F. Fonksiyonları
Şimdiye kadar Yâverân sınıfının varlığı, teşkilâtı ve kemiyet bakımında mensuplarına dair hususlara temas edilmeye çalışıldı. Gerçekte bu sınıfın varlık sebebinin tam anlaşılabilmesi, onların Mabeyn-i Humâyûn’da ve devlet işlerindeki fonksiyonlarının ortaya konulmasına bağlıdır. Böylece Yâverân’ın Saray’da, Bâbıâli’ye ve diğer bürokratlara göre pozisyonları görülecek, bir bakıma yâverlerle ile ilgili lugâtî mana dışında, bu terimlerin keyfiyet olarak izahı da yapılmış olacaktır.
Altmış-yetmiş yıldan fazla bir süre işlerliğini sürdüren bu teşkilâta dahil edilmiş ve sayıları bine yaklaşmış bulunan Yâverânın teker teker ele alınması başlı başına bir çalışma olacağı ğibi bu makalenin sınırlarını da aşmaktadır. Bu sebepten burada maksadı ortaya koymaya yetecek sayıda yâverin fonksiyonuna temas edilmeye çalışılacak, mümkün olduğunca bu yâverlerin özellik ve görevlerine dikkat çekilecektir. Sadrazamlık, nazırlık, müşavirlik, valilik gibi mülkî, mareşallıktan teğmenliğe kadar her rütbeden askerî memuriyetler, okullar ile taktik birlikler ve Saray’da istihdam edilen bu kimseler arasında, önceliğin iki seçkin şahsiyete verilmesi isabetli olacaktır. Bunlardan biricisi ilk defa Yâver-i ekrem ünvan yada görevi verilen Keçecizâde Mehmet Fuat Paşa’dır.
Mehmet Fuat Paşa: Bilindiği gibi hariciyede kendini ispat etmiş, görülen lüzum üzerine askerî sınıfa nakledilip Seraskerlik görevi verilmiş ve bürokrasinin en son kademesi sayılan Sadaret makamına yükselmeyi başarmış tecrübeli bir devlet adamıdır. Sivil memur sınıfından gelmesi ve Mustafa Reşit Paşa ekolünden sayılması devletteki misyonunu göstermesi bakımından önemlidir.98 Bu vasıflara ve tecrübeye sahip birinin Yâver-i ekrem ünvanını alması, bu ünvana verilen değer ve fonksiyonunu bir dereceye kadar izah etmektedir. Hatırlanacağı üzere bu ünvanla Fuat Paşa’nın bir nevi temsil gücü artırılıyordu. Bundan dolayı Fuat Paşa’nın şahsında yâverlik sadece ünvan olmanın ötesinde bir mevki özelliği kazanmış olmakta, hem Sadrazam, hem Serasker, hem Yâver-i ekrem olmak itibariyle devletin en mühim payelerini üzerinde topluyordu.99 Sultanın yanında bu ünvanla yeralıyor, böylece Yâver-i ekremlik ünvanı ilk defa siyasî ve diplomatik gayeye yönelik olarak kullanılmış oluyordu. İkinci seçkin örnek ise askerî sınıftan gelen Cevat Paşa’dır.
Cevad Paşa:100 Yâver-i ekremlik açısından onu önemli kılan husus, Bâbıâli’nin başına getirilirken bu ünvanın da sadrazamlıkla beraber kendisine verilmesidir. Başarılı bir asker olarak çeşitli görevlerde bulunan ve son olarak da Girit Valivekili ve Fevkalâde Komutanı101 olan Cevat Paşa, Sadârete atanırken aynı zamanda II. Abdulhamid’in Yâverân sınıfına dahil edilmekteydi. Sadrazam olarak Padişah’a sunduğu bütün arzlarında Yâver-i ekrem ünvanını kullanması, bu ünvanla, Padişah nezdinde daha itibarlı addedildiği şeklinde yorumlanabilir. Bu bakımdan Yâver-i ekremlik, burada en yüksek bürokratik makamı dahî kuvvetlendiren bir fonksiyon icra eder görünmektedir. II. Abdulhamid bilhassa Ermeni işlerinde kendisine güvenmekte ve ayrı bir değer vermekteydi.102
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, Yâverânlıkla diğer memuriyetler arasında dolaylı ve kuvvetlendirici bir ilginin varlığında bahsedilebilineceği gibi, doğrudan Yâverlikle alakalı işler de mevcuttu. Bu bağlamda Yâverân sınıfının Mabeyn’e bağlı bulunması, onların görevlerini Mabeyn’in çalışmasıyla ilişkili kılıyordu. 1895 yılından sonra Mabeyn Başkatibi olan Tahsin Paşa, Yâverlik ve görevleri hakkında bilgi verirken, Yâver-i ekremlikin müşir rütbesinde bulunanlara taltif için verilen bir ünvan olduğunu, bir imtiyâz ve görevinin bulunmadığını, buna mukabil yüksekçe bir tahsisâtının olduğunu kaydetmektedir. Mabeyn’de yer alan ve Seryâver’in maiyyetinde bulunan diğer Yâverân-ı hazret-i şehriyâriler ise merasimlerde Padişah’a refakat etmek, bir dereceye kadar Padişah’ın güvenliğini sağlamak, Sadrazam, Şeyhü’l-islâm, Serasker ve Bahriye Nazırı’na tezkere götürmek, şehirde ve taşrada meydana gelen bazı olayları, yangınları soruşturma ve bu hadiseleri Padişah’a rapor etmekle görevliydiler.103 Kısmen Tahsin Paşa’ya ait bu tanımlama, Yâverlerin görevlerine dair genel bir fikir vermekle birlikte yeteri kadar açıklayıcı ve kapsayıcı değildir. Bu itibarla, Yâverân sınıfında yer alanların, uzmanlık sahaları ile meslekleri haricinde üstlendikleri vazifelerin belirlenmesi, meseleye daha bir açıklık kazandıracaktır. Bunların başında Saray’ın daire amiri olup,104 bir nevi Saray Nazırlığı ile mükellef bulunan ve ayrıca Sultan’a takdim edilen arzuhalleri ait oldukları nezâretlere ulaştırmakla görevli Mabeyn-i Humâyûn Müşiriyeti gelir. Söz konusu arzuhallerin arkasına “ma‘rûzât-ı rikâbiye dâiresi” yazan Mabeyn Müşiri, aynı zamanda Cuma selamlığı ve bayram alaylarında Padişah’a refakat ederdi. Bir görevi de bayramlaşma törenlerinde tahtın yanındaki saçağı tutmaktı.105 II. Abdulhamid, tahtta çıktığında ilk icraat olarak, Mithat Paşa’nın itirazına rağmen, Mabeyn Müşirliği’ne saltanata bağlılığına güvendiği, İngiltere’de eğitim görmüş olan ve kendisinin ilk yâverlerinden İngiliz Said Paşa’yı106 getirmek oldu. Daha sonra yine bu göreve, sırasıyla Yâverân-ı kirâmdan Gazi Osman Paşa107 ve Gazi Ahmed Muhtar Paşa108 gibi tarihî şahsiyetleri getirmesi veya onları Yâverân sınıfına alması, Mabeyn Müşiriyeti’ne verdiği önemle ilgili olduğu kadar, ünvan-görev ilişkisi bakımından da kayda değer görünmektedir.
Mabeyn-i Humâyûn’da Yâverlerin fonksiyonunu en iyi şekilde görebileceğimiz kısım, Yıldız sarayında onlara tahsis edilen dairelerdeki faaliyetleridir. Bu dairelerde görev alan uzman asker ve sivil bürokratlar, II. Abdulhamid’e siyasî, ekonomik, askerî, idarî ve diplomatik vs. meselelerde danışmanlık yapmaktaydı. Söz konusu dairelerden başlıcası Yâver-i ekrem Müşir İbrahim Derviş Paşa ve Yâver-i ekrem Müşir Şâkir Paşa daireleri ile Yâver-i ekrem Ferik (sonra Müşir) Kamphoenever Paşa Dairesidir.
İbrahim Derviş Paşa109 Dairesi: 1830 senesinden itibaren bir çok askerî ve sivil memuruyetlerde bulunup, 1883 yılında Yâver-i ekrem sınıfına dahil olan ve II. Abdulhamid’in “yaşlı bir demir leblebi ve generallerin en çetini ve en az vesveseli olanı” dediği Derviş Paşa’ya, genellikle Arnavukluk ve Rumeli’ye dair meselelerin görüşülmesine mahsus bir daire verilmişti.110 Fakat bu daireden çıkan belgeler incelendiğinde, yalnızca Arnavutluk ve Rumeli’yi ilgilendiren konular değil, çeşitli askerî ve mülkî memuriyetler, bazı idarî düzenlemeler, eğitim, imâr, kıtlık felaket, eski eserler, Ermeni isyanları, maden işletme ve imtiyazları, aşiret problemleri ve özellikle Mısır Meselesi111 gibi bir çok konuyla bu daire ilgilendiği ve II. Abdulhamid’e görüş bildirdiği anlaşılmaktadır.112
Derviş Paşa’nın bu husustaki arzlarının çoğunluğuna “mucebince irade” verildiği de yine bu belgelerde görülmektedir. Bununla birlikte Derviş Paşa’nın başkanlığında zaman zaman bazı komisyonların çalıştığı da vakiydi: 29 Nisan 1891’de kurulan Tahkikat Komisyonu bunlardan biridir ve Konya ile Trablusgarb gibi yerlerde bazı askerî meseleleri inceledikleri görülüyor.113 Derviş Paşa, yukarıda belirtilen konuların bazıları üzerinde Şâkir Paşa ile birlikte çalışmaktaydı.
Şâkir Paşa114 Dairesi; Ahmed Şâkir Paşa, daha önce aldığı memuriyetlerde görülen başarısından dolayı, 5 Temmuz 1890 tarihinde Yâver-i ekrem sıfatıyla Mabeyn’de görevlendirildi.115 Şâkir Paşa Dairesi’nde de devletin önemli meseleleri takip edilmekteydi. Bunlardan bazıları şunlardır: Mısır ve Bulgaristan Meselesi, Ermeni problemi,116 demiryolu yapımı, aşiretlerle ilgili hususlar, Yemen, Fas, Cebel-i Lübnan, Girit ve Sisam adaları meseleleri, Sırbistan ve Şark Meselesi, dış ticaret, esir ticareti, bahriye, salgın hastalıklar, maliye, Duyûn-ı Umûmiye, Karadağ ve Yunanistan, Boğazların savunması,117 Dersim Meselesi, Hamidiye Alaylarının teşkili, Anadolu Islahatı ve diplomasi konuları.118
Bundan da anlaşılacağı gibi Şâkir Paşa, iç meselelerin yanısıra ağırlıklı olarak diploması gerektiren konularla ilgilenmekteydi. Zaten onun Saray’a alınması ve bilhassa Anadolu Islahatı Umûm Müfettişi atanması, Osmanlı Devleti’nin genel politikasında bir değişiklik yaptığı şeklinde yorumlanıyordu.119 Wambery Londra’da Salisbury’e gönderdiği bir raporunda bu hususu şöyle anlatmaktadır: “Sayın bayım Padişah’ın sağkolu Şâkir Paşa’nın Ermenistan Islahatı’nı denetlemek üzere müfettiş olarak atandığını gazetelerden öğrendiğimde derhal size yazıp…İngiliz Hükümeti’nin Yıldız Sarayı’nın bu dolabına kanmamasını söylemek istedim. Şâkir Paşa’nın, Padişah’ın feci siyasetinin arkasındaki şeytan olduğu unutulmamalıdır.”120 Bu ifadeler Şâkir Paşa’nın II. Abdulhamid’in politikalarınıdaki etkisini de açıkca vurgulamaktadır.
Şâkir Paşa, özellikle dış basını izlemekte ve Avrupalı devletlerdeki politik gelişmeleri günü gününe takip etmekteydi. On iki yıl süreyle diplomat olarak görev yapmış olması121 ona bir takım önemli diplomatik özellikler kazandırmış ve bir hayli bilgi birikimi sağlamıştı. Elde ettiği bu birikimle meseleleri yorumlamakta ve izlenecek politikalar hususunda Padişah’a görüş bildirmekteydi. Mesela; Avrupa’da ki siyasi gelişmelerden dolayı yakın bir gelecekte bir dünya savaşının çıkmasının muhtemel olduğu ve bu durumda Osmanlı Devleti’nin muhakkak bu savaşın dışında kalması gerektiğini ileri sürmekteydi. II. Abdulhamid’de bu yönde bir politikayı esas alıyordu.122 Dış basın ve yabancı gazeteciler onun önemli kaynakları arasındaydı.123 Yabancı muhabirlerden bazılarını ajan olarak kullandığı da bilinmektedir.
Bu iki Türk yâverden başka Mabeyn’de Alman uyruklu danışmanın görev yaptığı bir daire daha mevcuttu. Bu askerî uzman da Yâverân sınıfında yer almaktaydı.
Kamphoevener Paşa124 Dairesi: Ordunun yeniden yapılanması ve bilhassa modern eğitim programlarının uygulanması maksadıyla Avrupa’dan getirilen subaylardan biri olan Kamphoevener Paşa, piyadecilik alanında uzmandı.125 Bu sebeple genellikle bu alandaki askerî düzenlemelere dair hazırladığı layihaları Padişah’a sunmaktaydı.126 Ayrıca Almanya’ya gönderilecek öğrencilerin seçimi için kurulan ihtisas komisyonlarında da görev yapıyordu.127 Bir önemli görevi ise, II. Abdulhamid’le Alman İmparatoru II. Wilhem arasındaki özel haberleşmelerde mesaj götürüp getirmekti. Yaptığı hizmetlere karşılık müşirlik rütbesine kadar yükseltilmişti.128
Yukarıda bahsi geçen bu üç yâverde, daha önceleri deruhte ettikleri görevler dolayısıyla engin tecrübe sahibi oldukları, devlet işleri ve mesleklerinde uzmanlaştıkları anlaşılıyor. Bu bakımdan Padişah, onlardan ehliyetli gördüğü konularda yararlanmakta ve birer uzman olarak görüşlerine itibar etmekteydi. Bir nevi özel danışman olarak istihdam olunan ve ürettikleri fikirleri için kendilerine Saray’da özel daire tahsis edilen Yâverândan başka Mabeyn’de, başka önemli hizmetler yapanlar da bulunmaktaydı. Bir kısmının Yâverlik sınıfına alınmalarının bu maksada yönelik olduğu görülmektedir; içlerinde yabancı uyruklu olanlar bilhassa dikkat çekmektedir.
Söz konusu yabancı bu uyruklu yâverler, askerî sahalarda istihdam edilmekteydi. 14 Temmuz 1880 tarihinde Osmanlı Hükümeti ile Almanya Hükümeti arasında imzalanan sözleşmeye bağlı olarak Bismark, 24 Aralık 1882’de; “Osmanlı devleti’nin sivil ve askeri uzmanlar konusundaki isteğinin, derhal en iyi uzmanların gönderilmesiyle yerine getireceğini” bildirmekteydi. Bu çerçevede 11 Nisan 1882’de üstün bilgili bir subay olarak tanıtılan Albay Kaehler başkanlığında, Piyade Yüzbaşısı Kamphoevener, Süvari Yüzbaşısı von Hobe ile Dragon Alayları’ndan Yüzbaşı Ristoff’dan oluşan bir heyete izin çıktı.129 Önce mirliva, daha sonra ferik ve Padişah yâveri olan Kaehler Paşa, 1885’te öldüğünde müşir rütbesindeydi. Onun ölümü üzerine, yerine gönderilen ve Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Dairesi Reisi Sâniliği ile Mekteb-i Harbiye-i şâhâne Müfettişliği görevi verilen Yâver-i ekrem Ferik Colmar von der Goltz Paşa,130 II. Abdulhamid’in, Türk ordusunun yeniden organize edilmesi isteği doğrultusunda, Türkiye’deki Alman Askeri Heyeti’nin başına geçti.131 Genç ve enerjik bir kurmay binbaşı olan, yazdığı “The Nation in Arms” isimli eseri ile dikkatleri üzerine çeken Goltz’la birlikte bir Alman asılzâdesi ve Süvari subayı Baron von Hobe, Piyade subayı Kamphoevener ve Topçu subayı Von Ristoff uzun bir süre görevlerine devam ettiler.132
Goltz Paşa, bir uzman olarak askerî okullardaki eğitim programları ve Almanya’ya gidecek subayların seçimi gibi konular yanında,133 Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da ki savunma stratejisinin tespit ve hazırlanmasında da görevlendirildi.134 1893’de Bulgaristan’ın bazı askerî hazırlıklara girişmesi, keza 1894’de Yunanistan’ın askerî faaliyetleri üzerine, bu devletlerin askerî stratejilerini tespit ve alınması lüzumlu karşı tedbirlerin planlanması vazifesi verildi. Bu maksatla kurulan komisyona başkanlık etti.135 Komisyon’da Erkân’ı Harbiye Mirlivası Abdullah Paşa, Erkân-ı Harbiye Miralayı Yâver-i ekrem Hüseyin Nazım Bey, Erkân-ı Harbiye Miralayı Mustafa Saadeddin Bey, Goltz Paşa’nın muavini Piyade Kaymakamı Hüsnü Bey ve Erkân-ı Harbiye Yüzbaşısı Pertev Bey de yer almaktaydı. Bu komisyon, söz konusu devletlerin sınırlarına yakın bölgeleri gezerek, yerinde yaptığı inceleme ve tespitler sonunda hazırladıkları raporu II. Abdulhamid’e verdiler. Goltz Paşa’nın görevinin birinci devresi, Kasım 1895 tarihinde Almaya’ya dönüşüne kadar 12 yıl sürdü.,136 Bu tarihte Alman Hükümeti’yle yaptığı ve mevcut Osmanlı yönetimi aleyhine olan gizli yazışmalarının ele geçmesi üzerine işine son verildi. İhtilal sonrası eski öğrencileri tarafından yeniden göreve davet edildi ve tekrar Padişah maiyyetine atandı.137 İhtilal söz konusu heyetteki uzmanlardan Süvari Feriği Yâver-i hazret-i şehriyâri von Hobe Paşa’da,138 kendi sahasında çalışmalar yaparak, hazırladığı raporları Padişah’a sunmakta, ayrıca bazı komisyonlarda da görev almaktaydı.139 Topçu Feriği Yâver-i ekremler von Ristoff Paşa140 ile von Grombekoff Paşa141 ise orduya teknik bir alanda hizmet vermekteydi. Topçuluğa dair en son sistemle öğrecileri eğitmeleri yanı sıra, yine bu sahada gerekli buldukları bazı düzenlemeler hakkında raporlar hazırlıyorlardı. Denizcilik alanında ise bir ingiliz olan Bahriye Feriği Yâver-i hazret-i şehriyâri Woods142 ile Bahriye mirlivası Klau von Hoff Paşa,143 Osmanlı ordusunda hizmet vermekteydi. Bunlardan Woods Paşa, 21 Ocak 1870’de Mekteb-i Bahriye-i şâhâne’de öğretmen olarak görevlendirilmiş, 1874’de Hüdâvendigâr okul gemisinde öğretmenliğe atanmıştı. Daha sonra Deniz Genelkurmay Dairesi’nde görevlendirildi ve bu esnada Osmanlı-Rus savaşına katıldı. Savaştan sonra ise kurulan Torpido Komisyonu’na üye olarak, Deniz Harp Okulu’nda mevcut güverte ve makina sınıfları yanında, torpido sınıfının kurulması ve bu sınıfta uzman subaylar yetişmesinde de etkili olmuştur. 1896 yılında Teftiş-i Askerî Komisyon-ı Âlisi Fahri Üyeliği’ne atanan Woods Paşa, Osmanlı-Yunan savaşına da katıldı. 1901 yılında Edward VII. ’nin taç giyme töreninde Padişah yâveri olarak II. Abdulhamid’i temsilen bulundu.144 Yaptığı önemli hizmetlerden biri ise Karadeniz Boğazı girişine fener dubası yerleştirmesiydi.
Yâverân sınıfında bulunan diğer iki yabancı uyruklu subay ise 1877’de Jandarma Islâh Meclisi’ne atanıp, 1890’da Yâverlik silkine alınan, Jandarma Dairesi’nde görevli ve daha teğmen iken Kırım Savaşı’na katılan Ferik Blunt Paşa145 ile Macaristan’da İtfaiye Alaylarında subay iken miralaylık rütbesiyle Osmanlı Devleti hizmetine girip, İtfaiye Teşkilatı’nı yeniden organize eden ve 1890’da Yâverân sınıfına katılan İtfaiye Taburları Muallimi Ferik Szechenyi Paşa’dır.146 Ayrıca II. Abdulhamid’in tahta çıkışından önce devlet hizmetine girip, Yâver-i fahr-i hazret-i şehriyâri silkine alınan Gustav Derise Paşa’da bu cümledendi.147 Bahsi geçen yabancı uzmanlarla gerekli gördüğünde yüz yüze görüşen II. Abdulhamid, onların gerek teknik sahadaki fikirlerini ve gerekse siyasî gelişmeler hakkındaki düşüncelerini öğrenmekle birlikte, kendi devletleri namına siyasî bir misyon sergilemelerine müsade etmemekteydi.148 Bu kaidenin, yönetimi süresince devam ettiği anlaşılmaktadır.
Yabancı uyruklu yâverlerin durumunun izahından sonra, Yâverân sınıfında yer alan bazı Türk uyruklu memurlara temas edilmesi, yâverlerin fonksiyonları hususuna daha da açıklık getirecektir. II. Abdulhamid, teknik konularda olduğu kadar siyasî bakımdan da önemli bulduğu konularda, özellikle Yâverân sınıfından kimselere itimat etmekteydi. Bu çeşit görevler alan yâverlerin, yaptıkları vazifeler sonunda sundukları raporlar incelendiğinde, söz konusu görevlerin verilmesindeki maksat ile önem derecesi daha iyi anlaşılmaktadır. Mesela; İran Devleti’nin sınırları içindeki faaliyetleri, İran’la Osmanlı Devleti’nin arasında gerginliğe yol açtığından, buna sebep olan Şeyh Ubeydullah’a durumun nazikliği ve bu hususta Şeyh’tin beklenen tavrı anlatmak için görevlendirilen memur Yâverân sınıfında yer almaktaydı (9 Za. 1297).149 Yine devletin bütünlüğünü tehdit eden ve dönemin en önemli problemi olan Ermeni Olaylarının teftişi ve gerekli askerî tedbirleri alınması için görevlendirilen Yâver-i ekrem Ferik Saadeddin Paşa’nın, 5 Kasım. 1896 tarihli raporu150 bu kabildendir.
İsyanın çıktığı bölgenin sorumlusu, VI. Ordu kumandanı Mehmed Zeki Paşa Yâverân sınıfından gelmekte,151 ayrıca bu ordu mıntıkasında incelemeler yaparak, askerî durumun tespiti ile görevlendirilmiş bulunan Nusret Paşa’da Yâver-i ekrem sınıfına dahil bulunmaktaydı.152 Ermeni Sorunu’nun çözümü için görevlendirilen Mareşal Şâkir Paşa’nın da Yâvr-i ekrem olduğunu bilmekteyiz. Bundan başka aynı bölgeye, Hamideye Hafif Süvari Alayları ile ilgili bazı hususları haletmek üzere Yâverân’dan Vehbi Paşa’nın görevli olarak gönderildiği görülüyor.153
Yine bu cümleden olarak, gerektiğinde ülkenin en uzak bölgelerine gönderilen ve o devrin zor şartlarına rağmen görevlerini başarıyla yerine getiren yâverlere de raslanmaktadır. Bunlardan Bahriye kaymakamı Mustafa Rıfat Bey Yemen’e, (Azmzâde) Sadık Bey ise Arabistan, Habeşistan ve Afrika Sahrası’nda Sudan’a gitmiştir. Görünürde buralara kadar hediye ve menşur götürmek maksadıyla görevlendirilen bu yâverlerin, dönüşlerinde verdikleri raporlardan, memuriyetleri ve üstlendikleri işin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Mesela; Yemen Valisi Aziz Paşa’ya II. Abdulhamid’in menşurunu götüren Rıfat Bey, seyahati esnasında uğradığı yerlerin idarî hususlarına, yöneticilerin tavır ve liyakatlarına, görülen aksaklıklarla, alınması lazım gelen gerekli bazı tedbirlere dair, gördüğü ve edindiği bilgilere dayanarak detaylı bir rapor hazırlamıştır.154 Sadık Bey155 ise; ilk defa telgraf hatlarının inşası göreviyle gittiği Arabistan bölgesinden, daha sonra II. Abdulhamid’in hediyelerini Habeşistan Kralı’na götürmek maksadıyla geçti.156 Sadık Bey, son defasında ise Trablusgarb üzerinden Afrika Sahrası’nın iç kısmında yaşayan Şeyh Sünûsi’ye daha önce olduğu gibi Padişah’ın hediyelerini götürmekle görevlendirildi.157 Bu seyahatlerinden sonra II. Abdulhamid’e sunduğu raporunda, yöre insanlarına, görüştüğü kişilerin fikirlerine, bölgede etkili olmaya çalışan Avrupalı devletlere karşı halkın yaklaşımları ile idari yapıları ve Osmanlı Devleti’nin takip etmesini uygun bulduğu siyasete temas etmekteydi.158 1887 yılında Almanya İmparatoru’nun tahta çıkışını II. Abdulhamid namına tebrike giden hey’ette de yer alan.159 Sadık Bey, ferik rütbesine yükseldiği bir dönemde ise Osmanlı Devleti’ni bir hayli uğraştıran Bulgaristan Meselesi’nde Padişah’ın politikalarını uygulamakla görevli olarak Bulgaristan Serkomiseri tayin edildi.160
Bazı durumlarda yâverlerin kalabalık bir halde görevlendirildiği de oluyordu. Komisyonların teşekkülünden sonra işin önemi, maksadı ve süresi bu komisyonları kalıcı veya geçici kılmaktaydı. Bu duruma iyi bir örnek oluşturan ve Mabeyn-i Humâyûn’da yer alan, başkanlığını II. Abdulhamid’in yaptığı “Teftiş-i Umûmî-i Askerî Komisyon-ı Âlîsi Hey’eti”161 üyelerinin geneli Yâverân sınıfına mensuptu. Osmanlı ordusunun yapılanması ve askerî konuların karara bağlanmasında kontrol eden bu komisyonun, 1887 senesinden sonra kurulduğu anlaşılmakta ve üye sayısı yıllara göre değişiklik arzetmekteydi.162 Yine toplu görevlendirmeye iyi bir misal teşkil eden, aşağıda verdiğimiz Ordu Müfettişlerinin görev süreleri ise sınırlıydı.163
Yâverân Teftiş edecekleri bölgeler
Miralay Arif Bey İkinci Ordu bölgesi
Miralay Neş’et Bey Üçüncü Ordu bölgesi merkeziyle Selanik ve Kosova askeri bölgeleri.
Miralay Hüsnü Bey Üçüncü Ordu bölgesinin İşkodra, Yanya ve Alasonya askeri mıntıkaları.
Miralay Talat Bey Dördüncü Ordu bölgesi merkeziyle Erurum Fırkası Kumandanlığı askeri merkezi.
Kaymakam Salih Bey Dördüncü Ordu bölgesi Harput Fırkası Kumandanlığı askeri alanı.
Kaymakam Mehmed Bey Beşinci Ordu bölgesi.
Binbaşı İslam Bey Altıncı Ordu bölgesi.
Binbaşı Yakub Bey Yedinci Ordu bölgesi.
Binbaşı Necmeddin Bey Trablusgarb, Bingazi ve Girid askeri bölgeleri.
29 Ra. 1305 (16 Aralık 1888).
Bu hususa 29 Mart 1879 tarihinde kurulan ve bünyesinde birden fazla yâverin yer aldığı, başkanlığını II. Abdulhamid’in yaptığı İane Komisyonu164 bir başka örnek teşkil etmektedir. Birden çok yâverin bulunduğu komisyonlara bir misal olarak 19 Temmuz 1883’te bir olay üzerine Erdek’e gönderilen heyette gösterilebilir.165
II. Meşrutiyet Dönemi’nde Yâverler ve Statüleri
Görüldüğü üzere buraya kadar temas edilen hususlar genellikle 1909 yılına kadar geçerli olan Yâverânla ilgili gelişmeler hakkındadır. Bu tarihten sonra meydana gelen olaylar ise II. Abdulhamid’in kaderini olduğu kadar, onunla ilgili görülen bütün yapılanmaları da derinden etkiledi. Pek tabii ki; Yâverân sınıfı da bu gelişmelerin dışında kalamadı. II. Abdulhamid’in idarî mekanizmasının en dinamik ve etkili bir unsurunu teşkil eden bu teşkilatın etkisizleştirilmesi, aynı zamanda Padişah’ın yönetme kabiliyetinin önemli ölçüde zaafa uğratılması demekti.
II. Abdulhamid’i etkisiz hale getirmek isteyenlerin, ilk olarak onun kuvvetinin istinad noktasını oluşturan Yâverân sınıfını ortadan kaldırmayı planladıkları anlaşılıyor. Bu plan çerçevesinde, daha Meşrutiyet uygulamaya konulmadan önce, Yâverân sınıfı mensuplarının durumu tartışmaya açılmış166 ve bir dereceye kadar da başarı sağlanmıştı. Dolayısıyla II. Abdulhamid, Meşrutiyet Anayasası’nı askıdan indirdikten hemen sonra, Yâver-i hazret-i şehriyârilerin durumunu yeniden gözden geçirme ihtiyâcını hissetti. Aslında Padişah, daha 1902’de 21’i paşa rütbeli 125’i fahri ve 31’i fiilen görev yapan 177 yâver’in sayısını fazla bulmaktaydı.167 Sultan’ın bu yaklaşımı özellikle hazırlanmakta olan 1908 yılı bütçesi masraflarının azaltılması ihtiyacından da kaynaklanıyordu.
Bu maksatla bil-fiil yâverlik hizmetinde bulunan ile bulunmayan ve Fahri yâverlik sınıfında kayıtlı olanların tespit edilmesi yoluna gidildi.168 Harbiye Nazareti de, Yâver-i hazret-i şehriyârilerden bil-fiil görev yapanların aslî görevlerinde istihdamı ve bunlarla, öğrenci olanların, Yâverân sıfatını taşıyıp taşımamaları hususunun yeniden gözden geçirilmesi yönünde talepte bulunuyordu. Bu talep doğrultusunda Sadrazam Kâmil Paşa, Mabeyn’e; “…Yâverân-ı müşârü-ileyhimin esâmisini mübeyn defter lefen arz ve takdîm kılınmış ve bunlardan Ordu-yu Humâyunlarda ve mekteblerde bulunanların bu sıfat ve ünvânı muhafaza eylemelerine mahall görülmemekte olub, münhasıran Maiyyet-i seniyye-i cenâb-ı mülûkânede kalacak Yâverân’ın ta‘yîn-i mikdârı ve esâmisi ise rey-i âlîye vabeste bulunmuş olmağla…” şeklinde Harbiye Nazareti’nin görüşlerini esas alan bir ariza sundu. Beraberinde Yâverlerin bir listesi ise Seryâver tarafından II. Abdulhamid’e verildi (13 Ekim 1908).169
Bahsi geçen bu liste, muhtemeldir ki; iktidarın kaybedilmesinden evvel Sultan’a verilen son Yâverân listesiydi. II. Abdulhamid, yapılan teklifleri de dikkate alarak, 71 kişilik bu liste üzerinde bazı tasarruflarda bulunmuştu. Padişah’ın onayladığı listeye göre; Mabeyn-i Humâyun Teşkilâtı’ndaki Yâverân sınıfında, 8 Yâverân-ı kirâm, 6 müşir, 8 ferik, 5 liva, 4 binbaşı, 13 yüzbaşı, 4 mülazım, rütbeli 48 Yâver ile 2 müşir, 11 ferik, 1 mirliva ve 1’i miralay, 15 Fahr-i yâver olmak üzere 63 kişi yer almaktaydı (20 Aralık 1908).170
Yürütülmekte olan bu çalışmalar ise II. Abdulhamid’in bazı muarızları tarafından komplocu bir anlayışla yorumlanmaktaydı. Bunlardan Ali Sâib; “Ethem Paşa’ya yazılan hatt-ı humâyûnda, karîben Meclis-i Mebusân’ın toplanacağı ilân olundu. İşte bu meclise karşı kuvvetli bulunmak ve her ahvâlde kendisine sadık kalacak bendegânın Saray’da cem edilmesine Hünkâr o günlerde ziyâdesiyle ehemmiyet veriyordu” dedikten sonra, Saray’da görevlendirilen yâverleri değerlendirirken de; “Bu maksâd üzere hâriçte bulunan haşârâttan bir çok haydutlar yâverlik ve muhafız sıfatıyla toplandı. Bunların ekserisi Türk cinsinden olmayan Çerkes, Arnavut ve sâir milletden idi. Ekserisi kazıktan kurtulma haşârât idi.”171 demekteydi. Bir diğer tenkitci Ahmet Raci, bu yeni listede yer alanları casus, Yâverân Teşkilâtı’nı ise casuslar cemiyeti olarak tanımlıyor; Yâverleri kan dökücü, hain, Engizisyon devrinde bile rastlanmıyan gaddar, ev yıkıcılar olarak niteledikten sonra; “beride güzide Yâverler çıkarılsın, bu tarafta caniler, casuslar Padişah Yâveri kalsın” demekteydi.172
Dostları ilə paylaş: |