranı olan ve toplumuzu, şehirlerimizi, evlerimizi bugünkü sefil, seviyesiz kültürsüzlüğe sürükleyen taklitçi sözde aydınlarımız hiç mi hiç kavrayamadılar, kavramak istemediler.

Planimetri yanında yapı teknolojisinin standartlar düzeni, evlerin taşıyıcı sisteminin ve diğer yapısal elemanlarının önceden imal edilerek stoklanmasını, bu standart elemanların ihtiyaç durumunda hızla birleştirilmesi suretiyle inşaatın kısa süre içerisinde tamamlanmasını mümkün kılıyordu.

Taşıyıcı iskeletin ahşap unsurlarının uzun madeni çivilerle ayrılmayı imkansızlaştıracak şekilde birbirlerine bağlanmaları, otağ strüktüründe iplerle sağlanan çözüme benzer bir yaklaşımdı. Bu yöntemle Osmanlı dünyasında yaygın deprem ortamına dayanıklı evlerin inşası mümkün olabilmişti.

Evin, pencerelerle bir taraftan sokak ve dış dünyaya, diğer taraftan hayat ve eyvanla bahçeye açılmasına imkan veren planı, ona Türk evi kimliğini kazandıran özel bir mimari yaklaşımdır.

Esas itibarıyla tek katlı inşa edilen ev, dış dünya ile bahçe arasında yer alan oda dizilerinden oluşur. Her oda eve ait bir ziynettir. Oda dizileri sayesinde ev bir tezyini bütünlük haline gelir. Oda dizileri aralarına evin bahçesine ve dış dünyaya açılan eyvanlar alarak her odanın, bütünlüğün bağımsız tektonikleri olmak özelliğini güçlendirirler. (Resim-4) 63

Bağımsız tektoniklerin ferdiyetlerini koruyarak dizilerin içinde yer almaları ve bütünü oluşturmaları, sanat ve mimarlık tarihçisi Heinrich Wölfflin’in Batı Avrupa Rönesans ve Barok sanatları için tanımladığı parça-bütün ilişki biçimleri ile karıştırılmaması gereken, İslam sanatının kendine has parça-bütün ilişkisinden doğan tezyiniliğin ürünüdür.

Diğer taraftan bu çözümleme, evin tezyini niteliğini sürdürürken üzerine ekler alarak biçim değiştirmesine ve büyümesine de imkan vermektedir.

Doğrusal bir çizgi üzerinde yer alan oda dizisi hayatın bahçe cephesine eklenen odalarla veya ‘U’, ‘L’ biçimindeki plan şemaları ile zenginleştirilerek ev mimarisine yeni imkanlar da sağlamıştır. (Resim-5,6)

Türk ev mimarisinin özel iki türü kasırlar ve köşklerdir. Bu yapılar esas itibarıyla, evdeki baş odanın büyük bir önem kazanması neticesinde oluşturulmuşlardır.

Baş odalar haçvari planları ve cumbaları vasıtasıyla çok daha etkileyici bir biçimde üç cephede dışa açılma imkanına sahiptirler. Kasırlar ve köşkler, Türk evinin biçimlenmesinde önemli bir etken olan, insanın hiçbir engelle karşılaşmadan dünya ve sonsuzluk ile her an ilişki içerisinde bulunabilmesi ve sonsuzluğun ortasındaki yüce bir varlık olarak kendisine yer edinebilmesi şeklinde özetlenebilecek temel inancının saf yansımalarını oluştururlar. (Resim-7)

Fransa Kralı XIV. Louis’e sadece tek bir yönde dış dünyaya bakmak ve algılamak imkanı veren Versay Sarayı’nın odaları ile, kullanıcısına her yöne bakmak imkanını sunan Türk kasır ve köşklerinin baş odalarının, insan-dünya ilişkisi sistematiğine ait derin farklılıkları açıktır. Bu çözümleme Osmanlı-Türk dünyasında en sade insanın evinde de gerçekleştirilen bir temel tercihtir.

Modüler bir düzen içerisinde biraraya getirilen ve duvarı teşkil eden ahşap dikmeler arasına, bu modüler sistemin bir devamı olarak yerleştirilen pencereler veya pencere dizileri de oda dizileri gibi, ancak daha kolay fark edilecek bir şekilde, Türk evi mimarisinin tezyini niteliğine güçlü bir katkı yaparlar.

Önceden hazırlanmış parçaları kullanarak horizontal bir mantıkla vücuda getirilen Türk evinin yukarıdan aşağıya doğru oluşumunda en üst unsur çatıdır.

Zeminin kalın taş duvarlar ile yükseltilmesi suretiyle oluşturulan kagir bir altyapı (kat) üzerine oturtulan, yol istikametine tabi olan bu kagir stürüktüre göre genişleyen ve kendi özel yönlenişiyle oluşan ahşap kısmın korunmasını sağlayan geniş saçaklı çatılar Türk evinin önemli bir unsurudur.

Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde kuzey ülkelerindeki kar ve soğuk sorunu mevcut bulunmadığından az meyilli inşa edilen, buna karşılık geniş saçaklarıyla pencere ve duvarları yağmurla güneşin olumsuz etkilerinden koruyan çatının, koruma ifadesi belirgindir.

Genel standartlar düzeni içerisinde çatının inşa edilmesinde tabi olunacak hususlara göre evin planı düzenleniyor ve yol istikameti, meyil v.s. mahalli şartlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir mantıkla evin altyapısı kesinleştiriliyor daha sonra üst yapı unsurları zaruretlere göre ev nihai olarak yukarıdan aşağıya doğru planlanıyordu.

Planlama ve tasarım sürecinin yukarıdan aşağıya doğru gelişmesi, Osmanlı büyük abidelerinin tasarım süreci için de geçerlidir ve bu tasarım yaklaşımının Türk-Osmanlı kültür yapısına has bir ürün olduğunun kanıtıdır.

1896’da F.L. Wright’ın “standartlar geliştirmeliyiz”, daha sonra 1927’de Le Corbusier’in “standarlar ruhunu geliştirmeliyiz” şeklindeki ifadelerini takip eden 70 yılda, bu uyarıları dikkate almaksızın, gerekli kültürel temellere dayalı sistematikten yoksun standartlarla üretilen ruhsuz tekrarlar başka bir şey olamayan tasarımların, mimarinin başarısızlığının ana sebebi olduğu açıktır.

Türk evine yüksek bir mimari değer kazandıran önemli bir diğer husus ise yapı inşa sistemi ve yapı elemanı standarlarının ötesinde, evi planlayarak gerçekleştiren ile evin kullanıcılarının ortak inanç sistemlerine, ortak yaşama biçim ve üslubuna sahip olmalarıdır.

Ortak değerler sisteminin üzerinde gelişeceği ortak inanç ve varlık görüşünün hayata, mimariye yansıması ve bu alanlarda çözümler vücuda getirebilmesi için ortak inanca sahip insan topluluğunun varlığı yeterli değildir. Türk-Osmanlı evinin ulaştığı yüksek kültür değerinin vücuda getirilmesinde mimarlık meselesinin geliştirilme ve teşkilatlanma biçiminin de özel ve ayrı bir önemi olmuştur.

Bu oluşumu belirleyen evrensel kurallar aşağıda dile getirilmiştir.

•İnsanların en iyisi alimin iyisi, insanların en kötüsü alimin kötüsüdür.

(Hadis-i şerif)

•Yakın kolay, uzak zor idare edilir. (Lao Çe)

•İnsanlar yalnızca problemleri çözebilir. (M.W. Rohe)

Bu üç kuralın birincisine göre Osmanlı-Türk Evi’nin üslup, standartlar vs. temel meseleleri ve b ve c’ de ifadesini bulan hususlara ait sorunlar toplumun en seçkin ve seçkinliğini yaptıkları ile kanıtlamış bir mimarlar kesimi tarafından ana hatları ile çözümlenmiştir. Bunlar, sarayda, devletin seçkin yöneticileri, şehzadeler, sadrazamlar, vezirler, şeyh-ül İslam’lar ile birlikte yetiştirilip, onlarla aynı ortamda yaşayan, çalışan çok az sayıdaki, Platon’un ‘seçkin’ olarak tarif ettiği tipteki insanlardan oluşan mimarlardır.

Bu insanlar topluma en güzel mimarlık eseri örneklerini vermekle görevlidirler.

Standartları, çözüm ve tasarımı biçimlendiren davranış, üslup ve tercihlerin neler olacağını ve ilgili teknik esasları ve organizasyon biçimlerini geliştirerek ortaya koyarlar.

Dünyadaki yapı stokunun % 80’den fazlasını oluşturan konutlar, ailelerin barınmaları, çocukların yetiştirilmeleri açısından büyük önem taşıyan, ancak küçük ölçülü yapılardır ve farklı coğrafyalarda ve faklı sosyo-ekonomik şartlar altında vücuda getirilirler.

Her ev özel bir mimarlık sorunudur. Evin bir ailenin özel şartlarına göre şekillenebilmesi için ailenin evin oluşmasına katılımı şarttır.

Günümüzde, insanların evlerinin oluşmasına katılımı, ancak konut üretimine hakim olan teknokratik tavır ve tahakküm sınırlanarak sağlanabilir.

Evi, büyük iri yapı kitlelerinin küçük bir birimi düzeyine indirgeyen 20.asır konut mimarisinin yanılgısını aşabilmek için, her evi kendi ölçeğinde ayrı bir mimarlık konusu halinde ele alarak çözümleyen, bu özelliği ile insanlığın geleceğine de ışık tutabilecek hikmete sahip Osmanlı-Türk ev mimarisi yaklaşımını izlemek bir zarurettir.

Her evn tek tek teknolojik, sosyal, ekonomik sorunlarını ve ev topluluklarının biçim ifadelerini ve üslup sorunlarının yeniden çözecek mimarlar yetştirmek gerçekleşmeyecek bir hayal değildir.

Üst düzeydeki mimarlık eserlerini meydana getirmenin ilk şartı, sorunun iki ayrı kümede ele alınmasıdır. Bunlardan birincisi konut mimarisinde standartların oluşturulması, ikincisi ise evin mahalli maddi, sosyal şartlara göre çevre ile ilişkisinin düzenlenmesi ve kullanıcı ihtiyaçlarının karşılanmasıdir.

Birinci kümenin meselelerini ‘seçkin’ mimarlar eliyle çözümleyen Osmanlı mimarlık düzeni, ikinci kümenin sorunlarını ise standartları kullanarak yerinde (sahada) çözüm üretmek yeteneğine sahip ve mimarın halifesi konumunda olan kalfaları lonca düzeni içerisinde yetiştirerek aşabilmiştir.

Mahiyeti itibarı ile birbirine karşıt evrensel ve mahalli-aktüel sorunları birarada ele alabilen Türk-Osmanlı mimarlık organizasyonu, insanlık tarihi içinde hiç rastlanmadık bir biçimde, evin ve şehrin bütünlüğü yanında ferdiyetin yüceliğini, insanın çevresinin oluşumuna katılımını en yüksek düzeyde çözüme kavuşturmuştur.

Bu çözümleme, en varlıklısından, en yoksuluna kadar şehirdeki her evin bir mimarlık sanatı şaheseri niteliğine kavuşmasına imkan vermiştir.

Elastiki ve mükemmel bir standartlar düzenini oluşturan ve hayata geçirilme esaslarını belirleyen bir seçkinler zümresinin katkısı ve bu standartlar düzenini mahalli şartlar içinde hayata geçiren bir mimar halifeleri (kalfalar) neslinin loncalar eliyle yetiştirip görevlendirilmesini sağlayan ve takip eden bir organizasyon yapısı insanlık tarihinde ne doğunun Pekin, Isfahan, Kahire’sinde, ne kuzey Afrika’nın Marakeş’inde, ne de batı Avrupa’nın herhangi bir şehrinde Ortaçağ ve sonrasında başarılamamıştır.

Türk evi, mahallesi ve şehri;

•standartlar yanında farklılaşma,

•merkezin ürettiği bilgi ve katılım,

•abidevilik ve küçük ölçü,

•mükemmellik ve üzerine ek alabilme,

•stoik bir yapısallık yanında tabiat ile beraberlik,

•kalıcı olmak ama değişen şartlara da uyabilmek,

özellikleri ile 21.asır insanlığının konut sorununun çözümü için bir temel örnek teşkil etmektedir.

Sedat H. Eldem, ‘Türk Evi Plan Tipleri’ İTÜ-Mimarlık Fakültesi Yayını, 1955.

Sedat H. Eldem, ‘Köşkler ve Kasırlar’ D. G. S. A. Mimarlık Bölümü Yayını, I ve II. Ciltler.

Gazali, ‘Tehafütü’l-Felâsife’.

Heinrich Wölfflin, ‘Principles of Art History’ Dover Publications,

Türkçe çevirisi ‘Sanat Tarihinin Temel Kavramları’ Remzi Kitabevi 1995.

Muhammed İkbal, ‘Reconstruction of Religious Thought in Islam-İslamda Dini Düşüncenin Yeniden Kuruluşu’, Birleşik Yayıncılık-İstanbul, Çev. Dr. N. Ahmet Asrar.

Muhiddin-i Arabi, ‘Fusüs Ül-Hikem’, Milli Eğitim Basımevi, 1952.

Ernst Diez, ‘A Stylistic Analysis of Islamic Art’; ‘Ornamentalism in Islamic Art’; Simultaneity in Islamic Art ‘ Ars Islamica, Michigan, 1938.

Ananda K. Coomaraswamy, ‘Christian and Oriental Philosophy of Art’, Dover Publications, Inc., New York.

Ludwig Coellen, ‘Der Still der Bildenden Kunst’, Arkaden Verlag, Darmstadt, 1921.

Titus Burckhardt, ‘Principes et Methodes de l’Art Sacre’, Devry Livres, Paris, 1976


Yüklə 11,12 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin