Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə163/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   159   160   161   162   163   164   165   166   ...   181

TEKHİL (Kuhl. dan) Göze sürme çekme.

TE'KİD Kuvvetlendirme, sağlamlaştırma. * Üsteleme. Bir iş için evvelce yazılan bir yazıyı tekrarlama.

TE'KİD-İ MANEVÎ Söylenişi başka, manası müşterek olan.

TE'KİDEN Tekrarlama ile. * Sağlamlaştırarak. Te'kid suretiyle. * Evvelce yazılmış olan bir yazıyı tekrarlıyarak.

TE'KİL Yedirme veya yedirilme.

TEKLÎ Hapsetmek.

TEKLİB Köpeğe av öğretmek.

TEKLİC Yüzünü ekşitmek.

TEKLİF Zor birşey istemek. Bir vazife ileri sürmek. * Sıkılgan ve resmi davranış. İçli dışlı olmayan çekingen muâmele. * Vergi yüklemek. * Vazife vermek. * Cenab-ı Hakk'ın, insanları, emir ve nehiyleri üzerine hareket etmeğe vazifelendirmesi. * Fık: Şeriat-ı İslâmiyenin, ehliyet ve salâhiyet sahibi olan insanlara bir takım vazifeler yapmalarını ve bir kısım şeyleri de terketmelerini emir ve ilzam buyurmasıdır. Bunlar ile öylece dinen me'mur ve vazifeli olan bir insana mükellef denir. Çoğulu: Mükellefîn'dir. (Bak: Ahlâk-ı hasene)(Teklif-i İlâhî bir tecrübedir. Tâ ervah-i âliye ile ervah-ı sâfile müsabaka meydanında birbirinden ayrılsın. S.)(S - Diyorsun ki: "Teklif, saadet içindir. Halbuki ekser-i nâsın şekavetine sebeb, teklifdir. Teklif olmasaydı, bu kadar tefavüt-ü şekavet de olmazdı?"C - Cenab-ı Hak, verdiği cüz'-i ihtiyarî ile ef'al-i ihtiyariye âlemini kesbiyle teşkil etmeye insanı mükellef kıldığı gibi, ruh-u beşerde vedia olarak ekilen gayr-i mütenahi tohumları sulamak ve neşv ü nemalandırmak için de beşeri teklif ile mükellef kılmıştır. Eğer teklif olmasaydı, ruhlardaki o tohumlar neşv ü nema bulamazdı. Evet, nev'-i beşerin ahvaline dikkatle bakılırsa görülür ki; ruhun manen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl ve fikrin inkişaf ve eterakkisini telkih eden, yani aşılayan, şeriatlardır; vücud veren, tekliftir; hayat veren, Peygamberlerin gönderilmesidir; ilham eden dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan hayvan olarak kalacaktı ve insandaki bu kadar kemalât-ı vicdaniye ve ahlâk-ı hasene tamamen yok olurlardı. Fakat insanların bir kısmı, arzu ve ihtiyariyle teklifi kabul etmiştir. Bu kısım, saadet-i şahsiyeyi elde ettiği gibi nev'in saadetine de sebeb olmuştur. Amma insanların büyük bir kısmı, ihtiyarı ile küfrü kabul ve tekâlif-i İlâhiyyeyi reddetmişlerse de, teklifin bazı nevi'lerinden süzülen terbiyevî, ahlâkî vesaire güzel şeyleri aldıklarından, teklifin o nevi'lerini zımnen ve ıztıraren kabul etmiş bulunurlar. İşte bu itibarla, kâfirin her sıfatı ve her hali kâfir değildir. İ.İ.)

TEKLİF-İ İLÂHÎ Allah'ın teklifi, yani emirleri.

TEKLİF-İ MÂLÂ-YUTAK Ağır ve güç yetmez olan teklif. Dayanılmaz teklif.

TEKLİFÂT Teklifler.

TEKLİL (İklil. den) Taç giydirme.

TEKLİM Söyletmek. * Yaralamak, mecruh etmek.

TEKLİS (Kils. den) Kireç hâline getirme. Kireçleştirme.

TEKMİD Soğuk veya ılık su ile yapılan pansuman.

TEKMİL Bitirmek, tamamlamak. Kemâle erdirmek. * Tam, bütün, eksiksiz.

TEKMİLE (Kemâl. den) Eksikleri tamamlamak için sonradan yapılan şey, ek. İlâve.

TEKMİM Ağaç çiçek verecek vaktinde gılafıyla tomurcuğunu çıkarıp izhâr etmek.

TEKMİN (Kemin. den) Pusuya yatırma, sipere yerleştirme.

TEKNİK Fr. Fizik, Kimya ve Matematikten elde edilen bilgilerin tatbik edilmesi.

TEKNİSYEN Fr. Bir işin, ilim tarafından daha çok tatbikatiyle uğraşan. Tatbikatla uğraşan kimse.

TEKNİYE (Künye. den) Künyeleme, künye koyma.

TEKNOLOJİ Fr. Teknik bilgiler. Matematik, Kimya ve Fizik ilminden elde edilen bilgiler.

TEKRAR (Kerr. den) Bir şeyi iki veya daha fazla yapma. * Bir daha, yine, yeniden.

TEKRARAT Tekrarlamalar. Aynı şeyi bir kaç defa yapma.



TEKRARAT-I KUR'ANİYE Kur'anda birbirinin aynı olan veya birbirine benzer âyetlerin tekrar edilmiş olması. (Bak: Kur'an, Mumya)(Tekrarat-ı Kur'aniyedeki i'cazın bir lem'asını beyan zımnında "Altı Nokta"dan ibarettir.Birinci Nokta: Kur'an bir zikir kitabı, bir duâ kitabı, bir davet kitabı olduğuna nazaran surelerinde vukua gelen tekrar, belâgatça ayn-ı isabet ve ayn-ı hikmettir. Çünkü zikir ve duâdan maksad sevaptır ve merhamet-i İlâhiyeyi celbetmektir. Malumdur ki: Bu gibi hususlarda fazlasıyla tekrar lâzımdır ki, o nisbette sevap kazanılsın ve merhamet celbedilsin. Hem de zikrin tekrarı kalbi tenvir eder. Duanın tekrarı bir takrirdir. Davet dahi, tekrarı nisbetinde te'siri, te'kidi vardır.İkinci Nokta : Kur'an bütün beşerin tabakatına hitap ve deva olduğu için zeki, gabi, takiyy, şaki, zâhid, gayr-ı zâhid bütün insan tabakaları şu hitab-ı İlâhiyeye mazhar ve bu eczahane-i Rahmaniyyeden ilâç almaya hakları vardır. Halbuki Kur'anı tamamen ve dâima okumak herkese müyesser değildir. Bunun için, lüzumlu olan maksadlar, hüccetler, bilhassa uzun surelerde tekrar edilmiştir ki, herbir sure hemen hemen bir küçük Kur'an hükmünde olsun ki herkes suhuletle istediği vakit istediği sureyi okumakla tam Kur'anın sevabını kazanabilsin. Evet $ olan âyet-i kerime bu hakikati isbat ediyor.Üçüncü Nokta: Cismanî ihtiyaçlar, vakitlerin ihtilâflariyle tebeddül eder. Noksan ve fazlalaşır. Meselâ : Havaya olan ihtiyaç her anda var. Suya olan ihtiyaç, midenin harareti zamanlarında olur. Gıdaya olan hâcet her günde olur. Ziyaya olan ihtiyaç alelekser haftada bir defa lâzımdır. Ve hâkeza..Kezâlik manevî ihtiyaçlar da vakitleri muhtelif ve mütefavittir. Her anda "Allah" kelimesine ihtiyaç vardır. Her vakit "Besmele"ye, her saatta "Lâ İlâhe İllallah"a ihtiyaç vardır. Ve hâkeza...Binaenaleyh âyetlerin, kelimelerin tekrarı, ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işârettir.Dördüncü Nokta: Bilirsiniz ki: Kur'an bu metin din-i azimin esâsâtını ve İslâmiyetin erkânını te'sis ettiği gibi içtimaat-ı beşeriyyeyi tebdil eden bir kitaptır. Malumdur ki; müessis olan zat, vaz'ettiği esasları güzelce yerleştirmek için tekrarlara çok ihtiyacı olur. Evet tekrar edilen şey sâbit kalır, takarrür eder, unutulmaz. Ve keza, Kur'ân beşerin muhtelif tabakalarından kali veya hâli yapılan suallere lâzım olan cevapları veren umumi bir mürşid-i mucibdir. Malum ya, sual tekerrür ederse cevap da tekerrür eder.Beşinci Nokta: Bilirsiniz ki; Kur'an pek büyük mes'elelerden bahseder. Ve kalbleri iman ve tasdike davet eder. Ve çok ince hakikatlerden bahis açar. Akılları marifete, dikkate tahrik eder. Binaenaleyh o mesailin, o ince hakaikin kalblerde, efkârda tesbit ve takriri için suver-i muhtelifede türlü türlü üslublarla tekrara ihtiyaç vardır.Altıncı Nokta : Bilirsiniz ki, her âyet için bir zâhir var, bir bâtın var; bir had var, bir muttala' var. Ve herbir kıssa için çok vecihler, hükümler, faideler, maksadlar vardır. Binaenaleyh muayyen bir âyet, her yerde, öbür münasib bir vecih için, bir faide için zikredilebilir. Bu itibarla, zâhiren tekrar görünse bile hakikatta tekrar değildir. M.N.)

TEKRAREN Defalarca, tekrarlanarak.

TEKRİH Nefret ettirmek. Çirkin göstermek.

TEKRİM Hürmet ve tazim göstermek ve görmek. Saygı göstermek, lütuf ve kerem icrasında bulunmak.

TEKRİMEN Hürmet göstererek, tazim ederek.

TEKRİR Tekrar etme, bir daha yapma, söyleme, tekrarlama. * Edb: Sözün tesirini kuvvetlendirmek için bir sözü bile bile tekrar etme san'atı. * Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin sürçmesine denir. Râ harfine âid olan bir sıfattır. Buna mükerrir harfi de denir.

TEKRİYE Düşman yapmak.

TEKSİB (Kesb. den) Kazandırma.

TEKSİF (Kesâfet. den) Sıklaştırma, koyulaştırma, yığma, toplama.

TEKSİF Parça parça etmek.

TEKSİR (C.: Teksirât) Çoğaltmak, artırmak, çoğaltılmak.

TEKSİR (Kesr. den) Çok kırma. Parçalama.

TEKSTİL Fr. Dokuma. * Dokumacılık.

TEKŞİF (Keşf. den) İyice açma.

TEKTİB Askeri bölük bölük etmek, bölüklere ayırmak. * (Ketebe. den) Yazdırma.

TEKTİM Örtmek.

TEKVİF Kûfe'ye varmak.

TEKVİN Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak. * İlm-i Kelâmda: Cenab-ı Hakk'ın sübutî bir sıfatıdır ve ademden vücuda getirmesi, icad etmesidir.

TEKVİNÂT (Tekvin. C.) Tekvinler, var etmeler, yaratmalar.

TEKVİNİYE Yaratmağa, tekvine ait. Tekvinle alâkalı.(Evamir-i şer'iyeye karşı itaat ve isyan olduğu gibi, evamir-i tekviniyeye karşı da itaat ve isyan vardır. Birincisinde mükâfât ve mücazatın ekseri âhirette; ikincisinde, ağlebi dünyada olur. Meselâ: Sabrın mükâfatı zaferdir, ataletin mücazatı sefalettir, sa'yin sevabı servettir. Sebatın mükâfatı galebedir. M.)

TEKVİR Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak. * Toplamak. Cemolmak. * Başa sarık sarmak.

TEKVİR SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 81. Suresidir. Küvvirat Suresi adı da verilir.

TEKVİS Yüz üstüne düşürmek.

TEKVİYE Ovmak, ovalamak.

TEKYE f. Zikir veya ders için toplanılan yer. * Dervişlerin meskeni ve mâbedi. * Yaslanılacak, dayanılacak şey. * İtimâd etmek, dayanmak.(İşte Hoca-i Kâinat olan Fahr-i Âlem'in (A.S.M.) kudsi medresesi ve tekkesi olan Suffe'nin demirbaş bir mühim talebesi ve müridi ve kuvve-i hâfızanın ziyadesi için dua-i Nebeviyeye mazhar olan Hz. Ebu Hüreyre; gazve-i Tebük gibi bir mecma-i nâsda vukuunu haber verdiği şu mu'cize-i bereket, manen bir ordu sözü kadar kat'i ve kuvvetli olmak gerektir. M.)

TEKYENİŞİN f. Tekkede oturan, derviş.

TEKYEZEN f. İstinad eden, dayanan.

TEKYİL (Kile. den) Kile ile ölçme.

TEKZİB Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.

TELA (Tülüv. den) Ondan sonra geldi, ardınca gitti (mânasında fiil).

TEL'A (C.: Tilâ) Su yolu, su mecrası. * Sel yolu. * Yerin alçağı ve yükseği. Çukurluk ve tepe.

TEL'ABE Oynamak.

TELAFFUZ Söyleyiş, söyleniş. * Ağızdan çıkan lâfız.

TELAFİ Eksik olan bir şeyin yerini doldurmak. Tamamlamak. * Ziyanı karşılamak. Zararı ödemek.

TELAFİF Birbirine sarmaşmış bölük bölük nebatlar. * Büklümler, kıvrımlar. * Birbirine girmiş ve sarmaşmış vaziyette olma. Lif lif olma.

TELAFİF-İ DİMAĞİYE Dimağın lif lif olmuş hâli.

TELAGGUM Dürtülmek.

TELAH Birbirine inatçılık etmek.

TELAHHİ Tülbendi çenesi altından sarmak.

TELAHHUM (Lahm. dan) Semirme, etlenme.

TELAHHUZ İmrenerek ağız sulanma.

TELAHİ Oyun. Oyun âleti ile vakit geçirme.

TELAHİ Birbirine sövmek.

TELAHUK Birbirine katılmak. Birbiri arkasından gelip birleşmek.

TELAHUK-U EFKÂR Fikirlerin birbirine eklenmesi ve ilâve edilmesi.

TELAHUZ Gözucu ile bakma. Gözucu ile bakışma.

TELAİYE İstikmet, doğruluk.

TELAK Ulaşmak, varmak.

TELAKİ Kavuşma. Buluşma, birbirine kavuşma.

TELAKİGÂH f. Buluşma yeri. Kavuşma yeri.

TELAKKİ Karşılamak. Almak. Kabul etmek. * Şahsi anlayış ve görüş.

TELAKKİ-İ Bİ-L-KABUL Kabul ile karşılamak, kabul etmek.

TELAKKİYÂT (Telakki. C.) Şahsî anlayış ve görüşler. * Kabul etmeler. Telakkiler.

TELAKKUB (Lâkab. dan) Lâkab alma. Lâkablanma.

TELAKKUF Ağızdan söz kapmak. * İşitmek. * Yutmak. * Sür'atle almak.

TELAKKUH Kendisini gebe, hâmile gösterme. Gebe kalabilme.

TELAKKUM Parçalayıp lokma yapıp yutma. * Karın gurultusu.

TELAKKUT Cem'etmek, toplamak, biriktirmek.

TELAKÜM Yumruklaşma. Boks.

TELALE Dalâlet.

TELA'LU' Açlıktan zayıflamak. * Küçük olmak.

TELAM Hizmetçi talebe.

TELAMİZ (Tilmiz. C.) Talebeler, çıraklar.

TELASİM (Tılsım. C.) Tılsımlar.

TELASSUS Çalma. Sirkat etme. Hırsızlık yapma.

TELASUK (Lüsuk. dan) Bitişme, yapışma. Birbirine bitişik olma.

TELA'SÜM Dil dolaşma, şaşırma. * Cevap verilecek yerde veremeyip kekeleme. * Saçmasapan cevap verme.

TELAŞİ Önem ve ehemmiyetini kaybetme. * Dağılma. * Telâş.

TELATİL Zorluklar.

TELATTUF (C.: Telattufât) (Lutf. den) Lütuf ve nezaketle davranma. Nâzikâne muamelede bulunma.

TELATTUFÂT (Telattuf. C.) Nâzikâne muameleler.

TELATTUFEN Nezaketle, lütuf ile.

TELATTUFKÂR f. Lütuf, nezaket ve tatlılıkla muamele eden.

TELATTUH Bulaşma, bulaşık olma.

TELATUF (C.: Telâtufât) Nezaket ve lütufla hareket etme, nâzikâne muamelede bulunma.

TELATUM Birbiri ile çarpışmak, vuruşmak. (Deniz dalgaları gibi) * Birbirine şamar vurmak.

TELATUMGÂH f. Dalgalı yer. Dalgası çok olan yer.

TELAUB (La'b. dan) Oynama. Oynaşma.

TELAUM Muntazır olmak, gözlemek, beklemek.

TELAUN Birbirine karşılıklı lânet okuma. (Bak: Lian)

TELAVÜM (Levm. den) Birbirine levmetme. Birbirini çekiştirme.

TELAZUM Biri diğerine lâzım olmak. Karışık olmak. Bir şey diğerine yapışmak.

TELAZZİ (Ateş) alevlenmek.

TELBİB (C.: Telâbib) Bir kimsenin yakasına yapışıp çekmek. * Boyun.

TELBİD Bir yere toplayıp yığmak. * İhramda olan kimsenin saçı dağılmasın diye başına sakız yapıştırması.

TELBİE "Lebbeyk" demek.

TELBİK Teridi yağlı yapmak.

TELBİN Kerpiç kesmek.

TELBİNE Sütlü bulamaç aşı. * Arpa suyu.

TELBİS (Lebs. den) Ayıbını, kusurunu örtüp iyi göstermek. * Suret-i haktan görünerek hile edip aldatmak. * Hile. Oyun.

TELBİSÂT Telbisler. Hileler, oyunlar.

TELBİYE Lebbeyk (Yâni: Emredersiniz, ben emrinize hazırım) demek. İcabet etmek. (Bak: Lebbeyk)

TELCİE İkrah etmek, iğrenmek, tiksinmek, kerih görmek.

TELCİM (Licâm. dan) Gem vurma, gemleme. Gemlenme.

TELCİN Davarın sütünü sağıp memesini boşaltmak. * Kalınlaştırmak.

TELE Tuzak. * Ağıl.

TE'LEB Bir ağaç adı.

TELEBBÜB Silâh takınmak.

TELEBBÜD Birbiri üstüne yığılmak. * Bir yere gizlenip av gözlemek.

TELEBBÜK Mide dolgunluğuna uğrama.

TELEBBÜN (Leben. den) Durma, eğlenme. * Memeden sütün damla damla akması.

TELEBBÜS Giymek. Giyinmek. * İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek. * Örtülü olmak.

TELEBBÜT Muztarib olmak, acı çekmek. * Dönmek.

TELECCÜC Geminin denizin derin yerine varması.

TELECCÜM Dizgin vurmak.

TELECCÜN Bir nesneyi ovalayıp kirini gidermek.

TELECLÜC Söylerken şaşırarak ağzında lâkırdıyı karıştırarak söylemek. * Kımıldatmak. Hareket etmek. * Tereddüt.

TELEDDÜD Sağına ve soluna iltifat etmek.

TELEDDÜM Kaftan eskitmek. * Yama vurmak.

TELEDDÜN Eğlenmek.

TELEF Yok olmak. Ölmek. Zâyi olmak. * Boş yere harcamak.

TELEFÂT (Telef. C.) Ölüm sebebiyle olan kayıplar.

TELEFFÜM Yüzüne ve ağzına yaşmak bağlamak.

TELEFFÜT Etrâfına bakınma.

TELEHCÜM Haris olmak, hırslı olmak.

TELEHHİ Oynama. Oyun ile vakit geçirme.

TELEHHÜB (Leheb. den) Alevlenme, tutuşma, alevlenip yanma. * İltihap.

TELEHHÜF Mahzun olmak. Hasret ve kederle yanıp yıkılmak. Ah çekmek.

TELEHHÜM Yutmak.

TELEHVUK Huyu olmadan cömertlik göstermek.

TELEHVÜC Biri işi gevşek yapmak.

TELEKKÜ' Tevakkuf etmek, durmak, duraklamak. * Bir işe dolaşmak.

TELE'LÜ' (Lü'lü'. den) Parıldama.

TELEMLÜM Cem'olmak, toplanmak, birikmek.

TELEMMÜC Yemek artığını dil ile ağızda aramak. * Tatmak. * Yemek.

TELEMMÜK Tatmak. * Yemek.

TELEMMU' Parıldama. Işıldama.

TELEMMÜS (Lems. den) El ile dokunma.

TELEMMÜZ Talebelik etmek. Çömezlik etmek. (Bak: Tilmiz)

TELEMMÜZ Tatmak. * Yemek. * Dili ağızda döndürüp yemek kırıntısı aramak.

TELEPATİ yun. Gelecekte veya uzakta olan bir hâdiseyi o anda duyma hâli.

TELESKOP Fr. Gök cisimlerini görmek için kuvvetli dürbün.

TELESLÜS Tereddüt etmek, karar verememek.

TELESSÜM Yaşmaklanma.

TELE'ÜV Parıldama, parlama.

TELEVİZYON Fr. Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli veya hareketsiz şekillerin resmini uzaklara nakletme usulü. * Bunun alıcı cihazı. (Bak: Celb-i suret, Radyo)

TELEVVÜM Muntazır olmak, beklemek, gözlemek. * Kabul etmemek.

TELEVVÜN (Levn. den) (C.: Televvünât) Renkten renge girme. Renk değiştirme. * Döneklik, kararsızlık.

TELEVVÜS Kirlenmek. Pislenmek. Bulaşıp murdar olmak.

TELEYYÜN (Leyn. den) Yumuşak. Yumuşak olmak. Sulanmak.

TELEYYÜS Arslan yürekli olma, arslan yürüyüşlü olma.

TELEZZÜC (Lüzucet. den) Yapışkan olma. * Çekilip uzanmak.

TELEZZÜZ Tat ve zevk almak. Zevklenmek.

TELFİ' Başını örtmek.

TELFİF Bürünme, sarma, örtme.

TELFİK Birleştirme, ekleme. İstif. * Bir yere getirip ulaştırmak.

TELFİK-İ MEZAHİB Dinî bir mes'elede, hak mezheblerin aynı o mes'ele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezheb yapmak. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir.Tevhid-i mezahib ise: Hak mezheblerin mes'eleleri arasında, tercih yoluyla bazı mes'elelerini alıp bir mezheb yapmaktır. (Sadreddin Yüksel)

TELH f. Acı.

TELHBÂR f. Acı olan meyve. Meyvesi acı olan.

TELHGÛ f. Acı söyleyen.

TELHGÜFTAR f. Acı sözlü.

TELHÎ Acılık.

TELHİB (C.: Telbihât) (Leheb. den) Alevlendirme, tutuşturma.

TELHİD (Lahd. dan) Mezar çukuru kazma. Kabire lâhid yapma. * Gömme.

TELHİF (C.: Telhifât) Acınma, acıklanma.

TELHİH Kavuşturmak.

TELHİM (Lâhm. dan) Etlendirme, semirtme.

TELHİN (C: Telhinât) Okurken kelime veya harf değiştirme. * Yanlışını çıkarma.

TELHİS Kısaltma. Hülâsasını alma.

TELHİSÂT (Telhis. C.) Kısaltmalar, hülâsalar, özetlemeler.

TELHİSEN Kısaltılarak, hülâsaten, özet olarak, hülâsa tarzında.

TELHİYE Gâfil olmak, gaflette bulunmak. * Meşgul olmak.

TELH-KÂM f. "Damağı acı": Kederli, dertli.

TELH-NAK f. Lezzeti acı olan, lezzeti hoş olmayan.

TEL'İB Oynatma, raksettirme.

TE'LİB Kandırmak.

TELİD (Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi.

TE'LİF Barıştırmak. Husumeti defetmek. Ülfet ve imtizac ettirmek. * Çeşitli şeyleri birleştirip karıştırmak. * Eser yazmak. * Noksan bir adedi bine çıkarmak.(Kâinatın te'lifinde öyle bir i'caz var ki; bütün esbab-ı tabiiyye, farz-ı muhal olarak muktedir birer fâil-i muhtar olsalar, yine kemal-i acz ile i'caza karşı secde ederek $ diyeceklerdir. M.)

TE'LİF-İ BEYN Ara bulma, barıştırma, uzlaştırma.

TE'LİFÂT Yazılmış eserler, kitaplar.

TE'LİL Tez etmek, çabuklaştırmak.

TELİL Boğaz.

TEL'İN Lânetlemek. Lânet etmek.

TE'LİS Durdurmak, ikâmet. * Yağmurun devamlı yağması.

TE'LİYE İbadet ettirmek.

TELİYYE Borç bakiyyesi. * Tâbi olmak, uymak.

TELKIYE Ulaşmak, varmak. * Bir nesneyi yüze getirmek.

TELKİB Lâkab vermek, isim takmak.

TELKİF Telkin etmek.

TELKİH İlkah etmek. Aşılamak. * Aşı. * Cinsinin üremesini sağlamak.

TELKİM Lokma lokma yedirme. Lokma verme.

TELKİN (C.: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce. * Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak. * Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz.(Telkini fenden almış,Medeniyetten taklid,Hürriyet tenkid vermiş,Gururdan dalâlet çıkmış.) (Lemeât)

TELL (C.: Tilâl) Tepe, yığın, küme. * Düz yer üstüne yatırmak.

TELL-İ REFİ' Yüksek tepe.

TELLAL (Bak: Dellâl)

TELMİ' (Lemeân. dan) Renk renk yapma, rengârenk yapılma. * Parıldama, parıldatılma. * Edb: Mısraları, Türkçe, Arabça, Farsça gibi başka başka dillerde olan manzume yapma.

TELMİH (C.: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek. * Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek. * Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etmek.

TELMİHEN Telmih suretiyle. Telmih için. İmâlı olarak.

TELMİZ Dili ağızda yemek kırıntısı için gezdirmek. * Tattırmak. * Yedirmek.

TELSİN Bir nesneye dil etmek.

TELTELE Hareket ettirmek.

TELTİM Kuvvetle sille vurmak.

TELVİ' (C.: Telviât) İçini yakıp dertlendirme.

TELVİH Açıklamak. * Zâhir ve aşikâre kılmak. * Susuzluktan insanın çehresi bozulmak. * Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek. * Posa hâline getirmek. * Kocamak. Saç ağarması. * Almak. * İşaret etmek. * Edb: Lüzumlu şeylerden bahsetmek suretiyle olan kinâye. Meselâ: Filâncanın mutfağında çok odun sarf olunur denildiği zaman, bundan, mutfakta çok yemek pişirildiğine, ev sahibinin cömertliğine ve misafirin çokluğuna intikal edilir.

TELVİHÂT Telvihler. Kinaye halindeki işaretler.

TELVİK Yemeği yumuşak ve yağlı yapmak.

TELVİM (C.: Telvimât) (Levm. den) Azarlama, paylama.

TELVİN (Levn. den) Renk verme. Boyama. Boyanma.

TELVİS (C.: Telvisât) Kirletmek. Bulaştırmak. Pisletmek. * Mc: Bozmak, berbat etmek.

TELVİYE Bükme, burma, çevirme, kıvırma.

TELYİN (Leyyin. den) Yumuşatmak. Eritmek. * İçi yumuşatmak, kabızlıktan kurtarmak.

TELYİN-İ HADİD Demirin yumuşatılması.

TELZİE Davarı iyi gütmek.

TELZİZ Lezzet verme. Tatlandırma. Lezzetlendirme.

TEMACÜD (Mecd. den) Büyüklüğünü ve şerefini çoğaltma.

TEMADİ Devam etmek. Sürüp gitmek. * Uzak olmak. * Müntehi ve muktezi olmamak.

TEMA'DÜN (Ma'den. den) Maden haline geçme.

TEMAHHUH Kemikten ilik çıkarmak.

TEMAHHUL Hile etmek.

TEMAHHUT Sümkürme.

TEMAHHUZ (Temahhud) Doğum sancısı çekmek. * Hayvanın gebe oluşu. * Süt yayıkta yayılarak yağı alınıp safileştirilmesi. * Fitne çıkarma.

TEMAHUK İnat etmek.

TEMAHÜL Mühlet verme. Yavaş ve ağır davranma.

TEMAÎ Genişlemek.

TEMAKKUK Dinlene dinlene içmek.

TEMALÜ' Arkadaş olmak.

TEMALÜK Nefsini zaptetme. Kendine hâkim olma.

TEMANÜ' Çatışma ve birbirine mani olma. İhraç. Adem-i kabul. Tard. (Bak: Bürhan-üt temanü')

TEMARİ Şek şüphe etmek. Mücadele etmek.

TEMARUZ Yalandan hastalanmak. Kendini hasta gibi göstermek.

TEMAS (Bak: Temass)

TEMASİH (Timsah. C.) Timsahlar.

TEMASİL Timsaller. Suretler. Resimler. Putlar. Semboller. Tasvirler.

TEMASS (Mess. den) Yan yana bulunma. * Birbirine değme. * Münasebette bulunma.

TEMASSUR Davarın memesinde kalan sütü sağmak.

TEMASSUS Emmek.

TEMASÜL Benzeyiş. Benzeme. Birbirine benzemek. Birbirine müsavi ve müşabih olmak. * Hasta sıhhate, iyi olmağa yaklaşmak. * Mat: Kesirsiz taksim kabul etmek, kesirsiz bölünebilmek.(Temasül tezadın sebebidir, tenasüb tesanüdün esasıdır, sıgar-ı nefs, tekebbürün menbaıdır, zaaf gururun madenidir. Acz, muhalefetin menşeidir, merak ilmin hocasıdır. M.)

TEMAŞA f. Hoşlanarak bakmak. Seyretmek. Seyre çıkmak. Gezmek. İbretle bakmak.

TEMAŞAGÂH f. Gam ve kederi defetmek için gezip seyredilecek yer. Eğlence mahalli.

TEMAŞAGER (Temaşakâr) f. Seyirci. İbretle etrafı temaşaya çıkmış olan.

TEMAŞAGERÂN (Temaşager. C.) Seyirciler. Temaşa edenler.

TEMAŞAHÂNE f. Temaşa edecek yer. * Mc: Dünya.

TEMAŞİ Birbiriyle yürüyüşmek, birlikte yürümek.

TEMATTİ (Matiyy. den) Vücutta duyulan ağırlıktan dolayı gerinme. * Yürürken sallanmak.

TEMATTUK Bir nesnenin lezzetinden ağzını şapırdatmak.

TEMATTUR (Matar. dan) Yağmur yağma. * Hız. Sür'at.

TEMA'UK Yuvarlanmak.

TEMA'UR Mütegayyer olmak, değişmek. * Rengi donuk olmak. * Saç dökülmek.

TEMA'UT Saç dökülmek.

TEMAVÜT Kendini ölmüş gibi gösterme.

TEMAYÜC Meyletmek, eğilmek, yönelmek.

TEMAYÜL (C.: Temayülât) Meyletmek. Bir cihete iltifat etmek. Bir tarafa eğilmek. * Bir yana çarpılmak. * Bir yana veya bir kimseye fazla taraftarlık ve sevgi göstermek.

TEMAYÜLÂT (Temayül. C.) Meyiller, sevgiler, muhabbetler.

TEMAYÜN Yalan olmak.

TEMAYÜT Birbirinden ayırmak.

TEMAYÜZ Kendini göstermek. Farklı ve yüksek vasfı olmak. Başka vasıflarla üstün olmak.

TEMAYÜZAT (Temayüz. C.) Üstün olmalar, temayüzler, yükselmeler.

TEMAZMUZ (Mazmaza. C.) Mazmaza yapma. Ağzını su ile çalkalama.

TEMAZUH şakalaşmak.

TEMAZUK Münafıklık etmek.

TEMAZÜC Birbiriyle karışmak. * Şakalaşma.

TEMCİD Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğünü bildirmek. Tazim ve sena etmek. * Ağırlamak. * Sabah namazı vaktinden evvel minarelerde belli makamlarda söylenen ilâhi, niyaz.

TEMCİD PİLAVI Mc: Tekrar tekrar bahsedilen şey, daima öne sürülen madde. Mükerreren ortaya sürülen bahis, yahut söylenilen söz. (Menşei: "Erkeğini sahura bekleyen kadının, pilavı yanmasın diye kaldırması ve soğumasın diye tekrar koyması" diye söylenir.)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   159   160   161   162   163   164   165   166   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin