81 Hemann Pinnow, Almanya Tarihi, C. II, (Ter: Fehmi Baldaş), İstanbul 1940, s. 474.
82 Neue Züricher Zeitung, 24 August 1901.
83 Petersburger Harold, 6 März/29 April 1890.
84 Lindow, a.g.e., s. 36, “Früher, aus der Ferne, hatte Marschall sich, wie mehr oder weniger alle europaeischen Politiker, die Türken vorwiegend als blutgrierende Fanatiker. Die Christen als die ihnen schutzlos augelieferten Opfer gedacht: nun, aus der Nähe gesehen, stellen sich ihm ganz anders dar. Sein stark ausgeprägtes Rechtsgefühl verurteilt das unfäire Verhalten der Mächte… Im Vorgehen der Christen in Kreata wie in Armenien sieht er in erster Linie die gesetztwidrige revolutionälen Rechte, die offene Unterstützungen der Mächte findet, weil diese nur die Christen Schutz und Recht zubilligen, die Muhammedaner aber skrupellos allen Vergewältigungen durch zügellose Horden preisgeben.
85 Paul Rohrbach, In Turan und Armenien, auf Faden russischer Weltpolitik, Berlin 1898, s. 50.
86 Kampen, a.g.e., s. 147.
87 Saupp, a.g.e., s. 57.
88 Uwe Feigel, Das evangelische Deutschland und Armenien. Die armenische Hilfe und evangelische Christen seit dem Ende des 19. Jahrhunderts. Im Kontext der deutsch-türkischen Beziehungen, Göttingen 1989, s. 79.
89 Münchener Allgemeine Zeitung, 2 September 1899.
90 Temmuz 1908’deki Genç Türk ayaklanmasından kısa bir süre sonra Türk basınında Alman askeri heyetinin görevden alınmasının çabuklaştırılması istekleri görülmeye başladı.
Bu ruh hali İstanbul’daki Alman makamlarınca fark edilmeden geçiştirelemezdi. Yeni Askeri Ataşe Binbaşı von Strempel, kontratı bitince General Auler Paşa’nın Almanya’ya geri döneceğini Prusya Krallığı Harbiye Nazırlığı’na bildirdi. Yıllardır artık bir iş görmeyen, bir yıldır hasta olan ve sekiz aydır Almanya’da izinde bulunan Mareşal Kamphövener ve Korgeneral von Ditfurth Paşa ile İmhoff ve yine yıllardır hiçbir iş yapmayan Rüdgisch Paşa Türkiye’de kalmaya devam
ediyorlardı. Ama kabahat yalnız iş görmeyen ya da çok az bir şey yapan paşalarda değil, aynı zamanda sistemdeydi. Alman subaylarının yüksek maaşları yüzünden yeni kurulan Millet Meclisi’nde soru önergesi verileceğine şüphe yoktu. Birçok rütbeli Türk subayı, bu konu üzerine Strempel ile samimi konuşuyorlardı. Bunların hepsi de, her iki devletin çıkarları bakımından reformların devamını ister görünüyorlardı. Almanlar Türklerin hoşuna gidebilecek şu sözleri sarf ediyorlardı. Alman imparatoru başta olmak üzere bütün Alman subayları, bugüne kadar hiç kimsenin başarma olanağı bulamadığı reorganizasyonu Almanya’da eğitim görmüş subayların bu sistem içinde uygulayacak durumda olduklarına tamamen güvenmektedirler. Wallach, Anatomie…, s. 78.
91 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C. II, K. IV, Ankara 1983, s. 619.
92 Hamdi Atamer, “Anadolu’da Kurulmak İstenen Yahudi Devleti”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, C. I, Sayı: 5, İstanbul, 1968, s. 19.
93 Bayur, a.g.e., C. II, K. I, s. 175-183.
94 Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Ortaasya’ya Enver Paşa, C. II, 4. baskı, İstanbul 1986, s. 505.
95 Bayur, a.g.e., C. II, K. VI, ss. 549-558.
96 Aydemir, a.g.e., s. 518; Ergün Aybars, Türkiye Cumhuriyet Tarihi I, 2. baskı, İzmir, 1986, s. 57.
97 Theodor Werner de, Die Türken unter der britischen Faust 1918-1923, Berlin 1940 adlı eserinde, Türkiye için iki yol vardı der: Ya Almanya ile ya da İtilâf devletlerinin biriyle anlasma yapacaktı. Türkiye için tarafsızlık, emniyeti açısından garanti olmazdı”, s. 8. Ayrıca Werner, Atatürk’ün Osmanlı Devleti’nin savaşa katılması hakkındaki düşüncelerini Mersinli Cemâl Pasa’ya 10 Ekim 1919 tarihli mektubunda şöyle yazdığını ifade eder: “Kötü sonuçundan dolayi bugün insanlarin nefret ettiği savaşa katilmamış olsaydık çok hoş olurdu. Ama katılmaktan başka alternatif yoktu. Çünkü savaşa katılmamak da silâhli bir tarafsızlığı gerektiriyordu yani Boğazların kapatılmasını. Memleketimizin cografi yapısı, İstanbul’un stratejik durumu ve Rusya’nin İtilâf Devletleri safhında yer alması, bizim seyirci olarak kalmamızı müsaade etmedi. Ayrıca ne paramız, ne silâhımız, ne sanayimiz, ne de silâhlı tarafsızlığı uygulayabilecek çaremiz vardı. İtilâf Devletlerinin özellikle İngiltere’nin gemilerimize el koyması ve donanma için halktan toplanan yedi buçuk milyon parayı gasp etmesi, aynı zamanda İtilâf devletlerinin savaş ilân etmesi (bizim savaşa katılmamızdan dört ay önce), Osmanlı devleti yok etme pahasına Ermeni Cumhuriyeti oluşturma kararının açıklanması ve son olarak Bolşevikler tarafından ilân edilen gizli anlaşmaya göre, İstanbul’un Çarlık Rusya’ya söz verilmiş olması, bizi İtilâf devletlerine karşı savaşmamızı gerektiren gerçeklerdi. s. 8-9.
98 Wallach, Bir Askeri…, s. 141.
99 Carl Mühlmann, Deutschland und die Türkei 1913-1914. Die Berufung der deutschen Militarmissiion nach der Türkei 1913, das deutsch-türkische Bündnis 1914 und der Eintritt der Türkei in den Weltkrieg, Berlin 1929, s. 53; Karl Klinghart, Denkwürdigkeiten des Marschalls Izzet Pascha, Leipzig 1927, s. 270; Ayrica bkz. Said Halim Paşa, Buhranlarımız ve Son Eserleri (Hazırlayan: M. Ertugrul Düzdag), İstanbul 1991, s. 310 vd. da Osmanlı Devleti’ni tarafsız tutmanın zorluguna, hatta öncelikle devletin Almanlar safhında degil de İtilâf devletleri yanında bulunmak istediğine ama İtilâf devletlerinin buna “asla” yanaşmadıklarına dikkat çekilir. Sadrazam Halim Paşa’nın düşüncesi „müsellâh bir bitaraflık“ (silâhlı tarafsızlık) tır, s. 315. Ama maalesef bu da başarılamamıştır. Onun için Paşa, kendi „ görüşüne aykırı olarak“ devletin harbe sokulması üzerine „ gücenerek istifaya karar vermiş“ ama istifası kabul edilmemiştir.
100 Mühlmann, a.g.e., s. 53; Klinghart, a.g.e., s. 270; Said Halim Paşa, a.g.e., ss. 310-315.
101 Frhr. von Kress, „Ahmed-Djemal Pascha als Soldat“, Mitteilungen des Bundes des Asienkaempfres, 4. Jg., Nr. 9, Berlin 01. 09. 1922, s. 4; Mühlmann a.g.e., s. 56.
102 Kress, s. 3; Mühlmann, a.g.e., s. 29.
103 Kress, s. 4.
-
Joseph Pomiankowskı, Der Zusammenbruch des Ottomanischen Reiches, Erinnerungen an die Türkei aus der Zeit des Weltkrieges, Amaltea-Verlag, Zürich-Wien-Leipzig, s. 76. Türkçeye Çeviren Kemal Turan, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü, İstanbul 1990. Çevirinin iyi yapilmadigi hakkinda Taner Akçam, “Bir kitap çevrisi üzerine” adlı tenkit yazısı yazar. Tarih ve Toplum, Sayı 120, Aralık 1993, s. 59-61.
105 Mai Rudolf Kaufmann, “Zehn Jahre Jungtürkentum”, Der Neue Orient, Bd. 4, 1918, s. 260.
106 Wallach, a.g.e., s. 49.
107 Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi (1908-1920), C. III, Kısım: 6, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığ Resmi Yayınları Seri No: 2, Ankara 1971, s. 193.
108Baki (Vandemir), Büyük Harpte Kafkas Cephesi, C. I, İstanbul 1933, Andlaşmanın tam metni için kitabın ek kısmına bakınız.
109 Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, (Çev: M. Şevki Yazman), İstanbul, 1968, ss. 11-17; Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi (1908-1920), C. III, Kısım: 6, s. 194.
110 Aydemir, a.g.e., s. 518.
111 Bayur, a.g.e., C. II, K. VI, ss. 615-617.
112 Salih Polatkan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, 2. baskı, İstanbul 1986, s. 23.
113 Bayur, a.g.e., C. III, K. I, ss. 74-84.
114 Frankfurter Zeitung, 5. 11. 1898; Hatta Enver Paşa, İtilâf devletlerine Çanakkale’ye çok asker sevkiyatından dolayı teşekkür eder. Böylece Almanya’nın yükünü! hafifletmişizdir. “Enver über Gallipoli, dank an die Verbündeten”, Vossische Zeitung, Nr. 22, 13 Ocak 1916.
115 Ernst Jaeckh, “Die Deutsch=Türkische Waffenbrüderschaft” Der Deutsche Krieg, Politische Flugschriften, Hrgb.: Ernst Jaeckh, Stuttgart-Berlin 1915, s. 5-6.
116 Rusya’nın I. Çar Petro’dan beri sıcak denizlere inme politikasıdır.
117 Jaeckh, a.g.e., s. 8-9.
118 Jaeckh a.g.e., s. 11.
119 Jaeckh, a.g.e., s. 11-12.
120 Jaeckh, a.g.e., s. 13.
121 Wallach, a.g.e., s. 149.
122 Mühlmann, a.g.e., s. 74.
123 Wallach, a.g.e., s. 142-149.
124 Kaufmann, a.g.e., s. 260.
125 Bayur, a.g.e., C. III, K. I, s. 173.
126 Düstur, II. Tertib, C. VI, s. 1273.
127 Bayur, a.g.e., C. III, K. I, ss. 161-173.
128 Aydemir, a.g.e., s. 509-510.
129 Gotthard Jaschke, “Zum Eintritt der Türkei in den Weltkrieg”, Die Welt des Islams, Volume 19, Leiden, E. J. Brill, 1979, s. 223.
130 Wallach, a.g.e., s. 150.
131 Jaschke, a.g.e., s. 223.
132 Wallach, Anatomie…, s. 166; kıyaslayınız, Hermann Lorey, Der Krieg in den Türkischen Gewassern, 1. Bd., Berlin 1928, s. 46-47.
133 Cemâl Paşa, Hatıraları’nda Osmanlı Devleti’nin 1914’teki acıklı halini çok açık anlatır. Fransızlara yaptığı su açıklama, durumu bütün vehameti ile ortaya koymaktadır: “Memleketin üç silâhli kuvveti vardır: Birincisi ordusu, ikincisi donanmasi, üçüncüsü de jandarması! Biz bunlardan birincisinin ıslahını Almanlara, ikincisinin ıslahını İngilizlere, üçüncüsünün tensikini Fransizlara bırakmışız. Simdi bunda münakaşayi mucib ne görüyorsunuz? Ordumuzu Rusların tensikine bırakmamızıi mı arzu ediyorsunuz? (s. 91). Cemâl Paşa, hatıralarının devamında konu ile ilgili detay bilgi de verir. Aslinda Ingilizlere teslim ve havale edilen iş sadece donanmanın ıslahı degildir. Bagdat Demiryollarının Basra’ya doğru uzatılmasi, Dicle-Fırat üzerinde gemi çalıstırma meselesinin Ingilizler lehine halli, Içisleri Bakanlıgına Ingiliz Genel Müfettisi ve birkaç Ingiliz dahiliye müfettisi tayini, gümrüklerin islahinin Ingilizlere havalesi, tersanelerimizin ıslahının Ingiliz şirketlerine verilmesi, Ermenilerin oturduğu vilâyetlerin idaresinin Ingiliz memurlarına verilmek istenmesi gibi (s. 130-131) milli varlık ve bağımsızlıkla telif edilemeyecek ama Ingilizleri memnun edecek uygulamalar yapılmıştır. Böylece Ingiliz-Rus anlaşması ile değişen Ingiliz siyaseti lehe döndürülmek istenmektedir. (s132). Aynı sekilde Fransızlara sadece jandarmanın ıslahı verilmez. Lübnan Dağları (Cebel-i Lübnan) jandarması bile, Fransızları memnun etmek için Fransız generale teslim edilir. Mali işlerin ıslahı, maliye memurlarının genel müfettişliği de bir Fransıza tevdi edilmiştir. Yine uygun olmadığı halde Fransızlara 6 destroyer ve 2 denizaltı ile birçok dağ topu siparişi verilir. „Fransa-Türkiye Dostluk Cemiyeti“ kurulur. Cemiyetin İstanbul’daki başkanı bizzat Cemâl Paşa’dır. (s. 132-134) Türk-Fransız yakınlaşmasında önemli gayretleri görülen Cemâl Paşa, 1914 Temmuz’unda Fransa’ya gider. Çok açık bir şekilde Türkiye’nin „Üçlü Itilâf’a alınmasınıi teklif eder. (s, 139) Ama Fransa kendisine, müttefiklerden bağımsız karar veremeyeceğini bildirerek kaypak cevap verir. Sonuç reddir. (s. 140) Cemâl Paşa’ya „Legion d’honneur“ nişanının verilmesi neticeyi degiştirmemiştir. Zaten kendisinden habersiz, „Sadrazam ve Hariciye Nazırı ile Alman Sefiri 27 Temmuz 1914“te „Alman-Türkiye Ittifakini“ imzalamışlardır. Bunun üzerine Talât Pasa, „Alman Ittifakina ne dersin“ diye sorunca; „Türkiye’yi münferit vaziyetten kurtaracak olan böyle bir ittifakı derakap kabul ederim“ der. (s. 142) Artik 2 Agustos 1914’te gerçeklesecek sarih Türk-Alman ittifakının önü açılmıstır; Thedor Vviegand da, 21. 12. 1917 tarihinde Istanbul’a yapilan yolculukta Cemâl Paşa’nin kendisine, Türkiye’nin Almanya’nın yaninda savaşa iştiraki hakkında şöyle söylediğini yazar: „Tarafsız kalsaydik, durumumuz Yunanistan’daki gibi tamamen çekilmez olurdu. Itilâf Devletlerine bağlanmış olsaydik ve onlar galip gelselerdi, geleceğimiz mühürlenecekti, çünkü galip devletler kısa süre sonra memleketimizi taksim edeceklerdi. Bu sepeble, tehlikeleri aşabilmek için Almanya’nın yanında olmak zorundaydık. İtilâf Devletleriyle birlikte kazanmış olsaydık, kaderimiz yine aynı olacaktı. Şu anda Müttefik Devletlerin galip gelme şansının hâlâ olması, belki bizi Rus, Ingiliz ve Fransızların taksim etme tehlikesinden uzun süre kurtarmış olacak. Halbmond im letzten Viertel, Briefe und Reiseberichte aus der alten Türkei von Theodor und Marie Wiegand 1895 bis 1918, Herausgegeben und erlautert von Gerhaard Wiegand, München 1970.
134 Mühlmann, a.g.e., s. 70-71.
135 Mahmut Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, Cüz: 12, İstanbul 1969 (MEB), s. 1898’de Mehmed Said Halim Paşa’nin sadrazamlıktan istifa ettiğini ama istifasının geri alış sebebini şöyle açıkladığını yazar: “O vakit düşündüm ve memleketi böyle bir felaket içinde bırakip çekilmeği vicdanen muvafik görmedim. Eğer böyle düşünmese idim, kendi sahsımı kurtarırdım. Fakat memleket felâkete giderken ne olursa olsun ben çekileyim, demeğe vicdanım kail olmadı”. s. 1898-1899; Kühlmann da, Sadrazamın formalite rol oynadığını, Rusya’ya karşı düşmanlığın başlamasına şaşırdığını ve bu sebeple görevi bırakmak istediğini, Komitenin şiddetli baskısından dolayı görevinde kaldığını yazar. Türkische Ministerien, Türkei 161, R. 13820, Bd. 5, Pera, 5 Februar 1917.
136 Kurt Ziemke, Die Neue Türkei, Politische Entvvicklung 1914-1929, Berlin und Leipzig, s. 36-37;.
137 Ernst Schüle, “Der Eintritt der Türkei in den Weltkrieg”, Berliner Monatshefte, Berlin 1935, s. 212.
138 Schüle, a.g.m, s. 215.
139 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, İstanbul, 1976, s. 20.
140Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı, Genel Kurmay Başkanlığı Harp Dairesi Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1962, ss. 27-44; Ali Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekesinin Tarihi, Ankara, 1948, ss. 1-73.
141 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 2. baskı, Ankara, 1984, s. 142-143.
142 Armaoğlu, a.g.e., ss. 145-148.
II. Abdülhamid’in Mısır Sorununa Yaklaşımı ve İstanbul Konferansı
DR. SÜLEYMAN KIZILTOPRAK
Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Giriş
Osmanlı Devleti’nin Berlin Kongresi’nden sonra, benimsediği politikalar çerçevesinde Mısır sorununa yaklaşımı 19. yüzyılın son çeyreğini konu alan Osmanlı tarihinin önemli sorunlarından bir tanesidir. Bu bağlamda, Mısır sorununa bir çözüm bulmak amacıyla İstanbul’da düzenlenen konferansta II. Abdülhamid’in tutumu ayrıca bir öneme sahiptir.
Hükümeti devre dışı bırakarak Osmanlı Devleti’nin dış politikasını elinde tutan Abdülhamid’in öncelik verdiği alan, Avrupa’nın yayılmacı tavırları karşısında, Osmanlı Devleti’nin siyasal bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumaktı.
Aslında, Osmanlı Devleti’nin bu yaklaşımı, Abdülhamid’den önce Tanzimat devrinde (1839-1856) başlayan ve Islahat Fermanı devrinde (1856-1876) devam eden süreçte yapılan reformlara paralel olarak benimsenen bir politikadır. Tanzimat döneminin en önemli politikalarından biri, devletin güvenliğini sağlamak ve Avrupa’dan gelecek muhtemel saldırıları engellemek için, Osmanlı Devleti’ni Avrupa devletleri arasında oluşan sisteme (Concert Européen) katmaktı. Bu bağlamda, Kırım Savaşı (1853-1855) sırasında Avrupalı güçlerle ittifak yapmakta başarılı olan Osmanlı diplomasisi, 1856 yılında Paris Antlaşması’nı yaparak Osmanlı Devleti’ni Avrupa’nın bir parçası olarak görülmesinde, önemli bir sonuç aldı. Buna göre Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı bu devletler tarafından garanti altına alındı. Bu durumu ihlal eden hareketleri başlatan devletlerin tavırları, bir “savaş sebebi” (causus belli) olarak görüleceğini belirten adı geçen anlaşma, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak kuvvetli bir dayanaktı.1 Fakat, bu yazılı garantilere rağmen Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını isteyen güçler, bu amaçlarını uygulamaktan vazgeçmediler. Paris Antlaşması’nın Osmanlı Devleti’ne sağladığı güvenliğin, uzun vadeli bir garanti taşımadığının görülmesi için, aradan biraz zaman geçmesi gerekiyordu. Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nin iç sorunlarına müdahale etme politikalarını terk etmedikleri için, Paris Antlaşması’nın sağladığı garantinin gereklerini kendileri yerine getirmekten kaçınıyorlardı.
Öte yandan, Kırım Savaşı ile Avrupa siyasetinde güç kaybeden Rusya, 1871 yılında Fransa ile yakınlaşarak Paris Antlaşması’nın Karadeniz’e ait hükümlerini ortadan kaldırmayı başardı.2 Bu gelişme, Kırım Savaşı’ndan sonra, Rusya’nın durdurulmasıyla kazanılan, Osmanlı Devleti’nin güvenliği ve toprak bütünlüğü garantisine, büyük bir darbe vurdu.3 Osmanlı Devleti 1877 yılında, Rusya ile tek başına savaşmak zorunda kaldığı zaman, Paris Antlaşması’nın yanıltıcı güvenliğinin işe yaramaz olduğunu gördü. İstanbul yakınlarına kadar gelen Ruslar, İngiltere’nin öncülüğünde, Paris Antlaşması’nı imzalayan diğer devletlerden Fransa ve Avusturya-Macaristan’ın tehditleriyle geri çekilmek zorunda kaldı.
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü garanti altına alan bu devletler, Berlin Kongresi sürecinde Rusların ele geçirdiği yerlerden bazısından çekilmesini sağlamakla birlikte, kendileri için stratejik değeri olan bazı Osmanlı topraklarını, aralarında paylaşmaktan kaçınmadılar. İngiltere Kıbrıs, Avusturya-Macaristan Bosna Hersek, Fransa da Tunus üzerindeki emperyalist hedeflerini bu ortamda gerçekleştirme yolunu seçtiler. Berlin Kongresi’nin diğer sonuçlarına göre, Osmanlı Devleti Balkanlar’daki önemli topraklarından çekilmek zorunda bırakıl-
dı. Sırbistan, Karadağ ve Romanya, Osmanlı Devleti ile tüm bağlarını koparıp bağımsız oldular. Doğu Rumeli özerk bir eyalet haline getirildi.4 Böylece Osmanlı Devleti, büyük bir nüfus ve üretim kaybıyla karşılaştı. Osmanlı Devleti topraklarının beşte ikisini ve toplam nüfusunun da beşte birini kaybetti.5 Ayrıca, Osmanlı Devleti Rusya tarafından çok ağır bir savaş tazminatı ödemeye zorlandı. Bu tazminat da Osmanlı Devleti’nin tüm borçlarını altıda bir oranında artırarak bütçesine büyük bir yük getirdi.6 Bir başka ekonomik sorun da Osmanlı Devleti’nin ödeyemediği dış borçlarından kaynaklanmaktaydı. Bunun sonucunda, 1881 yılında, Osmanlı maliyesinin yönetimi, büyük ölçüde Duyun-i Umumi tarafından idare edilmeye başlandı. Görüldüğü gibi, 1856 yılından itibaren Rusya tehlikesinden göreceli olarak emin bir şekilde yaşayan Osmanlı Devleti, 1877 yılında aynı tehlike ile tekrar çok açık bir biçimde karşılaştı. Bu durumda, Osmanlı Devleti savaşa girmenin ne kadar ağır bir fatura ödeme riski taşıdığını, acı da olsa tecrübe etmişti. 1880’lerden sonra biçimlenen Abdülhamid’in devlet politikasının köşe taşlarından birini bu tecrübe oluşturmaktadır.7
Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde bulunan Mısır Hidiviyeti, aşırı borçlanmanın yol açtığı sebeplerden dolayı 1876 yılından itibaren bir takım ekonomik ve sosyal sorunlarla uğraşıyordu. 1879 yılında, olaylardan sorumlu tutulan Mısır Hidivi değiştirilmesine rağmen, Mısır’daki sorun gittikçe büyümekteydi. Yukarıda belirtildiği gibi, Mısır sorunu esnasında, Osmanlı Devleti birçok iç ve dış sorunlarla karşı karşıyaydı. Mısır krizi, Osmanlı Devleti açısından çok sorunlu bir zamanda ortaya çıktığı için, olayları kontrol etmede bir takım eksikliklerin olması kaçınılmazdı. Ancak Osmanlı Devleti, Mısır sorununu çözmek için ne kendisini sonu belli olmayan bir maceraya sokmak istiyor, ne de sorununun kendisine yüklediği külfetten kaçınmak istiyordu. Osmanlı Devleti, 1876 yılından itibaren Mısır sorununun çözümü için reel politikalar izledi. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü korumak şeklinde, kabaca formüle edilen “Doğu siyaseti”ni değiştirince, Osmanlı Devleti güvenliğini sağlayacak yeni politikalar geliştirmek zorunda olduğunu gördü.8 Bu sıkıntılı ortamda Osmanlı devlet adamları, bir yandan İngiltere’ye alternatif yeni stratejik partner arayışlarına giriştiler, bir yandan da Mısır sorununa çözüm bulma siyasetleri üzerinde uğraş verdiler.
19. yüzyılın Avrupalı büyük güçleri, Berlin Kongresi’nden sonra, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki topraklarından uzaklaştırılması için uyguladıkları dış politikalarını, Osmanlı Devleti’nin nüfuzu ve egemenliği altındaki, Asya ve Afrika’daki toprakları söz konusu olunca, daha farklı bir biçime sokmuşlardır. İkinci politikalarının birincisinden farkı, ekonomik çıkarların daha baskın bir rol oynamasıdır. Bunun için Afrika’yı bizzat işgal ederek topraklarına katmayı amaçlayan bir politika izlemişlerdir. Bu politikalarını uygularken kendi aralarında mümkün olduğunca çatışmadan uzak bir şekilde anlaşma ve paylaşma esasını göz önünde bulundurmuşlardır.9
1876 yılına kadar Afrika’nın ancak %10’u Avrupalı güçler tarafından işgal edilmişti. Bu tarihten sonra büyük paylaşma başladı.10 İngiltere’nin Kıbrıs ve Mısır’ı, Fransa’nın Tunus’u, İtalya’nın Kızıldeniz’deki Musavva’yı işgalini bu çerçevede değerlendirmek mümkündür. Kısacası, büyük güçler hem kendi aralarında, hem de topraklarında bir çeşit sömürge paylaşımı yaptıkları Osmanlı Devleti’ne diplomatik baskı kullanarak, savaşmadan bu devletin egemenliği ve nüfuzu altındaki Kuzey Afrika’yı işgal etmişlerdir. Osmanlı Devleti ise, bu güçlere savaş açarak bir sonuç alamayacağını ve daha büyük kayıplarla karşılaşacağını bildiğinden -1877 Rus tecrübesinin de gösterdiği gibi- söz konusu işgallere karşı, diplomatik yolları kullanarak tepkisini göstermiş ve uluslararası gelişmelerin kendi lehine dönmesini bekleyerek hukuki varlığını fiilen geri almaya çalışmıştır. Bu açıdan Osmanlı Devleti’nin dış politikasını büyük ölçüde elinde tutan II. Abdülhamid’in Mısır sorununun görüşüldüğü İstanbul Konferansı sırasında ortaya koyduğu politikalar, ayrıca öneme sahiptir.
1. Osmanlı Devleti’nin
Konferansı Önleme Çabaları
13 Nisan 1879 yılında Mısır’da meşrutiyet tartışmalarının başladığı olumlu bir ortamdan istifade ederek kurulan Vatan Partisi’nden11 İngiltere ve Fransa hükümetleri, rahatsızlık duyuyorlardı.12 Çünkü Vatan Partisi taraftarları, Mısır’daki ekonomik, siyasi ve sosyal olumsuzlukların sebebi olarak gördükleri yabancılara karşı her geçen gün yeni protestolar yapıyorlardı. Mısır ordusunda Mirliva (albay) rütbesinde olan Urabi, Vatan Partisi’nin önderi olarak, “Mısır Mısırlılarındır” sloganı ile İkili Kontrol ve Borçların Tasfiyesi Kanunu’na kesin bir şekilde karşı çıkıyordu.13 Sonuçta, 7 Ocak 1882 tarihinde, İngiltere ve Fransa ortaklaşa olarak sert bir deklarasyon yayınlayarak, Vatan Partisi taraftarlarını uyardılar.14 Fransa başbakanı Gambetta’nın ileri sürdüğü bir teklif neticesinde ortaya çıktığı için, Gambetta Notası adıyla bilinen bu deklarasyonda, eğer Mısır’daki olaylar sona er-
mezse, İngiltere ve Fransa Mısır’da düzeni sağlamak için askeri güç kullanmak da dahil olmak üzere, gereken tedbirleri alacaklarını açıklamışlardı. Babıâli notaya bir hafta sonra sert bir cevap verdi.15
Fakat, bu nota beklenenin aksine Mısır’daki tepkilerin artmasına sebep oldu. İngiltere bu durumda, Mısır’a birer Osmanlı, İngiliz ve Fransız generalin gönderilerek Hidiv’in otoritesinin kuvvetlendirilmesini sağlamalarını teklif etti. Gambetta’nın yerine başbakan olan Freycinet bu fikre karşı çıkarak sorunun bir konferans düzenlenerek tartışılması fikrinde olduklarını açıkladı.16 Bu arada, Fransa’nın Hidiv Tevfik Paşa’nın azledilmesi önerisine de İngiltere karşı çıktı. Mayıs 1882 tarihinde Vatanilerin ağırlıkta olduğu nazırlar heyeti Hidiv ile ilişkilerini keserek onu istifaya zorladılar. Bu durum karşısında tedirgin olan Fransa, İngiltere’ye iki devletin donanmalarını İskenderiye önlerine göndererek Vatanilere bu şekilde bir gözdağı verilmesini önerdi. Bu öneriyi İngiltere kabul etti. İngiltere ve Fransa’nın donanmalarını İskenderiye’ye gönderme kararları, Osmanlı Devleti tarafından hoş karşılanmadı ve Babıâli bu eyleme itiraz etti. Ancak İngiltere ve Fransa, niyetlerinin Mısır’a müdahale etmek olmadığını sadece isyancılara bir gözdağı vermek olduğunu açıkladılar. Diğer devletler de Osmanlı Devleti’ni bu yönde teskin ettiler. 2 Mayıs 1882 tarihinde üç İngiliz ve üç Fransız savaş gemisi İskenderiye önlerine demirledi.
İngilizler ve Fransızlar, Mısır’daki karışıklıkların giderilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için Hidiv’e ve Babıâli’ye şikayette bulundular. Bundan sonra Hidiv Tevfik Paşa, Urabî’nin liderliğini yaptığı Vataniler hareketinin gittikçe artan baskılarına karşı, Babıâli’nin duruma müdahale ederek bu sorunu çözmesini, istemeye başladı.17
Urabî ve arkadaşları Abdül’al ve Ali Fehmi gibi askeri komutanlar önderliğinde, ordunun büyük bir kısmını arkalarına alan Vatan Partisi, yabancıların Mısır’daki nüfuzunun artmasından Hidiv Tevfik Paşa’yı sorumlu tutuyorlardı. Tevfik Paşa ise, yabancılara karşı olmak yanında, kendi iktidarını da hedef alan bu hareketin ancak, askeri güçle üstesinden gelineceği, kanatini taşıyordu. Bu konuda da Babıâli’nin devreye girmesini bekliyordu. Bu bağlamda Tevfik Paşa 1882 yılının başlarında, Ali Nizami Paşa Heyeti’nin tekrar gelmesini istedi.18 İngiltere ve Fransa ise Mısır’daki karışıklıkları önleyecek çözümleri görüşmek için, İstanbul’da büyük devletler arasında bir konferans toplanması fikrini ileri sürüyorlardı. II. Abdülhamid de, Mısır sorununun bir iç mesele olduğunu belirterek, İstanbul’da böyle bir konferansın düzenlenmesine temelden karşı geliyordu.19
Dostları ilə paylaş: |