Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə2/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181

ADA Gr : Kendinden sonra gelen ismi cerreder. Harf-i cerr'dir. "...den başka, ...den gayrı" mânasına gelir. (Bak: Mâadâ)

ADA Etrafı su ile çevrili kara parçası. * Etrafı yollarla çevrili arsa ve binalar takımı.

A'DA (Adüv. C.) Düşmanlar.

A'DA En zâlim, en çok düşmanlık eden.

ÂDÂB (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir."Edipler edepli olmalı" yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına lâyık olamazlar, edepsiz olurlar.(Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kısmı vâciptir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâ'da tafsilâtiyle beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi Şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid'attır. Diğer kısmı, "âdâb" tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitablarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid'a denilemez. Fakat âdâb-ı Nebevi'ye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve âdât), muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevâtürle malum olan harekâtına ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere "âdâb" tabir edilir. Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor; kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeâir, âdeta hukuk-u umumiye nev'inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyle o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes'ul olur. Bu nevi şeâire riya giremez ve ilân edilir. Nâfile nev'inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes'elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: $ Yâni : "Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş." Evet Siyer-i Nebeviyyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat'iyyen anlar ki: Edebin envâını, Cenab-ı Hak, Habibinde cem'etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder. L.)

ÂDÂB-I MİLLİYE Millete ait edep ve terbiyeler.

ÂDÂB-I MUAŞERET Beraber yaşayışta, hoş ve İslâmca yaşama ve geçinme usulleri. Peygamberin (A.S.M.) sünnetine uygun olan hareket. İnsanlara karşı edebli olma, insanca ve İslâmca yaşama âdâbı. Adâba dair sünnet-i peygamberiyeye uymak.(... İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muâmele etmektir. M.)

ÂDÂB-I UMUMİYE Umumi ahlâk kaideleri.

ÂDÂB U ERKÂN Edebler, kaideler ve rükünler. Ahlâk ve terbiye kaideleri.

A'DAD (Adud ve Adad. C.) Bazular. Kollar. * Havuzun çevre kenarına konan taş.

A'DAD İnce ve kısa kollu adam.

A'DAD (Aded. C.) Adetler. Sayılar.

ADAHİ (Udhiye. C.) Kurbanlar.

ADAHİK (Udhuke. C.) Şakalar, gülünç şeyler.

ADAK Nezredilen şey. (Bak: Nezr)

ADAKK İnce, dakik.

ADAL Gümüşü az olan para.

A'DAL (İdl. C.) Eşitler, denkler, müsaviler.

ADALAT (Adale. C.) Adaleler.

ADALE Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir edilir.

ADALET Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.(Adâlet iki şıktır. Biri mübet, diğeri menfidir. Müsbet ise; hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adâlet; bu dünyada bedahet derecesinde ihâtası vardır. Çünkü her şeyin istidat lisaniyle ve ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle ve ıztırar lisaniyle Fâtır-ı Zülcelâl'den istediği bütün matlubatını ve vücut ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adâletin şu kısmı, vücut ve hayat derecesinde kat'i vardır. İkinci kısım menfidir ki: Haksızları terbiye etmektir. Yâni, haksızların hakkını, tâzib ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise; çendan tamamiyle şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat, o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle: Kavm-i Âd ve Semud'dan tut, tâ şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te'dib ve tâziyâne-i ta'zib, gayet âli bir adâletin hükümran olduğunu hads-i kat'i ile gösteriyor. S.) (Bak: Fâtih Sultan Mehmed)

ADÂLET-İ İLÂHİYE Allah'ın adaleti.

ADÂLET-İ İZAFİYE İzafi adalet veya adâlet-i nisbiye de denir. Küll'ün selâmeti için, cüz'ü feda eden adalet usulüdür.(Cemaat için ferdin hakkını nazara almaz, "ehvenüş-şer" diye bir nevi adalet-i izâfiyeyi yapmağa çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise "adalet-i izafiye"ye gidilmez, gidilse zulümdür. M.)

ADÂLET-İ MAHZA Adaletin tam hakikisi, tam adalet. (Adâlet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki: $ âyetin mâna-yı işarisi ile : Bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi ibtal edilmez. Bir fert dahi umumun selâmeti için feda edilemez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak, haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük büyük için iptal edilemez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet nâmına, rızası ile olsa o başka meseledir. M.)(... Adâlet-i İlâhiyenin tam mânâsı ile tecelli etmesi için haşre ve Mahkeme-i Kübrâ'ya lüzum vardır ki, biri cezasını, diğeri mükâfatını görsün. İ.İ.)

ADALETKÂR f. Adaletli, insaflı, adalet sahibi.

ADÂLETKÂRANE f. Adâletlice. Adalet sahibine yakışır şekilde, insaflı ve haklı surette.

ADALETPENAH f. Adâletli.

ADALL Çok sapık, çok dalâlette.

ADAM İnsan. * Erkek kişi. * Birinin tarafını tutan kimse. * İyi ve terbiyeli yetişmiş insan.

ADAMET Ahmaklık, akılsızlık.

ADAN Deniz kenarı.

ADAPTASYON Fr. Tatbik etme işi. Bir şeyin bir başkasına göre ayarlanması. Bir canlının, yaşadığı muhite uyması işi. * Yabancı dilde yazılmış bir eseri yerli adlar ile ve yerli hayata uydurarak çevirme.

ADAPTE Fr. Adaptasyonu yapılmış, tamamlanmış.

ADARR En zararlı.

A'DAS (Ades. C.) Mercimekler.

ÂDAT Âdetler. (Bak: Âdet)

ADAVET Husumet, düşmanlık. Kin. buğz. Garaz.(Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mâna-yı hakikisinde olarak beraber cem olmazlar. Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakiki bulunsa, o vakit adâvet mecazi olur; acımak suretine inkılâb eder. Evet mümin, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadis ile: "Üç günden fazla, mü'min mü'mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek." Eğer esbâb-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzi olur; tasannu ve temelluk suretine girer. M.)

ADAY (Bak: Namzed)

ADB Kılıç. * Kesmek. * Sövmek.* Yardımcı.

ADCEM Eğri burunlu.

ÂDD Kuvvet, salâbet.

ADD Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.

ADDAR Denizci, gemici taifesi.

ADDETMEK Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek.

ÂDE Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ: Harikulâde, alelâde, fevkalâde.

A'DEB Erkeklerden arkadaşı ve yardımcısı olmayan. * Bir boynuzu kırık hayvan.

ADED Sayı. Tane. Rakam. Miktar.

ADEDEN Sayı bakımından, sayıca.

ADEDÎ (Adediye) Adede yani miktar ve rakama, sayıya mensub.

A'DEL (Adil. den) Adâletli, çok doğru.

ÂDEM İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdem'i, sonra eşi Havva'yı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir. Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir. $ Yani: Cenâb-ı Hak, Âdem'i (A.S.) bütün kemalâtın mebadisini tazammun eden âli bir fıtratla tasvir etmiştir ve bütün maâlinin tohumlarına mezraa olarak yüksek bir istidat ile halketmiştir ve mevcudatı ihata eden ulvi bir vicdan ve ihatalı on duygu ile teçhiz etmiştir; ve bu üç meziyet sayesinde, bütün hakaik-ı eşyayı öğretmeye hazırlamıştır, sonra bütün esmayı kendisine öğretmiştir. Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine nefh-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzed kıldı. Sonra vakta ki Âdem'i melâikeye tercih etmekle rüchan mes'elesinde ve hilâfet istihkakında ilm-i esmâ ile mümtaz kıldı. İ.İ.)(Hz. Âdem'in (A.S.) Cennet'ten ihracı ve bir kısım beni-âdemin Cehennem'e idhali ne hikmete mebnidir?Elcevap: Hikmeti, tavziftir... Öyle bir vazife ile me'mur edilerek gönderilmiştir ki, bütün terakkkiyat-ı mâneviye-i beşeriyenin ve bütün istidâdât-ı beşeriyenin inkişaf ve inbisatları ve mâhiyet-i insaniyenin bütün Esmâ-i İlâhiyeye bir âyine-i câmia olması, o vazifenin netayicindendir. Eğer Hz. Adem Cennette kalsaydı; melek gibi makamı sâbit kalırdı, istidâdât-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Halbuki yeknesak makam sâhibi olan melâikeler çoktur, o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâhiye, nihayetsiz makamatı kat' edecek olan insanın istidadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâikelerin aksine olarak mukteza-yı fıtratları olan mâlum günahla Cennet'ten ihraç edildi. Demek Hazret-i Adem'in Cennet'ten ihracı, ayn-ı hikmet ve mahz-ı rahmet olduğu gibi; küffarın da Cehennem'e idhalleri haktır ve adâlettir. M.) (Bak: Terakkiyat)

ADEM Yokluk, olmama, bulunmama. * Fakirlik. (Vücudun zıddı)(Bir zaman -küçüklüğümde- hayalimden sordum: "Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki, fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu mu istersin?" dedim. Baktım ikincisini arzulayıp birincisinden "Âh!" çekti. "Cehennem de olsa beka isterim." dedi. R.N.)(Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan; yine cehennemin vücudu bin derece idam-ı ebediden hayırlıdır. Ve kâfirlere de bir nevi merhamettir. Çünkü insan, hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir, bir cihette mes'ud olur. Şu halde, sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ı ebedi ile ademe düşeceksin veya cehenneme gireceksin! Şerr-i mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes'ud olduğun umum akraba ve asl ve neslin, seninle beraber idam olmasından, binler derece cehennemden ziyâde senin ruhunu ve kalbini ve mâhiyet-i insaniyeni yandırır. Çünkü cehennem olmazsa cennet de olmaz; herşey senin küfrün ile ademe düşer. Eğer sen cehenneme girsen, vücud dâiresinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya cennette mes'ud veya vücud dâirelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek, herhalde cehennemin vücuduna taraftar olmak sana lâzımdır. Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktır ki; hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır. Evet cehennem ise, hayr-ı mahz olan dâire-i vücudun Hakim-i zülcelâlinin hakimâne ve âdilâne bir hapishâne vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcud ülkesidir. Hapishâne vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var. Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekâya âit hizmetleri var. Ve zebâni gibi pek çok zihayatın celâldarâne meskenleridir. Ş.)

ADEM-ÂBÂD f. Yokluk. Yokluk alemi.

ADEM-İ ABESİYYET Abes olmayış. Faydasız ve boş olmamak.

ADEM-İ BASİRET Basiretsizlik, görüşsüzlük.

ADEM-İ DİKKAT Dikkatsizlik.

ADEM-İ EMNİYET Emniyetsizlik. Güvensizlik.

ADEM-İ HÂRİCÎ İlm-i İlâhide mevcud olup, maddi vücudu olmayan.(Adem-i mutlak zaten yoktur; çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i İlâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Dâire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i hâricidir ve vücud-u ilmiye perde olmuş bir ünvandır. Hatta bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik "A'yan-ı sâbite" tabir etmişler. Öyle ise, fenaya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücud-u mâneviye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fani olanlar, vücud-u hâricîyi bırakıp; mâhiyetleri bir vücud-u mânevi giyer, dâire-i kudretten çıkıp dâire-i ilme girer. M.)

ADEM-İ İHTİLÂF Birlik. Beraberlik. Uyuşma. Anlaşma.

ADEM-İ İKTİDAR İktidarsızlık. Güçsüzlük. Kuvvetsizlikten gelen hastalık.

ADEM-İ İMKÂN İmkânsızlık. Mümkün olmayış.

ADEM-İ İNKÂR İnkâr etmeme. İnkârsızlık.

ADEM-İ İSTİMA' Huk: Mahkemede dâvanın dinlenmemesi.

ADEM-İ İTÂAT İtâatsizlik, emri dinlememek.

ADEM-İ İTİKAD İtikatsızlık.

ADEM-İ İTİLÂF Ülfetsizlik, anlaşmazlık.

ADEM-İ İTTİFAK İttifaksızlık. Uyuşmazlık.

ADEM-İ KABUL İsbatı tasdik etmemek. Şek, hükümsüzlük. İman hükümlerini lâkaydlıkla karşılamak, nefy ve inkâr etmek, kabul etmemek, göz kapamak gibi câhilâne bir hükümsüzlük. Bir terk, bir cehl-i mutlak. (Kabul etmemek başkadır. İnkâr etmek başkadır. Adem-i kabul, bir lâkaydlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı, onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise: O adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı, hareket etmeye mecburdur. M.) (Bak: Kabul-i adem)

ADEM-İ KİFÂYET Kifâyet etmeme, kâfi gelmeme, yetmezlik.

ADEM-İ MERKEZİYYET Bir idâri taksimattaki parçaların (vilâyet, belediye ve köy) muayyen hususlarda kendi kendilerine idare yetkileri. Bir yere bağlı olmaksızın veya bir yerden idare edilmeksizin olan muamele. Bütün kısım ve şubelerin kendi kendilerini idare tarzı.

ADEM-İ MES'ULİYET Mes'uliyetsizlik, sorumsuzluk.

ADEM-İ MEVCUDİYYET Yokluk. Olmama.

ADEM-İ MUVAFAKAT Râzı olmayış, muvâfakat etmeme.

ADEM-İ MÜBÂLÂT Dikkatsizlik.

ADEM-İ MÜDÂHALE Karışmamazlık.

ADEM-İ MÜSÂADE İzinsizlik, müsaadesizlik

ADEM-İ SALÂHİYET Salâhiyetsizlik, yetkisizlik.

ADEM-İ SIRF Yokluk. Mutlak yokluk.

ADEM-İ TAHAYYÜZ Boşlukta yer kaplamamak. Mekândan münezzeh oluş. Yer ile bağlı olmamak. Hacmi olmayış.

ADEM-İ TAKAYYÜD Kayıtsızlık. Bir şeye bağlı olmayış. Kıymet vermemek. Üzerine almamak.

ADEM-İ TA'KİB Takibsizlik. * Huk: Muhakemeye lüzum görmemek.

ADEM-İ TE'DİYE Borcunu ödememe.

ADEMÎ Yokluğa ait. Ademle ilgili (Bak: Vukuât)

ÂDEMÎ İnsanlardan olan, insana âit, insana dair ve müteallik.

ÂDEMİYÂN (Âdem. C.) İnsanlar.

ÂDEMİYÂT (Adem. C.) Yokluklar. Ademler.

ÂDEMİYYET İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.

ÂDEM-KÜŞ f. Adam öldüren, katil.

ADER Yel inmekle hayası şişen kimse.

ADER Çok su.

ADES (C. Adâs) Mercimek.

ADESE Mercimek. * Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı.

ADESE-İ AYNİYYE Gözleme merceği.

ADESE-İ MÜTEKARİB Yakınlaştıran mercek.

ADESÎ Mercimeğe benziyen şey.

ÂDET Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle bozulmamasına gayret gösterir.

ADETÂ Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir suretle. Düpedüz.

ADETEN Görenek şekliyle, âdet olarak.

ÂDET-İ AGNÂM Keçi ve koyunlar için alınan vergi.

ÂDETULLAH (Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" yerine "tabiat kanunu" demek yanlıştır.(... Esbab-ı tabiiyyenin üss-ül-esası hükmünde olan cüz-ü lâyetecezzadaki kuvve-i câzibe ve kuvve-i dâfianın ictimalarının hortumu üzerinde bir muhaliyet damgası var. Fakat caizdir ki, herbir şeyin esası zannettikleri olan cezb, def, hareket, kuva gibi emirler, âdâtullahın kanunlarına birer isim olsun. Lâkin kanun, kaidelikten tabiîliğe ve zihnîlikten hâricîliğe ve itibarîden hakikata ve âletiyetten müessiriyete geçmemek şartıyla kabul ederiz. M.N.)

ADEVÂN (ADV) Sür'atle koşmak.

ADF Yemek.

ADGÂS (Dags. C.) Desteler, demetler. * Karışık rüyalar. * Karışık söylentiler.

ADGÂSU AHLÂM Karışık rüyâlar. Tâbire değmeyen rüyâlar.

ADHÂ Kurbanlar. Kuşluk vakti kesilen kurbanlar. Kuşluk vakti. (Bak: Îd)

ADHAM Yoğun, kaba. * İri cüsseli adam.

ÂDÎ Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz. * Her zamanki. * Âd kavmine âid.

ADİD Ağaç kesmek.

ADİD Kesilmiş ağaç. * Tepesine el yetişen hurma ağacı.

ADİD (Adide) Çok. Bir çok sayı. Çok şeyler. Müteaddid. Birinin dengi.

ADİD Hasım. * Arkadaş. * Isırma. Bir ısırımlık lokma. (Bak: Adûd)

ÂDİH Sihirbaz. * Soktuğu saat öldüren yılan.

ADİHE Bühtan, yalan.

ÂDİL (Âdile) Adâlet eden. Allah'ın emirlerini noksansız tatbik eden. Doğru. Doğruluk gösteren. Adâlet sahibi. (Bak: Adâlet)(Meselâ bir hükümdâr-ı âdil, ihkak-ı hak için mazlumların hakkını zâlimlerden almakla ve fakirleri kavilerin şerrinden muhafaza etmekle ve herkese müstahak olduğu hakkı vermekle lezzet alması, iftihar etmesi, memnun olması; hükümdarlığın ve adaletin bir kaide-i esasiyesi olduğundan elbette Hâkim-i Hakim, Adl-i Âdil olan Zât-ı Hayy-ı Kayyumun bütün mahlukatına, hususan zihayatlara "hukuk-u hayat" tabir edilen şerait-i hayatiyeyi vermekle.. ve hayatlarını muhafaza için onlara cihazat ihsan etmekle ve zaifleri kavilerin şerrinden Rahimane himaye etmekle.. ve umum zihayatlarda bu dünyada ihkak-ı hak etmek nev'i tamamen; ve haksızlara ceza vermek nev'i ise, kısmen sırr-ı adâletin icrasından olmakla.. ve bilhassa Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşirde adalet-i ekberin tecellisinden hasıl olan ve tabirinde âciz olduğumuz şuunât-ı Rabbaniye ve maâni-i kudsiyedir ki, kâinatta bu faaliyet-i daimeyi iktiza ediyor. L.)

ÂDİLÂNE Adalet sahibi bir adama yakışır surette.

ADİL Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan.

ADÎM Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir.

ADÎM-ÜL İMKÂN İmkânsız. Olamaz.

ADÎM-ÜN NAZÎR Eşi, benzeri olmayan. Eşsiz. Benzersiz.

ÂDİN Otlakta bulunan dişi deve.

ÂDİNE Cuma günü.

ÂDİŞ f. Ateş, nar.

ÂDİYAT (Âdi. C.) Her zaman meydana gelen hârikulâde ve birer mu'cize-i kudret olmakla beraber, insanlarca alışılmış olduğundan kuymeti bilinmeyen hâdiseler. * Kıymetsiz şeyler. (Kur'an, âyetleriyle insanların nazarını me'lüfatları olan şeylere çeviriyor. Âyetler, necimler gibi ülfet perdesini deler, atar. İnsanın kulağından tutar, başını eğdirir. O ülfetin altındaki havârık-ul âdât mu'cizeleri o âdiyat içerisinde gösterir. M.N.)

ÂDİYÂT-I UMÛR Günlük işler, her zamanki değersiz işler.

ÂDİYÂT (Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.) * Mc: Düşmanlık, zulüm. * Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat. * Uzaklık. (Kamus)

ÂDİYAT SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 100. suresinin ismi olup, Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.

ÂDİYE (C: Âdiyat) Gaza yolunda seğirten at.

ÂDİYEN Her zamanki gibi. Adice. Fevkalâde olmayarak.

ÂDİYYE İtiyad edilmiş. Alışılmış.

ÂDİYYET Adilik. Aşağılık.

ADK Vurmak, darp.

ADL Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk. * Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek. * Meyletmek. (Bak: Adâlet)(Hem istidâd lisanıyla, ihtiyac-ı fıtri lisanıyla, ıztırar lisanıyla sual edilen ve istenilen herşeye daimi cevap vermek; nihayet derecede bir adl ü hikmeti gösteriyor. S.)

ADL-PENAH Adâletin barındığı yer, adâlete sığınan kimse.

ADL Mâni olmak. Men etmek.

ADLA' (Azla') (Dıl'. C.) Kaburgalar. * Mat : Geometrik şekillerin kenarları, sayı kökleri.

ADLÎ Adâlete mensup, adâletle alâkalı, ilgili.* Sultan II. Bayezid'in şiirlerinde kullandığı mahlası.

ADLİYE Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire. (Adliyede, adalet hakikatı ve müracaat eden herkesin hukukunu bilâ-tefrik muhafazaya, sırf hak namına çalışmak vazifesi hükmettiğine binaendir ki; İmam-ı Ali (RA), hilafeti zamanında bir yahudi ile beraber mahkemede oturup, muhakeme olmuşlar. Ş.)

ADM Gazap etmek, öfkelenmek.

ADM (C: İdâm) Yay tutamağı. * Deve kuyruğu. * Saban eğiği ki, ucunda demiri vardır. * Harman savurdukları yaba.

ADMER Arslan. * Şedit, şiddetli. * Belâ. * Çirkin yüzlü şişman kadın.

ADN Vatan tutmak ve mukim olmak. * Cennette bir makam adı. (Bak: Cennet)

ADRAHŞ f. Yıldırım. * Gökgürültüsü. * Şimşek.

ADRAS (Dırs. C.) Arka dişler, dişler.

ADREFUT Kelerden büyük bir hayvan.

ADRENALİN Fr. Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır.

ADRENG Fr. Keder, mihnet, sıkıntı.

ADRET Kaşları olmayan kimse.

ADUB Yardımcı.

ADUD Pazı. Kolun omuzdan dirseğe kadar olan kısmı. * Mc: Yardımcı. İstinadgâh.

ADUD Zalim. Iztırab veren. Hunhar. * Bir lokma. * Isırıcı köpek veya at. * Yavuz kişi. * Dar ve derin olan kuyu. (Bak: Adîd)

ADUDE Yumuşaklık. Tazelik.

ADUDÎ Pazı kemiği ile ilgili.

ADULÎ Gemici, mellah.

ADÜVV Düşman, hasım.

ADÜVV-İ CÂN Can düşmanı.

ADÜVV-ÜD DİN Din düşmanı.(Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâl'in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibâdından ve cünudundan öyleleri var ki, değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şuvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler. S.)

ADÜVV-İ KADİM Eski düşman.

ADV Yelmek. Seğirtmek. * Hazırlamak.

ADVA Hastalık başkasına bulaşmak.

ADVAN Çok koşan kimse.

ADYA' Boynuzu ufak koyun. * Nebiyyi Zişân Aleyhisselam Efendimizin devesinin adı.

ADYE Koğuculuk, dedikoduculuk. * Yalan söylemek. * Sövmek.

AFA' Eşek sıpası.

AF'AF Devedikeni ağacının yemişi.

AFAF (Afâfet) Temiz olma. Masumiyet. Günahsızlık.

AFAİF Namus, ırz ve iffet sahibi, şerefli kadınlar.

AFAK Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire. * Etraf. Cihetler. * Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)

AFAKGİR Ufukları tutmuş, âleme yayılmış, şâyi, çok meşhur.

AFAKÎ Kâinat ve içindeki hâdiselere âid. Nefsin haricindeki âleme dair. * Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsinin zıddı.) (Objektif)

AFAR Arap diyarında çok olan bir yeşil ağaç. * Hurma ağacını islah etmek. * Katıksız ekmek yemek.

AFARET İfritçe, şeytanî, kötü niyet.

AFARİT (İfrit. C) Şeytanlar. İfritler.

AFAROZ (Bak: Aforoz)

AFAT Afetler. (Bak: Afet)

AFAT-I SEMAVİYE Semavi âfetler. Allah tarafından insanları ikaz ve ceza için verilen belâ ve musibetler.

AFAZÎ Fr. Tıb: Organlarda bir işleme bozukluğu olmadığı halde, fikri kelime ile anlatamamak hâli.

AFEN Çürüme, pörsüme. Yemeğin kokması. (Bak: Ufunet)

AFEND f. Harp. Kavga.

A'FER Pek beyaz. * Beyazı kırmızılığına galip olan geyik.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin