ÂLET Fakir. * Dağda ve tarlada yaptıkları künbet.
ÂLET Bir işte veya bir san'atta kullanılan vasıta. Bir makinayı vücuda getiren ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri. * Sebeb, vesile, vesâit. * Edevat. Avadanlık.
ÂLET-İ CERRÂHİYE Cerrahların, yaraları tedaviye çalışan doktorların kullandıkları edevat, takım.
ÂLET-İ KATIA Kesici âlet.
ÂLET-İ LEHV Oyun âleti. Oyuncak. Çalgı âleti.
ÂLET-İ MUSAVVİT Sesi nakletmeye yarıyan alet. Mikrofon.
ALETTAFSİL Uzun uzadıya, mufassal olarak.
ALETTAHKİK (Ale-t-tahkik) Hakikat üzere, kat'i surette. Besbelli.
ALETTAHMİN Aşağı yukarı, tahminen.
ALETTAHSİS Hususi olarak, bilhassa, hele, en çok.
ALETTEDRİC Azar azar.
ALETTERTİB Tertibli olarak, sırasıyla.
ALETTEVALİ Arası kesilmeksizin, birbiri ardınca, arka arkaya.
ALEV Ateşten çıkan parlak ve yanar hava. * Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama.
ALEV-GİR f. Alevlenmiş.
ALEV-HİZ f. Parlayan, alevlenen.
ALEVÎ Hz. Ali'ye mensub olan. Hz. Ali'ye âit ve müteallik. (Bak: şia)
ALEV-KEŞ f. Alevden fırlayan.
ALEV-RİZ f. Alevlenen, alev saçan.
ALEYH (Aleyhi - Aleyhâ) (Alâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.) Aleyhinde, onun hakkında, onun üzerine.
ALEYHDAR Muhalif olan. Aynı fikirde olmayan. Zıt olan.
ALEYHİM, ALEYHİMA Aleyh edatının cemi ve tesniye şekilleri.
ALEYHİSSALATÜ VESSELAM Salât ve Selâm onun üzerine olsun, meâlinde Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ismini duyunca söylenmesi sünnet olan bir duâdır.
ALEYKE Senin üzerine, sana.
ALEYKÜM Sizin üzerinize, size.
ALEYKÜM-ÜS SELÂM Selâm sizin üzerinize olsun. (Bak: Selâm)
ALEYNA Bizim üzerimize, bizim hakkımızda. Bize.
ALFABE Fr. Bir lisandaki sesleri gösteren harflerin, belli bir sıraya göre dizilmiş takımı. * Okuyup yazmayı yeni öğrenecekler için başlangıç kitabı. * Bir işin başlangıcı.
ALFABETİK Fr. Alfabe sırasına göre dizilmiş.
ALGI (İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut olmıyan bir şeyi görmek şeklinde olabilir. Dünyayı, idrak sayesinde tanıyoruz. Bir idrakte hem afâki (objektif, nesnel), hem enfüsi (sübjektif, öznel) unsurlar bulunur. Bu sebeple idrak, gerçeğin bizzat kendisi değil, gerçeğin bir yorumudur.
ALGUN f. Kırmızı renginde, koyu ve parlak pembe.
ALH Akıl gitmek. * Tembel olmak.
ALHAN Deve kuşunun erkeği. * Karnı çok aç kişi.
ALHECE Demiri ateşte kızdırıp yumuşatmak.
ÂLİ Büyük, yüksek, şerif, celil, aziz olan.
ALİ Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Necib.
ALİYY-ÜL MURTAZA (R.A.) Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerremallâhü Veche diye tâzim edilir. Bütün gazâlarda, din muharebelerinde çok kahramanlık ve fedâkârlığından dolayı "Esedullâh: Allah'ın aslanı" nâmını da almıştır. Aşere-i Mübeşşeredendir. Ayetle medhedilmiştir. Kendinden evvelki üç Halife-i kirâma (R.A.) seve seve biat etmiş, onlara Şeyh-ül İslâm gibi hizmetlerine iştirak etmiştir. Evliyânın reisidir. Hicretin kırkıncı yılında şehid edilmiştir. (R.A.) Bu vesile ile onunla alâkalı bir dersten kısa ve mühim bir kısmı yazıyoruz:(... Hem nakl-i sahih-i kat'î ile İmam-ı Ali'ye demiş: "Sende Hazret-i İsa (A.S.) gibi iki kısım insan helâkete gider. Birisi ifrat-ı muhabbet; diğeri, ifrat-ı adâvetle. Hazret-i İsâ'ya Nasrâni, muhabbetinden hadd-i meşrudan tecavüz ile hâşâ ibnullâh dediler. Yahudi, adâvetinden tecâvüz ettiler, nübüvvetini ve kemâlini inkâr ettiler. Senin hakkında da bir kısım, hadd-i meşru'dan tecavüz edecek, muhabbetinden helâkete gidecektir." $ demiş, bir kısmı senin adâvetinden çok ileri gidecekler; onlar da Havâricdir ve Emevîlerin bir kısım müfrit taraftarlarıdır ki, onlara Nâsibe denilir.Eğer denilse: Al-i Beyte muhabbeti Kur'an emrediyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm çok teşvik etmiş, o muhabbet Şialar için belki bir özür teşkil eder. Çünkü, ehl-i muhabbet bir derece ehl-i sekirdir. Ne için Şialar, hususan Rafiziler, o muhabbetten istifâde etmiyorlar? Belki işâret-i nebeviye ile o fart-ı muhabbetten mahkûmdurlar?"Elcevab: Muhabbet iki kısımdır: Biri; mânâ-yı harfiyle, yani Resul-ü Ekrem Aleyhhissalâtü Vesselâm hesabına, Cenâb-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Al-i Beyti (R.A.) sevmektir. Şu muhabbet Resul-ü Ekrem'in (A.S.M.) muhabbetini ziyadeleştirir. Cenab-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşru'dur, ifratı zarar vermez, tecâvüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktizâ etmez.İkincisi: Manâ-yı ismiyle muhabbettir. Yâni: Bizzat onları sever. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı düşünmeden Hazret-i Ali'nin kahramanlıklarını ve kemâlini; ve Hazret-i Hasan ve Hüseyin'in yüksek faziletlerini düşünür; sever. Hatta Allah'ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da yine onları sever. Bu sevmek Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın muhabbetine ve Cenab-ı Hakkın muhabbetine sebebiyyet vermez; hem ifrat olsa, başkaların zemmini ve adâvetini iktiza eder.İşte işâret-i Nebeviyye ile Hazret-i Ali hakkında ziyâde muhabbetlerinden Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddık ile Hazret-i Ömer'den teberri ettiklerinden hasârete düşmüşler ve o menfi muhabbet sebeb-i hasarettir. M.)
ÂL-İ ABA (Bak: Âl)
ÂLİ BAHT f. Talihli, şanslı, bahtlı.
ÂL-İ BEYT (Bak: Âl)
ÂLİC İki hörgüçlü büyük deve. Yumuşak nesne. * Kırda bir kumlu yer.* Alcân dedikleri otu yiyen deve.
ÂLİCAH (Ali-câh) f. Mevkii yüksek. Yüce mevkide bulunan.
ÂLİ-CENAB f. İyilik sahibi, yüksek ahlâklı. Cömerd. Büyük zat.
ÂLİ-D-DERECAT Derecelerin âlisi, iyi ve şereflisi.ALİF : Yem torbası.
ÂLİ-FITRAT Yüksek fıtratta olan.
ÂLİH Deve kuşunun dişisi. * Hafif mizaçlı.
ÂLİH (C.: Alihât) Mabud; tapınılan, ibadet edilen şey.
ÂLİHE (İlah. C.) Bâtıl ilâhlar. (Bak: İlâhe)
ÂLİ-HİMMET Himmeti yüksek. Gayreti çok.
ALÎK Hayvana bir defada verilen yem. * Asılan torba.
ALÎK-ÜD-DEVÂB Yem torbası.
ALİKA İçine birşey koyacak torba. * Yem.
ÂLİ-KADR Çok takdir edilen. Yüksek değer sahibi. Kadr ü kıymeti yüksek. * Meşhur bir çeşit lale.
ALÎL Hasta. İlletli.(Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi; ittiba-ı Kur'andır. M.)
ÂLİM Bilen, bilgili. * Çok şey bilen. * Çok okumuş, bilgiç. * İlim ile uğraşan. Hoca.(Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay verir. M.)
ALÎM Bilen. İlmi, ebedi ve ezeli olan Cenab-ı Hak. (Kur'an-ı Kerim'de bu isim 126 kerre zikredilir.)
ALİM Üzüntülü, kederli, ıztırab çeken.
ÂLİ-MAKAM Makamı yüksek, yeri yüksek.
ALÎM-ALLAH Allah en iyi ve en çok bilendir (meâlinde.)
ALİM-ALLAH Allah bilir (meâlinde yemin.)
ÂLİMAN f. (Alim. C.) Alimler.
ÂLİMÂNE f. Alimlere yakışır surette. Bilenlere yakışır şekilde.
ÂLÎ-MEKAN Makamı, yeri, derecesi yüksek olan.
ÂLİM-ÜL-GAYB VE-Ş-ŞEHÂDE Görüleni ve görülmeyeni bilen. Allah.
ALÎN Aleni, açık.
ÂLÎ-ŞAN şan ve şerefi yüksek olan. * Meşhur bir cins lâle.
ÂLÎ-TEBAR f. Sülâlesi temiz ve soyu yüce olan.
ALİVRE Elde edildiği vakit teslim edilmek üzere, bir mahsul üzerine önceden yapılan satış.
ÂLİYE Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan. * Necid ve Hicaz ülkesi. * (C.: Avali) Süngü başı.
ALİYY Necip, büyük, yüksek, meşhur, namdar, ünlü.
ÂLİYYE Âlete mensup. Âletle alâkalı. * (C.: Alâyâ) Yemin etmek.
ALİYY-ÜL A'LA En üstün, birincilerin birincisi. En yüksek. Pek iyi.
ÂLÎZ f. Alihten $ veya Aliziden fiilinden emirdir. İsm-i fâili Alizende Türkçedeki mânası: Zayıf, cılız. * Farsçada: Hayvanın ürküp sıçraması, çifte atması, huysuzluk edip sıçramasına denir.
ALİZARİN Fr. Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi.
ALİZE Fr. Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı.
ALİZENDE f. Çifteli at.
ALKAM Acı salatalık, hıyar.
ALKAME Acılık, acı tat. Acı hıyar.
ALKIŞ Tar: Padişahlarla vezirlerin kadirlerini yükseltmek maksadıyla yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir.
ALKOL Fr. Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. Sarhoş edici etkisi vardır. Alkollü içkiler hem beden sağlığına, hem de ruh sağlığına zararlıdır. Dinimizde her türlü alkollü içkinin azı da çoğu da haramdır.
ALLAF Yulaf satan kimse.
ALLAH İnsanı, dünyayı, kâinatı, görülen veya görülemiyen bütün varlıkların yaratıcısı. Allah ezelidir; yani varlığının başlangıcı yoktur, çünki yaratılmamıştır ve varlığı devamlıdır, sonsuzdur. Hiç bir şey yokken o yine vardı. Allah'ın ilmi, kudreti ve iradesi ve diğer sıfatları da sonsuzdur. O herşeyi ve hepimizi her an bilir ve görür. Allah'ı doğru olarak bilmek için ondört sıfatını doğru ve tam anlamıyla bilmek lâzımdır. Allah ismi bu sıfatları da kapsar. Allah'ın müslümanlarca zikredilen 99 ismi vardır. Bu isimler, O'nu doğru olarak bilmemiz, Allah'ı daha iyi anlamamıza yardımcı olur. Allah'a Tanrı demek çok yanlıştır. Allah isminin mânasını ifade eden başka bir kelime hiç bir dilde yoktur. Tanrı sözü müslümanlıktan önceki Türklerin şamanizm denilen batıl dinlerinde güneş ilâhı manasına gelen Tengri sözünün bugünkü dilde aldığı şeklidir.(Bütün Esmâ-i Hüsna'nın ifâde ettiği mânalar ile bütün sıfât-ı kemâliyeye Lâfza-i Celâl olan "Allah", bil'iltizam delâlet eder. Sair ism-i haslar yalnız müsemmalarına delâlet eder. Sıfatlara delâletleri yoktur. Çünki: Sıfatlar, müsemmalarına cüz olmadığı gibi aralarında lüzum-u beyyin de yoktur. Bu itibarla ne tazammunen ve ne iltizâmen sıfatlara delâletleri yoktur. Amma Lâfza-i Celâl bil-mutâbakat Zât-ı Akdese delâlet eder. Zât-ı Akdes ile sıfât-ı kemaliyye arasında lüzum-u beyyin olduğundan, sıfatlara da bil-iltizam delâlet der. Ve kezâ Uluhiyet ünvanı Sıfât-ı kemâliyyeyi istilzam etmesi ism-i has olan "Allah"ın da o sıfâtı istilzam ettiğini istilzam ediyor. Ve kezâ, "Allah" kelimesi de, nefiyden sonra sıfatlar ile beraber düşünülür. Binâenaleyh, "Lâ İlâhe İllallah" kelâmı, Esmâ-i Hüsnânın adedince kelâmları tazammun ediyor. Bu itibarla, şu Kelime-i Tevhid kelâmı delâlet ettiği sıfatlar itibariyle bir kelâm iken bin kelâm oluyor. M.N.)
ALLAHÜ A'LEM Bİ-S-SAVAB Allah daha iyi bilir. Allah doğrusunu en iyi bilir.
ALLAK Sakızcı.
ALLAK Sözünde durmaz. * Hilekâr, kendisine güvenilmesi doğru olmayan.
ALLÂM En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.)
ALLÂM-ÜL GUYUB Esma-i Hüsnadandır. Bütün gaybları, geçmişi, geleceği, hazırda olmayanı, dünyadakileri, âhirettekileri ve her şeyi bilen Cenab-ı Hak.
ALLÂME Çok büyük alim. Meşhur olmuş büyük mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi.
ALLÂME-İ KÜLL Bir şeyin ilmine vâkıf olan. Bir hususda ihtisas sahibi olan.
ALLET Kişinin, avreti üstüne aldığı ikinci avret. * Üvey ana.
ALLÜSİNASYON Fr. (Bak: Hallüsinasyon)
ALMAN Almanyalı, Cermen.
ALMANAK Fr. Kitab biçiminde bir çeşit takvimdir. Senenin bölümlerinden başka bayram, yıldönümü gibi muayyen günleri gösterir; ayrıca astronomi, meteoroloji, istatistik bilgiler de verir.
ALOTROPİ Kimya bakımından bir değişiklik olmadığı halde bir cismin ayrı hususiyetler göstermesi hali. Meselâ : Kırmızı ve beyaz fosfor arasında, birleşim farkı yoktur. Buna rağmen renklerinin ayrı oluşu bir alotropi halidir.
ALPAKA Güney Amerika'da yaşayan ve büyüklüğü keçi ile deve arasında olan bir hayvan. * Bu hayvanın kılından mamul bir cins ince yünlü kumaş.
ALS Karıştırmak.
ALTBİLİNÇ (Bak: Şuuraltı)
ALTAYS Düz, berrak, kaypak nesne.
ALTIN KOZAK Padişahlar tarafından yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunun konulduğu muhafaza.
ALTIPATLAR Revolver denilen mükerrer ateşli, altı mermi alan tabanca.
ALU f. Erik, şeftali. * Tuğla fırını.
ALU-BÂLU f. Vişne.
ALU-YU BUHARA Türkistan eriği.
ALUD (Alude) f. Karışmış, karışık, mülevves. Bulaşmış.
ALUDE-DÂMÂN f. Eteği bulaşık, iffetsiz kadın.
ALUDE-GÂN f. (Alude. C.) Suçlular, kabahatliler. Bulaşıklar, bulaşmışlar.
ALUDE-GÎ f. Dalmış, garkolmuş. Bulaşıklık.
ALUFE (Ulüf. C.) Hayvan yemi.
ALU-GÜRDE f. Caneriği.
ALUK Arzu. * Kendi yavrusundan başka yavruyu emzirmek isteyip yine burnuyla koklayıp emzirmeyen deve. * Devenin otladığı ot. * Süt.
ALUS f. Naz veya kırgınlık sebebiyle göz ucuyla bakmak.
ALUSÎ f. Nazlanarak göz ucu ile bakan kimse.
ALÜFTE f. Muhabbet ve sevgiden deli gibi. * Alışık, nâmus perdesi yırtık, iffetsiz kadın. Fâhişe.
ALÜFTE-GÂN f. (Alüfte. C.) Nâmus perdesi yırtık kadınlar. Fâhişeler.
ALÜGDE f. Saldırıcı, şiddetle saldıran.
ALÜVYON Nehirlerin sürükleyerek taşıdığı toprak.
ALYA Yüksek yer, yükseklik. * Gökyüzü.
ALYAN Uzun, iri yarı kimse.
ALYE Fakirlik.
ALYUVAR (Bak: Küreyvât-ı hamra)
ALZ (C.: Alzât) Sabırsızlık. * Hastaya ârız olan titremek. * Hafiflik. * Acele
AMA' Dağbaşlarında olan duman.
A'MA Kör. Gözü görmeyen. * Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik. * Yağmur bulutları.
A'MÂ-İ ELVAN Tıb: Renk körlüğü, renkleri ayırt edememe hastalığı. Akromatopsi.
ÂMÂÇ f. Saban demiri. * Hedef, nişan tahtası.
ÂMÂÇ-GÂH f. Nişan atılan yer, nişan yeri. Hedef mahalli.
ÂMÂDE f. Hazırlanmış, hazır.
ÂMÂDE-GÎ f. Hazırlık, âmâdelik.
AMAH f. Şiş, kabarcık.
AMÂİM Dağınık cemaat.
AMÂİM (İmâme. C.) Sarıklar, imâmeler.
AMÂİR (Amâyir) (İmâret. C.) İmâretler. Mâmur etmeler. * Sâlih fakirlerin veya kendisini idare edemiyen veya çalışamıyan talebe-i ulumun, fukarâ-i sâlihînin iâşesinin te'min edilmeleri.
AMÂİR-İ HAYRİYYE Hayır ve hayrat müesseseleri.
AMAK (Maak ve Mauk. C.) Göz pınarları.
A'MAK (Umk. C.) Derinlikler.
A'MAK-I HAFA Gizlilik derinlikleri.
A'MAK-I ZEMİN Zeminin derinlikleri.
AMAKA Derinlik. * Iraklık.
A'MAL (Amel. C.) Ameller. İşler. Yapılan hayırlar.
A'MÂL-İ BEŞERİYE İnsanların amelleri, iş ve hareketleri.
A'MÂL-İ ERBAA Mat: Dört işlem. (Toplama, çıkarma, çarpma, bölme.)
A'MÂL-İ HASENE Güzel amel. Sevablı ve hayırlı ameller. (Bak: Amel-i sâlih)
A'MÂL-İ SÂLİHA Allah'ın rızasına uygun, iyi ve hayırlı işler.( $) Kur'an: Sâlihatı mutlak, mübhem bırakıyor... Çünki ahlâk ve faziletler, hüsn ve hayr çoğu nisbîdirler... Nev'den nev'e geçtikçe değişir... Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır... Mahalden mahale tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır. Cihet muhtelif olsa, muhtelif olur. Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mahiyeti değişir.Meselâ: Cesaret, sehavet; erkekte: gayret, hamiyet, muavenete sebeptir.Karıda: Nüşuze, vekahete, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir... Meselâ: Zaifin kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur. Kavinin zaife karşı tevazuu zaifte tezellül olur. Meselâ: Bir ulü-l emir, makamındaki ciddiyeti vekar; mahviyeti zillettir. Hânesinde ciddiyeti kibir; mahviyeti tevazudur.Meselâ: Tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir... Terettüb-ü neticede, tevekküldür... Semere-i sa'yine, kısmetine rıza kanaattır. Meyl-i sa'yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dun-himmetliktir.Meselâ: Ferd mütekellim-i vahde olsa müsamahası, fedakârlığı, amel-i sâlihtir... Mütekellim-i maal-gayr olsa, hıyanet olur...Meselâ: Bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez. Millet nâmına tefâhur eder, hazm-ı nefs edemez... Herbirinde birer misâl gördün, istinbat et.Madem ki, Kur'an bütün tabakata bütün a'sarda, kâffe-i ahvâlde şâmil bir hitab-ı ezelîdir. Hem nisbî hüsn, hayr çoktur... Sâlihattaki ıtlakı, beliğane bir icaz-ı mutnebdir. Beyanda sükutu, geniş bir sözdür. Sünuhat)
A'MÂL-İ UHREVİYE Ahirete ait iş, hareket ve ibadetler.(Bu dünya, dâr-ül-hikmettir, dâr-ül-hizmettir; dâr-ül-ücret ve mükâfat değil. Buradaki a'mâl ve hizmetlerin ücretleri Berzahta ve Ahirettedir. Buradaki a'mâl, Berzahta ve Ahirette meyve verir. Madem hakikat budur, a'mâl-i uhreviyyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de, memnunane değil, mahzunâne kabul etmek lâzımdır. Çünki: Cennet'in meyveleri gibi, kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla, bâki hükmünde olan amel-i uhrevi meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-ı akıl değildir. Bâki bir lâmbayı bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lâmba ile mübadele etmek gibidir. M.)
ÂMÂL (Emel. C.) Emeller. Arzular. Gayeler. Dilekler. İstekler.
ÂMÂL-İ MA'SUMÂNE Masumcasına emeller, arzular.
ÂMÂL-İ SERMEDÎ Sermediyete âit arzu ve emeller. Cennete, ebediyyete dâir dilek ve temenniler.
ÂMÂL-İ UHREVİYE Ahirete ait emeller, ümitler ve istekler.
AMALİKA Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim.
A'MAM (Amm. C.) Amcalar.
AMAME Sarık. Ammâme. Başa sarılan ve sünnet-i seniyye olan kisve. (Bak: İmâme)
AMAN (Emân) Emniyet. İmdat. Yardım dileği. Afv, ricâ, niyâz. * Sabırsızlıkla hiddet ve infiâl ifâdesi. * Tenbih, sakındırma.
AMAN-NAME f. Bir şahsa iltimas yapması için, başka bir kimseye hitaben yazılan pusula, yazı.
A'MAR (Ömr. C.) Ömürler, yaşayışlar. * Mes'ut hayat. Hoşa gidecek garib ve tuhaf şeyler. * Sinler, yaşlar.
AMARE (C.: İmâr) Fes gibi başa giyilen nesne.
AMAR(E) f. Hesap. * Araştırma. * Tıb: Karında su toplanma hastalığı.
AMARE-GİR f. Hesap işleriyle uğraşan kişi. Muhasebeci.
AMARİYYE Deveye konulan mıhfe.
AMAS şiddetli harp. * Zahmet, meşakkat.
AMAS f. İnsan vücudunda meydana gelen sis ve kabarcık.
AMASE şiddet. * Zulmet.
AMATÖR Fr. Bir işi para kazanma maksadıyla değil de, zevk için yapan kimse.
AMAY f. Süsleyen, dolduran mânasına gelir ve kelimelere eklenerek kullanılır.
AMAZON Milattan önce yaşamış İskitlerin kadın askerlerine verilen isim. Göğüslerini dağlatarak küçükten harbe alıştırılan bu İskit kadınlarının şiddetli muharebeler yaptıkları yazılıdır. * Güney Amerika'da büyük bir nehir adı.(Evet nasıl ki tarihlerde eski zamanlarda "Amazonlar" nâmında gayet silâhşör kadınlardan mürekkeb bir tâife-i askeriye olarak harika harpler yaptıkları naklediliyor... Aynen öyle de bu zamanda zındıka dalâleti İslâmiyete karşı muharebesinde nefs-i emmarenin plâniyle şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi, yarım çıplak hanımlardır ki; açık bacağı ile dehşetli bıçaklarla ehl-i imâna taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişlettirmeğe çalışarak çokların nefislerini birden esir edip kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalblerden bir kısmını öldürüyorlar. G.R.)
AMBALAJ Fr. Eşyayı taşınabilir bir hale koymak için sarma veya sandığa yerleştirme işi.
AMBARGO Bir para veya malın kullanılması veya başka bir yere götürülmesi ya da bir geminin bulunduğu limandan ayrılması yasağı.
AMD Niyet, kasıt, istek, arzu. * Direk koymak.
AMDEN Kasten, bile bile. İsteyerek.
AME f. Divit, yazı hokkası.
AME Tereddüt. * Tenbellik.
AMED Sütunlar. * Birşeye devam üzere olma. * Mülâzemet etme.
ÂMED f. (Mâzi fiili olup mastar gibi kullanılır). Gelmek, geliş, vürud eyleme.
ÂMED Ü REFT Geliş-gidiş.
ÂMEDE Gelmiş. Vürud eylemiş.
ÂMEDE-GÛ f. Hazırcevap. Düşünmeden hemen güzel söz söyleyen kimse.
ÂMEDÎ f. Geliş.
ÂMEDİYE f. Gümrük vergisi.
ÂMED Ü ŞÜD Varıp gelme. Gidiş geliş; geldi gitti.
AMEH Basiretsizlik. Tahayyür, tereddüt. Doğru ciheti bilmemek.
AMEL İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme. * Kâr, iş işleme. * Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
AMEL-İ KALİL Amel-i kesirden az olan hareket. Bir rek'atta bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir hareket veya ardı ardına yapılan üçten az hareket.
AMEL-İ KESİR Namaz içinde ve namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç hareket veya iki uzuvla yapılan bir hareket; bu hareket namazı bozar.
AMEL-İ SÂLİH Allah rızâsına uyan hayırlı amel. Günahlardan uzak olan iş, fiil. Maddi veya mânevi hukuk-u ibâdı ifâ etmek.(Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında, İmandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyyattan ve günahlardan ictinab etmek ve amel-i sâlih, emir dâiresinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'a râcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedâr hevesat zamanında bu takvâ olan, def-i mefasid ve terk-i kebâir üss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyyet kesbetmiş. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takvâ, bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemiyen kurtulur. Böyle kebâir-i azime içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakiyyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih bu ağır şerait içinde çok hükmündedir. Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünkü, bir haramın terki vacibdir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var.Takva; böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek ictinab, az bir amelle, yüzler günah terkinde, yüzer vacib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta; niyetiyle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kasdıyla menfî ibâdetten gelen ehemmiyetli a'mâl-i sâlihadır... K.)
AMEL-İ TÂLİH Yaramaz iş, makbul olmayan amel.
AMEL-İ UHREVÎ Âhirete ait amel. (Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevi istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittiba et. Çünki: Bir muamele-i şer'iyyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevi çok meyveler veriyor. Meselâ: Bir şey'i satın aldın. İcab ve kabul-ü şer'iyyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer'i, bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi,şarii düşünmekle bir teveccüh-ü ilâhi verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyyeye medar olacak olan faideler elde edilir. S.)
AMELE (Âmil. C.) Âmiller. Amel edenler. * Irgat, işçi.
AMELEHU "Tarafından yapıldı." mânâsına gelir ve bir sanat eserinde san'atkârın imzasından önce yazılır.
AMELEN Bilfiil, işleyerek, fiilen, çalışarak.
AMELÎ (Ameliyye) Amele mensup ve müteallik olan. Fiil olarak. İşlemek suretiyle. Pratik. Tecrübeli.
AMELİYYAT Ameller. işler. * Bir bilginin iş olarak tatbiki. * Tıb: Operatörlük. Cerrahlık.
AMELLES Kuvvetli adam. * Kurt. * Yavuz, çirkin at.
AMELLET Sağlam, muhkem, katı nesne.
AMELMANDE f. İş yapmaz hâle gelmiş olan. Muattal. Battal. Çok yaşlı. Sakat veya hasta olup çalışamaz hâle gelmiş olan.
AMELNÜVİS f. Kasların çalışmasındaki değişiklikleri işaretleyen âlet.
AMEN Bir yerde mukim olmak, ikamet etmek.
ÂMEN Çok veya en emin ve güvenilir.
ÂMENNA İnandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek yok (meâlindedir.)
ÂMENTÜ "İmân ettim" demek olup Ehl-i Sünnet Mezhebi olan mü'minlerin iman esaslarını kısaca toplayan ifâdenin has ismidir.
AMER (Amr, ömr, imâret) Muammer eylemek. Çok zaman yaşayıp kalmak. Muammer olmak.
A'MER Yaşlı kişi. İhtiyar.
AMEŞ Gözü zayıf olan, gözü yaşlanıp durmadan akan.
A'MEŞ Gözünün yaşı durmayıp akan. * Tomlaç gözlü.
AMEYSEL Arslan. * Şişman, büyük deve. * Kaftanını yere sürüyerek gezen tembel kimse. * Uzun kuyruklu geyik. * Enli nesne. * Kerim, şerif nesne.
AMİ Senevî, yıllık. * Avamca. İleri gelenden olmayan. Câhil. Havassa âit olmayan. Avama âit ve müteallik.
ÂMİD Diyarbakır'ın önceki adı.
AMİD Çok hasta. * Aşk hastası. * Başlıca nokta. * Önder, şef, komutan. Rehber. * Haraç alan kimse.
A'MİDE (Amud. C.) Direkler. Temeller. Sütunlar. * Mc: Büyük kimseler. Büyükler.
AMİG(E) f. Karışık. * Hakikat. * Mc: Çiftleşme.
AMİH Şaşkın, şaşırmış, şaşakalmış.
AMİHTE f. Karışmış, karışık.
Dostları ilə paylaş: |